KOMİSYON KONUŞMASI

MEHMET ALİ PULCU (İstanbul) - Çok teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bu vesileyle Komisyon olarak toplandığımız için ben de memnuniyetlerimi belirteyim, arkadaşların hepsine de teşekkür ediyorum.

Tabii, ilginç bir tarihsel süreci yaşıyoruz. Lafı uzatmayacağım ama Wallerstein diye bir düşünür var, yaklaşık beş yüz senedir süren kapitalist sistemin tıkandığını, bu tıkanıklığın bütün dünyada sürdüğünü, makul bir yol bulunmazsa -bunları 1990-1995 yıllarında yazıyor- dünyanın sert bir sürece gireceğini ve evrileceğimizi ama evrileceğimiz sürecin şimdikinden daha iyi olmayacağına ilişkin biraz karamsar kanaatleri var. Dolayısıyla ABD'deki gelişmeleri, Avrupa Birliğinin değişmesini, 1990'lardan sonra yeni bir evreye girdiğimizi düşünürsek biz de bunlardan etkileniyoruz ve çok ilginç bir jeopolitik konum da yaşıyoruz. Bu sıkıntıları inşallah beraberce aşacağız.

Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye, II. Mahmut'un orduda yenilik yaptıktan sonra koyduğu isim bu, "Muhammed'in muzaffer orduları." Bu ismi koymak zorunda kalıyor Hüsnü Bey çünkü ilk sefer, Cemil Meriç üstat "Atlas bir kumaş gibi keserdik, biçerdik kıtaları." diyor. Tabii, biz atlas bir kumaş gibi kesiyoruz ama bunun karşı tarafta da ciddi bir endişe yarattığını görmemiz lazım. O muzaffer ordular bir müddet sonra yetersiz kalmaya başlıyor. Dolayısıyla bütün ülkelerin modernleşmesi Silahlı Kuvvetlerden başlıyor, biz de bunu başlattık II. Mahmut'la. Fakat Batı tipi bir modernleşmeye geçtiğimiz için kamuoyunu etkilemek için II. Mahmut "Muhammed'in muzaffer orduları" koymak zorunda kalıyor çünkü kendisi biliyorsunuz "gâvur padişah" olarak anılan bir padişah, fesi getiriyor ki fes sonra Osmanlı'nın sembolü olacaktır, hâlbuki bir modernleşme hareketidir, pantolon giyiyor. Dolayısıyla bizim geride kalmışlığımızı telafi etmemizin gayretleri çok uzun zamandır sürüyor. Bu tartışmaların altında da bu tarihsel sürecin olduğunu hepimizin görmesi lazım. Neticede, biz cumhuriyetle beraber yeni bir evreye geçiyoruz, küllerimizden doğduk fakat millet ile devlet bürokrasisi arasında aşamadığımız bir sıkıntı da her zaman oldu. Bu aşamadığımız sıkıntı derken geçen Dursun Bey'le -kendisine de geçmiş olsun diyorum- konuşmuştuk. Ben 58 küsur yaşındayım. Bu tür tartışmalarda bilinçaltımızda süren fakat dile getirmediğimiz hassas meseleler var. 1960'ta doğdum, bir darbe, başarılı bir darbedir. 1971, başarılı bir muhtıradır, 11 yaşındayım. 1980, 20 yaşındayım, başarılı bir darbedir. Murat Bey de çok güzel ifade etti, hepsinin arkasında emperyal güçler vardır çünkü Türkiye kendi başına bırakılmayacak bir ülke olarak gözüküyor. Tarihte altı yüz sene imparatorluk kurmuş 100 tane devlet yok, 5-6 tane var, 1'i biziz ve tekrar güçlenme ihtimalimiz, potansiyelimiz çok yüksek. Dolayısıyla doğdum, 10 yaşındayım, 20 yaşındayım, darbe, 1998'de tekrar bir şeyle karşı karşıya kaldık, 2007, 2016 yani 58 yaşına kadar on senede bir başımıza bir sıkıntı geldi. Dolayısıyla bunları konuşurken bu backgroundla konuştuğumuzu bilmemiz lazım. Şunu arzu ediyoruz: Güçlü ordusu olmayan bir devlet ayakta kalamaz, bu coğrafyada hiç kalamaz dolayısıyla ordumuzun güçlü olması lazım. Fakat bu ordu bürokrasisi ile millet arasındaki gerginliği de bir şekilde aşmamız lazım ki komisyonlarda bunu görüyoruz, TBMM'de bunu görüyoruz, çok şükür çok farklı kanaatlerde olsak bile her konuda anlaşmak zorunda değiliz fakat nezaketi, kibarlığı elden bırakmadan farklı görüşleri tartışıyoruz. Ben onun için Hüsnü Bey'in "Bu meseleleri konuşuyor olsaydık." talebini çok olgunlukla karşılıyorum, çok teşekkür ediyorum kendisine. Dursun Bey'in de "Geçmişte olduğu gibi bir darbe arzusu olmadığını biliyorum." cümlesine de teşekkür ediyorum. Şunu da teslim etmemiz lazım: Türk Silahlı Kuvvetleri darbe yaptı, evet, seçilmiş hükûmetler karşı fakat işlerin ayarlandığı zamanda, darbeden mümkün olduğu kadar kısa zaman sonra tekrar demokratik değerlere döndü, onu da biliyoruz hepimiz. 1960 çok başarılı bir darbe olmasına rağmen değil mi?

ÖMER ÜNAL (Konya) - Kafasına da esince muhtıra verdi.

MEHMET ALİ PULCU (İstanbul) - Evet, doğru.

Şöyle: Şimdi, Avrupa'da kavga farklı, Türkiye'de farklı oldu. Lafı uzattım ama bütün bu backgroundlar konuştuğumuz için...

MUSTAFA HÜSNÜ BOZKURT (Konya) - Çok uzamadı, bence en yararlı konuşma bu. İzin verirseniz iki katkıda bulunmak isterim.

MEHMET ALİ PULCU (İstanbul) - İki katkıda bulunmak isterken benim sizden şöyle bir beklentim vardı, en sona bırakmıştım ama şimdi söyleyeyim: O seçim öncesi İzmir'e dökme meselesi hususunda başta bir en azından nezaketen özür dilersiniz diye bir bekledim.

MUSTAFA HÜSNÜ BOZKURT (Konya) - Tabii, tabii, şimdi onu da söyleyeceğim. Yok, tam tersine, ben sizlerden özür bekliyorum başta Cumhurbaşkanınız olmak üzere, gerçekten.

MEHMET ALİ PULCU (İstanbul) - Tamam, bunu konuşalım.

MUSTAFA HÜSNÜ BOZKURT (Konya) - Cumhurbaşkanınız, grup başkan vekilleriniz, Konya milletvekilleriniz olmak üzere hepinizden o konuda özür bekliyorum. Madem konu geldi, Başkanım izin verirse sizden sonra söz almak isterim.

MEHMET ALİ PULCU (İstanbul) - Peki, şöyle bağlayayım: Bu meseleleri inşallah aşacağız, olağanüstü bir süreçteyiz, çok tatsız bir evreyi geçirdiğimiz belli. Komisyondan bahsettik, TSK'dan bahsettik, tarihten bahsettik, bahsetmediğimiz tek mesele kaldı, ben sadece o hususu belirtmek istiyordum ama kayıtlara geçsin diye bu konuşmayı yaptım. Burada vatandaşın vatandaşlık bilincinin gelişmesini de muhakkak kayıt altına alalım.

Ben de o geceyi köprüde geçirdim, saat birde köprüye vasıl olduk, dört buçuğa kadar köprüde kaldım, yanımda 5 veya 6 kişi vuruldu, akıbetlerini bilmiyorum çünkü çok kahraman adamlar onları taşıdılar. Elimde bazı video görüntüleri var, vermedim mesele unutulsun diye. Aslında verip vermeme... Hâlâ saklıyorum çünkü çok ağır yaralı insanlar. Orada şunu gördüm: 80-90 yaşındaki insanlar, 17 yaşındaki delikanlılar hep beraber "İrademizi çiğnetmeyiz." diye çok ciddi bir kararlılık gösterdiler.

"Kurmay aklı olsaydı darbe başarılı olurdu." gibi, sizin cümlenizi söyledim, "Kurmay aklı böyle çalışmaz." "Kurmay aklı böyle çalışmaz." cümlesinden şöyle bir okuma da yapabiliriz Hüsnü Bey: "Kurmay aklı derli toplu çalışsaydı bu darbe başarılı olurdu." gibi okuyabiliriz.

MUSTAFA HÜSNÜ BOZKURT (Konya) - Zaten, niyete bağlı okumalar yapıldı.

MEHMET ALİ PULCU (İstanbul) - Tabii, paranteze alarak söylüyorum, böyle bir okuma yapabiliriz, bu mümkündü fakat ben o gece bu teşebbüse kalkışan insanların vatandaşın topyekûn ayağa kalkacaklarını hesap ettiklerini düşünmüyorum, bunu gördük.

CHP'li arkadaşlara bahsedeyim: Haber alınır alınmaz bizim teşkilatlardan arkadaşlar blok olarak teşkilatlara aktılar, değil mi? "Sokağa çıkın." çağrısı olmadan bütün Türkiye'de -yazışmalar var- herkes bulunduğu teşkilatlara aktı, "Ne yapalım? Bir, Cumhurbaşkanımız hayatta mı? İki, nasıl davranırsak memleket hayrına davarınız?" diye çok olgun bir tavır gösterdiler, "Sokağa çıkın." emriyle beraber de herkes sokaklara döküldü. Ben, Çamlıca Köprüsü'ne gittiğim zaman ilginç bir şekilde köprü kapanmış, polislerle burun buruna geldik yani benden bir ileride bir ikinci araç yok ama benim aracım siyah bir araç değil, beyaz bir araç, doktor olduğum için beyaz bir aracı tercih etmiştim. Yanımdaki delikanlıya da dedim: Ben diş hekimiyim. Ankaralı filan değiliz. Benim danışmanımdır. Hikâyeyi böyle anlat. Ankara'yı aradım "Polis ne tarafta?" dediler ki: "Bilmiyoruz fakat milletvekili olduğunuzu asla söylemeyin, 'Vur.' emri var, hatta araçtan inip mümkün olduğu kadar uzaklaşın." Fakat vatandaş bizi bırakmadı. Şöyle oldu Hüsnü Bey: Yirmi dakika kadar geçtikten sonra -bunları kayıtlara geçsin diye söylüyorum, vatandaşı hiç konuşmadık burada- herkes arabalarından indi ve dedi ki: "Cumhurbaşkanı 'Alanlara inin.' dedi, siz ne hakla bizi tutuyorsunuz?" Ben de o yirmi dakika içinde polisin tavırlarından, hareketlerinden darbe taraftarı olmadıkları bilgisini edindim. Vatandaşın bana verdiği cesaretle indim, konuştum "Niçin kapattınız?" Yolu açtırdım, evle konuştum. Hüsnü Bey, evden dediler ki: "Sokağa çıkalım mı?" Bir hafta sonra kızımın düğünü vardı, bir hafta sonra. Ben şimdi baba olarak şaşıyorum, arkadaşlarla konuşuyoruz, bugün olsa müsaade eder miydim? Etmezdim. Fakat o gece olağanüstü bir hâletiruhiye içine girdik. Ben hanıma dedim ki: Çıkabilirsiniz ama dönmeme riski var çünkü vatandaşa ateş açıyorlar. Kızım ve hanım da vatandaşla beraber sokağa çıktılar. Bir hafta sonra düğünlerini yaptık çok şükür. Köprü üstünde kendimi en rahat hissettiğim zaman, İstanbul il teşkilatından genç arkadaşların orada olduğunu gördüm. Dedim: "Kaç kişi buradasınız?" Dediler ki: "Ağabey, 250 kişiye haber verdik, benim gördüğüm 250 kişi de burada. 250 kişiyle haberleştik tamamı köprüde." Gençlik teşkilatımızın yaşları 17 ile 25 yaş arasıdır. Onları gördükten sonra şarjlar bitti, ben de aradım: "Köprüdeyiz, başımıza bir şey gelirse köprüde arayın." Fakat vatandaşın o desteği olmasaydı ne polis engel olabilirdi ne de bu işe kalkışanlar endişe duyarlardı. Ama şunu da teslim etmemiz lazım: TSK içinde darbeye karşı olan bir kanat olmasaydı, onlar da engellemeselerdi vatandaşın bu kahramanlığı ve polisin kahramanlığı işe yaramazdı. Dolayısıyla, tarihî backgroundu anlattım. Orada, TSK içinde bu harekete karşı olan bir ekip, vatandaşın kararlılığı ve polisin dirayeti sayesinde bu badireyi atlattık fakat hadiseyi planlayanlar sadece darbede başarılı olmayı düşünmemiş olabilirler -burada da Hüsnü Bey haklı- ondan sonra oluşacak karışıklık ve Türkiye'nin içiresine gireceği sirkülasyonu da hesap etmiş olabilirler.

Ben, Hüsnü Bey'in uyarılarını, Dursun Bey'in uyarılarını "Bundan sonrası için neler planladıkları hususunda dikkatli olalım, mümkün olduğu kadar demokratik kurumları derinleştirelim." olarak anlıyorum. Bu hususta da kendilerine teşekkür ediyorum.

Teşekkür ederim. Uzun konuştum ama ilk girişti. Sağ olun.