KOMİSYON KONUŞMASI

LALE KARABIYIK (Bursa) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Sayın Bakan, ülkemizin -bildiğimiz gibi- yılda 500 milyar metreküp su kadar yağış aldığını biliyoruz; bunun yarısı buharlaşıp gidiyor, doğaya dönüyor, 160 milyar metreküpü denizlere, akarsulara, kapalı havuzlara dâhil oluyor. Yılda da yaklaşık 7 milyar metreküp su akışı olduğu bilinmekte. Ülkemizde tüketilebilir yer üstü ve yer altı su potansiyelimizin de yılda 112 milyar metreküp olduğunu biliyoruz. Şimdi, peki, "Kişi başına düşen yıllık kullanılabilir su miktarı ne kadar?" dediğimizde bunun da cevabı 1.500 metreküp yaklaşık. Yani kullanma ihtiyacımız yılda 120 milyar metreküp bu durumda ama su potansiyelimiz 112 milyar metreküp yani burada bir açık var. Tabii, nüfus artışı da devam etmekte. Bu durum da hesap edildiğinde 2030 yılında çoğu bölgede su sıkıntısı yaşanacaktır çünkü kişi başı kullanılabilir miktar bin metreküpe düşüyor olacak eğer hiçbir şey yapılmazsa ama bir taraftan da maalesef bazı yeraltı su potansiyelleri azalmakta çünkü incelenmeden, izlenmeden oralar tüketime açılıyor, küsüp giden su havzaları var. Yine, bazı su havzaları tarıma açıldığında kimyasal gübre veya tehlikeli diğer kimyasallar suya karışabiliyor, bu da sağlık için çok önemli tehditler oluşturuyor tabii. Yine, su havzalarımızın sanayi ve kentsel yerleşim bölgeleri hâline getirilmiş olması da bir başka sorun.

Şimdi "Türkiye'de su hakkının hukuksal boyutu nedir?" diye bakıyorum çünkü son derece önemli. Neden önemli? Türkiye'nin tüm bölgelerinde, hani akarsu bırakmayan hidrolik projelerine, yeraltı sularını, denizleri ve gölleri kirleten termik ve nükleer gibi enerji projelerine, maden ve taş ocaklarına, otoyol, köprü, geçit, alt geçit, tünel gibi birtakım projelere karşı bir kesim de bir ölüm kalım mücadelesi veriyor. Bunlar tabii ki yapılacak ama bir dengenin olması bu durumda önemli yani rant tehlikesi buralarda son derece artmış durumda ve tabii, her biri su ve toprak gasplarına neden olan bu projeler de su hakkı ihlallerine örnek olarak verilebilir aslında.

Şimdi, Türkiye'de, tüm bu hak ihlallerine karşı su hakkı kendine herhangi bir hukuksal zemin bulamamış yani birtakım yerlerde var, mesela Anayasa'da filan geçiyor ama su, insan hakkı olarak maalesef kabul edilmiyor mantıken hâlen, başta Medeni Kanun'da yer alıyor. Mesela "Herkes yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir." Benzer şekilde 56'ncı maddede herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu ifade ediliyor. Sağlıklı ve dengeli bir çevrenin olmazsa olmazı olan suya erişmek için kişinin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ayrılmaz bir parçası olduğu belirtiliyor. Aynı madde aynı zamanda "Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir." diyor ama mantıken baktığımızda çok da öyle olduğunu görmüyoruz yani yapılan uygulamalara baktığımızda. Bu konuda bir de 2011 yılında Orman ve Su İşleri Bakanlığınca hazırlanan ve kamuoyuyla paylaşılan Su Kanunu Tasarısı vardı. Tasarıda su hakkının adı çok fazla geçmiyordu. Geçen yine inceledim onu ben ve su varlıklarının korunmasına yönelik değil, hani biraz daha suyu kullanıma açacak düzenlemeleri içeriyordu, böyle bir de içeriğe sahipti.

Şimdi, Türkiye'de su hakkı ihlallerine yol açacak çeşitli yasalar ve düzenlemeler de birbiri ardına çıkıyor aslında ya da içeriği böyle oluyor, Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Yasa Tasarısı, Su Kanunu Tasarısı, Kentsel Dönüşüm Yasası, 2B Yasası, Nükleer Yasası, HES'ler için idari altyapı düzenlemeleri, büyük projeler için ÇED muafiyetinin getirilmesi, mühendis ve mimar odalarının denetim haklarının ortadan kaldırılıp denetim işlerinin özel şirketlere verilmesinin örneklerinde olduğu gibi. Hatta, madde 80 ve Varlık Fonu gibi düzenlemeler de sadece suyun değil, tüm doğa varlıklarının korunmasına aslında kısıtlama getiriyor bir anlamda. Bunlar da önemli diye düşünüyorum.

Türkiye'de uluslararası bir su hegemonyası kurma atılımlarının dışında, kentlerde de su hakkı ihlallerini görüyoruz aslında. Şimdi, ülkede kentlerin çoğunda şebeke suyu içilecek durumda değil ya da aynı iyi kalitede ya da lezzette değil. Vatandaş su içme ihtiyacını büyük oranda ambalajlı su satan şirketlerden sağlıyor, bu şirketler kazanıyorlar ama bu konuda iyileştirecek çalışmalar belki varsa da yeterli değil.

Yine, ambalajlı sulara dair araştırmalar, ambalajlı suyun musluk suyundan çok daha pahalı olduğunu ve birtakım, hijyen açısından da sağlıksız olduğunu bazı çalışmalarda... Her marka için demiyorum ama 2013'de damacana sularda yapılan bir araştırma vardı, mesela orada çok olumsuz şeyler ortaya çıkmıştı. Bunların çok dikkat edilmesi gereken noktalar olduğunu düşünüyorum Sayın Bakan.

Yine, şişe sularının satışı artarken çeşme sularının içilebilir nitelikte olması için ayrıca kamusal kaynakların oranını artırmak lazım, bu kaynaklar gittikçe azalıyor ve kullanılmıyor. Yine, tabii, burada belediyelerle ortak çalışmalara ihtiyaç var. Belediyelerin, her şeyden önce su altyapılarını yenileme ve onarma gibi faaliyetleri kamu kaynaklarını kullanarak gerçekleştirmesi gerekiyor ama tam tersine, Türkiye'de asbestli olduğu bilinen boruların bile hâlâ yenilenmediği onlarca şehir var, ilçe var. Tüm dünyada ve Türkiye'de yıllar önce yasaklanmış birtakım kanserojen maddeler var, her gün içtiğimiz sulara karıştığını söyledikleri yerler var, havzalar var; bunlar son derece önemli diye düşünüyorum.

Sorularım içinde de sorarım ama bir de bu ön ödemeli su sayacı konusu var, o konuda biraz su hakkı ihlali oluyor. O konuda da sizden bilgi almak isterim, o konuda neler yaptığınız konusunda.

Diğer taraftan, son on beş yılda Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde bir yapısal dönüşüm gerçekleşiyor, kalkınma sebebiyle olduğu ifade ediliyor, tamam, söylemiyle gerçekleşiyor ancak ya bazen KHK'larla bazen de torba yasalara bir madde ilave edilerek doğa özel sektöre altın tepside sunuluyor yani bunun örneklerini gördük. Şimdi "çevresel sürdürülebilirlik" diye bir kavram var ama bu kavram bile çok önemli değil bazı maddelere, bazı yasalara, bazı bütçelere baktığımızda. Zaten bu konuda bir tek sizin sorumluluğunuz yok Sayın Bakan yani birden fazla bakanın, işte Çevre Bakanlığı, Enerji Bakanlığı, herkesin sorumluluğunda. Genel bir strateji olmalı ama mesela dün biz Enerji Bakanlığının sunumunu izlediğimizde, enerjide arz güvenirliği, kaynak çeşitliliği, serbest piyasa koşullarına yer verildi, bu kavramlara yer verildi ama çevresel sürdürülebilirlik üzerinde pek durulmadı yani bu, bir tek bakanlığın yapması gereken şey değil tabii takdir edersiniz ki.

Şimdi, tüm bu yapılan çalışmalarda, torba yasalarda, bütçelerde çevresel sürdürülebilirlik şöyle dursun, hani ekolojik varlıkların sadece bir yatırım nesnesi olarak kodlandığını da görüyoruz yani sadece o gözle bakıldığını da görüyoruz. Hepsi için demiyorum tabii ama böyle olanlar var, bu tür bakış açısı ve kodlamalar yapıldığını da görüyoruz. Hani, doğal mekânlar ve sermaye birikimi arasında sanki bir ilişki kurmaya yönlendiriyor bu işler, biraz rant aracı hâline geliyor; buna dikkat çekmek isterim.

Başka bir noktaya da değinmek istiyorum: 2015 yılında Türkiye'de hava kirliliği ölçüm istasyonlarından toplanan verilere göre ulusal sınır değerlerinin 50 ilde, Dünya Sağlık Örgütünün standartlarına göre ise Çankırı dışında 80 ilde aşılmış olması, hani sağlıklı bir çevrede yaşama hakkımızın ne kadar önemli olduğunu gözler önüne seriyor. Diğer taraftan, Türkiye'de Büyükşehir Yasası yoluyla 30 ilde büyükşehir oluşturulunca böylece Türkiye'deki köylerin neredeyse yarısının tüzel kişiliği kaybettiğini biliyoruz. Köylülere ek vergiler geldi, köylü daha da yoksullaştı. Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu aracılığıyla 2005 ve 2015 yılları arasında 671 bin hektar tarım arazisi de tarımsal faaliyetler dışında kullanıma açıldı. Bunların hepsinin birbirleriyle ilgili olduğunu düşünüyorum Sayın Bakan. Aynı şekilde, haziran ayında üretim reform paketinde aynı mantığı gördük, aynı mantıktaki toprak politikaları üzerinde nasıl etki ettiğini görebildik. Zeytinliklerin, meraların ve kıyıların sanayileşmeye açılması gerçekten birdenbire oldubittiye getiriliyordu sanki. Şimdi, küçük çiftçi bu mantıkla sistem dışına itiliyor. Enerji, madencilik ve inşaat projelerinde tarım alanları, meralar, ormanlar, kıyılar bir yerde gasbedilmiş hâle geliyor bazı bölgelerde.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

LALE KARABIYIK (Bursa) - Tamamlıyorum, çok az kaldı.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Karabıyık.

LALE KARABIYIK (Bursa) - Teşekkürler.

Toprak, su, hava yaşamdan maalesef kopartılıyor, ki bunlar yaşamsal öneme sahipler. Mesela, İzmir'de Efemçukuru'nda altın madeni kaynaklı ağır metal kirlenmesi var, Trakya için önemli olan Ergene Nehri zehir kusuyor. İşte, Artvin örnekleri... Daha çok sayabilirim; Bursa'da da -benim ilimde de- benzer örnekler var. Bursa'nın diğer vekili arkadaşlarım da burada, onlar da bu konuda bilgi verecekler.

Son olarak, Çevre Komisyonuna gelen, Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı var. Bunu çok yakından izliyoruz çünkü bunun içerisinde riskli gördüğümüz maddeler var Sayın Bakan.

Bir de şunu göstermek isterim: Bu, şehirlerin halka açık yeşil alan yüzdelerini gösteriyor. Bakın İstanbul'un hâline. Bakın, Londra'nın yüzde 38,4'ü, New York'un yüzde 14'ü, Hong Kong'un yüzde 41'i, Berlin'in yüzde 14,5'u ama İstanbul'un sadece yüzde 1,5'u yeşil alana sahip; bunu da belirtmek isterim.

Teşekkürler.

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Karabıyık.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) - Efendim, yüzde 44'ü orman İstanbul'un.

LALE KARABIYIK (Bursa) - Ben park ve bahçeler olarak söyledim, ormanlar dışındaki yeşil alanlar olarak ifade ettim efendim. Biraz Çevre Bakanlığı açısından da söylemiş oldum.