KOMİSYON KONUŞMASI

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli Plan ve Bütçe Komisyon üyeleri, biz bu Komisyonda Millî Savunma Bakanlığı bütçesini konuşmaya başlarken bu bütçenin neye hizmet ettiğini bilen insanlar olarak ve bu bütçenin doğrudan doğruya ilgili olduğu bir kurumumuzu, Türk Silahlı Kuvvetlerini yani ordumuzu kesinlikle yâd etmeden ve onunla ilgili düşüncelerimizi söylemeden geçmeyiz. Diğer bütün teknik konuların hepsinden önde gelen bir olaydır bu ve burada da çok net bir şekilde hangi koşullarda olursa olsun, ne durumda olursa olsun, çıkan her şeye ve söylentilere karşın, ordumuza karşı duyduğumuz güvenin kalıcı olduğunu burada net bir ifadeyle söyleriz; bu birinci konu.

İkinci konu da, neredeyse yarım asrı geçmiş bir zamandan beri içerisinde bulunduğumuz bir savunma ittifakının NATO Komuta Yeri Tatbikatı'nda, cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ü ve Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı düşman hedefleri arasında sınırlandırılmasını da şiddetle kınıyoruz. Böyle bir ilkelliğin böyle bir kurumun içerisinde yaşanmış olmasını, özürle geçiştirilecek bir olay olarak da kesin olarak görmüyoruz.

Böyle tatbikatların hepsi, şurada oturan insanların çok iyi bildiği gibi kademeli olarak zaten kontrol edilir yani "Birisi yaptı, koydu, bitti." olayı değildir, yoktur öyle bir olay. Her kademede ayrı ayrı denetlene denetlene gitmesi, en son olarak da "Uygundur, tamam, bu hedefler dursun." denildiği zaman orada kalacak olan hedeflerdir. Dolayısıyla, bu olayın gerçek niteliğinin ve gerçek nedenlerinin ortaya çıkarılabileceğini bekliyoruz, umuyoruz. O olaylar ortaya net olarak çıkarıldıktan sonraki tepkimiz de çok daha farklı olacaktır.

Değerli milletvekilleri, belki hepinizin bildiği, ünlü Çinli komutan, filozof, askerî bilge Sun Tzu diye bir bilge kişi var. Bu komutanın neredeyse bütün askerî stratejilerde kullanılan bir deyimi: "Başkasını ve kendini bilirsen yüz kere savaşsan tehlikeye düşmezsin. Başkasını bilmeyip kendini bilirsen bir kazanır, bir kaybedersin. Ne kendini ne de başkasını bilmezsen her savaşta tehlikedesin." der. Askerlikle pek ilgisi olmayan birisi olarak ben hemen buna bir cümle daha eklerdim diye düşündüm açık söylemek gerekirse: "Başkasını bilir ancak küçük çıkarlar adına bilmezden gelirsen de zaten asker değilsindir." Sonra "Ya, bunu niye eklememiş acaba ünlü düşünür Sun Tzu?" diye düşünüyorsunuz. Hemen fark ediyorsunuz ki "Zaten gerçek asker hiçbir zaman küçük çıkarlar adına o tür ilişkilerin içerisine girmez, bunu söylemeye gerek yok." diye düşünürsünüz.

Şimdi, değerli arkadaşlar, başkasını ve kendini bilme yükümlülüğü sadece dış düşmanlar için değildir, esas belanın iç demokrasi düşmanlarından geldiği gerçeğini de asla göz ardı etmemek gerekiyor. Hele bu insanları bilme ve kurumları temizleme yükümlülüğü gerçek anlamıyla yerine getirilmediği zaman da bu tehlike bitmiyor, devam ediyor. Hele bunun bitirilmemesi ve sürekli olarak fıkır fıkır kaynayan bir kazan gibi toplumun ortasında bulunması da toplumdaki bütün üretim değerlerinin hepsini, etik değerlerin hepsini törpülemeye başlıyor. Hele bir de bu geçmişimizde, kısa geçmişimizde hatta, bu kurumlarda Kumpaslarla, Balyozlarla, Ergenekonlarla yurtsever subaylar tasfiye edilip de oralarda alan boşaltılırken bu olaya da sessiz kalınmışsa bu konudaki endişe daha da fazla büyüyor. Bu olayların bir an önce bitirilmesi ciddi anlamda değerli bir hâle geliyor.

Değerli arkadaşlar, biz şu anda mensupları içerisinden 150'si general -biraz önce Sayın Bakanın verdiği rakamlar bunlar, yuvarlayarak söylüyorum- 4.600'ü subay olmak üzere 8.570 tane ihraç edilmiş personeli, 16.900 de ilişiği kesilmiş yani geleceğini güvence altına alacak olan personelini kaybetmiş bir ordunun bütçesini görüşüyoruz dolaylı olarak, Millî Savunma Bakanlığıyla birlikte. Daha sonra da bu eğitim kurumlarını büyük bir hızla kapatıyoruz, Millî Savunma Üniversitesi diye bir üniversite açıyoruz.

Değerli arkadaşlar, olağanüstü hâl, olağanüstü hâlle ilgili tanımlamalar, özellikle böyle bir alçak darbe teşebbüsünden sonra yürürlüğe konulmuş ve Anayasa'ya uygun bir şekilde yürütülüyorsa haklılığını ortadan kaldıracak eylemlerde bulunmaması gerekir diyoruz. Gerçekten de Türkiye, böyle bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kaldı, yüzlerce şehit verdi, binlerce yaralı verdi, demokrasisi zedelendi ancak sağlam durdu; yeniden kendisini toparlamaya çalışıyor ama bu arada yaptığımız düzenlemelerin büyük bir kısmı ciddi anlamda geleceğimizi tehlikeye atar nitelikte görülmeye başlandı. Sayın Bakanın konuşmasında net olarak var, "Binlerce yıllık köklü geleneğe sahip askerî kurumlarımızı temelden sarsmak..." Eğer oradaki örgütlenme ve darbe teşebbüsüne kadar gelen süreç bu kurumları, binlerce yıllık geleneği olan bu kurumları sarsmak amacıyla da oraya yerleşmiş ise burada yapılacak olan olay, binlerce yıldan beri geleneğini oluşturmuş, eğitim kurumlarını oluşturmuş ve bununla ayakta kalmasını becermiş, hatta Osmanlı'dan sonra yok olmuş olan bir imparatorluğun üzerine yoksul bir milletin sırtında, ama buralarda yetişmiş insanların öncülüğünde bir Kurtuluş Savaşı verebilmiş ise bu binlerce yıllık geleneğinizi siz bir olağanüstü hâl kararnamesiyle ortadan kaldıramazsınız, buna hakkınız yok. Zaten Anayasa diyor ki: "Olağanüstü hâl kararnameleriyle ancak gelecekte de hükmü olmayan, geçici olarak o dönemde geçerli olacak düzenlemeler yapılır." Bu kararnamenin daha sonradan kanun hâline gelmiş olması aslında bu değerlendirmeyi değiştirmiyor, Mecliste büyük bir hızla görülerek olması... Bu kadar, bin yıllık bir kurumu siz değiştirmeye çalışıyor iseniz veya değiştiriyor iseniz bunun gerçek anlamıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisinde konunun ilgilileriyle beraber, onların da katıldıkları ihtisas komisyonlarında uzun uzun tartışılması ve yerine gelecek olan kurumun sağlıklı olarak oluşturulmasıyla olur. Kaldırdık, Millî Savunma Üniversitesini kurduk.

Şu anda ben itiraf ediyorum: Bu sistemin nasıl işlediğini gerçekten çözemedim hâlâ. Bu ne? Bu gerçekten ne? 29 Ekimde o "harp okulu öğrencileri" diye yürüyenleri görünce yüreğim parçalandı.

Değerli arkadaşlar, askerlik sıradan bir eğitim değildir. Askerlik belirli bir süreden sonra verilmiş olan birkaç tane temel kalıpların öğrenilmesi ve dünya teknolojisinin de öğrenilmesi değildir. Hem fiziki olarak hem bilinç olarak insanların eğitilmesidir. Gönül istiyor ki dünya asla bu şekildeki savaşçılara gereksinim duymasın ama dünyanın kuralı bu. Sizin Millî Savunma Bakanlığımız olarak bu ülkeyi savunma yükümlülüğünüz var, projelerini yapma yükümlülüğünüz var ve bu konuda görev alacak insanları da yetiştirme yükümlülüğünüz var. Alacaksınız, fiziki olarak eğiteceksiniz. Ayrıca gereken bütün bilgilerin hepsini o insanlara vereceksiniz. Hem fiziki hem de düşünsel olarak gerçek insanlar ve savaşçılar yaratacaksınız. Millî Savunma Bakanlığı bu. Yoksa üniversiteye insan seçer gibi sınav yapıp da "Sizleri seçtik." demekle bu olay olmuyor. Bu işin kuralı, bütün dünyanın uyguladığı kural, sınavla alacaksınız, fiziki durumlarını ve ölçülerini de göz önünde bulunduracaksınız; yatılı olarak belirli bir disiplin içerisinde belirli bir eğitimle yetiştireceksiniz. Olay bu. Bunu sıradan diğer üniversitelerle bir tutamazsınız. Sıradan üniversiteler gibi sadece ve sadece kare işaretleyerek girilecek bir üniversite olarak göremezsiniz. Gereksinmeleriniz çok büyük. O nedenle de Millî Savunma Bakanlığının, bu konudaki, özellikle millî orduya eleman yetiştirme konusundaki binlerce yıllık geleneğini de göz önünde bulundurarak bu kurumları yeniden gözden geçirmesi gerekiyor. Olağanüstü hâl nedeniyle altından kalkılamayacak ağır durumları bilemezsiniz tabii ki. Dolayısıyla geçici olarak bu kurumların belirli bir süre için eğitimlerinin hepsini durdurabilirsiniz, bütün öğrencilerini de ayırabilirsiniz, ona da itirazım olmaz. Kurunun yanında böyle durumlarda yaş da yanar. Yansın. Ama ondan sonra daha önceki hataları tekrar etmeyecek bir sistemle beraber bu olayın üzerine gidersiniz. Bu olay kimsenin gizlisi, saklısı falan değil ki. Bu okulların ele geçirilme çabalarının -geçen sene de konuştuk burada- hiç yabancısı değil ki buradaki insanlar. Aileler kıyameti koparmışlar "Çocuklarımıza mobbing uygulanıyor." diye. Gelmişler, Meclisin Dilekçe Komisyonunu tırmalamışlar, yüzlerce, binlerce dilekçe verilmiş; bunlar, gidilmiş, tespit edilmiş yerinde ama bütün bunlara rağmen olmuş. Başkasını bilmeme olayı değil bu olay. Başkasını bilmeme olayı değil. Başkasını artık biliyorsunuz orada, nereye doğru gittiğini de görüyorsunuz. O durumda buna bir şey yapılmamış. Şimdi bu kurumların hepsi, esas binlerce yıllık bir kurumu yok etme çabası belki de bu olayla sonuçlanmış oldu. Nasıl kapatacaksınız bu süredeki açığı? İnanılmaz bir endişeyle, bazen geceleri rüyalarıma girdikten sonra kalkıp da kan ter içerisinde düşündüğüm bir olay bu. Bu benim düşüneceğim bir olay değil, benim kâbusum bu. Yani çocuklarımın ve torunlarımın kâbusu. Söylediğim olay bu. O nedenle bunu müthiş şekilde önemsiyorum. Bir olağanüstü hâl kararnamesiyle bu şekilde değiştirilmiş olan subay yetiştirme politikamızın olduğu gibi bitirilmesini kesinlikle kabul edemiyorum.

Daha önceki kapatılmış okulların listesine bakıyorum. Yani neredeyse bir buçuk sayfa tutan bir liste. Harp okulları, Kara Harp Okulu, Hava Harp Okulu, Deniz Harp Okulu, askerî liseler, astsubay meslek okulları, astsubay hazırlama okulları, enstitüler kapatılmıştır. Ha bunları şimdi yeniden üniversitenin içerisinde bir şeyler olarak falan açacaksınız ama söylemeye çalıştığım olay o değil. Lafla kurulmuş olan kurumlar değil. Bu kurumların bin yıllık geçmişi varsa, bin yıldan beri bu devletin bekasının temel unsurlarından birisi olmuş ise bu kurumları bir kalemde kapatmamak gerekir. Yani bu kurumları yeniden ayakta tutabilecek insanımız hem kendisini bilen hem onları bilen insanımız yok mu bizim? Daha önceki kurumların içerisinde sadece personel ve öğrenci olayı ise bu, seçenler yanlış, seçilenler yanlış ise seçenleri değiştirdiğiniz takdirde veya seçenleri yurtseverler arasından seçmeyi başardığınız takdirde bu olayı bitirirsiniz. Bunu müthiş şekilde ben önemsiyorum. Hatta buradaki bütçe görüşmelerinden çok çok daha fazla önemsiyorum Sayın Bakanım. Yani şuradaki cümlenizi gördüğümüz zaman hassasiyetinizi de görerek bunun bu şekilde olmasının, yeniden değerlendirilmesinin önemine bir defa daha değiniyorum. Askerî eğitimin masabaşı eğitim olmadığını, hem beden hem de fikren bir eğitim olduğunu, bunun bir savaşçı yetiştirdiğini kabul etsek de etmesek de fikren ve dolayısıyla da bunun sıradan eğitim kurumları gibi eğitimler veren kurumlar hâline dönüştürülmemesinin önemini bir defa daha belirtmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, özgün savunma sanayi kurma kapasitesiyle ilgili çalışmalarımız, burada üzerinde pek fazla konuşmaya gerek yok ama istediğimiz zaman neler yapabileceğimizi ortaya koyan somut olaylar. Görüyorsunuz neler yapabiliyorsunuz. Daha önceki yıllarda SAGE'nin yapmış olduğu füzeleri şu anda savunma sanayi üretiyor, Roketsan üretmeye başlıyor, devam ediyor bunların hepsine. Ama yani şu savunma füzelerini, ta 2019 yılında teslim edilecek olan bu füzeleri bu teknoloji ve bu bilgi birikimine sahip insanlarla biz üretemez miyiz? Ben üretebileceğimizi somut olarak gördüm, "Yaparız." diyorlar. Sadece bununla ilgili ödenek, bununla ilgili olarak olanak yani yapıldığı zaman alınacağına ilişkin olarak "Savunma Sanayii Müsteşarlığı 'Tamam, ben bunları alıyorum.' desin, bitti olay." diyorlar. Bunu yapmak zorundasınız zaten. Şu anda çevrilmişsiniz hem terörle -ciddi anlamda terörle- hem de bir ekonomik ambargoyla. Bana göre, bunlarla ilgili olarak uygulanan ambargo bir silah ambargosu falan değil, bakmayın, ciddi anlamda da çevrilmişsiniz. Ne yapacaksınız? Kendinizi neyle savunacaksınız? Yapabiliyor musunuz? Yapıyorsunuz. Geliştirmiş misiniz? Evet, geliştirmişsiniz hem de TÜBİTAK'a bağlı bir kurum tarafından geliştirilmiş. Şurada, hemen Ankara'nın dibinde. Uygulamışsınız, şu anda kullanılıyor. Dünya ülkeleri gelmişler "Ya bu konuya, bu işin içerisine biz de katılalım, iş birliği yapalım." demişler.

Peki, şu anda o kurumlar, TÜBİTAK'taki bu FETÖ örgütlenmesi nedeniyle ta oralara kadar sızan insanlar oraların bütün kodlarını, şunlarını bunlarını birilerine taşıdılar diye onların üstüne toprak mı dökeceğiz şimdi? Bunun olduğunu biliyoruz ama bunların üstüne toprak dökmek veya bunları toprağa gömmek gibi herhangi bir şeyimiz olamaz. Yeniden başlayacağız, günde sekiz saat çalışılıyorsa ki onlar asla sekiz saat çalışmazlar, on-on altı saatten aşağı çalışanını görmedim ben onların. Bu devletin bütçesinin krizde olduğu, ekonomisinin krizde olduğu dönemlerde bile oralara destek sağlanabildi, bunu göze alanlar oldu. O nedenle, sürekli olarak dışarıdan bir şeyler alma çabasının yerine şu potansiyeli ciddi olarak çalıştırmaya başladığınız andan itibaren bu olayınızı siz büyük ölçüde halledersiniz.

Burada, Savunma Sanayii Müsteşarlığıyla ilgili olarak ona eklenmiş olan Savunma Sanayi Destekleme Fonu 2016 Düzenlilik Denetim Raporu'na bakıyorum, kaynaklarına ve kullanım yerlerine bakıyorum ve birdenbire insanın yüreği acıyor Sayın Bakanım. Savunma Sanayi Destekleme Fonu'nun faaliyet alacakları 8,3 milyar lira gözüküyor 2016 yılı sonu itibarıyla. Bir taraftan bu sorun var, bir taraftan kaynak yok, Savunma Sanayi Destekleme Fonu'nun alacakları 8,3 milyar; daha sonra bir de Varlık Fonu'na da borç veriyor. Savunma Sanayi Destekleme Fonu'nun işlevi bu mu? Tam tersine burada "alınan avanslar" yazması gerekiyordu ve "verilen avanslar" yazması gerekiyordu. "Bu harcamalarla ilgili olarak ayrılmış, tasarruf edilmiş ve özel olarak aktarılmış miktarlar." denmesi gerekiyordu. Dolayısıyla, siz bütün bunların hepsini üretecek, savunmanızı güçlü bir hâle getirecek, bölgenizde istikrarlı ve kendisine güvenilir bir ülke hâline getirmek istiyorsanız "O füzeyi vermedi, ben bundan aldım, şundan aldım." olaylarından önce önümüzde, gerçekten önümüzde bu olay. Açın şu insanların önünü; şu andakileri değil güvenmediklerinize en küçük bir tereddüt varsa zerre kadar bir şey itibar etmeyin ve emanet de etmeyin. Ama oralardan uzaklaştırılmış insanlara bakın. Nitekim orduda yapıyoruz bunu, onları buluyoruz, getiriyoruz, çalıştırıyoruz. Bu insanların hepsinin koşarak geleceğini göreceksiniz, gelirler, hiç tereddütsüz gelirler. Çünkü bu insanlar kendileri için herhangi bir şey falan istemeden oralarda çalıştılar. Ne bu yaptıkları işler nedeniyle 5 kuruş prim aldılar ne de "Bunları bir yerlere satarız." diyerek uğraştılar. Bu iki olayın birlikte değerlendirilmesini müthiş şekilde önemsiyorum.

Son olarak, bir konuya değinerek bitirmek istiyorum bu olayı: En son, ordunun levazımının gereksinimiyle ilgili olarak ortaya koyduğunuz proje, bir önceki seneye göre ehvenişer. Şunu kabul edemiyorum: Yani daha önceden levazım sınıfıyla beraber ordunun her türlü gereksinimini görmüş olan bir sınıfımız varken şu anda yemek firmalarından yemek tedarik ederek ayakta kalmaya çalışan ordu ve birlikler kavramını kabul etmiyorum, yok böyle bir olay. Bir yerlerde pişirilecek, süslü süslü kamyonlara konulacak, tıngır mıngır bunların peşlerinden getirilecek, yemek dağıtılacak. Getirilen tavukların hepsi de ikide bir bu insanları zehirleyecek. Onlar zehirleniyor diye dönüyoruz dolaşıyoruz yine yemek fabrikalarına geliyoruz. Yemek fabrikaları bunları tedarik etsin bunlardan. Sayın Bakanım, bunların kalitesinin sürekliliği ve güvencesi diye bir olay yoktur. Sizin kendi ordunuzun içerisinde almış olduğunuz...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - ...bütün önlemlerin hiçbirisini bunlar alamazlar zaten, isteseler de alamazlar. Öyle bir masrafın altına girerlerse de zaten bu defa size asla istediğiniz fiyatlarda yemek memek bir şey veremezler. O nedenle, bu şekildeki gıdalarla, hele özellikle yapay kimyasallarla doldurulmuş koruyucuların içerisine doldurularak askerlere veriliyor, bozulmasın, kokmasın, bir şey olmasın diye. İçerisindeki yapay koruyucu miktarına bakın yeter o. Bu konuda bir denetimin yapılmadığını biliyorum. Yemek veriliyor, içerisine koruyucu olarak ne dolduruyor bunlar? Tavuk veriyor, tavuklar herhangi bir şekilde kokmasın veya kokusu belli olmasın diye ne veriyor? Kaldı ki zaten tavuğu yeniden korumaya gerek yok. O tavukların yüzde 90'ı otuzuncu günde kesilmezse otuz dördüncü günde kendiliğinden ölecek yaratıklar. Bunlarla falan asker beslemek olmaz, bunlarla beraber ordu beslemek olmaz. O nedenle, levazım konusunu bir kere daha değerlendirmekte büyük yarar var. Askerî okullarla ilgili olarak değerlendirmeyi bir defa daha yapmakta yarar var.

Son olarak da Gülhane Askerî Tıp Akademisiyle ilgili geçen yıllarda yaptığım değerlendirmeyi yapacağım. Savaşan insanların, savaşta yaralanan insanların, savaş psikolojisiyle darmaduman olmuş insanların; sıradan insanlarla, normal yaşayan insanlarla, bu psikolojik durumlarla karşı karşıya kalmayan insanlarla aynı hastanelerde aynı sıralara girerek tedavi edilmeleri diye bir kavram yok. Bu kadar insan savaşıyorsa bu kadar insan yaralanıyorsa bırakın da o kendi özel koşulları içerisinde uzmanlaşmış olan insanlarla tedavi edilsin. Birazcık da farklı bir muamele görsünler ne olur ki? Madem böyle bir kurum kuruyorsunuz almayacaksınız insanların elinden bazı olanakları. İnsanları sıradanlaştırarak özel olarak eğittiğiniz insanların, o özellikleri nedeniyle kendilerinin hiçbir ayrıcalığa tabi olmayacağını onlara göstermekten ne kazancınız olabilir ki? Burada şehit aileleri ve gazi yakınları, gazilerle ilgili olarak sürekli olarak ayrıcalık yaratıyoruz. Ee o zaman?

Değerli arkadaşlar, bütün bunların hepsi, toplumda ayrı bir sınıf yaratmak ve o sınıfı o toplumun dışında tutma anlamına kesin olarak gelmez. Geçmişte bu çok rahatlıkla yürütüldü. Bu sınıfla yani savaşan insanlarla, askerler ile toplum iç içe gayet rahat bir şekilde yürüdü. Asıl bundan sonra sorun olmaya başlayacak. Bir terör örgütünün amacı bu değilse bile böyle bir amacı sağlayabileceğini bilse sizi temin ederim bunları yapardı. Başarısız olmayı göze alarak bunu yapardı.

Yeniden, çok daha sağlıklı ve güvenlikli bir şekilde, sadece silahlardan ve asker güvenliğinden konuşmayacağımız, ülkemizin savunmasıyla ilgili farklı projeler konuşacağımız bir bütçeyi diliyor, bütçenizin hayırlı olmasını temenni ediyorum.

Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Temizel.