| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/887) ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/861) ve Sayıştay tezkereleri a) Vakıflar Genel Müdürlüğünün b) Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı c) Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı ç) Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü d) Radyo ve Televizyon Üst Kurulu e) Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, f) Atatürk Araştırma Merkezi g) Atatürk Kültür Merkezi ğ) Türk Dil Kurumu h) Türk Tarih Kurumu ı) Kişisel Verileri Koruma Kurumu i) Hazine Müsteşarlığı j) Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu k) Sermaye Piyasası Kurulu l) Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 01 .11.2017 |
ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Değerli arkadaşlar, bu defa özellikle hazinenin bütçesiyle ilgili olarak eleştirilere şimdiye kadar belki de Komisyonumuzun hiç yaklaşmadığı bir şekilde yaklaşacağım. Olayı vulgarize etmeye karar verdim Sayın Bakan. Vulgarize etmeden bu olayı anlamamız mümkün değil artık, ciddi anlamda sorunlu görmeye başladık. Bizler daha önceden bütçe ilkeleri ve özellikle de Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun çerçevesinde sağlamış olduğumuz mali disiplini sürdürdüğümüzü, dolayısıyla bütçe rakamlarıyla borçlanma rakamları arasında sürekli bir ilinti kurduğumuzu düşünerek yaşadık. Dolayısıyla da burada yetkiyi de verirken o rakamlara sürekli olarak baktık.
Şimdi, değerli arkadaşlar, 2018 yılı bütçesiyle ilgili olarak bize verilen tahmini büyüklükler, giderlerimizin 762,7 milyar, gelirlerimizin 696,8 milyar olacağı, bütçe açığımızın 65,9 milyar olacağı şeklindeydi ve bu çerçeve içerisinde 71,7 milyar lira faiz ödemesinde bulunulacak, eğer bu rakamlar gerçekleşirse bütçemiz faiz hariç 5,7 milyar lira fazla verecekti, rakamlarımız bu.
Sayın Bakan, beni bir konuda yanıltmadı. Daha önceden şu eleştiriyi yaptım Sayın Başbakan Yardımcım. Buraya gelen bütün bakanların hepsi, istisnasız olarak bugünün bütçe verileriyle hep 2002 yılını kıyaslayarak bir performans ölçüsü ortaya koydular, siz de yaptınız, dolayısıyla ben yanılmadım, bundan sonra da aynı şeyleri dinleyeceğiz. Aslında özellikle Devlet İstatistik Enstitüsünün yeni serisinden sonra bu rakamların öyle birbirinden kopuk olarak kıyaslanmasının hiçbir anlamı falan kalmadı, onu da kabul etmemiz gerekiyor ama o ayrıntılara falan girmeyeceğim.
Şimdi, biraz önce verdiğim veriler çerçevesinde, biz 65,9 milyar borçlanacaktık, yani bütçe açığı verecektik, bu borçlanma, bu bütçe açığı üzerinden de Borçlanma Kanunu'nun ilgili hükmü gereği yüzde 5+5 olmak üzere bir de limit aşımı söz konusu olacaktı, en fazla borçlansak 72,5 milyar liralık bir borçlanma yapabilecektik, yasaların ve Bütçe Kanunu'nun bize verdiği yetki bundan ibaret, kanunu değiştirmediğimiz sürece. Fakat bu kanunla ilgili bir, daha doğrusu sürekli değilse de bir değişiklik yaptık, şu anda yarından itibaren görüşülmeye başlanacak torba yasada. 2017 bütçesinde bütçe açığımız 47 milyar liraydı, yüzde 5 artı yüzde 5'ten de 52 milyar liralık bir borçlanma yetkisi alıyor idik.
Değerli arkadaşlar, şu an itibarıyla genel bütçe borçlanmamız net olarak 70,5 milyar liraya yükselmiş durumda, 70,5 milyar liraya yükselmiş vaziyetteyiz. Şimdi, yapmış olduğumuz bütçe kanunu hükümlerinin, daha öbür kanun da değişmediğine göre, Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun'un ne anlamı kaldı? Biraz önce Sayın Başbakan Yardımcısı bu sene içerisinde 117 milyar lira borçlanma yapılmasını öngördüklerin söyledi ancak bu hedefi tutturamayıp sonuç olarak 162,3 milyar liraya revize edileceğini de söyledi. Cahilliğimi bağışlayın, şimdi bu yetkiyi biz ne zaman verdik hazineye 2017 yılı bütçesini yaparken? Hazinenin borçlanmasıyla ilgili olarak bu tür orta vadeli plan da dâhil olmak üzere planlar yapması tamamdır da, o planların uygulanmasıyla ilgili olarak yetkinin Plan Bütçe Komisyonu tarafından verilmesi gerekmiyor muydu? Benim bildiğim böyleydi, o nedenle olayı vulgarize etmek zorundayım, o nedenle çıkamıyorum işin içerisinden.
Şimdi, biz birtakım rakamlar konuşuyoruz, birtakım yetkiler veriyoruz, bu böyle olacak diyoruz, hatta ne bileyim işte bütçe açığımız 65,9 milyar olacak, faiz giderlerimiz 71,7 yani faiz ödemezsek bütçemiz 5 milyar lira da fazla verecek diye seviniriz, biz klasik bütçeciler olarak ama öyle bir olay değil. Bu sene ayrıca 158 milyar liralık borçlanma yetkisi alınması düşünülüyor, yanlış anlamadıysam, ifadeniz öyleydi. Peki, bu ne? Bunu kavrayamıyorum, o nedenle vulgarize ederek soruyorum: Bizim Plan Bütçe Komisyonunda vermiş olduğumuz borçlanma yetkisinin üzerinde hazinenin bu borçlanma yetkisinin kaynağı ve dayanağı ne? Ne? Bunu burada tutmak neyle sınırlı daha doğrusu? Bu konuda herhangi bir sınırlamamız olmadığına göre bunu alıp başımızdan da gitmemiz gerekiyor. Dolayısıyla biz eğer ekonomiyle ilgili bazı veri kıyaslamaları falan yapacaksak bu soruların yanıtını almak zorundayız. Belki çok basit bir şeydir de ben bilmiyorumdur onu bilemem.
Şimdi, değerli arkadaşlar, bu 2000 yılı ve 2017 yılı kıyaslamalarında artık yeni serilerin IMF tarafından ta 1980'lere kadar uzatılmasından sonra bazı rakamları somut olarak görmeye başlamış idik. 2001 yılında borçlarımızı millî gelire oranladığımızda yüzde 26,9'u şirketlere aitti, yüzde 63,4'ü de kamuya aitti yani 26,9'u şirketlere, özel kesime, yüzde 63,4'ü de kamuya aitti. 2017 yılındaki durumumuz ne? Yüzde 69,8'i şirketlere, yüzde 29'u da kamuya ait. Yani devlette gerçek anlamıyla tam bir ters yüz olayı olmuş. Daha önceden devlet borçlanıp özel sektöre veya işte bankalara vesairelere, kredi kuruluşlarına böyle bir kaynak dağıtırken, yatırımların hepsini yaparken, artık, özel sektörün borçlanması, devletin de bunlara belirli sınırlar içerisinde garantiler vermesi yöntemine gitmişiz ama bu her iki rakamın uygulanacağı taban çok farklı. 2001 yıllarındaki bizim ulusal gelirimiz 245 milyar lira civarında, şimdi 3 trilyonları geçmiş vaziyetteyiz. Rakamlar müthiş şekilde büyüyor ama oransal olarak pek fazla bir şey değişmiyor.
Şimdi, bu oranları, özellikle 2002 yılını aldığımızda aslında çok farklı bir olguyla karşılaşıyoruz bu kamu borçlarının millî gelire oranı açısından çünkü -aynı olayı burada birlikte yaşadığımız arkadaşlarımız da var- 2000 yılından sonra, Türkiye, program değişikliğiyle birlikte IMF'den 24,5 milyar dolar civarında bir kredi aldı. Daha önceden bu kredinin neredeyse yüzde 10'unu bile sağlayamadığımız uluslararası kuruluş, program değişikliğinden sonra bu krediyi verdi. Dolayısıyla bu kredinin kullanımı da 2002 yılından sonra oldu zaten. Bu kredi kullanılmadan önce yani 2000 yılında dış borçlarımızın gayrisafi millî hasılaya oranı yüzde 46'ydı, 1999'da da yüzde 37'ydi. 2000 yılında da kredi kullanımımız var bir miktar. Şimdi ne kadar? Şimdi, 2016 sonu itibarıyla yüzde 48. Yani demek ki sadece rakamlarla ve oranlarla konuştuğumuz zaman aslında ortalıkta çok büyük bir değişiklik falan olmadığı da gözüküyor. Türkiye, borçluluğun içerisinde, sadece borçluluğun niteliği değişmiş gibi gözüküyor. Hani Anadolu'da derler ya: "Ha Hasan Ali, ha Ali Hasan." diye.
Sonuç olarak -ister garanti vermiş olalım, ister garanti vermemiş olalım, 1994 yılındaki bankacılık krizi sırasında biz bunu yaşadık- devletin garanti vermediği borçları da ister istemez ya yüklenmek zorunda kaldığı ya da bedelini ödemek zorunda olduğu dönemleri de yaşadık. Şimdi, bu olaylar karşısında bu büyük borç yükü açıkça bizleri ürkütüyor. Bu borç yükünün altından nasıl kalkacağız, bunun çok somut olarak gösterilmesi gerekiyor. Maliye Bakanımız doğal olarak vergi gelirlerini gösteriyor, "Şu kadar vergi geliri artıracağım." diyor, "Şu kadar performans artıracağım." diyor ama onun ötesinde, borçlanma. Ben, 2000 öncesinde, Hazine ile Maliye Bakanlığı arasındaki, özellikle Gelirler Genel Müdürlüğü arasındaki tartışmaları çok net hatırlarım. "Ya, ne uğraşıyorsunuz? Bilmem şu vergiden çırpınacaksın, çabalayacaksın da şu kadar gelir alacaksın, toplayacaksın. Ben, hemen bir ihalede onun 2 katını alıyorum." Onun 2 katının alınmasında, sanki bu bağışlanıyor, asla geri ödenmeyecek, hatta ve hatta...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurunuz.
ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - ...destekleme alımlarıyla ilgili olarak zarar beyan edilmesi veya hesaplanması sırasında da "Ya, bunu kahvede otursalar da bunlara versem aslında devlet daha fazla kârlı olur." gibi laflar da söylenirdi. Bütün bunların hepsini alt alta sıralayınca insan birazcık ürkmeye başlıyor.
Şimdi, değerli arkadaşlar, bizim bu borçluluğumuz karşısında nasıl bir faiz yüküyle karşı karşıya kaldığımızı gerçekten çözebilir miyim diye oturup uğraştım. Aynen Sayın Başbakan Yardımcısı gibi, bizler bazı şeyleri dizimizi kırıp da çözme alışkanlığında olan insanlarız. Ne oluyor gerçekten? Borçların özel sektörden kamu sektörüne dönmesi veya kamu sektöründen özel sektöre dönmesi bize ulusal maliyet açısından bir şey sağlıyor mu, sağlamıyor mu? Deriz ki: Eskiden bütçe gelirlerimizin yüzde 70'ini vesairesini, neredeyse tamamını borçların faizlerine ödüyorduk. Doğruydu. Peki, şimdi ne yapıyoruz? Şimdi ne ödüyoruz? Özel sektör faizlerinin millî ekonomiye herhangi bir yükü yok mu? Yani özel sektör 300 küsur milyar dolar borçlanmış ise bunun ekonomiye hiçbir maliyeti yok mu? Muhakkak var. Devlete maliyetinden de bana göre bir farkı da yok. Çok kaba hesaplar yaptık. Asla şey olarak almayın, ciddiye alarak dinlemeyin, bir senaryo olarak alın. Ama belki de bu senaryoyu ciddiye alıp üzerinde bizim ulaşamadığımız verileri kullanarak daha sağlıklı rakamlar çıkartan birileri çıkar, birileri olur.
Şimdi, özel sektör faizlerinin toplumsal yükünü hesaplamak için tuttuk, bu borç stokunu hesapladık, 283,7 milyar lira dedik. Buna ne faiz ödenmiş olabilir? Libor artı 2 dedik -yüksekse düşürürüz, düşükse yükseltiriz, sorun değil- 11,3 milyar dolar çıkıyor. Bunu yıl sonu veya belirli dönemlerdeki kurlar üzerinden çevirdiğiniz zaman bir de bakıyorsunuz ki özel sektörün ödediği faiz 40 milyar lira. Bu çok kaba bir hesap, doğru falan demiyorum, yanlış anlamayın; bir daha söyleyeyim, sadece bu. Şimdi, bu bir yük, bunu birisine ödüyorsunuz. Peki, özel sektör bunu ne yapıyor? "Gider" yazıyor. "Gider" yazdığı zaman siz ne yapıyorsunuz? O gider kadar kurumlar vergisi alamıyorsunuz. O gider kadar kurumlar vergisi ne tutar? Ona baktığınızda bir bakarsınız ki 8 milyar. Alın size ilave bir yük. Şimdi, bu yüklerin hepsi üst üste konulduğu zaman, hele bir de kalkıp da 2002 yılından 2016 yılına kadar alt alta topladığınız zaman tüylerinizi diken diken edecek bir rakamla karşılaşıyorsunuz. Örneğin, döviz gideri kredisi ile faiz giderlerinin 2002 yılından 2016 yılına kadar toplamı 213,6 milyar yapıyor, bunun kurumlar vergisi kaybı 42,7 milyar lira yapıyor. Bu arada bütçeden ödediğimiz bütün faizlerin de hepsini bütçe rakamlarıyla alt alta koydum, 753,1 milyar yapıyor; hepsini toplayın, 1 trilyonu geçiyor. Bu, ülkenin kaderi. Bu borç yükünden çok fazla çekti de yani gerçekten varını yoğunu, her şeyini gece gündüz çalışarak faizcilere vermek mi? Onun için vulgarize etmemiz gerekiyor. Bu ne? Bu gerçekten böyle mi? Eğer böyle değilse bizim gerçek anlamıyla, toplumsal faiz yükümüz ne? Bu işin içerisinden nasıl çıkacağız?
Şimdi, değerli arkadaşlar, Amerikan Merkez Bankası, Avrupa Merkez Bankası, Japonya Merkez Bankasının -bugün bir arkadaşın yapmış olduğu araştırmadan alıntıdır bu- 2008-2017 yılları arasında bilançolarındaki artış 8,3 trilyon dolar. Bu üç ülkenin ekonomisindeki gayrisafi yurt içi hasıla artışı da 2,1 trilyon dolar. Kalan, işte bizim gibi ülkelere dağılan kredi. Bu kadar bir miktar yani neredeyse 6 trilyon dolarlık bir kaynak, bu bol kaynak bütün ülkelerin hepsinde dolaştı. Herkes kalkıp da "Ben Hazinenin, daha doğrusu Maliyenin ihtiyaç gösterdiği bütçe açığından çok daha fazla borçlanacağım." dediği andan itibaren, bu parayı bulabildiği sürece sürekli olarak borç öderiz, trilyonlarca dolar millî ekonomiye "faiz gideri" yazarız bir şekilde. Peki, ya bu parayı bulamaz hâle geldiğimiz zaman ne yaparız? Bizim, burada -ekonomimizi üretim ekonomisine döndürüp de- neredeyse son iki yılda 600 milyar dış ticaret açığı yarattığımız, 460 milyar dolar cari açık biriktirdiğimiz ekonomimizi artık yavaş yavaş üretken bir hâle getirmemiz gerekmiyor mu ve bunlarla ilgili bir şeyler konuşmamız gerekmiyor mu?
Sayın Başbakan Yardımcısı, benim bu konuda anladığım bu. Bunların yanıtını ve özellikle de artık bu tedirginlikleri ortadan kaldıracak "Biz de bu üretim artışını gerçekleştiriyoruz. Biz de cari fazla veriyoruz. Cari fazla biriktirmeye başladık.". Artık bunları duyması gerekiyor bu ülkenin, başka türlü bu işin altından kalkılacağı yok. Para bulduğumuz sürece tamam, ya bulamadığımız zaman, ya bunların ödeme zamanı gelip de kapının önüne faturalar konduğu zaman? Hazırlanması gereken bu, burada, bütçede konuşmamız gereken de bu.
Onun için, bu kadar basitleştirerek konuştuğum için özür diliyorum ve bütçenizin başarılı olmasını da temenni ediyorum.
Teşekkür ederim.