KOMİSYON KONUŞMASI

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Değerli İçişleri Bakanlığı mensupları; öncelikle Sayın Bakanı bu makineli tüfek gibi sunumu nedeniyle kutluyorum. Şimdiye kadar bu kapsamdaki bir sunumu -gerçi süresini aşarak da olsa- hızlı bir şekilde yapan kimseyle karşılaşmadık ancak gönül isterdi ki o projelerinizin her birisini teker teker burada bir tartışalım, katkılarımız belki çok daha fazla olabilir idi ancak şu anda bunları dinlemekle yetinmek zorunda kaldık. Ayrıca, Bakanlığınız ve bağlı birimlerinin personelini de hangi koşullarda nasıl hizmet ettiklerinin bilincinde olarak ayrıca kutlamak istiyorum. Dolayısıyla özellikle Türkiye'nin içinde bulunduğu koşullar bazı görevler yapılırken bazı ilkelere uyulması zorunluluğu nedeniyle zor hâle gelir; onu biliriz. Ancak buralarda, sizin de belirttiğiniz gibi, hukuk devleti ilkelerinin içerisinde kalmak çok çok önemli bir olaydır. Bunlar beraber başarıldığı zaman bir kamu hizmeti olmakta, aksi takdirde çok yoğun eleştirilerle karşı karşıya kalınmakta.

Şimdi, değerli arkadaşlar, sabahleyin erkenden bir taraftan haberlere bakıp bir taraftan da bugünkü bütçeyle ilgili olarak hazırlıkları sürdürürken birden bir televizyonda bir haberle karşılaştım ve onun üzerine bugün sizlere özellikle teknoloji kullanımıyla ilgili olarak başka ülkelerde ve dünyada -sizin yaptıklarınızın belki çok daha fazlası da var ama- bazı özellikleri taşıyacaktım, onu görüşmelere bırakarak konuşmamı değiştirdim.

Şimdi, değerli milletvekilleri, şu soruyu sordukları zaman bizim Plan ve Bütçe Komisyonuna, hatta Meclisteki bütün arkadaşlarımıza, hep aynı yanıtı veririz: "Türkiye Cumhuriyeti'nin temel niteliği nedir?" Bunun yanıtı tektir: "Türkiye Cumhuriyeti, bir hukuk devletidir." Bu kadar. Anayasa'nın 1'inci maddesinde hukuk devletinin önüne bazı sıfatların eklenmiş olması, "laik", "demokratik" gibi, bunlar aslında "hukuk devleti"nin içinde mündemiçtir, vardır ama pekiştirilmek için konmuş olarak düşünülmesi gerekir, en azından "Tartışma yaratmama adına bunlar konulmuştur." denir. Dolayısıyla temel ilkemiz hukuk devletidir, hukuk devleti. "Hukuk devleti" demek, devletin temel hak ve özgürlüklerin hizmetinde olduğu bir devlet demektir. Başka bir tanım yoktur aslında. Temel hak ve özgürlükler korunduğu sürece, ön planda tutulduğu sürece ve doğal hukuka uygun davranıldığı sürece buralarda pek fazla bir tartışma yaratılmaz zaten ama bunun tersine, devleti yöneticilerin hizmetine sokan model de norm devletidir. Norm devletinde kurallar konulur ve devlet o normları gerçekleştirmek üzere insan haklarıyla veya diğer ilkelerle çatışmış olsa bile normları ön planda almaya çalışır. Bizim Anayasa'mız çok şükür "hukuk devleti" der bize. Biz norm devleti değiliz, dolayısıyla normlara göre davranmayız, hukuk devletinin temel felsefesine ciddi anlamda uyarız. O da devletin tüm aygıtlarını insanın hizmetine sunmaktır ve bunu yapmaya çalışırız. Bu anlamda bürokrasi, ordu, siyasal partiler, yasalar, ekonomik kurumlar, resmî ve resmî olmayan tüm kurumlar bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin korunmasına dönük olarak çaba sarf ederler ve uğraşırlar. Bu sistemde kamu görevlilerinin devlet otoritesine sahip olmaktan kaynaklanan özel bir üstünlüğü kesin olarak yoktur. Kamu görevlilerinin devlet otoritesine sahip olmaktan kaynaklanan herhangi bir özel üstünlüğü kesin olarak yoktur yani hukuk devleti eşitlik ilkesine dayanır, tüm bireyleri aynı insansal öze sahip olarak kabul eder, bütün insanlar aynı insansal öze sahiptir ve buradan hareketle insanlar arasında da ayrım yapamaz. Dolayısıyla insanların vazgeçilmez temel ve evrensel haklarla dünyaya geldiğini hukuk devleti kabul eder. Bunlar kesin olarak burada belki de söylenmesi lüzumsuz, gereksiz olan şeylerdir, hepinizin bildiği, hepimizin uğruna mücadele ettiği kavramlardır. Nitekim, Sayın Bakanın hemen konuşmasında başında "hukukun üstünlüğünden sapmayan" kavramını tanımlaması bunun bu anlama geldiğini ve herkesin amacının da bu olduğunu doğal olarak ortaya koymaktadır.

Değerli arkadaşlar, doğal hukuk kesin olarak insanların eşitliği ilkesine göre yapılır. Doğal hukuk, adı üstünde. Eğer bundan saparsanız, insandan sapıldığı takdirde olaya devlet girer ve gücün kaynağı devlet olmaya başlar ve devlet otoriteyi sağlam temele dayandırmak için ekonomik kaynaklarda olduğu gibi kültürel, sosyolojik bütün kaynakların hepsine müdahale etmeye başlar bu koşullar altında. Hukuk devletinin aksine, devlet hem hukukun yapıcısı hem kaynağı hem de koruyucusu olur. Bu bakımdan devlet yöneticilerinin bildirimleri, buyrukları yasalar için önemli bir kaynak oluşturmaya başlar insanların talepleri yerine.

Değerli milletvekilleri, bu ilkelerin hepsini üç temel unsur olarak tanımlamak mümkün veya bir araya getirmek. Dolayısıyla hukuk devletinde üç temel ilke vardır: Tüm bireyler eşittir; hukuk devlet üzerinde üstünlüğe sahiptir, devlet hukukun üzerinde bir güce sahip değildir; temel hak ve özgürlükler vazgeçilmezdir.

Şimdi bunları niye anlattım? O televizyonda gördüğüm haber neydi? Uluslararası Avrasya Koşusu yapılıyor ve o koşu sırasında bir bakılıyor ekranda çıplak birisi koşuyor. Daha sonra haberin ayrıntılarına girdiğiniz zaman bakıyorsunuz ki o insanların üzerinde Ali İsmail Korkmaz'ın tişörtü varmış. O tişörtlerle orada koşulamayacağı söylenerek o insanların tişörtleri soyundurulup çıplak olarak koşturulmuş. Bütçesini övünerek izlediğimiz İçişleri Bakanlığının "Bundan sorumludur, şöyledir." denmesi mümkün değil, bunu yanlış anlamayın ama şu ilkeler uğruna eğer mücadele ediyorsanız, hele uluslararası, evrensel bir Avrasya Koşusu sırasında böyle bir olayın yapılmasını hoş göremezsiniz ve bu olayı da kabul edemezsiniz, ettiremezsiniz kimseye. Olay nedir? Ali İsmail Korkmaz olayı hepinizin bildiği bir olaydır. Yargılanmış, üstelik de o insanı katledenler veya ölümüne neden olan insanlara cezası verilmiş, Yargıtayda da kesinleşmiş, hukuk işlemiş burada. Dolayısıyla suçlanan kişi orada öldürülen kişi değil. Bir vakıf da kurmuşlar, o vakıf adına orada koşuyorlar, o vakfın öğrencilere burs veren bir vakıf olduğunu duyurmaya çalışıyorlar. Bütün bilgim buradaki haber kaynağından başka bir şey değil, televizyonda gördüğüm haber. Ancak, değerli arkadaşlar, gerçekten bütün bu katkımla ilgili heyecanımı alıp götüren bir olgu oldu bu. Böyle bir şey nasıl olabilir? Uluslararası, herkesin naklen yayınladığı, dünyanın kaç tane ülkesinde fiilî olarak yayınlanan bir olguyla karşı karşıyasınız. Soruyorlar orada: "Bu ne? Yani hangi yasal veya yargı kararı üzerine böyle bir şey yapıyorsunuz?" Böyle bir şey yok, böyle bir şey de söylenmiyor. Bu, bizim devletimizi yani bütün dünyaya tanıtmaya çalıştığımız hukuk devleti olma ilkemizin bu kadar basit bir olay nedeniyle sarsılmasını üzüntüyle karşıladığımızı özellikle bildirmek isteriz.

Değerli arkadaşlar, bu olayları elbette yaygınlaştırmak ve genişletmek kesin olarak istediğimiz veya karşılaşmak istediğimiz bir olgu değil ama bu olgular sonlandırmasını istediğimiz olgular. Söz konusu olan insan, insanın özgürlüğü ve ortalıkta da gerçekten yargı kararına dayanacak, insanın özgürlüğünü sınırlandıracak herhangi bir şey yoksa Türkiye'yi özgürlükleri sınırlandıran bir ülke gibi göstermeye hiç kimsenin de hakkı yoktur. Böyle bir olay da olmaz.

Sayın Bakanım, örgütlenme ve özellikle de yeniden güvenlik önlemleriyle ilgili olarak, kentlerin korunmasına dönük olarak yaptığınız olaylar belki daha da gelişecek, büyüyecek olaylar olarak görülüyor. Ancak kentlerin yapılandırılmasıyla ilgili olarak bu güvenlik önlemlerinde gelecekte bu toplumu çok fazla rahatsız edecek bir olgu ortaya çıkmaya başladı. Büyük kentlerde gettolar oluşmaya başladı değerli arkadaşlar. İnsanlar, o büyük duvarların arkasında hatta onların üstündeki tel örgüler, özel korumalar vesairelerle -kendilerine göre elektrik falan da verildiği söyleniyor- büyük duvarlarla korunmuş mahalleler oluşturmaya başladı. Bunu İstanbul'da görüyorsunuz, hem de lüks semtlerinde. Ulus Mahallesi'ne gittiğinizde o tepeye doğru çıkarken Ortaköy'den, orada görüyorsunuz bunların hepsini. Başka yerlerde özel güvenlik kurumlarıyla, bu olay insanla sağlanmaya çalışılıyor. Özel güvenlikle ilgili olarak Türkiye'deki yüz binlere ulaşmış olan sayının 250 müfettişle yeniden hukuk ve hukuk çerçevesinde faaliyet gösteren bir kurum hâline getirilmesinin olanaklı olduğunu kesinlikle düşünmüyorum. Eğer güvenlikse -ta ilk kurulduğundan beri karşıyım- bazılarının sadece hizmet amaçlı olarak belirli bir madeni korumak, belirli bir şeyi koruma olguları ayrı, onlar ayrı ama oturup da artık her apartmanın başına, her gece kulübünün başına özel güvenlik örgütleriyle korunan bir ülke içerisinde yaşamak biraz önce tanımladığımız hukuk kavramına aykırı düşer. Özel güvenlik olmaz, istisnai hâller dışında özel güvenlik gerçekten olmaz. Aynı konuyu özel korumada da görüyoruz. Siz Bakanlık olarak ve haklı olarak yaşamından endişe eden veya belirli şeylerle karşılaşacağını gelip size bildiren insanları korumaya alıyorsunuz ama bu olay istisna sınırlarını çoktan geçti. Sizin bu toplumda güvenlik sağlayacak olan elemanlarınızın çok çok daha önemli görevleri var. Toplumda refahı sağlarsanız bireyin refahı da artıyor, toplumda güveni sağlarsanız bireysel güvenleri kendiliğinden sağlanmış oluyor. Teker teker bireysel güvenlik sağlayarak toplumsal güvenliği sağlayamazsınız, sağlamış da olmazsınız.

Biraz önce teknoloji kullanımınızla ilgili olarak kutlamamı yaptım sayıyorum. Gerçekten de dünyada özellikle güvenlikle ilgili olarak teknolojik gelişmeler artık insan unsurunun üstüne çıkıyor. Dışarıda mekanizasyon, "drone"lardan başlayın; hatta yakında sivrisinek gibi uçan, hiç kimsenin farkına bile varmadığı şeyler de göreceksiniz, ben gördüm onları.

İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Var bizde.

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Var mı? İyi. Yani oraya kadar gelmiş ve biraz önce belirttiğiniz, yerin altına koyduğunuz bir merkezde Türkiye'nin tamamını gözlemek bireysel özgürlükler açısından konuşulacak bir konudur. Ama toplumun güvenliğinin sağlanması konusunda önemli bir olgu, bunlar gelişiyor ama bu koşullar altında biz bir de farklı bir örgütlenmenin içerisine gidiyoruz. Orta Doğu Teknik Üniversitesindeki tören sırasında güvenlikçilerin rektörün mü, dekanın mı eşine yaptıklarını gördünüz. Gövdesine bakarak, şuna bakarak orada kalkıp da güvenliği sağlasın diye aldığınız insan kalkıyor, rektörün eşine, bir profesöre ne yapıyor. Toplum, demokratik toplum, hukuk devleti korku üzerine kurulan bir olay değildir. İnsanları sürekli korkutarak belirli şeylere, belirli kurallara uymalarını sağlamak mümkün değildir. Ha, belirli bir süre sonra yapılır belki bunların hepsi ama bunun adı hukuk devleti olmaz, hukuktan çıkmaya başlar. O nedenle de bu özel güvenlik örgütleriyle ilgili olarak Türkiye'deki gelişmenin tehlikeli bir gelişme olduğunu, bunun mutlaka bir sınır içerisine alınması ve belirli bir zaman içerisinde de bunların yavaş yavaş bitirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu, devletin işlevidir. Belirli yerlerde sürekli olarak dolaştırılacak olan... Zaten kameralarla, şunlarla bunlarla her şey izleniyor. Orada fiilî olarak insanların böyle gayriinsani bir şekilde muameleye maruz bırakacak insanlar olarak durmasını kesinlikle doğru görmüyoruz sayın arkadaşlarım.

Bu, yakın koruma olgusunun geçiştirilecek, sıradan bir olay olmadığını düşünüyorum. Bu olay, gerçek anlamıyla riskle karşı karşıya kalan insanların dışında bir prestij olmaya başladığını gösteriyor. Buna bizim ihtiyacımız yok, bizim devletimizin böyle bir şey yapmaya ihtiyacı yok. Eskiden Silahlı Kuvvetlerde olurdu Osmanlı'da, bir emir eri peşlerinde dolaşır dururdu. Bu olguyu düzeltmek zorundayız hemen. Bir de bu koruma ordusu artık belirli şekilde çığırından çıkmaya başladı. Hem o insanlarla ilişkiler hem o insanların kamusal görevleri nedeniyle taşımaları gereken o ağırlık o görevler sırasında ortadan kalkıyor. Bu konunun kesinlikle burada, bu Komisyonda ve Bakanlığınızda değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Şimdi, etrafı ciddi anlamda sorunlarla çevrilmiş hatta savaş içerisinde olan ve kendi sınırlarını korumaya çalışan, bu arada dünyanın neredeyse bütün uyuşturucu yollarının kesiştiği bir ülkede İçişleri Bakanlığının bütçesini görüşürken getirip de bu olayı bu kadar basit, iki üç tane olaya bağlamanın anlamsızlığını kesinlikle kabul ediyorum ama bunu tartışma dışı olarak görün dedim. Diğer konularda oturup memnuniyetle sizlere eğer bir katkı isterseniz veririz, hiç sorun değil hem de büyük bir memnuniyetle veririz ama asıl olan, küçük ama mide bulandırıcı olaylardan da temizlenmesi, hele artık görünen yüzümüz olan yerlerde ve olaylarda yavaş yavaş bu olaydan çekilmemiz. Biraz önce arkadaşlarımız içeri girerken nasıl bir manzarayla karşılaştıklarını espriyle karışık söylediler.

BAŞKAN - Şu an kimse yok orada.

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Yani Plan Bütçe Komisyonunun ve Meclisin konumu bu şekilde olmamalıdır Sayın Başkanım, bu olmaz. Eğer burada buraya karşı bir güvenlik söz konusuysa burada bir yanlışlık var demektir. Meclis, kapıdan içeriye girildiği anda dünyanın en güvenli yerlerinden birisi olmalıdır, Türkiye'nin en güvenli yeri olmalıdır. Bunu dışsal olarak sağlayacak olan örgütü buranın vardır. O, onu sağlayamayacak, içeride bile insanların hepsi peşinde 20 tane korumayla, 10 korumayla gezecek. Şimdiye kadar böyle bir şey olmadı ki. Daha önce bakanların korumalarının ana kapıdan içeriye girmediğini bile gördük, yoktu böyle bir olay. "Biz Meclisin içerisini koruruz, bunun güvenliği bize aittir." dedi Meclis. En güvenli yerlerden birisi olması gerekiyor idi, şimdi değil. Herkesin belinde silahlar hatta ağır silahlar da gördük Meclisin içerisinde. Türkiye Büyük Millet Meclisi, silahlarla fiilî olaraktan insanların korunduğu bir yer olmamalıdır, olamaz da zaten. Yani böyle bir olayı şu anda dışarıdan girip de çalışmalarımızı izlemek isteyen demokratik ülkelerden herhangi birisinin temsilcisine anlatamazsınız, "Bu nedir? derler. Söylüyoruz, dile getiriyoruz olmuyor.

Son basit bir olayı daha affınıza sığınarak anlatıp bitirmek istiyorum.

Bütün havaalanlarında olduğu gibi İzmir'de de bir VIP otoparkı var. Sayın Bakanım, oraya her Başbakan gelişinde, her Cumhurbaşkanı gelişinde VIP otoparkı vinçlerle boşaltılıyor. Ondan sonra VIP'den çıkanlar arabasını bulmak için ortalıkta dolaşıp duruyor. Boşaltılabilir, güvenlik önlemidir ama neye karşı güvenlik önlemi? Yani o otoparka gelen araçlar oraya girerken gerekli güvenlik önleminden geçemiyor, hâlâ onlardan korkuluyorsa bu çok çok ayıp bir olaydır gibi geliyor. Ha, bu hiç konulmasın, ona itirazım yok. Üstelik kim, hangi arabayı nereye koyduğunu bile bilmiyor Sayın Bakan. Böyle ortalıkta, hadi bizi bırakın, elinizde bavulla havaalanının içerisinde ta dış hatlara kadar giden insanlar; yerini bilse taksi falan çağıracak, kimse bilmiyor ki. Şimdi bu, güvenlik değil; bu, güvenlik değil. Bazı önlemler vardır abartıldığı zaman komedi gibi ortaya çıkar, bu da onlardan birisi. İhtiyaç olur taşınır, ihtiyaç olur belirli yerlere götürülür, VIP otoparkı. Güvenlikte önlem alıyoruz diye aşırılığa gidildiği zaman işte bu, en baştaki, o hepinizin bildiği şeyleri tekrar ettiğim konumla karşı karşıya kalır insanlar. Yani, burada hak ve özgürlükler bir tarafa bırakılır, norm devlet olmaya başlanır. Konulan norm belirli kişi ve olaylarla ilgilidir sadece. Dolayısıyla o normlar artmaya başladığı zaman artık devletimizin adı hukuk devleti değildir.

Bunları, bu konuşmamı İçişleri Bakanlığının bütçesine yönelik bir eleştiri olarak almayın. Bunu sadece ve sadece bugün sabah yaşadığım ve olayları gözlemleyerek geldiğim, bu salona gelene kadar yaşadığım olayların bir yansıtılması olarak algılayın.

İlerleyen saatlerde başka konularda da fikirlerimi söyleme fırsatı bulursam söylerim.

Teşekkür ederim Sayın Başkan.