KOMİSYON KONUŞMASI

MUSA ÇAM (İzmir) - Sayın Başkan, Sayın Bakan, kamu kurum ve kuruluşlarının saygıdeğer yöneticileri, basınımızın değerli temsilcileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Yirminci günü bugün Plan ve Bütçe Komisyonumuzun ve bu akşam 2018 yılı bütçesinin müzakerelerini sonlandırmış olacağız.

Bugün, aynı zamanda, 24 Kasım Öğretmenler Günü. Başta Başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm eğitim emekçisi öğretmenlerin Öğretmenler Günü'nü kutluyorum. Sayıları 1 milyon 100 bine yaklaşan öğretmenlerimizin büyük bir bölümü çok zor koşullarda çocuklarımızı eğitmeye çalışmaktadırlar. Hem eğitim sistemimizin hem de öğretmenlerimizin birçok sorunu var. Türkiye'nin geleceğinin, tüm bu sorunları çözebilirsek aydınlanacağına da inanıyorum.

Türkiye gerek siyasi gerekse de ekonomik olarak çok zor bir dönemden geçiyor. İktidarın, ABD ve Avrupa Birliğiyle siyasi ilişkileri iç politikaya malzeme sağlamak amacıyla gerdikçe germesinin faturası Türkiye ekonomisine, dolayısıyla Türk halkına çıkıyor. Türkiye ekonomisi, sadece ekonomi yönetiminde yapılan yanlışların değil, aynı zamanda AKP'nin yıllardır sürdürdüğü yanlış dış politikanın da ipoteği altına girmiş durumdadır. Ekonomide bu sonbahar aylarında başlayan kötüye gidiş hızlandıkça hızlanıyor. Bu kötü gidişin kış aylarında daha da derinleşeceği anlaşılmaktadır. İktidar bu kötüye gidiş karşısında dişe dokunur hiçbir adım atmıyor ya da atamıyor, sürekli faizlerin yüksekliğinden şikâyet ediyor, AKP Genel Başkanının hiçbir bilimsel geçerliliği olmayan "Faiz, yüksek enflasyonun nedenidir." tezinin etrafında dönüp duruyor. Faizin enflasyonun nedeni olduğuna AKP Genel Başkanından başka kimse inanmıyor ama döviz kurundaki artışın nasıl enflasyona yol açtığını hepimiz çok yakından biliyoruz ve yaşıyoruz.

Ekonomi yönetimimiz döviz kurunda yaşanan artışları da uluslararası komplolara bağlayıp yan gelip yatmaktadır. Merkez Bankası da akla ve bilime uygun önlemler almak yerine, çeşitli yöntemler deneyerek ülke ekonomisini kobay olarak kullanmaktadır. Oysa, Türkiye çok yüksek bir dolarizasyon eğilimi olan, millî gelirinin yüzde 50'sinden fazla dış borcu bulunan, millî gelirinin yüzde 10'una yakın dış ticaret açığı, yüzde 5'i civarında cari işlemler açığı veren bir ülkedir. Böyle bir ekonomide faiz de enflasyon da döviz kurunun seyrine bağlı olarak inip çıkmaktadır.

Türkiye'de enflasyonu besleyen en önemli gelişme geçmişte olduğu gibi bugün de döviz kurudur. Nitekim, döviz kurlarının artmaya başlamasıyla ve Merkez Bankası ve iktidarın da bu gelişmeyi dışarıdan seyretmesiyle birlikte Türkiye'de faiz oranları arttı, enflasyon arttı, şirketlerin borcu arttı, devletin borcu arttı, hem vatandaşın hem devletin hem de şirketlerin faiz yükü arttı. Eğer bir hükümet bu gidişe bir süre daha böyle seyirci kalıp sütre gerisinden izlemeye devam ederse bankacılık sektörü, kamu maliyesi gibi güçlü sandığınız birçok kale bir anda yıkılabilir. Döviz kurları üzerinde bu ölçüde durmamızın en önemli nedeni yol açtığı enflasyonun dünyanın en haksız vergisi olmasıdır. Enflasyon vatandaşın cebindeki parayı durduk yere eritiyor, durduk yere vatandaşı yoksullaştırıyor, fakirleştiriyor.

Dolaylı vergiler üzerine kurulmuş bir sistemde enflasyon, Maliyenin işine geliyor olabilir. "Enflasyon" demek halktan daha fazla KDV, daha fazla ÖTV, ithalattan daha fazla vergi almak demektir. Hükûmet "'Bütçe gelirini artırır.' diye bilinçli olarak enflasyonist bir politika izliyor olabilir mi?" sorusu zihnimizde dolaşmaktadır.

Geçen yıl yine Maliye Bakanlığı bütçesi üzerinde konuşurken, kur artışlarının, faiz oranlarındaki yükselmenin, düşük büyümenin, Suriye'de savaşın eşiğine gelmiş olmamızın, AKP ve ortağıyla el ele Türkiye'yi içerisine sürükledikleri rejim krizinin gelecek yıl bütçeye maliyeti olacağını söylemiş ve bütçenin Komisyondan bile çıkmadan hedeflerinin şaştığını söylemiştim. Bugün geldiğimiz nokta da geçen yıl söylediğimiz noktanın aynısıdır. Bütçe açığı tavan yaptı. Enflasyon, döviz kuru, faiz dışı fazla, bütçe açığı ve benzeri birçok hedef şaştı. Borçlanma limiti bütçe açığını karşılayama yetmediği için Meclisten ek borçlanma limiti isteyen, aslında ek bütçe istemesi gereken bir Hükûmetle karşı karşıyayız.

2018 yılı bütçesinin de 2017 yılı bütçesinden farklı olacağını sanmıyorum. Çünkü son yıllarda Hükûmet, yıllık programları, orta vadeli programları, bütçe kanunlarını âdeta laf olsun, bir yasak savılsın diye hazırlıyor ve Komisyona getiriyor.

Bir hükûmet düşünün arkadaşlar, ekim ortalarında bir orta vadeli program açıklıyor, bu programda deniliyor ki: "Biz 2017 yılı sonunda yıl sonu enflasyonunu yüzde 7,5 olarak tahmin ediyoruz." Hükümetin yılın tamamı için öngördüğü bu enflasyon oranı ekim ayı sonunda aşılıyor. Ekim ayı sonunda yani yılın ilk on aylık dönemi için enflasyon yüzde 7,52'ye çıkıyor. Hükûmetin yüzde 7,5'luk yıl sonu tahmininin tutması için yılın kalan iki ayında da enflasyonun sıfır olması gerekiyor. Kaldı ki yıllık enflasyon yüzde 12'lerde gezmektedir.

Aynı şey döviz kuru için de geçerli. Şimdi Sayın Bakan diyecek ki "Bizim döviz kuru tahminimiz yok." Oysa orta vadeli programda dolar cinsinden millî gelir tahmini var. Türk lirası cinsinden tahmin edilen millî geliri dolara çevirmek için bir dolar kuru esas alınıyor. Ekim ayı başında 2017 yılında ortalama dolar kurunun 3,5832 lira olacağını tahmin ederek hesaplarınızı ona göre yapıyorsunuz. Oysa kasım ayı itibarıyla ortalama dolar kuru 3,6229 liraya dayandı ve yıl sonunda bunun da üzerinde bir noktaya çıkacağını görüyoruz. Dolayısıyla dolar cinsinden millî gelir tahmininiz de, kişi başına gelir tahmininiz de bir anda çöktü. Aynı şekilde 2018 yılı hesaplamaları için temel aldığınız 3,7334 liralık kur tahmininiz de, milli gelir tahmininiz de, kişi başına düşen gelir tahmininiz de, enflasyon tahmininiz de şimdiden çöktü.

AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan Rabia yaparken aslında doların 4 TL olacağının sinyallerini vermiş bize. Bir ay sonrasını göremeyen Hükûmetin yönettiği bir ekonomiye kimsenin güvenip yatırım yapmasını beklememeliyiz. Nitekim Türkiye artık birkaç yıl öncesine göre daha az yabancı sermaye yatırımı alabiliyor ve bu rakamların gelecek yıllarda da aşağı doğru gideceğini şimdiden görebiliyoruz.

Bütçe sistemimiz gerek gelir gerekse de harcamalar yönünden çökmüş durumdadır. Türkiye Büyük Millet Meclisinden çıkan bütçe ödenekleriyle bütçeden fiilen yapılan harcamaların artık hiçbir bağı kalmamıştır. Bütçe, Türkiye Büyük Millet Meclisinden çıktıktan sonra ödenekler Maliye Bakanının imzasıyla yeniden dağıtılmakta, âdeta bütçe TBMM dışında yeniden yapılmaktadır. Örneğin, "Öğretmene maaş verilsin." diye Milli Eğitim Bakanlığına verilen personel ödeneği, Karayolları Genel Müdürlüğünün yatırım programında olmayan yatırım harcamalarına harcanabiliyor.

Maliye artık normal yollardan vergi toplayamıyor, "yeniden yapılandırma" adı altında getirilen vergi afları normal vergi tahsilatının yerine geçmiş bulunuyor. Afların biri sonuçlanmadan öbürü geliyor. 667 milyar lira vergi geliri beklenen 2018 yılında bunun 270 milyarı yani yüzde 40'ı dâhilden alınan KDV ve ÖTV'den oluşuyor. Vergi gelirlerinin yüzde 68'i dolaylı vergilerden meydana geliyor. Aslında bir dolaylı vergi olan ama nedense servet vergisi gibi gösterilen motorlu taşıtlar vergisini de dâhil ettiğimizde her 100 liralık vergi gelirinin 70 lirasını dolaylı vergiler meydana getiriyor.

Sayın Bakan, istediğiniz kadar "Asgari ücretten az vergi alıyoruz" deyin, eline geçen bütün parayı harcamak zorunda olan gariban asgari ücretli, katma değer vergisi, özel tüketim vergisi, özel işlem vergisi ve sayamadığımız daha birçok dolaylı vergiyle dünyanın en ağır vergisini vermektedir. Zenginin aldığı yat ve kotradan da yüzde 1, yoksulun aldığı ekmekten, buğdaydan, undan da yüzde 1 oranında KDV alınıyor. Pirinç, bulgur, erişte, makarna, su, bebek maması, maden suyu, kurşun kalem, kitap ve benzeri yayınlar ile öğrenci taşıma servis hizmeti alanlar yat ve kotra sahiplerinden daha yüksek oranda yani yüzde 8 KDV ödüyorlar.

Türkiye vergi adaletsizliğinde yarışırken Hükûmet sürekli bu adaletsizliği artıracak yeni vergilerle yoksul halkın karşısına çıkıyor. Ülkeyi yönetenlerin çocukları ve yakınları ise vergiden kaçmak için şirketlerini Türkiye'de değil vergi cennetlerinde kuruyor. Başbakan Binali Yıldırım'ın çocuklarının ve yakınlarının vergi cennetlerinde kurduğu şirketleri artık bütün dünya biliyor. Genel Başkanımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu iki haftadır AKP Genel Başkanına ısrarla "Çocuklarının, eniştenin, dünürünün, kardeşinin, eski özel kalem müdürünün yurt dışında vergi cennetlerinde sermayesi bir sterlin olan bir şirkete milyonlarca dolar para gönderdiklerini biliyor musun?" diye bir soru soruyor. Günde en az üç defa canlı yayınlarda konuşan Recep Tayyip Erdoğan'dan, ne yakınlarından ne iktidar sözcülerinden ne de AKP sözcülerinden haftalardır konuyla ilgili bir tek ses yok. Türk halkından "Silah alacağız, daha çok vergi verin." talebinde bulunan bir hükûmetin başbakanının çocukları ve akrabaları vergiden kaçırmak için yatırımlarını vergi cennetlerine yapıyorsa, halka "Elinizdeki dövizi satın." çağrısı yapan Cumhurbaşkanının çocukları, eniştesi, dünürü, kardeşi, eski özel kalem müdürü milyonlarca doları yurt dışına çıkarıyorsa Türkiye'nin dürüstçe yönetildiğinden söz edebilir miyiz?

AKP iktidara geldikten sonra Sayın Bakanın gerek müsteşarlığı gerekse de Bakanlığı döneminde sayısını unuttuğumuz kadar vergi affı çıkarıldı. Bu afların içerisine de "varlık barışı" gibi süslü bir isimle, yurt dışındaki kayıt dışı varlıklarını Türkiye'ye tek kuruş vergi alınmadan, kimlikleri, nerden buldukları sorulmadan getirmelerine izin verildi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Çam, lütfen son sözlerinizi alayım.

MUSA ÇAM (İzmir) - "Varlık barışı" diye süslediğiniz kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülürken biz "Bu kanun Türkiye'yi uluslararası düzeyde güç duruma düşürür." diye itiraz ettik. Siz ise "Uluslararası kuruluşlardan görüş aldık, bu kanunla ilgili hiçbir sorun yok." diye açıklama yaptınız. Şimdi, bugün uluslararası haber ajanslarının geçtiği haberlerden görüyoruz ki tam da bu kanunun uygulanması nedeniyle Avrupa Birliği Türkiye'yi kara listeye almaya hazırlanıyor. Çünkü o kanunun uygulanmasında bütün şeffaflığı yok ettiniz, tek kuruş vergi almadınız, vergi alsaydınız bu paraları kimin getirdiği kayıtlara geçecekti.

MALİYE BAKANI NACİ AĞBAL (Bayburt) - Yapmayın, yine yanlış bilgiye dayalı olarak söylüyorsunuz.

MUSA ÇAM (İzmir) - Devletin elinde şimdi kimin ne kadar para getirdiğine ilişkin bir bilgi var mı? Bunu Sayın Bakandan duymak isteriz.

Önüme şöyle büyük bir resim çıkıyor: Türkiye'de birilerinin bu vergi cennetlerinde nereden kazandıkları belli olmayan, en iyimser yorumla Türkiye'de vergiden kaçırılmış ama büyük ihtimalle de yasa dışı yollardan elde edilmiş milyarlarca dolarlık servetleri var ve bu yasayı kullanarak o servetleri kayda geçirmeden Türkiye'ye getirmelerinin yolu açıldı. Bu resmin net bir şekilde ortaya çıkması bu kanundan kimlerin yararlandığının şeffaf bir şekilde ortaya koyulmasıyla mümkün olabilir. Burada görev Sayın Bakan size düşmektedir. Kimlerin parası aklandı bilmiyoruz ama Türkiye'ye çok önemli bir bedel ödettireceğinizi görüyoruz. Sayın Bakan, bu gelişmelerden sonra, en son varlık barışı uygulamasında kimin yurt dışından ne kadar varlık getirdiğini Türk halkına açıklamak zorundasınız. Vergi cennetlerinde, genellikle kendi ülkelerinde vergi ödemek istemeyen, yasa dışı kaynaklardan sağladıkları kazançları gizleyen, kara para aklayan, gelir ve servet bilgilerinin ortaya çıkmasından korkan, özetle şeffaflıktan korkan ve verilemeyecek bir hesabı bulunan kimseler yatırım ve işlem yapmaktadır. Vergi cennetleri, küresel düzeyde kara para aklama, terörün finansmanı, vergi kaçakçılığı ve finansal istikrarsızlık gibi çok önemli sorunlara yol açmaktadır. Devlet çok büyük bir vergi gelirinden mahrum kalmaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Çam, iki dakika daha ilave süre vermiştim, lütfen son cümlenizi alayım.

MUSA ÇAM (İzmir) - Vergi cennetlerine gidenler tek kuruş vergi ödemezken ekmek için, su için, bulgur için, makarna için, ilaç için vergi ödeyen vatandaşların, devlete, hukuk sistemine, adalete olan saygısı yok edilmektedir. Vergi yükü haksız biçimde dar gelirli vatandaşların üzerine yüklenmekte, gelir dağılımı bozulmaktadır. Vergi cennetlerinin neden olduğu vergi kayıplarının ve adaletsizliğinin önüne geçmek amacıyla diğer dünya ülkelerinde olduğu gibi Türkiye'de de bazı düzenlemeler yapılmıştı. Bu kapsamda 2006 yılında yürürlüğe giren Kurumlar Vergisi Kanunu'nun 30'uncu maddesinde Bakanlar Kurulunca belirlenen vergi cenneti olan ülkelerde yerleşik olan veya faaliyette bulunan kurumlara yapılan her türlü ödemeler üzerinden yüzde 30 oranında vergi kesintisi yapılması öngörülüyordu. Ancak bu düzenleme, aradan on bir yıl geçmesine rağmen Bakanlar Kurulu vergi cenneti ülkeleri belirlenmediği için fiilen uygulanamıyor.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

MUSA ÇAM (İzmir) - Son sözüm, kamu ihaleleriyle ilgili birkaç cümle.

BAŞKAN - Yok, birkaç cümle değil artık.

MUSA ÇAM (İzmir) - Kamu ihale Kanunu son on beş yılda 42 kez, neredeyse yılda 3 defa değişti. Amaç, elbette, birilerine uygun elbise dikmek. Ama bu da yetmedi yasal sınırlar zorlanarak gerekli rekabet koşulları sağlanmadan keyfî uygulamalarla kamu kaynakları dağıtılır hâle geldi. Kamu ihale Kanunu'na göre doğal afet, salgın hastalık veya benzer mücbir sebeplerle istisnai olarak kullanılması gereken pazarlık usulüyle ihale verme yöntemi hızla artmakta. 2011'de pazarlık usulüyle 4,5 milyar TL'lik iş veren devlet, 2015'te 12 milyar TL'ye, 2016'da ise 22 milyar TL'ye ulaşmış. Sadece son bir yıldaki artış yüzde 86. 2011'de her 100 liralık ihalenin 7 lirası pazarlık usulüyle verilirken bu rakam 2015'de 9 liraya, 2016'da ise 14 liraya çıkmıştır.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Çam.

MUSA ÇAM (İzmir) - Dün Adalet Bakanımız 51 cezaevi yapılacağını söyledi ve bu 51 cezaevinin de yine pazarlık usulüyle verileceğini söyledi. Neden her şey pazarlık usulüyle yapılmaktadır, bu konuyla ilgili bilgileri bekliyoruz.