| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/887) ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/861) ve Sayıştay tezkereleri a) Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı b) Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeleri Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı c) Türk Standartları Enstitüsü ç) Türk Patent ve Marka Kurumu d) Türk Patent Enstitüsü e) Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu f) Türkiye Bilimler Akademisi g) Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ğ) Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 06 .11.2017 |
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI MEHMET ÖZHASEKİ (Kayseri) - Değerli Başkan, kıymetli milletvekilleri; öncelikle iyi niyetle yapılan bütün eleştiriler için teşekkür ediyorum, ayrıca başka türlü siyasi kaygılar da taşısa haklı yapılan eleştirilere de teşekkür ediyorum. Bu eleştirilerin hepsinden bir ders çıkarırız inşallah çünkü biz konuşacağız, biz yaptıklarımızı söyleyeceğiz, düşündüklerimizi ifade edeceğiz, hâliyle eleştirilecek, buradan da doğruları bulmaya çalışacağız.
Zannedersem -biraz not almaya çalıştım ama- 250 üzerinde soru ve açılan konu var. Kırk beş dakika içerisinde beşer saniyede, onar saniyede bunları cevaplamam mümkün değil. Sadece bir kısım soruları toplayarak cevap vermeye çalışacağım. Bunların içerisinde elbette ki şehirlerimizle ilgili düşüncelerimiz ve kentsel dönüşümle ilgili benim de söyleyeceklerim var.
Hepimizin malumudur, şehirlerimiz çok eski. Dünyanın en eski şehirlerine sahibiz. Bilim adamları dünyada en eski yerleşim yeri olarak iki yeri veriyorlar: Birisi Mezopotamya, birisi Anadolu coğrafyası. Topluca insanoğlunun yaşadığı yer olarak Urfa Göbeklitepe'de çıkan kazılarda on bir bin beş yüz, on iki bin yıla yakın bir tarih bulundu. Tek tek insanlığın yaşadığı kayıtlara bakılırsa daha eski tarihler söylenebilir, daha başka yerler de örnek verilebilir ancak topluca yaşanılan yerler olarak en eski yerleşim yerleri Anadolu'da. Bin yıldır da bu coğrafyada biz yaşıyoruz. Burada iki tane ciddi medeniyet kurduk: Birisi Selçuklu medeniyeti, birisi de Osmanlı medeniyeti. Son yüz yıl içerisinde bulunduğumuz ortam yani harpler, fakirlik, eğitimsizlik sıkıntılar üst üste geldiğinde doğrusu bizim eski kurmuş olduğumuz kadim medeniyeti aratacak şekilde birtakım yanlış uygulamalara da kapı açtı. Burada nedir hata? Birincisi, planlamaların çok geç olması ve yanlış yapılması. Şimdi, düşünün, kadim şehirler var, siz burada yeni planlama yapacaksınız, 1930'lar ilk planlamalar neredeyse. Hâlbuki bir ara devlet yüzden fazla belediye başkanını Amerika'ya götürmüştü, Washington'a gittiğimizde ilk planlamanın 1711 olduğunu gördük. Hatta Washington'a gittiğimizde -on seneden fazla oluyor- imar daire başkanı bir Türk hanımefendiydi, o anlattı bize. Çok basit, 11 tane göbek koymuşlar, birbirine bağlamışlar, yollar oluşturmuşlar, ticaret merkezleri oluşturmuşlar, böyle olunca üç yüz yıllık bir şehirle karşılaşıyorsunuz. Toplam tarihi dört yüz sene, üç yüz elli sene ama üç yüz elli yıllık bir plan var ortada. Anadolu'da ilk planlamalara örnek verilen şehirlerin içinde birisi de kendi şehrim. İlk plancı geldiğinde 1930'lar. Camilerin minaresine çıkmış, resimler çekmiş, onu tespitlemiş, onu bir plan hâline, kroki hâline getirmeye çalışmış.
Birçok şehirde şu hikâyeler yaşanmış. Dönmüşler o ilk plancılar demişler ki, birçoğu da zaten Almanya'dan gelen insanlar, o günkü bilim adamları, zulümden kaçanlar vesaire, çok önemli değil: "Gelin, bu eski şehirlerinize dokunmayın, dokunmayın. Biz size yeni alan açalım, yeni şehirleri burada geliştirelim." Fakat şehrin meclisi demiş ki: "Bir dakika, ne oluyor? Malımız burada, mülkümüz burada, ev burada, bağ burada. Ne iş? Hayır. Sen eski şehirler üzerine kur bu planı." "Etmeyin, gitmeyin." dediyse de adamlar, yalvarsalar da neredeyse -bütün tutanakları okuduğum için söylüyorum bunları- hiçbir şehirde bunu kabul ettirememişler. Eski şehirlerin üzerine, kadim şehirlerin üzerine yeni şehirler planlamışlar, sonra da ardı arkasına kötü uygulamalar devam etmiş gitmiş böyle; bir şanssızlığımız bu bizim.
İkincisi: Göçler olduğunda, bu göçler karşılığında hazırlıklı olmamışız veya doğru anlayamamışız veya bazen ideolojik yaklaşmışız: "Elleme, yapsınlar, nasıl olsa bizim adam olurlar, arka bahçemiz olurlar, bırak, fukara bir evini yapsın, ne olacak ki!" Rahmetli Özal Mamak için projeciler getirmiş, yine bunu da şehircilik kitaplarında okumuştum. Adamlar bir müddet sonra gelip rapor verip Özal'la yüz yüze konuştuklarında şunu sormuşlar: "Bu adamlar 1960'da, 1970'de, 1980'de gelirken siz neredeydiniz?" demişler. "Buradaydık." "Peki, iki tane düz çizgi çizecek adamınız yok muydu?" demişler. "Hiçbir şey yapmıyorsunuz madem, iki tane düz çizgi çizilseydi, gecekonducu gelip üzerine masum evini oraya yapardı, siz de yolunuzu, hizmet alanınızı o ortadaki boşlukta yapardınız." Fakat ne yazık ki bunu bile yapmamışız.
Şimdi, bütün bu işlerin üstüne, bir de, özellikle planlama yetkisinin onlarca kurumda olması. Ben bile ne kadar kurumda planlama yetkisi olduğunu şu anda kestiremiyorum. Geçen gün Bakırköy konuşulduğunda arkadaşlara dedim ki o sur gibi yükselen binaları zamanında kim vermiş, çıkarın; hangi bakanlık vermiş çıkarın. Arkadaşlar, bütün samimiyetimle ben burada duygularımı paylaşıyorum, siyaseten hoş görürsünüz görmezsiniz, aleyhime kullanırsınız kullanmazsınız, o ayrı bir şey ama emin olun, birçoğunda arkadaşlar araştıra araştıra kimin yaptığını zor buldular; böyle bir sıkıntı içerisindeyiz.
Bütün bunlar yan yana geldiği zaman, elbette ki ben şunları çok net her yerde ifade ediyorum, aleyhime de kullanılıyor ama yine söylüyorum; bir, sağlıksız şehirlere sahip olduk, iki, kimliksiz şehirlere sahip olduk. Bu, benim sorumluluğumda olan bir şey değil, binlerce yıllık gelenek üzerine oturmuş olan ve onlarca sorumlusu olan işin neticesini ifade etmeye çalışıyorum. İsterseniz söylemeyelim, isterseniz bu doğrulardan vazgeçelim ama gerçek, hakikaten böyle.
Peki, şimdi ne yapılması lazım? Oraya gelirken belki şu tespiti yapmakta fayda var: Bir kumaş var, birisine elbise dikilecek, 5-6 terzinin elinden geçmiş, adamın pantolon boyu 120 santim, ilk acemi eline almış 110 santim kesmiş, ikinci gelmiş kolunu başka türlü koymuş... Şimdi hep beraber oturuyoruz, bakın, burada iyi niyetle tartışıyoruz ama ben böyle olduğuna inanıyorum, nasıl düzelteceğimizi konuşuyoruz; önce harap ediyoruz, perişan ediyoruz, rezil ediyoruz, sonra da nasıl düzelteceğimiz hususunda bir sürü fikirler beyan ediyoruz, inşallah buluruz.
Geçen gün Sayın Kılıçdaroğlu Bakırköy sahilindeki o surlar yapılırken "Bakan, altında imzası var, onları bile inkâr ediyor." gibi bir laf etti. Diyecek bir şey yok, bütün Türkiye beni suçlu ilan etti ve Bakırköy'deki...
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Yani "bir bakan..."
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI MEHMET ÖZHASEKİ (Kayseri) - Hayır, beni söyledi çok net.
Bakırköy'deki bütün surlar, sur gibi o binalar, devasa, benim de karşı olduğum binalar -bak, net ifade ediyorum- bunlar ne yazık ki benimmiş, onu da öğrenmiş oldum. Doğrusu, o zaman ben onlar yapılırken Kayseri'de Büyükşehir Belediye Başkanıydım, onu da söyleyeyim.
Değerli arkadaşlar, bakın, suçu birbirimize atmayalım, atacak olursak çok söyleyeceklerim var benim. Bir müşterek sorumluluk söz konusu, müşterek bir sorumluluk söz konusu; başta belediyelerimiz. Planlama yetkisi önce belediyelere verilmiş. 1/100.000'liği biz yaparız çevre planlarını ama 1/5.000'liği büyükşehir yapar, 1/1.000'liği ilçe belediyesi yapar, sonra da uygulamaya geçerken ilçe belediyesinden ruhsatlar çıkar. Yani senden olduydu, benden olduydu demenin âlemi yok, işin başında belediyeler var, kim ne derse desin; ben herhangi bir yeri de kastetmiyorum, her taraf için söylüyorum.
İkincisi: Bakanlıklar var, oturduğu yerden, buradan plan yapıp gönderen kim ise o bakanlıklar var, onlar da sorumlu bu işte. Sonra hiç popülizm yapmanın âlemi yok, vatandaş da suçlu burada. Eğer hâlâ İstanbul'un yarısı kaçak ve gecekondu diyorsak, müsaade edin, vatandaşın da suçu var burada. Gidip imarını almıyor, zorla yapıyor, oturuyor, sonra da "Bana elleyemezsin, ben vatandaşım, dokunulmazlığım var." Doğru değil arkadaşlar ya... Bunu da konuşalım, bunda doğruyu söyleyelim ya.
Bu arada para hırsı... Bir partiye mi ait para hırsı, Bekaroğlu? Lütfen, rica ediyorum. Para hırsı o kadar çok adamda var ki lanet olsun, olmaz olsun!
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - On beş senedir siz yönetiyorsunuz.
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI MEHMET ÖZHASEKİ (Kayseri) - Peki, on beş senedir biz yönetiyoruz. Buyurun, size bir harita göstereyim. Doğrusu bu konulara çok girmek istemiyorum ama açtığınız için. İtalyan Mimar Baroncelli var, belki ismini duymuşsunuzdur, İstanbul'u tarif ediyor; 4'üncü yüzyılda İstanbul, 6'ncı yüzyılda İstanbul, 16'ncı yüzyılda İstanbul, 20'nci yüzyılda, 1910 senesinde İstanbul, şu 1960, şu 1990'daki İstanbul... AK PARTİ mi vardı, şu simsiyah karartıda AK PARTİ mi vardı? El insaf yani, el insaf!
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Ya, bu binaları kim dikti, bu gökdelenleri kim dikti? Rakamları vardı.
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI MEHMET ÖZHASEKİ (Kayseri) - Bak, ille de bu konular açılacak ve konuşacaksak şunu söyleyelim: AK PARTİ'nin eğer varsa bir suçu, günahı -bunu Sayın Cumhurbaşkanı da ifade etmiştir- siluette var suçu, değil mi? Peki, bu kaçak yapılar yapılırken kim vardı? 1994 öncesi dört dönem CHP vardı.
KADİM DURMAZ (Tokat) - Hayır, Dalan vardı.
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI MEHMET ÖZHASEKİ (Kayseri) - Dört dönem CHP vardı, tarih tarih söyleyeyim mi? Tarih tarih söyleyeyim canım, müsaade edin. 1963-1968...
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Tamam, günahları paylaşalım Bakan, böyle olmuyor. On beş senede ne oldu?
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI MEHMET ÖZHASEKİ (Kayseri) - Yahu, diyorum ki ortak sorumluluk var, ne olur, bunu açmayın.
Bak, bu 1963-1968'de Haşim İşcan var, CHP; 1977-1980'de Aytekin Kotil var, Ahmet İsvan var, Nurettin Sözen var. Kaçak yapıların oranı ve gecekonduların 1960'daki sayısı 79 bin; 1994'e gelindiğinde 640 bin, bir bu kadar da kaçak yapı var, bu gecekondu sayısı. Yani 1 milyon 350 bin yapı 1994'ten önce, Tayyip Bey'in belediye başkanlığından önce kaçak ve gecekondu olarak yapılmış. Şimdi bizim yıkıp temizlemeye çalıştığımız, depremde başımıza bela olacak, aman ha diye ağladığımız yer var ya, işte, bu sizin yaptırdıklarınız.
MUSTAFA SAVAŞ (Aydın) - CHP mi yapmış?
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI MEHMET ÖZHASEKİ (Kayseri) - Evet, CHP döneminde yapılanlar.
KADİM DURMAZ (Tokat) - Arada Dalan'ı söylemiyor.
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI MEHMET ÖZHASEKİ (Kayseri) - Arkadaşlar, Haliç'in kirlenmesi ihanet değil mi? O çöp dağları ihanet değil mi? Susuzluk ihanet değil mi bir şehir halkına? Ya, ne olur şurada bir ortak sorumluluk olduğunu herkes bilsin, biraz açık yüreklilikle konuşalım bu işi ya. Bu şehircilik hakikaten siyasete kurban gidecek bir iş değil ya, yazık olur. Ama böyle söylerseniz mecburen ben de bunları göstermek zorunda kalıyorum tabii ki.
Değerli arkadaşlar, tabii, Kılıçdaroğlu da beni suçlu ilan ediyor İstanbul'da, o da ayrı bir şey.
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Sayın Orman Bakanı da CHP'yi suçlu ilan ediyor, ormanları kesti diye, ağaçları kesti diye...
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI MEHMET ÖZHASEKİ (Kayseri) - Şimdi ne yapmak lazım? Bakın, samimi olarak ne yapılması gerektiğini söylüyorum. Garo Bey, tabii, mevzi olarak tek tek söyledi ama ben genelleyerek söylemek istiyorum. Bunlar benim samimi düşüncelerim, yapabildiğim kadar yapacağım, tek başıma ben dünyayı kurtaracak değilim vallahi, öyle bir gücüm, kudretim de yok ama doğrusunun ne olduğunu söylemeye çalışacağım.
Birincisi: İbrahim Bey söyledi, insanların bilinci var ya, şehircilik bilinci, işin başı o. Geçenlerde Garo Bey, bir ekiple beraber belediyeye geldi, Bakırköy Platformu, savunma güçleri diyelim.
GARO PAYLAN (İstanbul) - Bakırköy'ü Savunma...
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI MEHMET ÖZHASEKİ (Kayseri) - Çok iyi etmişler, orada oturduk, konuştuk, Bakırköy Akıl Hastanesi içerisindeki planlamada bizimkilerin yapmış olduğu planlamanın yanlış yerlere çekilebilecek olduğunu gördük ve düzeltiyoruz. Helal olsun, bravo insanlara! Geldiler ve düzelttik, bu, bir bilinçtir nihayetinde.
Benim babam şöyle anlatmıştı: "Oğlum, 1960'lı yılların başında belediye başkanı geldi. Bizim kalenin dış kapısı var, Boyacı Kapısı diye, meşhur tarihî bir kapı. Bizim de dükkânların önünde duruyor, biraz da yıkılıyor gibi oldu. Bize dedi ki, topladı hepimizi 'Şu taşları buradan kaldırttırın.' 'Sen kaldırsana belediye başkanım.' 'Ben kaldırırsam hapse atarlar beni.' 'Nasıl olacak?' 'Ben taş başına 25 kuruş vereceğim, at arabalarına yükleyeceksiniz, götürecek.'" Ya, zaten oradaki gariban esnaflar, başına bela, harabe duruyor, aklı da ermiyor vatandaşın. 25 kuruş parayı almışlar taş başına, hep beraber esnaflar, at arabalarına yükleyip kalenin dış kapısını yok etmişler. 1950'li yıllarda Mimar Sinan'ın hamamını belediye yol açıyorum diye yok etmiş. Ben yedi sene Tarihî Kentler Birliği Başkanlığı yaptım. Tarihî Kentler Birliğinde şunu yapmaya çalıştık: Tarihî, doğal, kültürel mirasımızı koruyabilmek adına bütün belediyelerimizi bilinçlendirmek için müthiş bir eğitim programı. Daha önceki sistem "Tarihî eseri ellersen seni içeriye atarım, beş sene veririm, yedi sene veririm." Peki, bununla koruyabilmiş miyiz? Hayır, koruyamamışız, işte, belediye başkanının yaptığı gibi olmuş ama biz bunu yaptıktan sonra, emin olun, 500'den fazla üyemiz var, o Tarihî Kentler Birliği üyesi olan belediyelerin bir faaliyet raporuna bakın, birinci sırada tarihî eserleri nasıl koruduğu var, bir tane taşını bile elletmiyorlar. Burada benim hayırla yâd etmem lazım, Metin Sözen Hoca, beraber çalıştık yedi sekiz sene boyunca, müthiş şekilde bu konuda titiz ve şu anda da eğitimler hâlâ devam ediyor. Demek ki bilinç birinci derecede bize lazım olan bir şey.
İkincisi: Doğru planlama lazım, yapılan planları da korumak lazım, deldirmemek lazım.
Şimdi, bakın, ben birtakım hazırlıklar yaptım. Belediye yasası olarak da yaptım, buna benzer, birtakım, depremle ilgili yasaları da hazırladım. Hazırladığım bu yasaları CHP Genel Başkan Yardımcısı Seyit Torun'a da gönderdim, Sadir Bey'e de göremedim, ilgi çok kuramadığımız için Garo Bey'in ekibine gönderemedim ama ne zaman diyorsanız göndereyim, ben size göndereyim, sizinle görüşelim.
GARO PAYLAN (İstanbul) - Görüşelim, tamam, eyvallah.
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI MEHMET ÖZHASEKİ (Kayseri) - Orada yapmaya çalıştığım şuydu: Bir, parsel bazlı yoğunluk artışlarını engelleyelim, yasak getirelim. Nasıl oluyor ya, tek bir parsel geliyor, belediye pat diye orayı yükseltiyor. Yasaklayalım onu. Eğer ada bazlı bir kamu ihtiyacı varsa, gereklilik varsa evet, dönüşüm olabilir. Parsel bazlı değil ama ada bazlı birtakım yoğunluk artışları verilebilir. Bunu yasaklayalım. Sonra değer artış payı, tartışılıp duruyor hâlâ getiremedik. Ben bu yasağın içerisine dercettim. Eğer birisi geliyor, kamudan fazladan bir şey alıyorsa haksızsa verilmesin asla, almasın ama ola ki bazen planlamada değişiklik gerekebiliyor. Mesela eski planlarda özel okul yoktu, eski planlarda özel hastane alanı yoktu. Bunlar şimdi ihtiyaç oldu. Eğer bir konutu özel hastane alanına veya okul alanına çeviriyorsak orada bir değer doğmuşsa, plan da doğruysa -hem doğru olacak hem de bir rant vermiş olacağız adama- onun parasını kamu alsın. İşte, bunun esaslarını belirleyen bir usul yazdım oraya. Plan tadilatlarının önüne geçebilmek için ilanlar çok önemli. Genellikle ilanlar şöyle oluyor belediyelerde, kimseyi kastederek söylemiyorum: İçeride karar alınıyor. İmar müdürünün içerideki odasının arka kapısına bir tane ilan levhası asılıyor. Plan tadilatları orada ilan süresini tamamlıyor. Eğer bu arada çok ilgilisi varsa öğreniyor, itiraz ediyor, yoksa gidiyor. Özellikle ben burada mesela hangi parsel üzerinde imar tadilatı yapılıyorsa kocaman, 250 metre geriden görünecek kadar levha asması şartını getirdim. Yazdım, gelecek bunlar. Yani vatandaş bilsin ki mahallesinde, şurada yeşil alan diye bildiği önünde bir yer varsa belediye de o yeri konuta çeviriyorsa kocaman bir levha dikilsin, belediye mecburen diksin bunu, bütün vatandaş da onu görsün, ertesi gün hücum ederler oraya ama kimsenin haberi olmadan plan tadilatları yapılınca şehirleri sırayla katletme işi devam ediyor. Doğrusu bütün bunlar önümüzdeki günlerde gelecek diye düşünüyorum.
Bir başka konu arkadaşlar, bu depremle ilgili ve kentsel dönüşümle ilgili. Evet, ülkemiz deprem ülkesi bunu bir kere kabullenmeliyiz. Topraklarımızın yüzde 66'sı, nüfusumuzun da yüzde 71'i birinci derecede ve ikinci derecede deprem bölgelerinde yaşıyor. Son yüz yıl içerinde 6 ve üzerinde şiddette deprem sayısı 56. Ben deprem uzmanı değilim. Hocaların, İstanbul'daki özellikle 10'a yakın hocanın makalelerinden, düşüncelerinden, kitaplarından, dergilerinden, sağ olsunlar ilgilendiğim için bize rapor gönderiyorlar, orandan çıkardıklarımı söylüyorum şimdi. E, o zaman, bu yüz yıl içerisinde 56 tane deprem olmuşsa, ortalama iki yılda bir 6'nın üzerinde bir deprem olmuşsa bu ülkede depremle ilgili birtakım temel hazırlıkların yapılması gerekmiyor mu? Gerekiyor. Hele hele İstanbul için hocaların ortak görüşü. Kuzey Anadolu Fay Hattı geldi, boğazlarda adalar önünde bekliyor, adalar segmenti deniliyor. Adalar segmentinde belli sürelerle olan depremselliğine baktığımızda doğrusu 2000'li yılların başında sürede dolmuş gibi gözüküyor. Hocaların ortak ittifak ettiği, bir iki kişi istisna koymuşlar, süreyi biraz daha uzun veriyorlar ama genelinin söylediği şu: "2030'a kadar İstanbul'da çok ciddi bir deprem olacak." Sadece 2 hoca "2045'i bulacak." diyor. "Olmayacak." diyeni görmedim daha.
İkincisi de, bu depremin şiddeti 7 ve üzerinde olacak diyorlar. Böyle olunca İstanbul buna hazır mı? Ne yazık ki hazır değil. Nereler hazır değil? Özellikle sahil kesimindekiler, özellikle 2000'den önce yapılmış olan 3 katlı ve 4 katlı yapılar. Bunların hiçbirisi hazır değil. Gerek İstanbul Büyükşehir Belediyesinin gerekse Mecliste yapılan bir çalışmanın neticesinde ilk etapta 600 bin riskli bağımsız birim gözüküyor, 600 bin. Allah korusun bunun yıkılması demek -hafif hasarlıları, orta hasarlıları söylemiyorum- bir kere tamamıyla şehrin çökmesi demek, altyapının bitmesi demek, binlerce insanın o evlerin altında can vermesi demek. Toplanma alanı ne ki ya, ne işe yarar toplanma alanı, çıkamıyor ki adam içinde. Onlar sonraki işler yani olsun, olmasın manasında söylemiyorum ama iş burada, tehlike burada. Bu Türkiye'de her şeyi elden götürür. Geçenlerde, herhâlde, bizim Celal Şengör Hoca bir yerde demeç vermiş, ben katılıyorum: "Türkiye'nin bağımsızlığı gider." diyor. Hasarı ölçüyorum 100 milyar dolar civarında. Kim, nasıl karşılayacak bunu arkadaşlar? Nasıl karşılayacağız bunu? O zaman bir an önce bizim bu gerçekleri bilerek hareket edip şu kentsel dönüşümü hızlandırmamız lazım. Adı kötü, herkes gıcık kaptı bundan amiyane tabirle. "Rantsal dönüşüm" dendi, bir şey dendi, uygulamalar kötü, kötü, kötü, kötü. Niye uygulamalar kötü? Biraz önce arkadaşlar da söylediler, yüzde 100 katılıyorum. Bir, belediyelerimiz şöyle bir yanlışlık içinde: Bir mahalleyi dönüştürmek istiyorlar, geliyorlar, yoğunluk ne kadar burada? Bir. İki veriyorlar bir müteahhide bir vatandaşa çözmeye çalışıyorlar. Anladık verdiniz de sosyal donatı alanlarını hesapladınız mı, altyapıyı hesapladınız mı, ona uygun şekilde yeşil alan, otopark koydunuz mu? Yok, ver babam ver. O zaman İstanbul'un nüfusu 2 misline çıkacak. Bir bela var orada. İkincisi bina bazlı dönüşümlerde sadece -yine burada arkadaşlar söyledi, ortak, hepimizin derdi bu- işte, Bağdat Caddesi dönüşüyor, rant yüksek olduğu için adam 2 kat üste koyuyor, kurtarıyor güya, fakir fukaranın oturduğu yerler, biraz önce gösterdiğimiz yerler, hepsi neredeyse. Hakikaten sıkıntılı arkadaşlar yani oralar dönüşmüyor. Bunlar da doğrusu şu ana kadar yapılan dönüşümlerin yanlışlıkları. Bir de yasadaki boşluklardan öyle davalar açılmış ki o davalarda bir sürü engelleme aracı olmuş, hızlanamamış da. Nihayetinde ben arkadaşlardan şu ana kadar Türkiye çapında -işte, dört alanda ilan edilebiliyor; riskli alan ilan ediyorsunuz, riskli yapı ilan ediyorsunuz, çöküntü alanı vesaire vesaire- ne kadar alanı ilgilendiren ve kaç konutu ilgilendiren bir çalışma olduğunu sordum? 1 milyon 100 bin konutu ilgilendiren. Gerçekleşme oranı ne? Bina bazlılarda yüzde 76, alan bazlılarda yüzde 11-12. Alan bazlılarda tıkanıyoruz. O zaman bizim yapmamız gereken, doğru bir şekilde bu işi yeniden planlamak. Beş sene içerisinde eksiğimizi, fazlamızı gördük, hatamızı da anladık, iyi olan yönlerini de gördük, eyvallah. O zaman bundan ders alarak bizim yeni bir planlamaya geçmemiz lazım. Mesela, neler yapmamız lazım? Bir, o bina bazlı dönüşümlerde biraz frene basıp alan bazlı dönüşüme geçmemiz lazım. Alan bazlı dönüşüm yapılınca her türlü sosyal donatısı hesaplanıyor. İşte, orada yeni planlamalarda her arkadaşın belki de ortak ittifak ettiği bir konum, mahalle konseptine geçilmesi, mahallenin bir merkezinin olması, sokaklarının olması, esnafa giderken, gelirken selam verme, konu komşunun birbirini bilmesi, hatır sorması, çok yüksek yapılardan vazgeçilmesi, altyapısının düzgün bir şekilde konulması. Sonra, yeni tabirler var, hoş da tabirler, işte "akıllı şehirler" diye bir şey var, "yeşil şehirler" diye bir şey var. Ne kastediyoruz? Enerjisini kendi üretebilen şehirler var. Kendi kullandığı enerjisini üretebilecek sistemler kuruluyor. Evlerden attığımız suları gri su hâline getirebilecek sistemler kuruluyor. İşte, bütün bunların da dercedildiği bir ortam, herhâlde önümüzdeki günlerde ortaya çıkacak diye düşünüyoruz.
Kentsel dönüşümü yaparken, peki dedik, bundan sonra ortaya çıkıyoruz ama bir kanun taslağını da hazırladık, bunun bir an önce çıkması lazım çünkü bekleyecek bir vakit yok. Allah korusun, İstanbul'da bir şey olduğu zaman, dilim bile varmıyor, bazen söylerken de kendimi "Ya, amma Bakansın, çıkıyorsun, ne şom ağızlı adamsın, deprem deyip oturuyorsun, deprem deyip kalkıyorsun, böyle şey mi olur?" gibi insanların bana bakışlarından da biraz ihtiyat ederek konuşuyorum ama bir gerçek bu. Benim uykum yitiyor, samimi söylüyorum. Oralarda yapılan hataları bundan sonra tekrar etmemek adına, doğru bir şekilde nasıl uygularız diye birtakım prensipler geliştirdik, kanun taslağını da hazırladık. Vallahi, bu konuda eğer Meclis çalışma takvimi içerisinde yer bulursa bir an önce gelmesi lazım. KHK'yla çıkarsa bir an önce çıkması lazım, bir an önce, saniye beklemeden.
Oradaki bizim temel prensiplerimizden birincisi yerinde dönüşüm. Vatandaşı alıp bir yerden bir yere götüremezsiniz. Daha önce bunun kötü uygulamalarını hep gördük. Günahtır, yazıktır. Adamı tarihinden, kültüründen, ne bileyim, oradaki hatıralarından, her şeyinden koparıyorsunuz "Sana modern ev verdim, git, 8 kilometre ileride otur." Yok ya öyle bir şey. Yazık günahtır. Bunu yaptılar zamanında. İşte, yerinde dönüşüm esas. Birinci temel prensibimiz bu.
İkincisi, biraz önce Kirazlıtepe'yi söyledi, Mahmut Bey gitti galiba, doğru. Şimdi eldeki verilerle çarpıyorsunuz, bölüyorsunuz, adam gelmiş hazinenin üzerine yapmış ama 3 kat yapmış, 50'şer metrede 3 kardeş oturuyor. Hesaplıyorsunuz, toprağına para yazamıyorsunuz. Üstündeki 3 katı hesaplıyorsunuz, hafriyat bedeli, bilmem ne, enkaz bedeli, tutuyor 80 bin lira, zaten üçüncü sınıf bir yapıyla yapılmış, otuz sene geçmiş aradan. Adama diyorsunuz ki: "Sana bir tane ev veririz, üstüne de 50 bin lira borçlanırsın." Ne yapacak adam şimdi? 3 kardeş nereye gidecek? Nerede oturacak bu adam? İyi kötü buraya başını sokmuş adam, neyse. Orada oturmak bile başlı başına bir haktır, oturmuş işte. Ahmet vermiş bunu, Mehmet vermiş zamanında; o göz yummuş, bu göz yummuş; kim yumduysa yummuş, oturuyor adam orada, o bir haktır. İşte, herkesi bir ev sahibi yapma formülleri var. O formülleri de geliştirdik, şimdi birazcık ucunu açacağım zaten.
Şimdi, tabii, bunlar güzel de "yerinde dönüşüm" dedik, "Herkese bir ev vereceğiz." de dedik, bir: Yerinde dönüştürdüğümüzde binaları yıktık, yeniden yaptık. Bu parayı nereden alacağız? Mecburen rezerv alana ihtiyacımız var, rezerv alan. İşte bulduğum 2 rezerv alanı, önce daha tartışıyoruz Bakanlar Kurulunda falan, kabul edilirse, herkese de açacağız zaten tartışmayı.
Avrupa yakası tarafında ve Asya tarafında, Anadolu tarafında belirlediğim yerler var. Bu belirlediğim yerlerde, öncelikle biraz önce anlattığım, mahalle konseptine uygun, çok yüksek olmayan, merkezinde hakikaten herkesin toplanabildiği sosyal alanları olan, sokakları belli olan, esnafı olan, herkesin birbirine selam verebildiği bir kültür içerisinde büyüyebilecekleri, yaşayabilecekleri, müthiş projeler çıkardık ortaya. Herhâlde çıktığı zaman beğenilecektir. İki tarafta da ortalama 150-200 bin konutu içeriyor bu. "Peki, kardeşim, İstanbul'un tümünü mü dolduracaksınız, adam mı..." Yok, yok, öyle bir şey yok. Bir kişiye bile, dışarıdan gelene yer yok. Ne olacak bu? Şu olacak: İlk etapta 600 bin bağımsız birimden bahsediyoruz ya, vatandaşlara seçenek olarak diyeceğiz ki: "Seçenek bul. Buraya çıkmak isterseniz, en yakın mahallelere, yani bulduğum yerin yanında Esenler varsa, Sultangazi varsa, işte Güngören varsa oradakilere, 500 metre ilerisi, burada size ev hazırladık. Kardeşim bak, eviniz riskli, 6 şiddetinde depreme bile dayanmaz, çıkar mısınız?" Gönüllü olarak çıkmak isteyenlere oradan yer vereceğiz. Mecburuz buna, yoksa, Allah korusun, yarın deprem olsa, onların hepsi toprağın altında.
İkincisi: Afet riskine maruz kalabilecek yerlerde binalar yapılmış yani sel yataklarına binalar yapılmış; 1960, 1970, 1980'lerde herkes yapmış. Doğrusu, suçlamıyorum da vatandaşı biraz, köyden de gelsem, başımı sokacak yer olmasa, baktım emmioğlu yapıyor, onun yanın bir oda da ben yapar, otururum herhâlde, ne yapayım param yoksa. Böyle bir şey; bu kültür, böyle bir kültür; sırtına yorganını alan, gelmiş adam, yapıyor oraya. Dere yataklarının içerisi ev dolu ve yarın bir gün sel geldiğinde herkes birbirini suçluyor; belediye vatandaşı, vatandaş belediyeyi; o, kamuyu, Devlet Su İşleri onu. Ya, suçlanacak bir şey yok. İşte, oradaki vatandaşlara da diyeceğiz ki: "Bak, senin buralarının da açılması lazım kardeşim. Gel, ikinci tercih senin."
Üçüncüsü de hâlihazırda o bizim yoğunlaşmış olan semtlerimiz var ya, hepsi neredeyse İstanbul'un... Orada sosyal donatı alanlarında kalanlara yani okul alanında kalan yapılar var, orada sağlık tesislerinde kalan yapılar var, yollarda kalan yapılar var, otoparklarda kalan yapılar var, buradaki vatandaşlara... Bu iki alanda tercih bunlar için önce, dışarıdan gelme yok, nakil yok, taşıma yok. Mecburuz buna, yoksa olduğu yerde dönüştüremeyiz. Boşalttık peki o ilçeleri, yerleri ne olacak? İşte dediğim gibi, ya yola gidecek ya sosyal donatıya kalacak, o ilçeler de biraz rahatlayacak, ferahlayacak o ilçeler. Başka çaresi yok bunun.
Peki, bunun finansmanını nasıl sağlayacağız? Finansmanını şöyle sağlayacağız: Birincisi, orada ticari mekânları değerlendireceğiz. Yani 20 milyonluk bir inşaat yapıyorsak, 200 bin tane ev yapıyorsak, bunun en az yüzde 10'u ticari mekândır, ticari mekânları satarak buranın finansmanını neredeyse sağlayabiliriz. Sonra, vatandaşın hesabını yaptığımızda, ufak tefek de olsa borçlandırmamız lazım; 5 bin, 10 bin, 20 bin. Yani adama 80 metrekarelik eski yıkılacak evine, eğer 90 metrekare, 100 metrekare -ki daha aşağı ev de yapmayacağız- bu evlerden veriyorsak, 10 bin lira, 15 bin lira, 20 bin lira gibi borçlandırıp, büyük paralar değil ama, onu da beş, yedi yıl içerisinde faizsiz isteyerek, kira öder gibi, ufak tefek borçlandırmalarla... Eğer yine finansmanda bir sorun yaşanırsa, belki 5-10 bin tane de konut yapıp oradaki vatandaşa, İstanbul ikametgâhlılara satıp, onunla karşılamak lazım. Yoksa bütçede acayip paralar bulup da bunları yapabilme imkânlarımız çok gözükmüyor.
Bu arada ben, İller Bankasının 21 tane sosyal tesisi var, hepsini satılığa çıkarttım. Benim makam odam olmasın, orada da ben oturmayayım. Doğrusu, burada, Macunköy'de bir tesis var, 40 yataklı. Bizim Anadolu'dan gelen müdürlerimiz, amirlerimiz, memurlarımız kalıyor. Onlar nerede kalacak? "Gidin bir otelle anlaşın, masraflarını verelim, otelde kalsınlar." dedim. Bizim yerimiz 2 yıldızlı gibi, 4 yıldızlı otelle anlaşın, parasını verelim biz. Bu sosyal tesisleri satalım. Sattığımız paranın olduğu gibi hepsini kentsel dönüşüm hesabına atıyoruz.
İller Bankasında hibeleri kaldırdık. Eskiden bakanın iki dudağı arasında olan 100 milyona yakın bir hibe varmış, kalktı, öyle bir şey yok, ben kullanmıyorum, kentsel dönüşüm hesabına atıyoruz.
Kredilerde birinci öncelik, kentsel dönüşüm hesabında. İller Bankasının yurt dışında biraz gönül coğrafyamıza ait ülkelerde iş yapma teklifleri var, ciddi paralar kazanacak, yazdığım yasada kentsel dönüşüme atılmasını teklif ettim. Ne kazandı, kentsel dönüşüme.
BAKİ ŞİMŞEK (Mersin) - KHK'yla ona da el koymasınlar Sayın Bakanım.
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI MEHMET ÖZHASEKİ (Kayseri) - Paraya mı? Belli olmaz bu işler.
KADİM DURMAZ (Tokat) - Maliye Bakanı duymasın.
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI MEHMET ÖZHASEKİ (Kayseri) - Maliye Bakanıyla durmadan savaşıyoruz zaten, kavgalarımızı sormayın.
BAKİ ŞİMŞEK (Mersin) - Havuza atıp sonra kullanalım demesinler.
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI MEHMET ÖZHASEKİ (Kayseri) - Burada elde ettiğimiz bu gelirlerin hepsini arkadaşlar, kentsel dönüşüme seferber etmek zorundayız. Eğer bütün bunlar da yetmiyorsa, emin olun, Dünya Bankasından yirmi yıllık alıp krediyi belediyelerimize, sıfır faizli, iki üç sene hiç ödemesiz, kentsel dönüşüm yapabilmeleri için, sonra da beş yıl içinde ödeyecek şekilde geri almak lazım. Bizim katlanacağımız kamu olarak buradaki risk, sadece döviz kurudur, onun dışında da bir riske katlanmayacağız.
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Yeni bir yasa mı geliyor kentsel dönüşümle ilgili, değişecek yani?
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI MEHMET ÖZHASEKİ (Kayseri) - Bunları yazdım hepsini.
Yasa gelecek, getireceğiz bunu, çaremiz yok çünkü. Yani, bunları hayata geçirmemiz lazım, şu anlattığım prensipler dâhilinde, yoksa işimiz zor. Bu ülke bizim. Çünkü geldiği zaman deprem, vallahi, hepimizi götürüyor.
GARO PAYLAN (İstanbul) - Sayın Bakan, yoğunluğu azaltmak için bazıları yerlerinde oturacak, bazılarını taşıyacaksınız, öyle mi?
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI MEHMET ÖZHASEKİ (Kayseri) - Evet, aynen öyle.
GARO PAYLAN (İstanbul) - Yani, bazıları yerlerinde oturacak, 10 kat değil, 5 kata düşüreceksiniz; bazısı orada oturacak, bazısını taşıyacaksınız?
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI MEHMET ÖZHASEKİ (Kayseri) - İlk etapta yaptığım semte...
Ben şuna inanıyorum: Mesela, öyle bir mahalle konseptinde bir proje çizdim ki inşallah onun da zaten alt yapısına başlayacağım önce, sonra yapımına başlayacağım, vatandaşlar evi görünce, hiç kimse, çoğu eski mahallesinde oturmayacak. Tercih, oturmak isteyen oturacak yerinde. Vatandaşı taşıyabildiğim kadar taşıyacağım, geriye kalanları yerinde dönüşüm. Yerinde dönüştürürken plan ve projesini yapıp, evlerinden çıkmasını istediğimiz günden itibaren kira parasını ödüyoruz, zaten kanunda bu var. Eğer kendi aralarında örgütlenip yaparlarsa, harçtan da muaf oluyor.
GARO PAYLAN (İstanbul) - Resmî kat, kaçak kat ayrımını nasıl yapacaksınız?
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI MEHMET ÖZHASEKİ (Kayseri) - Vallahi, Avcılar'da şöyle yapmışlar: Normalde 5 kat, vatandaş 7 yapmış. Olduğu gibi legalleştirmişler. Yıkabiliyorsanız yıkın haydi arkadaşlar. Ben belediyeyi suçlamıyorum burada. Vatandaş yapmış, oturuyor.
Hâlihazırda zaten Türkiye'nin neredeyse yüzde 50'si kaçak, bu da bir başka derdimiz bizim. Kanun diyor ki: "Kaçak yapıya git, önce para cezası yaz. Arkasından da yık." diyor. Haydi, kim yapacak? Bir tane bana gösterin. 8-10 milyon yapıyı kim yapacak? Arkadaşlar, olmuş bitmiş. "Kim yaptı?" da demeyelim, hakikaten birbirimizi suçlamayalım bu konuda? Ortak bir sorumluluk var.
GARO PAYLAN (İstanbul) - Resmî-kaçak ayrımı?
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI MEHMET ÖZHASEKİ (Kayseri) - Hâliyle mecburen olduğu gibi kabullenmek durumundasınız.
Bakın, Fatih Sultan Mehmet Mahallesi'nde çalışıyorum, Küçük Armutlu. Küçük Armutlu'da tespitler yapıyorum şu anda, vatandaşı toplayıp anlatacağım tek tek. Kamuya ait arazilerin miktarı yüzde 100. Vatandaşın üzerinde 1 metre arsa yok. Ama, şöyle olmuş: Vatandaş mahalleye geldiğinde, önce, mafya demiş ki: "Sana 200 metre yer veriyorum, gel bakayım." Adını söylüyorlar da önemli değil, önce onlara ödemiş. Adam 200 metreyi almış, oraya yapmış garibim, içinde oturuyor, evinde. Ödemiş ama parayı. Sonra, aşırı sol örgütlerden bir grup çıkmış ortaya "Ya, ev yapacaksan, şuraya yap bakayım, ver bakayım şu parayı da." demiş. Onlar da almışlar. Şu anda tamamı kaçak, gecekondu. Mülkiyetin tamamı kamuda, yarısı İstanbul Teknik Üniversitesi yarısı da İstanbul Büyükşehir Belediyesinde. Orada çalışabilmek için dedim ki onlara: "Burada kentsel dönüşüm yapacağım, bana bir devredin." Devrettiler, planları hazırladım. Biraz önce söylediğim umdeler içerisinde, boğaz ön görünümde değil ama arka görünümde bir etkileşim alanında, oradaki kurallara tam uyarak -Baltalimanı'nın karşı tarafı, biliyorsunuz Küçük Armutlu'yu zaten- hiç acayip yükseltiler falan vermeyerek her vatandaşın evine, metrekaresine metrekarede ev vererek bir plan yaptım orada, inşallah gerçekleşirse oradaki vatandaş dört dörtlük bir mahallede oturmuş olacak. Ama adamın 100 metre evi var, 100 metrelik eve çıkıp tertemiz oturacak. Nerede? Yerinde, mahallesinde. Sosyal donatısı belli, yeşil alanları konulmuş. Peki, şimdi ne diyelim biz çıkalım da? "Arkadaş senin tapun yok." Yık hadi 7.500 konutu da göreyim. Doğru olur mu bir de yıksak? O da doğru olmaz. O zaman kabullenmek durumundayız, bu gerçekleri kabullenmek durumundayız, bunlar ülkemizin gerçekleri, ne yapalım. Oradaki oturan insanların da hepsi neredeyse dar gelirli. Devletin de bir görevi var, o vatandaşı ev sahibi yapacak; evi var, yok, arsası var, yok.
GARO PAYLAN (İstanbul) - Hak sahibi tespitinde sıkıntı yaşarsınız.
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI MEHMET ÖZHASEKİ (Kayseri) - Ya bir sürü formülü var o işin ya, ben yıllarca Belediye Başkanlığı yaptım, formülünü sorma.
Neyse, önemli olan iyi niyeti, oradaki insanların evine kavuşturulması. Ben kentsel dönüşüm mantığımı anlatmaya çalışıyorum.
Tabii, burada bir kere daha söylüyorum: Yeni nüfus gelmeyecek, oraya bir taşınma söz konusu olmayacak, nüfus da artmayacak. Sonra, boşaltılan yerler de, dediğim gibi, bir an önce, daha rahatlatabilir bir şekilde sosyal donatıya dönüştürülecek. On beş yıl içerisinde eğer yılda 500 bin bağımsız birimi biz değiştirebilirsek, dönüştürebilirsek yılda 500 bin; 150-200 bini İstanbul'da, 300-350 bini Anadolu'da. İnşallah deprem hiç olmaz, Allah hiç vermesin ama olacaksa geç versin, biz hazırlıklarımızı yapmış olalım, böylelikle biz Türkiye'yi hazır hâle getiririz.
Doğrusu, bu işte çevreyi koruma noktasında elbette biz Bakanlık olarak sorumluyuz, şehircilik alanında söylenen bütün şikâyetlerden sanki üzerimize doğru geliyor suçlamalar. Eyvallah, kabul edelim hadi, çok da önemli değil ama tek başımıza buna gücümüz yetmez, hep birlikte, bu işin doğrusu, savunmasını yapmamız lazım. Doğru bir planlamayla, doğru denetleyerek, doğru adımlar atarak ileriye doğru gitmeliyiz. Vatandaş da üzerine düşeni yapmalı hakikaten, birebir, bizim kontrol amirimiz gibi yaptığımız her işi takip etmeli ve uygun yasaları da önümüzdeki günlerde çıkararak böyle devam ederiz diye düşünüyorum.
Bu arada...
GARO PAYLAN (İstanbul) - Sayın Bakan, çok önemli bir vaatte bulundunuz. Yarın vallahi kaçak katlar başlar. Şehirlerin fotoğrafını tek tek çekmediyseniz herkes birer kat daha atar, her daire biraz daha...
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI MEHMET ÖZHASEKİ (Kayseri) - Vallahi şu anda hepsi tespitli.
GARO PAYLAN (İstanbul) - Hepsi tespitli mi?
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI MEHMET ÖZHASEKİ (Kayseri) - Hepsi tespitli, milim milim tespitli.
Arkadaşlar "Bu planlar Bakanlıktan onaylanıyor." falan dedi. Ben bu arada arkadaşlarıma dedim ki: "Ya ben bir buçuk senelik Bakanım. Arkadaş, kaç tane bize plan gelmiş, kaçını onaylamışız?" Benim suçum, günahım varsa onu da itiraf edeyim herkesin önünde diye. 580 tane plan gelmiş bize, bu planların yüzde 30'unu neredeyse direkt reddetmişiz zaten. Kalan planların yüzde 50'si kamudan gelmiş, yüzde 17'si kentsel dönüşüm neticesinde gelmiş, yüzde 19'u enerji tesislerinden dolayı gelmiş; İstanbul'dan da gelen 80 tane plan teklifinin 72 tanesini reddetmişiz. Aynen dediğiniz gibi geliyor "Bak ağabey, benim şurada bir planım var." "Buyur kardeşim." "Şu yandaki var ya 5 emsal." diyor. "Ee." diyoruz. "Benimki 2 emsal." diyor. "Ne olacak?" "Allah'tan reva mı? Adalet." diyor. "İyi de herkesi 5 yaparsam -planı açıyorum- şu arkadaki adam gelecek 5 vermem lazım, şuna 5 vermem lazım, minareler çıkacak ortaya, nereden ineceksiniz, nereden gireceksiniz, nerede yaşayacaksınız?" Geçenlerde gene gelen bir tanesi "Vallahi biz öldük." dedi. "Ya, Allah'tan kork, bir silkelen, 100 milyon doların dökülür. Allah sizi çarpsın." dedim, küstü, kapıyı çarptı, gitti. Böyle teklifler geliyor akşama kadar. Bu 8 tane kabul ettiğimizin her birisinde sosyal bir amaç var, planları öyle kabul ediyoruz, yoksa hiçbir şekilde İstanbul'dan gelen yoğunluk artışlı planlara -şahıs bazlı hele hele- hiç izin yok, o konuda herkes rahat olsun arkadaşlar.
Bu arada "Sizin Bakanlığın bütçesi 1.900 civarında. İyi de trilyonluk işler yapılıyor, bu nasıl oluyor?" gibi bir soru var. Ben kabaca söyleyeyim. Mesela...
GARO PAYLAN (İstanbul) - TOKİ...
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI MEHMET ÖZHASEKİ (Kayseri) - Yok, şöyle: Yapı işleri bizim birçok kamu kuruluşu "Şu işimizi lütfen planlayın, sonra ihale edin, sonra denetleyin, kesin kabullerini yapın." diye bize getiriyor. Niye? Bizde, Bayındırlık Bakanlığının eski birimi olduğu için uygun arkadaşlar var. Mesela, Gençlik ve Spor orada yurtları getiriyor, Millî Eğitim okulu getiriyor, kendilerinin elamanları yok. Böyle gelen, son on yılda 4.213 tane yapım var. Yapım, onarım, proje vesaire vesaire 12 milyarlık iş. Mecburen biz yapı işleri tarafında bunu takip ediyoruz, bir kısım işlerimiz böyle.
Saraçoğlu Mahallesi soruldu. Bu projede, Saraçoğlu Mahallesi'nde 185 adet tescilli ağaç var ve alanda da tescilli yapılar var. 120 bin metrekare, sit alanı ilan edilmiş. Birinci derecede sit alanı olduğu için burada yapı yasağı var arkadaşlar, yeni bir şey yapılamaz. Yani, birisi gelse de "Ya, ben burada istediğimi..." Yapamaz, birinci derecede sit alanlarına giriş bile izinle. Buradaki projede eğer, bir sosyal tesisten bahsediliyor, içeride bir kültür sanat etkinliğinden bahsediliyor, proje içerisindeki bir tek yapıdan, onlarca yapı içerisinde, o da çevresindeki bu binaların yükseltisini geçemez, onları ezemez, orada aykırı bir yapılaşmaya izin verilmez. Doğrusu bendeki bilgiler bundan ibaret ve bunlar da hepimizin takip etmesi gereken bir iş, hep birlikte takip edelim.
"Katı atık tesisleri dünyada terkediliyor." falan deniyor ama arkadaşların verdiği rapora göre hâlâ şu anda dünyada yüzde 43, Avrupa Birliğinde yüzde 34 düzenli depolama yapılıyor. O da bir yöntemdir, bundan da vazgeçemeyiz ama bizim, Bakanlık olarak başlattığımız "Sıfır Atık Projesi" var. Mesela araçlar isteniyor ya arkadaşlar, belki birçok milletvekili arkadaşımız kırılacak ama "İşte bizim falan beldeye niye verilmiyor?" diye. O araçları verdiğimiz fon çevre cezalarını yazdığımızda Maliyenin parayı toplayıp bize verdiği fon. Araç dağıtmıyoruz artık. Ne yapacağız peki bu parayı? Sıfır Atık Projesi'nde kullanacağız. Kim eğer yerinde, daha evden çıkarken ayrıştırmaya başlarsa işte o belediyelere bu yardımı yapacağız. Evinden daha çıkarken şişesini ayıracak, camını ayıracak, pet şişesini ayıracak, kâğıdı ayıracak, organik atıkları ayıracak. Artık buna geçelim yavaş yavaş... Bizim Bakanlığımızda günde 750 kilo atık çıkıyor dışarıya. Hepsini ayrıştırıyoruz, organikleri de gübre hâline getiriyoruz. Cumhurbaşkanlığını da başlattık, bunu yaygınlaştıracağız. Evlerde ayrışma başladığında elimizdeki bu fonu olduğu gibi evlerde ayrışım yapan belediyelere vereceğiz arkadaşlar. Bunu böyle yapmamız lazım, doğru olan da bu diye düşünüyoruz.
Şimdi, Güneydoğu hepimizin yarası arkadaşlar. Bakın, buradaki terörün başlaması, neticesindeki çatışmalar konusunda HDP'yle zaten aynı düşünmediğimiz ortada, yeniden açacak da değilim bu konuyu ama yeni yapılacaklar konusunda hemfikir olabiliriz; ondan öncesini de tartışmanın kimseye de bir faydası yok zaten. Birkaç tane ben buraya fotoğraf getirdim. İdil'den bir görüntü arkadaşlar. Şu da İdil'den bir görüntü.
BAŞKAN - Ön tarafa indirir misiniz arkadaşlar onları.
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI MEHMET ÖZHASEKİ (Kayseri) - Bu evler yapıldı mesela. Bu, bahçeli, tek katlı, şu da blok isteyenler için. Vatandaşlarımızın tercihlerini sorduk.
Şu, Silopi'deki tek katlı, yöresel mimariye uygun olarak yapılan evler. Ya, herkes elini vicdanına koysun. Bu çatışma yaşanmadan önce böyle miydi arkadaşlar evler ya? Briketten, rastgele yapılmış, her tarafı dökülen, gariban insanların yaptığı evlerden ibaretti. Bir çatışma yaşandı, Allah bir daha yaşatmasın, Allah bir daha öyle bir kötülük göstermesin ama yeni yapılanlar bunlar. Bakın arkadaşlar, Silopi'de bu şekilde bloklar da istendi. Bunları isteklere göre yapıyoruz yalnız. Vatandaşla tek tek bürolarda görüşülüyor, onların neticesinde yapılıyor.
Şu, Cizre Dirsekli. Şu, Sur'da "sokak sağlıklaştırma" dediğimiz iş. Nihayetinde çatışma olmayan bir şey Gazi Caddesi ve Melikahmet'te. Şu üst taraftaki eski hâli, ticaretin kalbi mesabesinde. Tamamıyla binaların yüzleri sıyrılıyor, alt taraf taş kaplanıyor, taş-ahşap karışımı dükkânlar ortaya çıkıyor. Herhâlde iki, üç aya bitecek. 1.400 civarında burada dükkân var. Altyapısıyla ilgili de, sokak düzenlemesiyle ilgili de bunları İstanbul Büyükşehir Belediyesi sağ olsun, bir dostluk numunesi olarak kendileri üstlendi, büyük bir para harcıyorlar, getirip burada, tamamıyla Sur içerisindeki sokak sağlıklaştırmayı bitirecekler.
Şu, Diyarbakır'daki restorasyon çalışmalarından bir tanesi, yöresel mimariye uygun olarak yapılan evlerden bir tanesi. Hatta, bunu Ulu Cami'nin arkasındaki ev diye biliyorum; üst taraftaki eski hâli, bu yeni hâli. Şu, Diyarbakır'da Üçkuyular mevkisi dediğimiz yerde 5 binden fazla yapılan konutların son hâli arkadaşlar. Şu, Sur içerisindeki konutlar, geleneksel Diyarbakır evlerinin devam eden hâli. Şu evlerden, eğer bütçe bulabilirsem, Sur içerisine 2.500 civarında yapmam lazım yıkılan yerlerle ilgili.
Çok da vaktinizi almadan bir tane daha göstermek istiyorum. Şu da işte, malum, bizim bildiğimiz Hazreti Süleyman Cami.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Bakanım, süreniz tamamlandı, size ek süre veriyorum.
Buyurun.
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI MEHMET ÖZHASEKİ (Kayseri) - Peki.
Şimdi, oradaki vatandaşlara, hepsine bizim bürolarda şunu soruyorlar: Bir "Şurada senin daha önceki evinin tespiti var, paranı ister misin kardeşim?" Bak, bu soruluyor herkese. "Paramı istiyorum." deyip de daha parasını alamayan Allah'ın kulu yok. Ama, çoğu zaten eski ve döküntü evler olduğu için 40-50 bin lira çıkıyor, onu adam niye alsın ki? "Bana ev verin." diyor. Tamam. Ev vereceksek, Sur içerisinde söylüyorum, "Diyarbakır Üçkuyular'da hazır evler var, gidip oturur musun?" diyoruz. Teklif, hazır ev. Eğer gider oturursa bedelini tespit ediyoruz, bizim maliyetimizden yüzde 30 geriye çekiyoruz, arada fark oluşmuşsa eğer onu da uzun vadeli faizsiz istiyoruz. Üçüncü teklif -Sur için söylüyorum yine- "Senin evin Sur'un içerisindeydi ve çatışmada yıkıldı şöyle veya böyle, yerinde yapmak istersen sen, gel, projene yardımcı olalım, yıkılan evinin de enkaz bedelini verelim, evini yerinde yap kardeşim." Kimsenin diyeceği bir şey yok.
Dördüncü teklif... Özellikle, belki kamulaştırmadan kasıt da orasıdır, Alipaşa, Lalebey civarı, bilenleriniz var mı bilmiyorum. Oradaki kamulaştırmada da ben gidip vatandaşla oturduğumda dediler ki: Bir, "Çölgüzeli'ne gitmeyiz. Ta 3-5 kilometre ileride, kim gidecek oraya?" Haklısınız. "Para da istemiyoruz." Haklısınız. "Yerinde de yaptıracak gücümüz yok bizim." O da doğru. Hakikaten birçok insanın yapacak gücü de yok. Sonra, anıtlar kuruluna Allah kimsenin işini düşürmesin, git gel de gör projeleri, çok zordur oradan iş çıkarmak. "O zaman size şöyle teklif etsem razı olur musunuz: Sizin şu anda kamulaştırma bedelleriniz belli, orası boşaltılıyor. Tenzilibedel davası açacaksınız zaten, açın. Mahkeme kaç değer biçti, o paranızı alın." dedim. Burada oturan her vatandaşa şu yaptığım geleneksel evlerden teklif edeceğim, Sur içerisindeki geleneksel evlerden. "Bizden aldığınız parayı verin, başa baş geliyorsa ne ala, yok eğer biraz farklılık varsa uzun vadeli ben sizi borçlandırayım." "Allah razı olsun." dediler, sarıldık, öpüştük, helalleştik orada. Yani Sur içerisinde böyle bir yol izliyoruz. Diğer taraflarda, Cizre'de, Silopi'de, Şırnak'ta... Mesela, "Şırnak tamamıyla yok oldu." diyoruz ya, doğrudur. Yüzde 50'si neredeyse yok olmuş, ilk gittiğimde öyle gördüm ben.
GARO PAYLAN (İstanbul) - Yüzde 70'i yok olmuş.
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI MEHMET ÖZHASEKİ (Kayseri) - Yok. Rakamlar var, yüzde 55 civarında. Anlaşma yüzde 90'ların üzerinde. Vatandaş "Evimi isterim, şuradan olsun." diyor. Cizre'de biraz 7-8 katlı yaptık, sebebi de şu: Daralmış dağ yamaçlarında bir yer, geniş alanımız yok. Ana caddesinin üzerinde, merkezî caddenin üzerinde herkes evini istiyor. O zaman da eski yolu yapsak zaten yol çok dardı, yolu biraz genişlettiğimizde mekân daraldı. Yolu genişlettik çünkü otoparklar koyduk, aralıklar koyduk, mecburen orada 7-8 kat gibi yüksek yaptık. Oradaki vatandaşlar da anlaştığında evden çıktığı günden itibaren hesaplıyoruz. Ne zaman çıktı? Diyelim bir buçuk sene önce. Bir buçuk sene önceden başlayarak kira parasını veriyoruz. Ne zamana kadar? Evine girinceye, anahtarı teslim edinceye kadar kira parasına devam ediyoruz. Eşya parasını zaten ödemeye devam ediyoruz. Toplum yararına çalışmada, buralarda evi yıkılan vatandaşları tercih ederek hiç değilse bir aileden bir çocuğu çalıştırmak için valilere ben direktif verdim, direkt onları çalıştırmaya gayret ediyorlar. Yani orada bir yara var, yarayı sarmaya çalışıyoruz arkadaşlar.
Şimdi, birçok alan var da eğer vakit kaldıysa söyleyeyim diyeceğim ama çokta kalmadı galiba.
BAŞKAN - Sayın Bakanım, biz saat 11.00'de inşallah Millî Eğitim Bakanlığı bütçe görüşmelerine devam edeceğiz. O açıdan, son bir dakika da tamamlarsanız memnun oluruz.
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI MEHMET ÖZHASEKİ (Kayseri) - Peki efendim.
İyi niyetle bir gayretin içerisindeyiz. Doğru, çevre ve şehirciliğin belki yan yana olması bir tezat gibi gözüküyor. Birçok ülkede şöyle düşünmüşler: Çevreyi o ülkenin önceliği olan ne varsa onunla beraber bir araya getirmişler. Ben baktım dünyada neler var diye. Çevre bakanlığı birçok gelişmiş ülkede bağımsız tek birim olarak tutulmuş. Birçok ülkede enerjiye mani olduğu için çevre, "enerji ve çevre bakanlığı" olarak, bazılarında "kalkınma ve çevre" olarak verilmiş. Bizde de herhâlde şehirciliği öncelemişler ki "şehircilik"le beraber koymuşlar. İsmini sevsek de sevmesek de vallahi "şehircilik" var, yapacak da bir şey yok. Bu konuda bütün samimiyetimizle biz Bakanlık olarak elimizden gelen doğruları yapmaya çalışıyoruz. Allah bizi mahcup etmesin. Eğer sizler de çevre konusunda ve şehircilik konusunda bizlere katkıda bulunursanız seviniriz. Zaten biraz önce de arkadaşlar söyledi, beni devamlı arıyorlar arkadaşlarımız, hepsinin telefonuna çıkıyorum ve orada çevre katliamı varsa mani oluyoruz. Mesela, Musa Bey söyledi, o iki taş ocağına izin yine yok. Ben ret için söyledim arkadaşlara. Taş ocaklarını maden gibi görmüyoruz biz, taş ocaklarını reddediyoruz ama şimdiye kadar kurulu olanlar var, onları da denetimde tutup kirletmeyi engellemeye çalışıyoruz. Sizin söylediğiniz iki alanı da biliyor arkadaşlar ve reddediyorlar, haberiniz olsun. Bu konuda hepimize ortak bir sorumluluk düşüyor. Biz iyi niyetle elimizden geleni yapıyoruz. Allah utandırmasın diyorum efendim.