KOMİSYON KONUŞMASI

MUSA ÇAM (İzmir) - Sayın Başkan, Sayın Bakan, Komisyonumuzun saygıdeğer üyeleri, değerli basın mensupları; ilerleyen bir saatte hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Sayın Bakan, yeni görevinizde başarılar diliyorum. Sayın Yayman, size de başarılar diliyorum.

Sayın Bakan, Bakanlığınızla ilgili bir değerlendirme yapmak için çok erken, sizinle ilgili. Söyleyeceklerim sizi ve Bakan Yardımcınızı kapsam dışında tutar ama on beş yıllık AKP iktidarının kültür ve sanatla ilgili düşüncelerimi ve eleştirilerimi dile getireceğim.

Önümüzdeki yıl inşallah yine burada birlikte olacağız, siz Kültür ve Turizm Bakanı olarak geleceksiniz, o zaman bir yıllık icraatlarınızı burada daha objektif bir değerlendirmeye tabi tutmamızı mümkün kılacaktır.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI NUMAN KURTULMUŞ (Ordu) - Yani bir avans veriyorsunuz.

MUSA ÇAM (İzmir) - Evet, bütün arkadaşlarımız son derece güzel konuşmalar yaptılar. Benim biraz daha dozajı yüksek bir eleştiri olacak bu on beş yıllık genel politikanızla ilgili.

Kültür, sanat ve turizm alanına dair bir bütçe konuşması yapmak aslında gerçekten çok zor. AKP Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın nefretle heykelleri yıktıran, estetik değeri tartışılmaz heykelleri meydanlardan kaldırtan bir iktidar. Yıkmasına yıkıyor ancak yerine bir şey koymayı da maalesef beceremiyor. Sanatçı değil, ünlü demenin daha doğru olduğu birtakım kişilerle bir iki poz vermeyi yeterli sanıyor, sanattan ve sanatçıdan da hazzetmiyor. Baleye "bel altı" deniliyor, heykeller yıkılıyor, galeriler içkili olduğu için eli sopalı Vandallarca basılıyor, tiyatro ve sinemaya sansür uygulanıyor, muhalif sanatçılar görevden alınıyor, okullardaki ve üniversitelerdeki konser ve şenlikler yasaklanıyor çünkü biliyor ki sanata ve sanatçıya düşmanlığının temel sebebi, üretmenin temelinde yatan özgür düşüncenin ta kendisi. Türkiye'de her şeye rağmen yandaşlık kervanına katılmayan ve iyi işler yapan başarılı yazarlar, sinemacılar, tiyatrocular var, olmaya da devam edecek fakat onlar da çaresiz. Devlet Tiyatroları özelleştirme tehlikesinde. Kitaplardan alınan vergi oranı yüzde 8. Sinema tamamen tekellerin eline teslim edilmiş durumda. Eğitim çöpe dönüşmüştür. Dünyada en çok televizyon izleyen ikinci ülkeyiz. Bedava eğlence ve haberleşme aracı olan televizyonlar, AKP yandaşlarının elinde. Ortalık Osmanlıca hamaset dolu programlardan geçilmiyor. Yetmiyor, kendini Osmanlı torunu zanneden Vandallar, bir fırsatçının hedef göstermesiyle Abdülmecit Efendi Köşkü'nde sergilenen koleksiyona "Laiklik bu mu?" diyerek saldırma cesareti gösterebiliyor. Elli yıllık geçmişe sahip Altın Portakal Film Festivali iptal edildi.

Yıkmaya, hesaplaşmaya öyle koşullanılıyor ki Cumhuriyet Dönemi yapıları da bundan nasibini alıyor. Yıkılan bu binaların yerine Selçuklu ve Osmanlı mimarisi örneklerinden binalar yapılıyor. Biz Osmanlı ve Selçuklu mimarilerine karşı değiliz ama yıkama karşıyız biz. Yeni binalar bu mimaride yapılabilir. Bir anlamda, mimari muhafazakârlaştırılmak isteniyor. Tüm Türkiye'de kent mimarisi açısından son derecede önemli eserler yerle bir edilirken Vandalizm bir kez daha ortaya çıkıyor. Beyoğlu Fındıklı'da 1591 yılında Mimar Sinan'a inşa ettirilen caminin AVM'ye benzetilmesine ses çıkarmayan, Selçuklu dönemine ait Seyit Battal Gazi Külliyesi'nde Amerikan tarzı mutfak yapılmasına göz yuman ve TOKİ'nin tarihî İstanbul Surlarının Yedikule Kapısı'nın yanına ikinci bir kapı açmasına müsaade eden bir iktidarın, Cumhuriyet Dönemi mimarisini yerle bir etmesine şaşırmamak gerekiyor.

Cumhuriyet Dönemi eserlerinin yıkımı ne yazık ki en çok başkent Ankara'da yaşanıyor. Şöyle ki 1928 yılında Cumhuriyet Dönemi'nin önemli sanayi hamlesi olarak kurulan ve mimarı Werner Issel olan Hava Gazı Fabrikası bu yıl yıkıldı; fabrika, türünün son örneğiydi. Yıkılan binalardan bir diğeri, Cumhuriyet Dönemi için önemli endüstri yapılarından biri olan Su Süzgeci Binası'ydı. 1936 yılında inşa edilen bina, modern mimarlık eseriydi, 8 Ağustos 2013'te yıkıldı. Mimarlar Vedat Özsan, Tuğrul Devres ve Yılmaz Tuncer tarafından 1960'lı yıllarda yapılan ve Sıhhiye'de bulunan Etibank binası da yıkıldı. 1956 yılında 3 bloktan oluşan konut yapısı olarak tasarlanan ünlü Kumrular İkametgâh Sitesi de Mimarlar Odası Ankara Şubesinin tescil davası devam ederken yıkıldı. Tescil davası sürerken yıkılan binalardan bir diğeri de Atatürk Orman Çiftliği İşçi Memur Lokantası'ydı. Atatürk'ün çiftlik evi olarak bilinen, 1928 yılında Ernst Egli tarafından tasarlanan Marmara Köşkü de yıkıldı. Bina rustik mimarinin değer biçilmez örneklerindendi, dış ve iç tasarımıyla 1930'Iarın mimari çizgilerini günümüze taşıyan bir binaydı.

1937-1938 yıllarında Fransız şehir plancısı Mimar Theodore Leveau tarafından tasarlanan Çubuk Barajı Gazinosu yine geçen yıl yıkıldı. Bina, cumhuriyetin ilk yıllarına ait önemli eğlence mekânlarından biriydi. Doğan Tekeli ve Sami Sisa tasarımı olan Danıştay binası, mahkemeye karşın, yerle bir edildi. Bu kıyımın son örneği ise 1935 yılında İller Bankası Mimari Proje Yarışması'nda birincilik ödülünü alan Seyfi Arkan tarafından tasarlanan Ankara Ulus'taki tarihî İller Bankası binasıydı. Geçen günlerde yasalara aykırı bir şekilde yıkılan binanın statüsü 1980 yılında tescilli eser statüsüne kavuşturulmuştu, statüsü geçtiğimiz yıl hukuksuz bir biçimde kaldırılmıştı.

Mekân politiktir Sayın Bakan. Bu nedenle her siyasal iktidar kendi ideolojisinin izlerini yapılı çevreye bırakmak ister. Kimisi özgürlüğünü ve demokrasisini nakşeder, kimisi de otoritenin, barbarlığın, cehaletin izlerini bırakır. Siyasal iktidarların mekânla kopmayan ilişkisi de buradan geliyor. Atatürk Orman Çiftliği'nde kaçak saray yapılırken ifade ettiğimiz şey, cumhuriyetle hesaplaşmanın mekânsal karşılığıydı. Şimdi, bütün yıkılan yapılar ve yok edilen kamusal alanlar, cumhuriyet değerleriyle hesaplaşan neoliberal, yağmacı, talancı bir bakış açısının yaşam mekânlarımız olan ve yaşam tarzımızı belirleyen kentler ve mekânlar üzerinde yıkıcı bir kurucu süreç tasavvur etmesinden kaynaklanıyor. Bütün yıkımlar bu açıdan ideolojiktir.

Peki ya İstanbul... Galataport için mimar Rebii Gorbon'un eseri Karaköy Yolcu Salonu geçtiğimiz aylarda yıkıldı. Son olarak ise AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, dokuz on yıldır kapalı olan Atatürk Kültür Merkezi (AKM) için "Projesi bitti, yıkıp yeniden çok güzel bir eseri İstanbul'a kazandıracağız." dedi. Aslında bu, kendi eseri sayılırdı. Konuşmasında belirttiği gibi -yanına Sayın Bakanımız Numan Kurtulmuş'u da alarak- Mimar Murat Tabanlıoğlu'nun çalışmalarına her aşamada katılmış ve "Şu uygundur, şu uygun değildir." diyerek son noktayı koymuştu. Şimdi de sanatseverlere bu gelişmeleri anlatıyordu. Dahası, kültür anlayışını ve AKP yıllarına damgasını vuran kültür siyasetini bir kez daha sergiliyordu.

Tarihî şehirlerin kültürel dokularını ilgilendiren her türlü girişim aslında büyük yankılar uyandırır. Eski yapıların kuşkusuz değişik nedenlerle sevenleri de vardır, sevmeyenleri de kimileri bunların yıkılmasını kişisel bir acı olarak yaşar, kimileri de hararetle alkışlar; özgür insanların, özgür ülkelerin olmazsa olmaz özelliğidir bu. Yani şu veya bu nedenle projeye karşı çıkanlar, AKP Genel Başkanının sunuş konuşmasında yaptığı ağır hakaret ve suçlamaları hak ediyorlar mı acaba? İşte, sorun da burada ve bizi Batı'nın burjuva demokrasisinden ayıran özellik de bu ve bu nedenle AKP Genel Başkanının aynı konuşmada Batı uygarlığını "Tek dişi kalmış canavar" olarak tanımlamasını da kimse yadırgamıyor. Erdoğan'a göre, AKM'nin yeniden inşasına karşı çıkan zihniyet ile Türkiye'nin terör örgütleriyle mücadelesini engellemeye çalışan anlayış aynıdır. "Hatta bu anlayışta olanlara Suriye ve Irak'taki operasyonlarımızı sabote etmeye çalışanları da eklememiz gerekir. Bu zümre dışarıdan destek alan, âdeta kurumsallaşmış bir lobi oluşturuyor. Kısaca, kökeni cumhuriyet tarihinin derinliklerine kadar uzanan, köksüz, hain ve terör yardakçısı bir zümre. Bu sözde seçkinlere karşı ise Beştepe yurdun dört bir köşesine yayılmış neferleriyle bir savaş veriyor. Yeni AKM de bu savaşın bir ürünü oldu." Ve Erdoğan konuşmasında projenin niteliğini de uzun uzun anlattı: "Yeni AKM belli bir elitin değil, tüm halkımızın ve milletin gelip bu programları izlediği bir mekân olacak." diyerek bitiriyor nutkunu. Güzel de hangi programları? Eski AKM'de de halk ucuz biletlerle tiyatro eserleri seyretmiyor muydu? Klasik Türk müziği konserleri dinlemiyor muydu? Ucuz öğrenci biletleri sayesinde AKM'de klasik Batı müziğiyle tanışmış öğrencilerin hesabı yapılmış mıydı? Oysa şu husus vurgulanıyor: Yeni AKM'de halka açılan alanlar genişlemektedir. Erdoğan kültür mekânlarına ek olarak "restoran" ve "kafe" sözcüğünü sevmediği için kıraathanelerden de söz etti. Bunlar da AKP'nin halka açtığı yeni alanlardı. Ne var ki bu arada da eski veya yeni AKM'nin en önemli etkinlik alanlarından birinin adı, balenin adı konuşmada hiç geçmedi. Sanki kuruluşun Kültür Bakanlığının Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğüne bağlı olduğu tamamen unutmuştu.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anayasa'mızın 27'nci maddesi, "bilim, sanat, hürriyet" başlığını taşımakta olup herkesin bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü araştırma hakkına sahip olduğuna dair bir düzenleme içermektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Çam, lütfen tamamlar mısınız.

MUSA ÇAM (İzmir) - Toparlıyorum.

Yine, Anayasa'nın 64'üncü maddesi "Devlet, sanat faaliyetlerini ve sanatçıyı korur. Sanat eserlerinin ve sanatçının korunması, değerlendirilmesi, desteklenmesi ve sanat sevgisinin yayılması için gereken tedbirleri alır." demektedir. Yani sanatı ve sanatçıyı desteklemek anayasal bir görevdir.

"Devlet eliyle sanat olmaz." diyen AKP Genel Başkanı, Danimarka'da kişi başına kültürel hükûmet harcamalarının 185 euro, Fransa'da 190 euro, Finlandiya'da 177 euro, Norveç'te 392 euro, Belçika'da 245 euro, İtalya'da 117 euro, İspanya'da 119 euro, İngiltere'de 143 euro iken Türkiye'de bu rakamın sadece 10 euro olduğunun farkında mı?

TÜİK verilerine göre, opera ve bale seyircisi her geçen gün düşmektedir. Peki, Türkiye'nin kültür sanat istihdamında ise Avrupa sonuncusu olduğu biliniyor mu? Opera ve bale ilgili desteklerin kısıtlanması, sanatı, sanatçıyı, operayı ve baleyi devlet eliyle yok etmek demektir.

Sözlerimi şöyle toparlamak istiyorum Sayın Başkan: Bu bakış açısının bugüne, sanat ve sanatçıya dönük yıkıcı politikalara yansıması şaşırtıcı değil. Sistemli bir rejim dönüşümü için ihtiyaç, düşünmeyen, üretmeyen kültürel anlamda yoz bir toplumsa bunu sağlamak için uyanış ve düşünsel zenginliğin temeli olan sanat da yok edilmelidir. Recep Tayyip Erdoğan 29 Nisan 2012 tarihinde "Devlet eliyle tiyatro olmaz." demişti. Yani AKP Genel Başkanı Erdoğan'a göre, laik bir ülkede devlet eliyle dindar, kindar nesil yetiştirilir ama sanat yapılamaz. Devlet eliyle din dersi dayatması yapılırken devlet eliyle opera ve bale yapılamaz. Devlet eliyle haksızlıkla işten çıkarma, aç bırakma, zulüm, baskı, linç, sömürü, işkence hukuksuzluk yapılır ama sanatçıya destek sağlanamaz. Devlet eliyle devlet kanalında yandaş diziler, haberler, sığ yarışmalar, yoz evlilik programları ve yayınlar yapılır ama kültür sanat programlarına yer verilmez. Devlet eliyle kültür binaları satılarak yandaşlara peşkeş çekilir ama devlet eliyle sanat ve kültür istihdamı için ödenek ayrılmaz.

BAŞKAN - Sayın Çam, lütfen.

MUSA ÇAM (İzmir) - Bir dakika.

Devlet eliyle vatandaşların verdiği vergiler sarayın örtülü ödeneklerinde keyifle harcanabilir ama devlet eliyle sanata harcama yapılmaz. Devlet eliyle yandaş iş adamlarına milyarlık ihaleler dağıtılır ama halk için sanat, kültür ve eğitim merkezleri kurulmaz. Devlet eliyle keyfî saraylar yapılabilir ama sanat yapılamaz. Devlet eliyle mehteran, 65 milyon liralık fetih şenlikleri, iktidar partisinin propagandası yapılır ama tarihsel, kültürel ve evrensel eserler sahneye konulmaz. Devlet halkın parasıyla halka baskı yapabilir ama halk için sanat yapmaz.

Son sözüm, AKP iktidarıyla birlikte, kültür ve sanatın tümüyle yok edilmek istendiği bir süreç başlatılmış; kültür, sanatın köklerine kibrit suyu dökülmüştür. Türk tiyatrosunun yaşayan en önemli isimlerinden Genco Erkal'ın deyimiyle "Bu Hükûmetin kültürle genel anlamda kan uyuşmazlığı var."

Sayın Bakan, dilerim ve arzularım ki önümüzdeki bir yıl içerisinde bütün bu söylediklerim tersine dönmüş ve sizin kültür ve sanata vermiş olduğunuz önem ve değerin pik yaptığı bir noktaya gelmiş olsun.

2018 yılının bütçesinin hayırlı olmasını diliyorum. Görevinizde de başarılar diliyorum.