KOMİSYON KONUŞMASI

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, öncelikle Sayın Bakanın konuşmalarına atfen üç konuya değinerek başlamak istiyorum konuşmama.

Hatırlarsanız burada FETÖ terör örgütünün kalkışma girişiminden hemen sonraki toplantılarımızda özellikle yurt dışında ilişkilerimizi kuranların kişiliklerinden öte kurdukları ilişkilerin de ayrıntılı olarak incelenmesi gereğinden bahsetmiştim. İlişkileri kuranlardan terör örgütü mensupları yakalandı ki Dışişleri Bakanlığının yüzde 25'ini oluşturması gerçekten ürkütücü bir olay, az bir olay değil. Bu insanların, özellikle de bir kariyer mesleği olan Dışişleri Bakanlığında eylemli olarak, sürekli olarak planlar yaparak işlem yaptıklarını da göz önüne alırsanız, bu işlerin her birisinin teker teker incelenmesinin zorunluluğu ortaya çıkar. Hatta bazı şeylerin gerekliliğinin yeniden değerlendirilmesi de ortaya çıkar. Hangi bilgilerle, hangi verilerle neler yapıldığının teker teker incelenmesinin zorunluluğunu dördüncü defa bu Komisyonda belirtiyorum, çok önemli bir olgu olarak görüyorum. Siz eğer "Bu terör örgütüyle ciddi olarak mücadele ediyoruz." diyorsanız -ki biz bunun gerekliliğine sonuna kadar inanıyoruz- sadece ülkemizde değil şu anda dışarıda yapılanmaya çalışan bu örgütle ilgili olarak Dışişleri Bakanlığının sorumluluğu inanılmaz derecede büyüyor.

Biraz önce Sayın Bakan, Maarif Vakfına FETÖ okullarının devredildiği ülkeleri saydı. Daha geçen gün Vakfın Başkanı övünerek dedi ki: "Bir yıl gibi bir sürede 5 kıtada, 19 ülkede 90 okula ulaştık." Bu, Vakıf Başkanının büyük bir gazetedeki, ulusal gazetedeki açıklamasıydı. 5 kıtada, 19 ülkede 90 okula ulaşıyor bir yılda. Yani bunun ne anlama geldiğini bildiğimizi söyledik. Bu okulları devralıyorsunuz. Bu okulları devralıyorsunuz ama Sayın Bakanım...

DIŞİŞLERİ BAKANI MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU (Antalya) - Bazılarını yeni kuruyorlar.

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Bir yıl içerisinde bunların bir tanesini bile kurmaları mümkün değildir. Ülkemizde bile bir okulu kurmaya kalktığınız zaman bir sene içerisinde kuramıyorsunuz. Ne dediğini bilmiyorum, övünmek için de söylemiş olabilir. Gerçek sizin söylediğinizdir yüzde 90 olasılıkla hatta tam olasılıkla -özür dilerim- yüzde 100 olasılıkla sizin dediğinizdir doğru olan ama övünülen rakama baktığınız zaman aslında utanılacak bir olay olduğunu da görüyorsunuz orada. Amerika Birleşik Devletleri'nde 4 tane okulları varmış, 72 öğrenci ve 22 öğretmenleri varmış. Bu doğru mudur bilmiyorum.

Şimdi, bu okulların neye hizmet ettiğine bir bakmak gerekiyor, bunları, kanunla kurduğumuz bir vakıf tarafından benimsenmesini kabul etmeden önce. Neye hizmet eder bu okullar? Bizim ülkemizdeki yabancı okullarla ilgili olarak bizim kontrollerimizi, özellikle elçiliklerde kurulan okullarla ilgili olarak bizim kontrol ve denetimlerimizi biliyorsunuz yakından. Bu okullarda, hele terör örgütünün gerçek niyeti ortaya çıktıktan sonra, sadece masumane bir eğitim faaliyeti yaptıkları konusunda artık kanaatlerimizi koruyabilir miyiz? Korumamız mümkün değil. Peki, bu kadar sürede bunların müfredatını değiştirebilir miyiz? O da imkânsız. Bu durumda yapılması gereken, devlet olarak bizim, bu okulları ilgili ülkelerin millî eğitim bakanlıklarına devredip onların müfredatları çerçevesinde çalıştırılmasını sağlamaktı. "Bu okullar sizin, hatta bunların belirli bir süre masraflarını da biz karşılıyoruz Türkiye Cumhuriyeti olarak ama eğitimin sorumluluğu da sizin, sizin müfredatınıza göre yapılacak, sizin programlarınıza göre yapılacak." denilmesi gerekir idi. Yoksa okulları devralıp da aynı müfredatla, aynı amaçla -ki oralarda hangi örgütlenmelerin olduğunu da bilmiyoruz- devam edilmesini kesinlikle yanlış buluyoruz. Bunu özellikle belirtmek istedim.

Suriye'yle ilgili olarak söylediğiniz, ikinci değineceğim konu: Suriye bataklığının kurutulması gerekiyor. Sayın Bakanım, bir bataklığın kurutulması için oraya harıl harıl su akıtan hortumların önce kapatılması, kurutulması gerekir. Dünyanın en büyük hortumları Suriye çamurunu suluyor ve bu koşullar altında biz bir yerlerden o bataklığın içerisinde bir yerleri kurutmaya veya ayak basacak yer yaratmaya çalışıyoruz. Bu ilişkilerin hangi boyutlara ulaştığı, nerelere kadar geldiği artık ürkütücü bir hâl aldı. Bu koşullar içerisinde, aslında şu anda hemen güncel politikayı da çok büyük ölçüde belirleyecek olan, Suudi Arabistan'da olan olaylara bir bakmamız gerekiyor. Suudi Arabistan'da ne oluyor?

Şimdi, çok gerilere giderek, 16 Ekim 2001'de Pulitzer ödüllü bir araştırmacı gazeteci Seymour Hersh bir makale yayınlıyor, diyor ki: "Amerika Birleşik Devletleri'nin Ulusal Güvenlik Ajansı, Suudi Arabistan kraliyet ailesi üyeleri arasındaki haberleşmeleri 1994 yılı ve belki de daha önceki yıllardan beri izlemiş." Düşünün, bir ülkenin kraliyet ailesi başka bir ülke tarafından, bırakın 1994'ü, kurulduğundan beri belki de izleniyordur, izlemiş. Bu çerçevede, ailenin ülkedeki El Kaide gibi radikal örgütlerin kendilerini devirmesinden ciddi endişe duyduklarını ve bunu önleyebilmek için de bu örgütlere 100 milyonlarca dolar boyutunda kaynak aktardığının öğrenildiğini de ileri sürmüş. Bunun ötesinde -en önemli kısmı burası zaten- Suudi Arabistan'da yönetim kadroları arasında yer alan kraliyet ailesi mensupları da dâhil olmak üzere, büyük yolsuzluklara da yer verilmiş. Yani, 2001 yılında Suudi Arabistan'da kraliyet ailesinin de dâhil olduğu büyük yolsuzlukların olduğunu, terör örgütlerine ciddi anlamda kendilerinden korktukları için yardımlar yapıldığını Suudi Arabistan'da bunlar izliyorlar ama bu yolsuzlukları yapanlarla ilgili olarak 2017 yılının Kasım ayı bekleniyor bir şeyler yapılması için, biliniyor zaten. Peki, niye şimdiye kadar bekleniyor, niye bu yolsuzluklarla ilgili herhangi bir şey yapılmıyor? İşte, burada yine bazı deyimleri hatırlamak gerekiyor.

Şimdi, değerli arkadaşlar, özellikle Mark Levin'in bu değerlendirmesi... Ama Mark Levin değerlendirmelerini Dünya Bankasına dayandırarak yapıyor, bu çok önemli olay, Dünya Bankasında da bu değerlendirmeler var. Orada diyor ki: "Yeni muhafazakârlar ile yeni küreselcilerin yeni dünya düzenini kurabilmeleri için ortaya yeni bir kavram atıyorlar ve ülkelerin bu kavramdan geçmeleri gerektiğini söylüyorlar, bu da 'yaratıcı yıkım.'" "Yaratıcı yıkım"ı hatırlarsınız, Schumpeter'in ekonomiler için söylediği şeyler. "Bir taraftan eski ekonomiler çökertilirken yeni ekonomiler kendilerini kurmaya başlarlar. Dolayısıyla çöküş ve yaratılış aynı anda olur." diyor. Schumpeter'in "yaratıcı yıkım"ı aslında bu ülkelerde fiilî olarak devletlerin ve iktidarların değiştirilmesi için kullanılıyor yaratıcı yıkım. Bunu net bir şekilde Dünya Bankası da kabul ediyor. Şimdi, yaratıcı yıkımın gerçekleşmesi için de inanç perdesi ve etnik ayrımcılık arkasına sığınarak terör örgütlerini kullanmak da var, yaratıcı yıkımı böyle gerçekleştirebiliyorlar. Bunu net olarak açıklıyor insanlar, bunlar ne zamandan beri konuşuluyor. Ayrıca, bu ülkelerin içerisinde yabancı oyuncuların da rol aldığı, iş birlikçilerin de oralarda örgütlenmesi önemli bir faktör olarak görülüyor, bunlar da oralarda yapılacak. Ve son olarak Dünya Bankası, Orta Doğu'nun modernleşmesi ve yeni dünya ekonomik düzenine uyum sağlanabilmesi için de bir sarsıntı döneminin mutlaka gerektiğini ileri sürüyor. Yaratıcı yıkım, yaratıcı yıkıma gitmek için atılacak adımlar ve Dünya Bankasının da önerisi üzerine mutlaka bir sarsıntı dönemi. Bu kavramlar size yabancı geliyor mu? Plan ve Bütçe Komisyonunda özellikle ekonomik değerlendirmelerimizle ilgili, kendi ülkemizin ekonomik değerlendirmeleriyle ilgili olarak bu kavramlardan belirli şeyler görebiliyor muyuz?

Değerli arkadaşlar, yaşadığımız dünya, yaşadığımız coğrafya bizi tek başımıza bırakmayacakları bir coğrafya. Sayın Bakan ayrıntısıyla ilişkiler ve onlarla ilgili olarak en azından belirli şeylere sağlam olarak bastığımız açıklamalarında bulundu, bulundu ama "yaratıcı yıkım", "sarsıntı dönemi", bu kavramları kesinlikle yeniden bir defa daha değerlendirmek gerekiyor bu olguların içerisinde. Şu anda karşı karşıya kaldığımız olaylar ve özellikle de ekonomide yaratılacak olan sarsıntılar -işte, sarsıntılı olay bu- bu noktaya geliyor. Bu olay niye 2001'lerden, hatta 1994'lerden beri biliniyordu da 2017 yılında Suudi Arabistan'da ortaya çıktı? Değerli arkadaşlar, bunun bir tek nedeni var: Suudi Arabistan artık petrol denizinde kıyıya geldi. Deniz bitti, petrol denizi bitti, ekonomik sıkıntıya girmeye başladı. Ancak bu koşullar altında bir ülkeye istediğiniz şeyi yaptırırsınız, ancak bu koşullar altında istediğiniz değişimleri kabul ettirirsiniz ya da ciddi anlamda yandaşlık sağlarsınız. Daha önceki dönemlerde böyle bir olgunun ortaya çıkması hâlinde yani Suudi Arabistan'da birdenbire "Vay, yolsuzluk yapıyorsunuz." diye belki de bu değişime engel olabilecek bütün unsurların hepsinin temizlenmesi kararını verenler bunu daha önce vermiş olsalar -nasıl olsa petrol gelirleri var, vermezlerdi ama- oradaki Vahhabi kültürünü kırıp böyle ılımlı İslam'a yatkın, Amerika ve İsrail'le ilişkilerini sağlam tutacak bir ilişkinin peşinde herhangi bir şey yapmaya cesaret edemezlerdi. Yaratıcı yıkım ve sarsıntı dönemleri ancak bütün bunların hepsine hazır hâle getiriyor bir ülkeyi. Şu anda önümüzdeki süreç içerisinde bütün Arabistan yarımadasını ve İslam dünyasını çok yakından ilgilendirecek bir olguyla karşı karşıyayız. Burada tartışılması gereken konu, bunun gerçekten çok geniş kapsamıyla ama bilmesi gerekenler kapsamında yapılması gerekiyor. Bu, oturup da üzerinde spekülasyon yapılacak bir konu değil, bu ülke sorunu. Bilmesi gerekenler çerçevesinde bunun mutlaka tartışılması gerekiyor.

Bu konuyu burada daha fazla tartışmak istemiyorum ama altını çizerek bir defa daha söylemek istiyorum: Ülkelerde çok önemli değişiklikler kesinlikle o ülkelerin bunları artık kabul etmekten başka çaresinin kalmadığı dönemlerde getirilir, dayatılır ya da onlarla iş birliği yapanlar tam o aşamada ortaya çıkarlar. Durumumuz bu.

Şimdi, son olarak şu konuya değinip bitirmek istiyorum değerli arkadaşlar: TİKA'nın -bu sizin bütçenizde değil, daha önceden bütçesini görüştüğümüz bir bakanlığın bağlı kuruluşu olarak- Somali raporuna baktım bugün gelip de. Sayın Bakan, özellikle bakmanız... Mutlaka görmüşsünüzdür, görmemeniz mümkün değil ama değerli arkadaşlar, Somali'deki Türkiye'nin faaliyetlerine baktığınız zaman, bunun iki tane bağımsız ülke arasındaki ticari ve dostane ilişkileri geliştirmenin ötesinde faaliyetler olduğunu görmeye başlıyorsunuz. Bu nedir? Afrika'nın en büyük elçiliklerini yapmak, dev şehir hastaneleri yapmak, havaalanları yapmak; bunları ticari bir kavram olarak kabul edelim, hem de büyük bir memnuniyetle edelim. Olur, Türkiye bunları yapar ama Türkiye bunları oraya götürüp de bir yardım faaliyeti diye, size yardım olsun diye bir havaalanı yapmaz. Yapıyorsa bile zaten bunu kimse algılamaz. "Ya, ne oluyoruz yani havaalanı, hastane, işte, bilmem şunu, bunu yapmak; ne dereceye kadar bu bağımsız iki ülke arasındaki dostane ve ticari ilişkilerin geliştirilmesi anlamına gelir?" Buna bakılması gerekir. Bunları yorumlayamıyorum. Ben yorumlayamıyorsam bunları başkaları da yorumlayamaz. Eğer kötü niyetli olarak yorumlamaya kalkarlarsa da ellerinde çok ciddi bir argüman var. Bunları kesin olarak yabana atamayız.

Biraz önce rahmetli Çağlayangil'e de atıfta bulunarak Newyork'taki Türkevi'nden bahsettiniz Sayın Bakan. "Aman, ne güzel." dedik, "Geçmişi de yâd ediyorlar, geçmişte emeği geçenler de en azından takdir ediliyor." derken "Yıkacağız." dediniz, "11 katlı binayı yıkıp 33 katlı bina yapacağız." Niye yıkıyorsunuz Sayın Bakanım? Yazık, günahtır, dursun. New York'taki bütün eski binaların hepsi yıkılıyor mu? Gayet güzel bir parkın içerisinde, herkesin "Türkevi" diye önünden geçerken baktığında içinin açıldığı bir yer. Madem arkasındaki parkı alıyorsunuz, yanındaki küçük binayı alıyorsunuz, başkaları size kat izinlerini veriyor, e, alın iki tane daha bina, arkasından ikinci bir bina yapın. Öndekine deyin ki: "Rahmetli Çağlayangil'in Türkiye Dışişlerine, Türkiye Cumhuriyeti'ne armağan ettiği bina" Ne güzel koruyoruz, bunu yapın. "Yıkacağız.", sürekli "Yıkacağız." "Eskimiş, yıkacağız." "Eskimiş, yıkacağız." Etmeyin Sayın Bakan, eskimiş olmaz; eski kültürümüzdür, eski tarihimizdir, eski anılarımızdır, dışarılarda yatacak yer bulamadığımız zamanlarda gidip koridorlarında sabahladığımız yerdir. O nedenle "Yıkacağız." olmaz. 33 katlı bir bina, ne özelliği olacak? Ne özelliği olacak, New York'taki 33 katlı Dışişlerinin Türkevi'nin ne özelliği olacak? Bu yıkma merakımızı ve mutlaka ticari olarak değerlendirme merakımızı hiç değilse dışişleri politikasına yansıtmayalım. Bu burada bitsin artık, bir yerde dursun bu olay, yoksa yazık olacak.

DIŞİŞLERİ BAKANI MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU (Antalya) - Ticari mi? Ne ticarisi? Büyükelçilik binası, Türkevi.

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Türkevi Sayın Bakanım, Türkevi. Yani çok olması, büyük olması, vesairesi olması sonuç olarak herkesin oraya bu gözle bakmasına neden olacak bir olay. "Orayı yapıp da satacaksınız." falan demiyoruz, zaten Dışişlerinin binası diye söylüyoruz bunu.

DIŞİŞLERİ BAKANI MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU (Antalya) - Büyütmemiz gerekiyordu orayı ve büyütmek için de yan tarafları da almak zorundayız.

BAŞKAN - Sayın Bakanım, size söz hakkı verdiğimizde siz cevaplarsınız.

DIŞİŞLERİ BAKANI MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU (Antalya) - Tamam.

BAŞKAN - Sayın Temizel, buyurun.

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Yani zaten...

DIŞİŞLERİ BAKANI MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU (Antalya) - Yani yıkmak için değil de...

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Yıkmadan yapacaksanız sözlerimin hepsini geri alıyorum. "Ön tarafta bunu koruyoruz." diyorsanız tamam, bitti.

DIŞİŞLERİ BAKANI MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU (Antalya) - Yıkıldı zaten.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Yıkıldı zaten, bina yok şu anda.

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Sayın Bakanım, öyle anlaşılıyor ki aslında bu kadar basit bir endişe ve değerlendirmeden bile eğer Dışişleri olarak rahatsız oluyor iseniz bizim buralarda başka bir değerlendirme yapmamızın falan anlamı gerçekten kalmıyor, herhangi bir şey söylemiyorum.

DIŞİŞLERİ BAKANI MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU (Antalya) - Yok, izah etmek için yaptım.

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Şurada, daha önceden o binayı fiilî olarak kullanmış, yaşamış bir insan olarak kalkıp da duygularımı anlatmaya çalışıyorum, yıkmanızın ne kadar yanlış bir olay olduğunu söylüyorum sadece.

Teşekkür ederim Sayın Başkanım.