| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/887) ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/861) ve Sayıştay tezkereleri a) Vakıflar Genel Müdürlüğünün b) Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı c) Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı ç) Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü d) Radyo ve Televizyon Üst Kurulu e) Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, f) Atatürk Araştırma Merkezi g) Atatürk Kültür Merkezi ğ) Türk Dil Kurumu h) Türk Tarih Kurumu ı) Kişisel Verileri Koruma Kurumu i) Hazine Müsteşarlığı j) Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu k) Sermaye Piyasası Kurulu l) Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 01 .11.2017 |
MUSA ÇAM (İzmir) - Evet, Bakanlığınıza bağlı Vakıflar Genel Müdürlüğüyle ilgili başlamak istiyorum.
Vakıflar Genel Müdürlüğü hepimizin göz bebeği, ecdat yadigârı bir kurum. Bu ülkenin tahini, kültürünü, ortak değerlerini yaşatma görevini asli sorumluluk alanı olarak taşıyan ve dolayısıyla da büyük bir sorumluluk altında. Halkımızın ortak birikiminin ve mirasının gelecek kuşaklara aktarılması sorumluluğuna verilen değerin bir sonucu olarak kamunun en şeffaf ve üçüncü tarafların değerlendirmelerine en açık yönetim sorumluluğu olan alanlarından birinde görev üstlenmiş durumda. Bir de buna yurttaşlarımızın bağışları yoluyla elde edilen önemli bir geliri de eklediğinizde ortaya çıkan sorumluluk daha da ağırlaşıyor. Bu yüzden Vakıflar Genel Müdürlüğü diğer kamu kaynağı kullanan özel bütçeli idarelerde olduğu gibi hem Sayıştay'ın denetimine hem de Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu hükümlerine tabi. Bunun yanında, bağış yapan veya yapması muhtemel her yurttaşın karşısında da güvenirliğini ispatla yükümlü. Nitekim bu nitelikli idareler için mevzuatımız ortak bir kısıtlamayı öngörmüş ve diyor ki: "Bütçesinde ve tasarrufunda bulunan bütün mali kaynaklarını kamu bankalarında tutmak zorundadır." Kamu Haznedarlığı Tebliği de bu hususta açık hüküm içeriyor fakat Vakıflar Genel Müdürlüğü idaresinden sorumlu yöneticiler bu açık hükme rağmen sorumluluklarını yerine getirmiyor. Bunun yerine, kurumun parasını Ziraat Bankası, Halkbank ve en doğal olması gereken Vakıflar Bankasına yatırmak yerine kamusal nitelikli bu kaynağı Kuveyt Türk Evkaf Finans Kurumuna yatırmayı tercih etmişler. Mevzuata açık aykırılık taşıyan ve kamu kaynağını özel çıkarın hizmetine koşan bu anlayış, Sayıştay denetiminde kabul görmemiş ve ilgili genel müdürlüğe bu konu da sorulmuş. Gelen cevap ilginç, dikkatlerinize sunmak isterim değerli arkadaşlar. Kurum idaresinden sorumlu olanlar diyor ki: "Kurumumuz tebliğ kapsamı dışında olduğundan Genel Müdürlüğün mazbut vakıflara ait paraları kamu sermayeli bankalar dışında kalan, kurum iştiraki Kuveyt Türk Evkaf Finans Kurumu AŞ'de değerlendirmesi tebliğe uygundur." Gelen açıklamaya bakınca zannedebiliriz ki kurum tümüyle Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait. Böyle bir durum yok. Kurumun kendi denetim raporunda "Banka hisselerinin yüzde 62,24'ü Kuveyt'te mukim Kuwait Finance House'a ait." deniliyor. Yüzde 9'u Kuveyt'te mukim The Public Institution For Social Security'e ait, yüzde 9'u da Islamic Development Bank'a ait olup, geriye kalan yüzde 1,4 oranındaki hisseler diğer gerçek ve tüzel kişilere aittir." denilmiş. Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait olan kısımsa yüzde 18,72. Bu, bağış yapanların bağışlarını Kuveyt'e kâr sağlasın diye uğraşanlara göz yummak bu ülkenin insanına da tarihine de hakarettir. Bu yüzden sormak istiyorum. Aykırı olduğu sabit olmasına rağmen, tebliğe uygun olsa bile böylesi özel bir kamu kaynağından mesul olanlar hangi hakla "Vakıflar Genel Müdürlüğüyle ilgili mevzuat hükümlerinin dışında." diyebiliyorlar acaba? Bunu öğrenmek isteriz.
Sayıştay raporunda Vakıflar Genel Müdürlüğüyle böylesi açıklanamaz ilişkiler içindeki kuruma dair 111 milyon TL'lik uyumsuzluk ve "kişilerden alacaklar" hesabında mükerrer kayıt dolayısıyla, 6 milyon 738 bin TL'lik kısmın fazla yazıldığı da saptanmış.
İlave olarak Vakıflar Genel Müdürlüğü Ayvalık Vakıf Zeytinlikleri İşletme Müdürlüğü sermaye tutarı 8 milyon 750 bin TL olduğu hâlde, döner sermayeli kuruluşlar hesabının kaydı yapılmamış. Bu tutarın kendi kaydı sonradan düzeltilse bile 2016 hesaplarında yer almamış.
Sayıştay, Vakıflar Genel Müdürlüğünün bütün taşınmazlarını kayıt altına almadığını da tespit etmiş; taşınmazların doğru bir şekilde envanteri çıkarılmayınca mali tabloların eksik bilgi içerdiğini de kayda geçirmiş.
Bununla yetmiyor, yine Sayıştay raporlarında, mali kuruluşların yatırım sermayeleri hesabında düzenli ve doğru takibin yapılmaması, kişilerden alacaklar hesabına mükerrer kayıt yapılması, hisse senetleri hesabına kaydedilmesi gereken hisse senetlerinin muhasebe kayıtlarında yer almaması, yine döner sermayeli kuruluşlara yatırılan sermayeler hesabına yatırılması gereken kayıtların yapılmaması, Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait taşınmazların tümünün kayıt altına alınmaması, kira tahakkuklarının eksik yapılması ve tahsil edilmeyen kira alacaklarının mali tablolarda tam olarak yer almaması, mali tablolarda hem dönem olumlu faaliyet sonucu hem de dönem olumsuz faaliyet sonucu hesabının birlikte yer alması, Kamu Haznedarlığı Genel Tebliği'nde sayılan ve tanımı yapılan kamu sermayeli bankaların dışına mevduat hesabı açtırılması gibi Sayıştayımızın tespit etmiş olduğu eksiklikler var. Ecdat yadigârı bu kurumların daha dikkatli ve özenli bir şekilde yönetilmesi gerektiğinin burada altını çizmek isterim.
TİKA konusunda da bir şeyler söylemek isterim. Özellikle TİKA konusunda önemli birkaç konuya değinmek gerekiyor. Sayın Başkan kurumdan övgüyle bahsediyor ancak kurumla ilgili Sayıştay raporuna baktığımız zaman inanılmaz bulgularla karşılaşıyoruz. Hepsine burada değinmek belki çok mümkün değil ama sadece birkaç tanesini özellikle belirtmek isterim.
Program Koordinasyon Ofisleri tarafından yurt dışında gerçekleştirilen mal ve hizmet ihalelerine ilişkin teslim alınan nakdî teminatların ve teminat mektuplarının muhasebe kayıtlarına alınmaması Sayıştayın tespit ettiği önemli bulgulardan bir tanesi, işçilere ödenecek kıdem tazminatları için karşılık ayrılmaması bulgulardan bir başkası, duran varlıklar için amortisman kaydının yapılmaması bir başka bulgu, cins değişikliği yapılarak tapu kayıtlarında arsaya dönüştürülen taşınmazın muhasebe kayıt değişikliğinin yapılmaması bir başka bulgu, kişilerden alacaklar hesabında kayıtlı tutarların mevzuat hükümlerine göre takip ve tahsilinin yapılmaması bir başka bulgu, kurumun banka hesaplarında bulunan mevduatı için hesaplanan ve tahsil edilen faiz tutarının brüt olarak muhasebeleştirilmesi gerekirken net olarak muhasebeleştirilmesi bir başka bulgu, bütçe gideri niteliğinde olan bir kısım mal ve hizmet alımlarına ilişkin ödeme tutarlarının giderler hesabına kaydedilmesine rağmen bütçe gideri hesabına kaydedilmemesi bir başka bulgu olarak karşımızda duruyor.
Yine, Yurtdışı Program Koordinasyon Ofisi koordinatörleri tarafında gerçekleştirilecek projelerin belirlenmesine ilişkin sürecin düzenlenmemesi bir başka bulgu. İç denetim faaliyetlerinin yürütülmemesi, mali nitelikteki yönetmelikler için Sayıştayın istişari mütalaasının alınmaması, stratejik planın hazırlanmaması, performans programının hazırlanmaması, faaliyet raporunun mevzuatın belirlediği şekil ve içerikte hazırlanmaması... Daha ne diyelim arkadaşlar, daha ne söyleyelim! Bu kadar saydıktan sonra TİKA'yla ilgili daha ne söyleyelim!
Bu aşamada kurumun cevaplarına dair Sayıştay görüşlerinde belirtilen "Bu hususa geçmiş denetim raporlarında yer verilmiş olmasına rağmen herhangi bir işlem yapılmamıştır." cümlesi çok önemlidir. Bu durum, idarenin denetim görüşlerini hiç dikkate almadığını açık ve net bir şekilde göstermektedir. Zaten bulgulardan birisi de iç denetim sisteminin de kurulmadığını gösteriyor. Bu durumda TİKA kimlerin gözetiminde, nasıl bir faaliyet yürütüyor, bu bütçeyi hangi amaçlar için kullanıyor bunu da söylememiz gerekiyor.
Sayın TİKA Başkanı bir konuşmasında 2016 rakamlarıyla dünyadaki insai yardımlarda Türkiye'nin 6 milyar dolarlık yardım kapasitesiyle ABD'den sonra ikinci olduğunu vurgulamış, millî gelir oranına bakıldığında da birinci. Görünen o ki TİKA eliyle dünyanın çeşitli yerlerine yardımlar yapılıyor. Sayın Emine Erdoğan'ın da bu kurumun işleyişinde oldukça etkili olduğunu bazı gezilerde görüyoruz, çalışmalar hep onunla yürütülüyor.
Bu aşamada merak ettiğimiz konu, TİKA'nın bu ülkelerde FETÖ'yle nasıl bir mücadele yürüttüğü, TİKA'ya yönelik FETÖ operasyonu yapılıp yapılmadığı, yapıldıysa kurumda kaç kişinin bu durumdan etkilendiği, hangi ülkelerde ağırlıklı olarak operasyonlar yürütüldüğü? Bunları burada öğrenmek isteriz.
Son olarak TİKA'yla ilgili, terör örgütü FETÖ'ye karşı Türkiye'nin hiçbir talebine olumlu yanıt vermeyen Kırgızistan'da TİKA'nın, yapımına başladığı modern hastanenin inşası ne aşamada? Kırgızistan'la nasıl bir işbirliği yürütülüyor, bunları da burada öğrenmek isteriz.
Diğer bir konu RTÜK'le ilgili. Bildiğiniz gibi arkadaşlar, 16 Nisan referandumuyla oylanan Anayasa değişikliği yüzde 51,3 oranı ile onaylandı. Ancak oylama ve sayım konusundaki şaibeler ve hâlâ süren tartışmalar bir yana, referanduma giden süreçte "Evet" ve "Hayır" cephelerinin kampanya yürütme ve medya kullanma açısından eşitsiz bir konumda olmaları bugün için çok önemlidir. Yani 16 Nisan referandumunun görünen sonuçları ve medya arasında bu kez her zamankinden daha başka bir ilişki olduğunun altını çizmek gerekir.
Son yıllarda Türkiye'de ana akım medyanın durumuna bakıldığında basitçe iktidarın aracı hâline gelmiş olduğunu kolaylıkla söyleyebiliriz. Bir yanda AKP medyası, diğer yanda ise sınırlarını AKP medyasının işaretlediği, bu sınırlara uymadığı durumda ise sansür, gözaltı, tutuklama ve el koyma gibi doğrudan hedef alınan bir ana akım medya, bugün Türkiye'de milyonlarca insanın ihtiyaç duyduğu enformasyonun sağlayıcısı durumundadır.
Gelirlerinin yüzde 80'i kamusal kaynaklardan yani halktan toplanan paralardan oluşan ve kamu hizmeti verdiği öngörülen, özerk ve tarafsız olduğu Anayasa'da hükme bağlanan TRT ise bu tablonun tam merkezine oturmaktadır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
(Oturum Başkanlığına Başkan Vekili Mehmet Şükrü Erdinç geçti)
BAŞKAN - Sayın Çam, ek süre veriyorum.
Buyurun.
MUSA ÇAM (İzmir) - 16 Nisan referandum sürecine girerken zaten 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında ilan edilen OHAL'in medya alanında yarattığı olağanüstü yıkım hâlâ sürmektedir. 150'den fazla haber ajansı, gazete, kanal, radyo ve internet sitesi kapatılmış, 150'den fazla gazeteci gözaltına alınmış, tutuklanmış, Venedik Komisyonunun "Basın-yayın kuruluşlarının kitlesel tasfiyesi" olarak tanımladığı tüm bunlara ek olarak bir kanun hükmünde kararnameyle Yüksek Seçim Kurulunun taraflı yayın yapan televizyon ve radyolara ceza verme yetkisi ortadan kaldırıldı.
Bu değişiklikle özel radyo ve televizyonların propaganda sürecinde bütün siyasal partilere dengeli ve adil yayıncılık ilkeleri çerçevesinde yer vermesi hükmü kaldırılmış oluyor ve YSK denetimi olmadan Türkiye'de propagandanın kontrolsüz bir şekilde yürütülmesinin önünü açıyor.
Referandum hazırlıkları sürecinde "Hayır" kampanyasının neredeyse suça dönüştürüldüğü böylesi bir ortamda yasalara göre Mecliste sandalyesi bulunan siyasi partilerin her birine 20 dakikalık serbest yayın süresi hakkı vererek, ayrıca Cumhurbaşkanına 2 adet 10 dakikalık konuşma yapma hakkı vererek sözde eşitliği ve tarafsızlığı sağlamakla yükümlü olan referandum sürecinde yani 21 Ocak-16 Nisan 2017 tarihleri arasında Başbakan, Başbakan yardımcıları, bakanlar, AKP grup başkan vekilleri, genel başkan yardımcıları TRT ekranında 29 saat 30 dakika süreyle yer almış ve "Evet" propagandası yapmışlardır. Aynı süreçte Cumhuriyet Halk Partisi 9 saat 22 dakika, Milliyetçi Hareket Partisi 6 saat 40 dakika, HDP ise yalnızca 20 dakika TRT ekranlarında haber olabilmişlerdir.
Bu arada, taraflı yayınları izleyen RTÜK, 16 Şubat-7 Nisan arasında kamu ve özel radyo ve TV izlemelerinde 89 ihlal vakası tespit ederek YSK'ya bildirdi ancak kanun hükmünde kararnameyle ceza verme yetkisi kaldırılan YSK bu konuda hiç bir şey yapmadı. Yapamaz çünkü bu bir yol haritasıydı, planlanarak bu noktaya gelindi.
AGİT raporuna göre, "Evet" kampanyası ezici bir çoğunlukla pozitif tonda televizyondaki yayın zamanının yüzde 76'sını ve günlük gazetelerdeki yayın alanının yüzde 77,5'ini kapsarken, "Hayır" kampanyası genellikle nötr tonda toplam yayın zamanının ve yayın alanının sadece yüzde 23,5'inde yer aldı arkadaşlar. İnternette ise alternatif haber siteleri defalarca, neredeyse her yirmi dört saatte bir kez kapatıldı. Görünen o ki referandum sürecinde iktidarın bilgi tekeli olarak medya doğrudan ve sadece iktidarın istediği enformasyonu üreterek ve yayarak işlev görmüştür, bir bilgi tekeli olarak medyanın gücünü ve meşruiyetini sağlayan her türlü ölçüt ise ortadan kalkmıştır. Yetmiyor; AKP'nin, TRT'de siyasi partilerin seçim döneminde propaganda yapmasına olanak sağlayan mevzuatı kaldırmaya hazırlandığına dair bilgiler almaktayız.
Anlıyoruz ki seçim sonuçlarından öylesine korkuluyor ki mühürsüz seçim skandalı, sansürler, gözaltılar, kapatmalar da yetmedi, adil ve özgür bir seçim yapılmaması için her yol denenmek istenmektedir ama unutmayın her şeye rağmen Kartaca yıkılacaktır.
Burada RTÜK'le ilgili, RTÜK'ün 19'uncu maddesi hiçe sayılıyor arkadaşlar. El konulan televizyon, gazete ve radyolar kılçıksız bir şekilde yandaş medyalara peşkeş çekilmektedir arkadaşlar. Milletvekillerinin bu konuda çeşitli şikâyetleri var. Bir yıldır bu şikâyetler işleme konulmuyor arkadaşlar ve RTÜK'ün... TRT kılını kıpırdatmıyor. Aynı TRT, âdeta AKP'nin yayın organı hâline dönüştürülmüş durumda. RTÜK'ün bu konuda hiçbir şey yapmaması gerçekten çok düşündürücü. RTÜK'ün adı var, başkanı var, yönetim kurulu var ama işlevi maalesef yok arkadaşlar.
Ben, bütün bunlara rağmen 2018 yılının ilgili kurumlara ve kuruluşlara hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.
Saygıyla selamlıyorum.