| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/887) ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/861) ve Sayıştay tezkereleri a) Dışişleri Bakanlığı b) Kültür ve Turizm Bakanlığı c) Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü ç) Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü d) Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 16 .11.2017 |
MUSA ÇAM (İzmir) - Sayın Başkan, Sayın Bakan, kamu kurum ve kuruluşlarının çok değerli temsilcileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
2018 yılı bütçenizin hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.
Tabii ki Sayın Kuşoğlu söyledi, şimdi, bizim söyleyeceklerimiz, düşüncelerimiz, görüşlerimiz sizin 2014 yılından bugüne kadar olan Dışişleri Bakanlığınızla ilgili değil, toplam on beş yıllık AKP iktidarı dönemindeki yaşanan dış politikayla ilgili eleştirilerimiz ve görüşlerimizdir.
Sayın Bakan, Türkiye, dış politikada son on yıldır ardı ardına yapılan yanlışlar nedeniyle bugün büyük bir güven erozyonuna uğramıştır. AKP iktidarının son on yılında Türk dış politika öncelikleri âdeta günlük gazete manşetleri kadar hızlı bir değişkenlik gösteren, gazete manşetleri kadar kısa ömürlü hassasiyetler üzerine odaklanan bir hâle gelmiştir. Dış politikada ilkesizlik ve sorumsuzluk kaçınılmaz olarak türlü olumsuzlukları karşımıza çıkarıyor. Bedeli ise bütün bir ülkeye, onun tarihine ve geleceğine ipotek koyuyor. Elbette bugün burada her ayrıntıya değinmek mümkün değil ancak bazı konuları başlıklarla söylemek isterim.
Son günlerde dış müdahale, iç savaş, terör, ağır ekonomik yıkım ve mülteci krizi gibi olağanüstü sorunlarla boğuşan Orta Doğu'da temel parametreler değişmektedir. Suriye'deki iç savaşın sonuna yaklaşıldığı konusunda yaygın bir görüş vardır. Putin ve Trump'ın geçtiğimiz hafta Vietnam'da yaptıkları ortak açıklamayla, Suriye'nin egemenliği, bağımsızlığı ve toprak bütünlüğüne bağlılık üzerinde anlaşmaya varılmıştır. Her geçen gün Suriye'de siyasi bir çözümün yaklaştığı görülmektedir. Türkiye için söz konusu anlaşmadaki yaşamsal bir diğer önemli nokta tüm Suriyeli tarafların Cenevre'ye davet edilmesidir. Savaş biterken ülke nüfuz bölgelerine bölünmüştür. Yarın bu nüfuz bölgelerinin parçalanmanın ortaya çıkaracağı yeni haritayı şekillendirme ihtimali gözardı edilemez, edilmemelidir. Astana süreciyle birlikte Suriye'de İran ve Rusya'nın çizdikleri çerçevede hareket etmek mecburiyetinde kalan Türkiye, Orta Doğu'daki gelişmeler karşısında eskiye oranla çok daha fazla edilgen konumdadır. ABD ve Rusya'nın son ortak açıklaması da işlerin kolaylaşmadığını göstermekte ve giderek ağırlaşan bir tabloya işaret etmektedir. AKP bundan böyle Suriye'de atacağı her adımla ilgili olarak ABD ve Rusya icazetine ek olarak, "Esad-Esed" veya "dostum Esad" ile "Sen benim seviyemde değilsin." dediği İbadi'nin eline bakar hâldedir.
AKP'nin izlemeyi denediği din, mezhep eksenli, tarafgir, saldırgan ve yayılmacı politikalar, biraz önce saydıklarıma ilaveten Suudi Arabistan'daki, Libya'daki ve Mısır'daki gelişmelerin de gösterdiği üzere topyekûn iflas etmiştir. İlkesiz politikalar, Türkiye'nin bölgeyle on yıllar içinde kurduğu tarihsel, iyi ilişkileri sona erdirmiştir. Türkiye'nin Orta Doğu politikasının temel eksenini oluşturması gereken tarafsızlık, barış, istikrar ve refahın öncelenmesi aciliyettir artık.
AKP çevreleri "Üç saatte Şam'a varırız, Emevi Camisi'nde namaz kılarız." hezeyanları içinde Türkiye'yi bir bataklığa demirlemekle kalmadılar, yüz binlerce insanın cenaze namazının kılınmasına neden oldular.
Cumhuriyet Halk Partisi olarak 2012 yılında Türkiye'nin öncülüğünde Suriye'de akan kanı durdurmayı amaçlayan bir uluslararası barış konferansı düzenlemeyi teklif ettik. Suriye'nin Arap Komşuları ve İran'ın da katılacağı Şam yönetimi ve meşru muhalifleri de içerecek bu önerimiz AKP tarafından görmezden gelinmiştir ancak önerimizin neredeyse aynısı Birleşmiş Milletler nezdinde Cenevre süreci olarak hayata geçirilmiştir. Ek olarak, Türkiye bugün Rusya ve İran'la birlikte Astana mutabakatı çerçevesi içerisinde çalışmaktadır. Önerimiz zamanında kabul görmüş olsaydı ülkemizin dünyada ve bölgedeki konumu bugün bir başka noktada olacaktı.
Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin 25 Eylül 2017'de yaptığı tartışmalı referandumun ardından Irak iç siyasetinde kartlar yeniden dağıtılmıştır, Bağdat ve Tahran nüfuz alanlarını artırarak güçlendirmiş ancak bu durum, Irak ve bölge ölçeğinde yeni sıkıntıları da beraberinde getirecektir. Türkiye bundan sonra Erbil ve Bağdat'la barışçıl ilişkiler kurarak, diyaloğu ve diplomasiyi önceleyerek, bir bölge ülkesi olmanın sorumluluğuyla, sağduyulu bir şekilde meseleye yaklaşmalı, savaş, tehdit dili kullanmaktan ve askerî müdahale seçeneğini masada tutmaktan vazgeçmelidir.
Unutmamalıyız ki Erbil ve Bağdat arasında tansiyonun yükselmesinde AKP hükûmetlerinin bugüne kadar izledikleri dış politikanın da büyük payı vardır. Bağdat yönetiminin onayı olmadan 2012 yılında Erbil'le imzalanan petrol anlaşmaları, yine Bağdat'ın itirazlarına aldırmadan Başika'da bulundurulan Türk askerî varlığı, Türkiye-Irak ilişkilerini son dönemde olumsuz etkileyen gelişmelerdir.
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere, AKP iktidarının IKBYnin referandum kararına gösterdikleri sert tepkiye Erbil'den gelen yanıtların arasında Barzani'ye yakın Rudaw gazetesinin genel yayın yönetmeni Rebwar Kerim Weli'nin 27 Eylül 2017 tarihli "Sayın Erdoğan 'Er kişi' olun!" başlıklı yazısı özel bir öneme sahiptir. Yazıda geçen şu ifadeler not edilmelidir: "Bağdat'ın itirazlarına rağmen Kürt petrolü Ceyhan'a gönderilir ve oradan gemilerle -Kimindi o gemiler?- Meksika Körfezi'ne kadar dolaşırken neden kapatmadınız vanayı? Sattığınız Kürt petrolünün paraları nereye gitti?" yazısını tarihe bir not olarak düşmek istiyorum.
AKP hükûmetlerinin Irak konusunda yaptıkları hatalar Irak Kürdistan bölgesine yönelik politikayla sınırlı değildir. Farklı aşiret, mezhep ve etnik kimliklerin bir mozaiği olan Irak'la ilişkilerimizin ana iskeleti, AKP dönemine kadar, Irak'ı oluşturan bütün unsurlara eşit mesafede durmaya ve onlarla iyi ilişkiler kurmaya dayanmaktaydı. Türkiye, Irak'taki Türkmenlerin haklarını Bağdat'la kurduğu iyi ilişkiler üzerinden koruma yönünde bir siyaset izlemekteydi ancak AKP kendisini Irak'taki Sünnilerin koruyucusu ilan ederek bu temel anlayışı yıkmıştır. Türkiye'nin Irak'ın iç işlerine karışması öyle bir boyuta gelmiştir ki eski Dışişleri Bakanı Davutoğlu Irak seçimlerinde aday listelerine bile müdahale etmiştir.
Türkiye-ABD ilişkileri tarihinin en kötü dönemlerinden birini yaşamaktadır. On yıllardır dış politikada büyük devletler arasında denge politikası izleyerek kendisine manevra alanı açan Türkiye, AKP döneminde bu politikayı terk etmiş, büyük devletlerle çatışmalı ilişkiler kurmayı alışkanlık hâline getirmiştir. NATO müttefikimiz ve stratejik ortağımız olan Amerika Birleşik Devletleri'yle aramızdaki sorunların listesi hayli kabarıktır. Türk kamuoyunda AKP tarafından provoke edilen anti Amerikancılık, ABD'nin YPG'ye verdiği destek ile Türkiye'nin PYD/YPG'ye karşı tutumunun örtüşmemesi, AKP iktidarı tarafından "hayırsever iş adamı" olarak ilan edilen Reza Zarrab ve Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla'nın ABD'nin İran'a yönelik ambargosunu delmek ve ABD bankalarını dolandırmak suçlamalarından ABD'de tutuklu yargılanmaları, bu kapsamda eski Bakan Zafer Çağlayan ve Halkbank eski Genel Müdürü Süleyman Aslan hakkında tutuklama kararı verilmesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın söz konusu dava belgelerinde isminin geçmeye başlaması, dava sonucunda Türkiye'deki bazı bankaların yüklü miktarda ceza yeme olasılığı, Türkiye'ye silah satışının ABD Kongresine takılması, Erdoğan'ın Mayıs 2017'de ABD ziyareti sırasında büyükelçilik konutu önünde yaşanan kavgayla ilgili olarak korumaları hakkında yargı süreci başlatılması ve 12 koruma hakkında yakalama kararı çıkarılması, Türkiye'deki otoriterleşmenin hızla derinleşmesi nedeniyle, Batı dünyasında Türkiye'deki tutuklamalar AKP iktidarının izlediği bir rehine siyaseti ve intikam operasyonu olarak kodlanmakta ve büyük tepki çekmektedir. ABD vizelerinin askıya alınması kararı Türk yargısının ve Hükûmetinin ABD yönetiminin gözünde nasıl algılandığını göstermesi bakımından da önemlidir. Vizelerin askıya alınması kararı daha sonra yumuşatıldı ancak atılan bu yeni adımın Türk Hükûmetinin ABD'ye verdiği güvenceler sonucunda olduğunun ABD makamları tarafından açıklanması Türkiye için onur kırıcı yeni bir duruma yol açmıştır. Bugün, Türkiye'nin ABD politikasının temel unsurlarının Fetullah Gülen ve Reza Zarrab olması utanç vericidir. AKP, Gülen'in ABD'den Türkiye'ye iadesini isterken peşin bahşiş aldığı Reza Zarrab'ı da kurtarmaya çalışmaktadır. Oysa, Türkiye ile ABD arasında kurulacak eşitlikçi ve iyi ilişkiler Orta Doğu'da barışa hizmet edecek bir potansiyel taşımaktadır ancak ne yazık ki AKP bu durumu fark edip harekete geçirecek bir potansiyelden yoksundur. Demokrasi, laiklik ve basın özgürlüğü konusundaki geriye doğru gidiş, dikta rejiminin giderek koyulaşması, ABD'nin AKP tarafından düşmanlaştırılması, ülkemizdeki ABD'lilere yönelik somut tehditlerin artması Türkiye-ABD ilişkilerine büyük darbe vurmaktadır. ABD'nin Türkiye'ye yeni büyükelçisini ne zaman atayacağı belirsizdir.
Sayın Başkan, Sayın Bakan; 7-10 Kasım tarihleri arasında ABD'yi ziyaret ederek ABD Başkan Yardımcısı Pence'le görüşen Başbakan Binali Yıldırım'ın temaslarından sonra yapılan karşılıklı açıklamalara bakıldığında iki ülkenin önceliklerinin çok farklı olduğu ve ortak noktanın neredeyse kalmadığı sonucuyla karşılaşıyoruz. ABD, OHAL yönetimindeki Türkiye'de tutuklanan vatandaşları, diplomatik misyon çalışanları, gazeteciler ve STK üyeleri konusunda derin endişeye sahip olduğunu Başbakan Binali Yıldırım'a söylemiştir.
Son olarak dün akşam öğreniyoruz ki Dışişleri Bakanlığı, ABD'de tutuklu olarak yargılanan Reza Zarrab'la ilgili olarak ABD'ye nota vermiş ve Zarrab'ın durumu hakkında ABD'den bilgi istenmiş.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Çam, lütfen tamamlar mısınız.
MUSA ÇAM (İzmir) - Teşekkür ederim.
Şöyle sözlerimi sonlandırmak istiyorum: Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Kararı 25 Nisan 2017 Bahar Dönemi Genel Kurulunda "Türkiye'de Demokratik Kurumların İşleyişi" konulu raporu görüşerek raporun ekindeki karar tasarısı için oylama yaptı ve Türkiye'yi on üç yıl sonra yeniden siyasi denetim altın aldı. AKPM'nin bu kararı Türkiye'nin Avrupa'yla ilişkilerinin özetidir. AKPM kararı, OHAL'in Türkiye'nin Avrupa'yla ilişkilerinde ne kadar merkezî bir noktada durduğuna işaret etmekte ve bir an önce kaldırılması gereken OHAL yönetiminin anayasal sınırları aştığını, Meclisin yasama yetkisine tecavüz ettiğini, Türkiye'de birçok alanda durumun giderek kötüleştiğini ve terörle mücadele yasalarının Avrupa standartlarında olmadığını vurgulamaktadır. AKPM, idam cezasını geri getirmek isteyen AKP iktidarını da açık bir şekilde uyararak bunun Türkiye'nin Avrupa Konseyi üyeliğinin sonu olacağının altını çizmektedir.
AKPM'nin kararı şudur: Türkiye denetim sürecinden çıktıktan sonra tekrar denetim altına alınan ilk ülke oldu. Başka bir ifadeyle, Türkiye hem on üç yıl geriye gitti hem de Avrupa demokrasi liginde küme düştü. Türkiye, içinde Arnavutluk, Ermenistan, Azerbaycan, Bosna-Hersek, Gürcistan, Moldova, Rusya, Sırbistan ve Ukrayna'nın bulunduğu demokrasi ligine geriledi. Türkiye'deki demokrasi, Avrupa'nın gözünde resmen sabıkalı bir hâle geldi. Batı'nın AKP'ye açtığı kredi tamamen tükendi.
Son sözüm şu Sayın Bakan: Geçtiğimiz günlerde Türkiye Cumhuriyeti devletinin AKPM'ye ödemiş olduğu paranın, 20 milyonun euronun geri alınacağını, tekrar eskiye dönüleceğini ve bizim de üye sayımızın 18'den 12'ye düşeceğiyle ilgili haberler gazete sayfalarına düştü. Siz, bizim AKPM'deki gururumuzsunuz, orada uzun yıllar görev yaptınız ve Başkanlık yaptınız, bununla da biz her zaman gurur duyduk ve övündük ama bugün, Dışişleri Bakanısınız. Olabilir, AKPM'yle ilgili, Avrupa Birliğinin çeşitli komisyonlarıyla çeşitli sorunlar yaşayabiliriz ama âdeta onları parayla terbiye edecek...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MUSA ÇAM (İzmir) - Bitiriyorum.
Koskoca Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve yıllarca orada görev yapmış olan Sayın Dışişleri Bakanımız Mevlüt Çavuşoğlu'nun "20 milyon euroyu biz ödemeyeceğiz." diye bir tutum ve davranış içerisine girmiş olması ne Sayın Mevlüt Çavuşoğlu'nun kimliğine, kişiliğine ne de Türkiye Cumhuriyeti devletine yakışan bir tutum değildir. Biz, Rusya'yla aynı noktada değiliz. Rusya ödediği parayı küçültebilir, ödemeyebilir ama büyük Türkiye Cumhuriyeti devleti böyle bir tasarruf içerisinde olmamalıdır. Siz de uzun yıllar orada görev yaptınız, size yakışan tutum ve davranış da Sayın Bakan, oraya bizim ödediğimiz ücretin, paranın, desteğin aynen devam etmesidir.
2018 yılı Bütçenizin hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum, başarılar diliyorum.