KOMİSYON KONUŞMASI

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Değerli Komisyon üyeleri, bu Tarım Bakanlığı bütçelerinde inşallah bir uğursuzluk yoktur. Geçen sene de Tarım Bakanlığı bütçesine başlarken Fırat Kalkanı Harekâtı'ndaki şehitlerimiz için başsağlığı dileyerek başladık, bu sene de bu oldu. Bu kadar tesadüf birazcık fazla. Bu umuyoruz...

BAŞKAN - Bakanlar da farklı ama...

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Evet yani bu Bakanlıktan kaynaklanıyor olabilir. Bunun espri olarak söylendiğini kabul edersiniz zannediyorum. Öncelikle şehitlerimize Allah'tan rahmet dileyerek başlamak istiyorum sözlerime. Umuyorum bu, bu Bakanlık bütçelerinde duyacağımız son başsağlığı dileği olur.

Şimdi, değerli arkadaşlar, Plan ve Bütçe Komisyonuna kendimizi kapattığımızdan beri birazcık Türkiye'den koptuk, öyle gözüküyor. Dolayısıyla 30 Ekim 2017 günü Et ve Süt Kurumunun internet sitesinde -biraz önce Sayın Bakanın da söylediği- ilanı daha önce görmedik. İlan aynen şu ifadeleri taşıyor: "Türkiye'nin 81 ilinde kendi satış noktalarının tamamında KDV dâhil kıymayı 29, kuşbaşını da 31 liradan satmayı taahhüt eden zincir marketlere taze dana ve karkas et satışı yapılacaktır." diyor. İlanımız bu. "Satışlar için gerekli işlemler bitirildikten sonra 1/11/2017 tarihinden itibaren de bu işlem başlatılacak." deniyor. Şu anda ne durumdadır, onu bilmiyoruz. Aslında merak da etmiyorum açık söylemek gerekirse çünkü sonuçlarından ciddi anlamda tedirginim, tedirgin oldum, rahatsız oldum.

Şimdi, değerli arkadaşlar, biz cumhuriyetle beraber tarımsal politikalarını oluşturarak kendi kendine yeterli bir ülke, kendi kendini besleyen bir ülke konumuna taşıdık bu ülkeyi. 1920'li yıllarda cumhuriyetin kurulmasından sonra ilk çıkartılan kanunlar tarımla ilgiliydi, tarım okullarının kurulmasıyla ilgiliydi, ilk kanunumuz bu. Bunlar çok önemliydi ve bütün bu sistem aslında üç temel üzerine kuruldu. Bunlardan bir tanesi, piyasa düzenleyici kurumların oluşturulmasıydı çünkü pazar oluşmamış bir ülkede tarımsal ekonominin herhangi bir anlamı falan yoktu. Ürettiğini satamayan insanlar ister istemez üretemiyorlardı, ellerinde kalıyordu. Bu piyasa düzenleyici kurumların neler olduğunu biliyorsunuz. Toprak Mahsulleri Ofisiydi, Et Balık Kurumuydu, Süt Endüstrisi Kurumuydu, FİSKOBİRLİK'ti, ÇUKOBİRLİK'ti, ANTBİRLİK'ti; kısacası üreticinin ürününü alan, belirlenmiş bir maliyet esasından fiyatlandıran dolayısıyla da hiçbir zaman üreticiyi ortada bırakmayan kurumlardı. Bunu destekleyen kurumlarımız finansman kurumlarıydı; Ziraat Bankasıydı, Tarım Kredi Kooperatifleriydi, Şekerbanktı. Bütün bunların hepsi de bu üreticileri ciddi anlamda finansal olarak desteklemek üzerine oluşturulmuş olanlardı. Buralarda yapılacak tarımı destekleyecek kurumlar vardı, Zirai Donatım Kurumumuzdu. Tarımsal makineleri özellikle belirli ürünlerin emek yoğun olarak yapılmasının olanaksız olduğu, belirli bir süre sonra da yapılamayacağını göz önüne alarak sürekli tarım aletleri geliştiren kurumlardı. Bizim bu sistemimizin çöküşünü "Devlet kasaplık yapmaz." sloganı çökertti, buldozeri o oldu. "Devlet kasaplık yapmaz." diye yola çıktık, şu anda devlet kasaplık yapmıyor ama zincir marketlere et tedarik eder bir duruma düştü. Şimdi, kesinlikle bunu böyle bir durumda getirilen çözümlerden birisi olarak küçümsediğimi falan düşünmeyin ama bu, insanı tedirgin ediyor. Zincir marketlerde et satılmaya başlandığı andan itibaren Sayın Bakanın belirttiği fiyatlardan şu anda onu zincir marketlere dâhil olmayıp da et ticareti yapan, direkt olarak kesip satımını yapan yüz binlerce işletme, kasap ve maliyetleri nedeniyle 25 liradan bu etleri veremeyecek olan insanların başına ne gelecek? Bu, sizi tedirgin etmiyor mu? Bu tür olaylarda aslında insanlarımızın ne yaptığı çok belli, çok net. Hemen, derhâl eğer tarımsal ürünün fiyatını beğenmiyorsa kazmasını, baltasını kaptığı gibi kökleme işine girer. Bugünkü gazetelerde var. Malatya'daki kayısı üreticileri testerelerini, baltalarını kapmışlar, kayısı ağaçlarına dalmışlar yine. Aynı olayı narda yaşadık. Bir teşvik ettik, limon ağaçlarının hepsini söktürdük, onlara teşvik primi verdik, nar dikenlere diktikleri için teşvik primi verdik, dünyanın 3'üncü büyük nar üreticisi olduk. Gerçekten önemlidir, çok başarıdır bu, iyi bir başarıdır ama ondan sonra ne oldu? Şimdi herkes nar ağaçlarını yeniden köklüyor.

Değerli arkadaşlar, sorunların çıktığı anda palyatif çözümlerle giderilmeye çalışılmasının sonu yok, olmuyor yani bir türlü bitmiyor. Et ithalatıyla ilgili olarak daha önceki verilere bakıyorum, 2002 yılında et ithalatı Türkiye'de neredeyse yok, 15 milyon liralık, o da Türkiye'deki yabancıların istediği özel etlerle ilgilidir. Ama birdenbire, 2009 yılından sonra birden pik yapmaya başlıyoruz, müthiş artmaya başlıyor. 2010 yılında 588 milyon liralık et ithalatına girişiyoruz. Şimdi, asıl bakılması gereken olay bu. Ne oldu yani ne oldu da birdenbire bu hâle geldik? Bunun bir günde olması mümkün değil. 15 milyon lira demek ki... "O zamanlarda et yenilmiyor, edilmiyor." falan denilebilir miydi, bilmiyorum, o günü yaşayan insanlarız ama birdenbire bu niye dikti burnunu yukarıya ve 2011 yılında da artık 1,5 milyara çıktı. 1,5 milyar dolarlık et ithal eden bir ülke hâline geldik sıfır ithalattan. Buna bakmamız gerekiyor. Ne oldu da bu oldu? Ne oldu? Daha önce ne yürüyordu, ondan sonra ne yürümemeye başladı? Daha önceden insanlar et yemiyordu da birdenbire iştahları kabardı önüne gelen et yemeye mi başladı? Böyle bir olay olmadığına göre bunun nedenine bakmak gerekiyor. Yani soruna çözüm ararken sorun nereden kaynaklanmış buna bir bakmamız gerekiyor.

Şimdi, değerli arkadaşlar, bizim tarımsal ürünler konusundaki yaklaşımımız artık gittikçe zaten verilen sosyal destekler nedeniyle hiçbir kârlılığı kalmamış bir üretim hâline döndü, insanlar üretmemeye başladı. Bizim mukayeseli olarak üstün olduğumuz belirli alanlarda bile üretimden düşüyoruz. Kayısıda dünya 1'incisiydik, kayısı üretiminde dünya 1'incisiydik, hâlâ dünya 1'incisiyiz. Türkmenistan geliyor yakında 1'inciliği alacak bizden. Ama bu sene bir bakıyorsunuz, bütün kayısı ağaçları köklenmeye başladı, kesilmeye başladı. Sayı da vermiş gazeteler, böyle az buz falan değil, "Yüz binlerce ağaç kesildi." diyorlar, ne derece doğru bilmem. Şimdi niye bu kayısı kesiliyor, niye Malatya'nın kayısısı para etmemeye başladı? Daha önceden ediyordu. Ciddi anlamda Türkiye'de üretilen Malatya kayısısına talep vardı çünkü özel bir mikroklimada yetişiyordu, o mikroklimanın vermiş olduğu kayısının tadı ve aromasını dünyada başka hiçbir üründe bulamıyordunuz. Ama birdenbire Malatya'ya deniz geldi, Malatya'nın her tarafı baraj oldu, dolayısıyla orada ortaya çıkan nem oranıyla beraber bizim Malatya kayısı vıcık vıcık bir kayısı oldu, ısırdığınız zaman ağızınıza su tadı geliyor. Şimdi, burada kimi suçlayacaksınız, ne diyeceksiniz? Ama dünyada 1'inci olduğumuz bir üründe dünya 1'inciliğini kaybetmeye doğru gidiyoruz. Buna seyirci kalamazsınız.

Fındık, fındıktaki 1'inciliğimiz böyle burun farkı falan değil kayısı gibi, açık ara 1'inciyiz. Daha önce yüzde 83'üne kadar çıkmıştı bizim fındıktaki üretimimiz dünya üretiminin yüzde 83'üne kadar, şimdi yüzde 76'larda.

ŞİRİN ÜNAL (İstanbul) - Daha da aşağı.

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Daha fazla yüreğimi acıtmayın, ben yüzde 76'da kalayım. Daha fazla düşmesin.

CEMAL ÖZTÜRK (Giresun) - Mevsimine göre, yıllar itibarıyla değişiyor da...

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Doğru.

Değerli arkadaşlar, sizi temin ederim Karadeniz'de gördüğüm mikroklima bu sene değişmişti. Zaten fındık üretiminde de bu görüldü. Fındık Türkiye'nin sahip olabileceği en değerli üründür, Allah'ın bir lütfudur, bu bölgeye vermiş getirmiştir, buraya vermiş, Karadeniz'e vermiş ama biz birdenbire yine atımızı nalladık, fındığa saldırmaya başladık. "Fındık alanlarını daraltacağız." dedik. Ya dünya 1'incisiyiz. Bırakın, açık ara 1'inci olalım, bununla ilgili olarak bütün stratejilerin hepsini belirleyelim. Fındıkla ilgili olarak şimdiye kadar dünyanın en nitelikli ürünü olarak nitelendirilebilecek fındık yağı konusunda kendi kendimizin ayağına sıktık -tabirimi mazur görün lütfen yani birdenbire insanın ağzına geliyor- kendi kendimizi sakatladık, ayağımıza çelme taktık, çürük fındıklardan yağ yaptık. Sayın Bakanım, üstelik de o yağlık fındık denilen fındıklardan hekzanla yağ çıkartılıyor fındık yağı. Şimdi, dünya 1'incisi olduğunuz bir üründen dünyanın en kaliteli yağını elde etme olanağınız varken, o yağı elde ettikten sonra da kalan kısımlarını yine fındık olarak en azından şu andaki değerinin neredeyse üçte 2'siyle değerlendirilmesi mümkünken biz dünyada bir fındık yağı piyasası oluşturamadık. Bu fındık yağı piyasası oluşturamamamız nedeniyle fındıktaki mukayeseli üstünlüğümüzü de kaybetmek üzereyiz. Yakında Karadenizli de nacağını çekecek dalacak fındıkların içerisine.

Şimdi, bütün bunların hepsini saatlerce anlatmak mümkün. Zaten bu Komisyonda yıllarca da konuşuldu bütün bunların hepsi. Bu durum karşısında aslında bu olaylarda sürekli palyatif anında alınan tedbirlerle herhangi bir yere ulaşılmıyor. Daha önce yapılmış çalıştayları, şunları bunları da, hepsini bir tarafı bırakın.

Şu anda ciddi anlamda bir hayvancılık sorunumuz var. Ben 1970'lerde Erzurum'dan Aşkale'ye giderken oradaki o kadar, yirmi dakikalık yolu tam üç buçuk saatte gitmiştim arabayla, arabamız pırıl pırıl olmuştu hayvanlara sürtünmekten. Şimdi yirmi dakikada gidiveriyorsunuz. Erzurum Ovası bomboş. Bırakın Türkiye'nin, işte o zamanlar denirdi de ya "Erzurum'da Türkiye ve Orta Doğu ve Balkanların en ileri et kombinası kurulmuştu." Almanya'dan getirilmiş Krups marka şeylerle pırıl pırıl yanıyordu orası. Bomboş duruyor, bomboş duruyor, bitti. Et Balık Kurumları bitti ve et üretimi bitti. Şimdi, bunun için yapılacak aslında çok önemli bir olay var: Mera alanlarınızı vermişsiniz "14 milyon hektar." diyorsunuz. Değerli arkadaşlar, şu andan itibaren yapılacak olan derhâl bir hayvancılık kanunu çıkarmaktır. Hayvancılığın önünde onun üretimine engel olabilecek ne var ise, hangi kanunda bu hüküm varsa getirin buradan temizleyelim şunların hepsini. Üç yıl içerisinde -orta vadeli planın en kısalarındandır- Türkiye et ihracatçısı hâline gelir, bu kadar. Karadeniz'de eskiden fındıklıklara gittiğiniz zaman sabaha kadar çan çan seslerinden uyuyamazdınız, hayvandan geçilmezdi fındıklıkların altı. Şimdi sinek uçsa duyuyorsunuz. Bir şey kalmamış, bitmiş, boşaltmışsınız. Birdenbire olmuyor bu olayların hepsi. O nedenle de bu tedbirleri alırken bu konuya gerçekten sadece bu konuyu çözmek üzere oturup kapanıp... Bağırarak çağırarak olmuyor zaten bu işler. "2002 yılında böyleydi, 2017 yılında böyle oldu." falan demekle olmuyor. Alın işte bir rakam çıkıyor, 2002 yılında et ithalatı yoktu neredeyse. "2017 yılının ilk 3 çeyreğinde 793 milyon dolarlık et ithalatı yapmışız." oluyor. Onun için bunları bu şekilde karşılıklı olarak bir yarışma hâline getirmeye gerek yok. Etin çözümü kesinlikle ve kesinlikle hayvancılığın olduğu gibi reorganize edilmesine bağlı ve Tarım Bakanlığında bu işle uğraşanlar dokunulmaz olacaklar. Burada alınmış kararların uygulanmasını önleyecek, engelleyecek hiçbir kurum olmayacak.

Meralar şu anda Türkiye'nin en kolay saldırılan yeri. Her önüne gelen "Meralık vasfını kaldırıyorum bunların. Kanunlardaki sınırlamalara tabi olmaksızın kaldırırız, şunu yaparız, bunu yaparız. Organize sanayi bölgelerini meralara taşırız. Küçük sanayi siteleri şehirde çok büyük rant yaptı, göbeğinde kaldı, meraya taşırız." Taşıyoruz da taşıyoruz, mera denilen bir olay kalmıyor, yem bitkisi yetiştirilemiyor. O nedenle, ısrarla üzerinde duruyorum, hayvansal üretim yasası çıkarması gerekiyor bu ülkenin; büyük bir hızla çıkarması gerekiyor ve hemen de yarın, hatta dün bu işe başlaması gerekiyor. Tamam, geçici palyatif tedbirlerinizi alın, alın ama biraz önceki endişeleri de kesin olarak göz ardı etmeyin.

Konu buraya gelmişken iki olaya daha değinmeden geçmeyeceğim Sayın Bakanım. Şimdi, bazı ovaları koruma altına aldığınızı gerçekten sevinçle duydum ama bu ovaların hepsi bitti zaten, büyük bir kısmı. İncirliova, İncirliova; Aydın'ın İncirliova'sı, dünyanın aynen Malatya gibi en kaliteli incirini yetiştiren bir ova. Niye? Mikroklimasının özelliği ne? Aşağıdan sıcak nem alıyor, yukarıdan da kuru güneş alıyor, incir böyle ballanıyor, teoride bu olay böyle. Yağmur yağdığı zaman üstüne aynen şey gibi oluyor, kayısı gibi oluyor, o da vıcık vıcık oluyor. Ne oldu? Buralarda, olduğu gibi jeotermal santrallere izin verildi, adım başı bir jeotermal santral. İyi, peki, kurulsun arkadaş, ne diyelim madem kuruluyor ama hiç değilse o buhar türbinlerde kullanıldıktan sonra 90 derecenin altına inmeden yeniden deşarj edilmesi gerekiyor. Etmiyorlar, edilmiyor, salıyorlar ovanın ortasına. O kükürt o ovayı mahvetti, o incirler bitti, şimdi Beşparmak Dağları'na sığınmaya çalışıyor, yakında oralar da biter. Gözümüzün önünde bitti bu olay, gözümüzün önünde bitti.

Zeytin derseniz, aynı akıbete tabii. Herkes gözünü ha mera, ha zeytin; zeytin olmazsa mera, mera olmazsa zeytine dikiyor. Zeytincilikle ilgili olarak yaptığımız şeylerin en tehlikelisi şu anda prina yağlarının yine hekzanla çıkartılmaya başlayıp daha önceden sabun yapımında kullanılan bu ürünlerin yiyecek yağ olarak piyasaya verilmesi. Gözümüzün önünde oluyor bu, hiç kimse gizlemiyor bunu. Gidin bakın, Ödemiş'te hekzanla üretim yaptığı yazılıyor. Uçmuyor, ayrılmıyor bunlar; daha da tehlikelisi, yağ alındıktan sonra kalan prinayı da yakıt olarak kullanıyorlar, daha ateşi görür görmez olduğu gibi odanın içerisini dolduruyor bu lanet madde. Kanserojen, canına okuyor insanların.

Dolayısıyla, ovaların korunmasıyla ilgili konu bu da şimdi geliyor o zaman bu alanların da ciddi olarak korunmasına. Oturduğumuz yerde bunları gerçekten göremiyoruz; göremiyoruz, gözümüzün önünden kayıp gidiyor. Ege'yi biliyorsunuz hepiniz, binin arabaya, 90 kilometre hızla saatlerce ve saatlerce zeytin denizinin içinde gidiyorsunuz. Böyle bir ülke yok, böyle bir dünya yok. Oradan dönüyorsunuz, Aydın yoluna giriyorsunuz, Denizli'ye doğru, incir denizinin içerisinde gidiyorsunuz. Bağlantı yolundan Manisa'ya doğru gidiyorsunuz, üzüm denizinin içerisinden geçiyorsunuz. Böyle bir coğrafyadasınız ama hepinizin gözünün önünde bunlar bütün özelliklerini yitiriyorlar, yitirdiği andan itibaren de herhangi bir değeri kalmıyor değerli arkadaşlar.

Yağ ve yağlı tohumlar konusunu geçen yıllarda da söyledik, ısrarla söylemeye devam ediyoruz. Değerli arkadaşlar, Türkiye, yılda 3,5 milyar dolarlık yağ ve yağlı tohum ithal ediyor. Türkiye yağlı tohum ve yağ sorununu çözemeyecek bir ülke midir? Sadece ve sadece birkaç tane yağlı tohum belirlenmiş, onların peşindeyiz. Şimdi, bütün bunların hepsine, asla Türkiye'de yetişmesi mümkün olmayan ve gittikçe de piyasada pay oranı artan bir palm yağı çıkıverdi, palm yağı. Palm yağının sağlığı ve güvenliği konusunu biz zeytinyağıyla karşılaştırın, bir fındık yağıyla karşılaştırın. İçerisindeki doymuş yağ asitleriyle gerçekten kullanılacak bir yağ değildir, kozmetik sanayinin temel girdisidir neredeyse. Fındığımızı değerlendirmeyeceğiz, zeytinimizi mahvetmeye bırakacağız, ondan sonra bu ülkeye hayatımız boyunca ithal edeceğiz bu yağı, palm yağını, yetiştiremeyiz ki. Palmiye ormanları mı kuracağız palm yağı yapmak için?

Sayın Bakanım, bu ülkenin daha önceden bu sorunlarını kökünden çözebilecek olan kaynaklarının hepsi teker teker kurutuldu. Bu çok önemli.

Şuraya size özel olarak göstermek için getirdim değerli arkadaşlar, 1966 yılında o zamanın Sanayi Bakanı Mehmet Turgut'a bir milletvekilinin verdiği soru önergesi üzerine verilen yazılı cevap, Resmî Gazete'de yayınlanıyor, Resmî Gazete'de. Cevap, gerçek bir araştırma raporu gibi. Kastamonu milletvekili soruyor: "Bizim Kastamonu'daki kendir fabrikasını niye kapattınız arkadaş?" diyor. Soru bu. O da oturuyor, Kastamonu kendir fabrikasının niye kapatıldığını tam 26 sayfayla yazdırıyor. Bir heyet tarafından yazıldığından hiç kuşku duymuyorum. "Emperyalizm" denilen olayı bunun içerisinde görüyorsunuz. Değerli arkadaşlar, geçen sene de bunu uzun uzun anlattım, ondan sonra, sağ olsun, Tarım Bakanlığı kendir ekimiyle ilgili olarak düzenlemeler yaptı, nitekim bu sene bir sürü alanda kendir ekimi yapıldı ama millet ekip dikeceğine bin pişman oldu, unutmuş bir kere artık, unutmuş. Onun da ötesinde, bu kendirlerin ne yapılacağı da unutulmuş, onun üzerindeki liflerin nasıl soyulacağı unutulmuş. Ha, bir de kibarlaşmış insanlarımız zaten. Eskiden çamurun içerisinden çıkarılıp da kendir soyma makinesi getirildiği için kendir ekimini durdurmuş, burada öyle diyor ama şimdi onların tamamını unutmuş. Hâlbuki, kendir tohumu yağı, şu "palm yagı" diye tanımladığınız palm yağından 100 kat daha değerli, bunu kullananların kolesterol diye bir sorununun olmadığı Amerikalı FTR'in raporlarında yazıyor ve bir zamanlar Amerika kendir ekmeyen üreticilerini cezalandırıyor, toplum için bu kadar yararlı...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen toparlar mısınız.

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Kendir için "Bu kadar yararlı bir üretimi sen yapmamazlık edemezsin, yapacaksın." diyor. Daha sonra bu yağ fabrikalarının ve sentetik yağların, özellikle de bu yağların çok fazla üretilmesi hâlinde hem insan için hem de biyodizel üretimde kullanılacağını petrol üreticileri bir tehlike olarak gördüğü andan itibaren bununla ilgili müthiş bir kampanya başlıyor "uyuşturucu" diyor, Türkiye'de uyuşturucu. Sayın Bakanım, kendirin değişik türleri var, çok fazla çalışıldı üzerinde, hatta bizim teknik arkadaşlarımız da ayrıntısını bilirler; çiçek ve taç yapraklarındaki uyuşturucu oranı neredeyse bitirildi, bitirildi. Kaldı ki artık bu kontrollerin falan yapılamaması diye bir olay da söz konusu değil. Bunun tohumundan yağ çıkarılır, tohumundan sonra kalan küspe hayvan yemidir, üzerindeki lif tekstilin ham maddesidir; kot pantolondur, kanvas pantolondur, pamuktan kat kat daha değerlidir. Şimdi, böyle bir ürünümüz var, bunu siz Kastamonu'dan tutun, Amasya'dan büyük bir daire çizin, neredeyse İç Anadolu'nun Karadeniz'e yakın bütün illerinin hepsinde üretilen bir üründür ve çok sağlıklı bir yağdır. Bunu ürettiremiyoruz, kendir fabrikamızı kapattık. Şimdi kalkıp da özellikle Kyoto Protokolü'nden sonra bu naylon, petrol türevi ürünlerin yasaklanmaya başlamasıyla beraber gerçekten dünyada çok büyük payı olacak olan kendir urganlarının, iplerinin, filelerinin hepsinin ciddi anlamda bir pazar yarattığı bir sırada biz hâlâ bu olayın üzerine gitmiyoruz. Sizin, yağ kaynağınız orası, yağ kaynağınız orası; yetiştirin, yetiştirilir de hemen yetiştirilir, ayrı bir alan olarak gelir. Şu önergeyi de kesin olarak bence okuyun.

Başka olanaklarımız daha vardır yağ konusunda. Üzerinde durulmuyor, kimsenin dikkatini çekmiyor. Tarım Bakanlığında bamya tohumu yağı diye bir çalışma yapılmış mı bilmiyorum, bamya tohumu yağı. Bizde inanılmaz nitelikli bamya tohumu üretilir biliyor musunuz? Toplamadığınız zaman birdenbire bir karış olur o bamyalar, içerisinde de fasulye tanesi kadar tohumlar olur, o tohumlardan yağ çıkar. O tohumlardan çıkan yağ inanılmaz nitelikli bir yağdır, doymuş yağ asitleriyle doludur, doymamış yağ asidi yoktur neredeyse içerisinde. Üstelik, oradan çıkartılan küspe hayvan yemi açısından müthiş şekilde değerlidir. Böyle bir alanımız daha var ve üstelik bu ürün dört ayda yetişir, dört. Kendir de dört ayda yetişir. Bazı bölgelerde iki defa ürün alabilirsiniz, böyle bütün bir yıl beklemenize gerek yok, ekeceğim de hasat edeceğim falan diye bir yıl öncesinden başlamazsınız buğday gibi, dört ay, bu kadar yakındır. Dolayısıyla, asıl büyük bir hızla MAS üretim denilen büyük ölçülü üretim yapma olayına böyle dalınır.

"Hayvan yemi, hayvan yemi." diye uğraşıyoruz. Yem katkı maddesi konusunda, Sayın Başkan, Türkiye'de üretilen tek bir gramlık bir şey yok, yem katkı maddelerinin tamamını yurt dışından ithal ediyoruz. İşin dramatik tarafı da yem katkı maddelerinin, ham maddelerini bu ülke üretiyor. Ama şimdi bu ülkeden hiç kimse bir şey almıyor çünkü bunu ölçek ekonomisine göre üretemiyoruz, üretemediğimiz için maliyetlerimiz fazla oluyor, yem katkı maddesini üreten dev firmalar gidip Brezilya'da şirketler kuruyorlar kekik üretmek için Sayın Bakanım, bunlar kuruluyor. Şimdi, dünyadaki değişim bu, gözümüzün önünde oluyor bütün bunların hepsi, gözümüzün önünde oluyor. Asıl üzerine gitmemiz gereken olaylar bu.

"Tarımda sıfır atık." ilkesini ben her sene tekrar edeceğim, o nedenle bunu da söyleyip bitirmek işitiyorum. Tarımda "atık" diye bir olay yoktur. Tarım ürünlerinde atık olmaz. Bizim, atık diye dışarıya attığımız ürünlerdir esas değer. Geçen senelerde de söyledim, fındık zarından yani fındık fabrikalarında fındık kavrulurken vakumla emilip de dışarıya atılan zarları vardır ya fındığın, ondan... Patentledik, antioksidan kapasitesi en yüksek dünya yağı olarak patentledik bunu, yok böyle bir ürün dünyada, yok. Pirinç, çeltik, işlendikten sonra üstündeki kabuğu -yani daha doğrusu kepeği "pirinç kepeği" derler, "fındık kabuğu" derler- atarız. Şimdi, hayvan şeyi olduğu için onların içerisine falan katılır arada sırada. Değerli arkadaşlar, inanılmaz değerli bir yağ elde ediliyor. Kapasitemiz öyle sıradan değil. "Fındığın yağından ne olur." falan demeyin. 680 bin ton fındık üreten bu ülkede on binlerce ton fındık zarı yağı üretilebiliyor, on binlerce ton. 680 bin ton, kolay değil, milyon tonlarla ifade edilen şeyler bu. Aynı şekilde pirinç kepeği yağı. Buralarda, şimdi bir defa daha söyleyeyim, herkesin aklında kalsın, bamya tohumu yağı, bunlar geleceğin dünyasında alternatif, insanların yaşamını sürdürebilmesi için ürünler olarak çıktı.

Sabırsızlığınızı anlıyorum Sayın Başkan, o nedenle...

Sözlerimi bitirirken şunu söylemeye çalışıyorum: Değerli arkadaşlar, burada sadece ve sadece yapılanlarla yetinen dolayısıyla geleceği planlamayan bir Komisyon konumunda kalmak istemiyorsak eğer, bunun için en önemli adım Tarım Bakanlığı bütçesidir. Bu konuda adım atalım, hiç değilse bir alanı düzenleyelim; et alanını düzenleyelim, yağ alanını düzenleyelim. Yağı düzenlediğimiz anda buğdayı kurtarırız. Palm yağı, benim ciddi anlamda rahatsızlık duyduğum bir alan, palm yağı ya, palm yağı. Bu kadar olanağınız var, palm yağı ithal ediyoruz. Az buz değil, rakamlar da ciddi anlamda büyüdü.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Bütçeniz hayırlı olsun Sayın Bakan.