| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/887) ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/861) ve Sayıştay tezkereleri a) Millî Eğitim Bakanlığı b) Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığı c) Yükseköğretim Kurulu ç) Üniversiteler |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 07 .11.2017 |
MUSA ÇAM (İzmir) - Sayın Başkan, Komisyonumuzun saygıdeğer üyeleri, Sayın Bakan, kamu kurum ve kuruluşlarının saygıdeğer yöneticileri, basınımızın değerli temsilcileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
AKP hükûmetlerinin bize göre en başarısız, kendilerine göre en başarılı olduğu ama aynı zamanda da en çok manipüle etmeye çalıştığı Millî Eğitim Bakanlığının bütçesini görüyoruz.
On beş yılda sayısını bilemediğimiz kadar değişiklik yapıldı. Üç yeni sınav sistemi getirildi, bakanlar değişti, eğitim sistemi yapboz tahtasına döndü, her bakan yeni bir sistem getirdi, bir öncekini rafa kaldırdı ancak bu sistemlerden hiçbirisi kalıcı olmadı. Tüm bu sistem karmaşasının yanı sıra dikkat çekilmesi gereken en önemli nokta, eğitimin ve toplumun din temeline dönüştürülmesidir. 4+4+4 yasasının çıktığı Nisan 2012'den bugüne eğitim süreçlerinin en karanlık dönemini yaşıyoruz. MEB'le yapılan protokollerin neredeyse tamamı Diyanet İşleri Başkanlığı üzerinden yapılmış, Diyanet İşleri Başkanlığı üzerinden TÜRGEV, Ensar, İHH, Anadolu Gençlik Derneği, Hayrat Derneği ve daha onlarca yapıyla birlikte hac-umre yarışmaları, yaz okulları, Kur'an kursları, Her Sınıfın Bir Yetim Kardeşi Var Projesi, kamplar, konferans, sempozyum, paneller okul binalarında gerçekleştirilmiştir.
Kız çocuklarının başları ve bedenleri "18 yaş altı her birey çocuktur. Dinî, ideolojik hiç bir dayatma yapılamaz." ilkesine rağmen yasal olarak 9, fiilen ise okul öncesinden başlatılarak kapatılmaya başlanmış, kız çocuklarının üzerinde baskı artmıştır.
İmam-hatip okullarından başlanarak yasa ve yönetmeliklerde yer alan karma eğitim uygulaması fiilen sonlandırılmıştır. Kız-erkek sınıfları, koridorları, binaları ayrılmış, maddi imkânı olmayan öğrencilerin cemaat, vakıf yurtlarına yönlendirilmesi yapılarak denetimsiz ortamlarda istismara uğramalarının ve hatta Aladağ'da olduğu gibi ölümlerinin önü açılmıştır.
Okul öncesi parasız zorunlu hâle getirilmezken, protokoller üzerinden okul öncesi eğitim kurumları yerine sübyan okullarının açılması teşvik edilmiştir. Bu mektepler özellikle emekçilerin yoğun olarak yaşadığı mahallelerde hem kreş hem de okul öncesi din eğitimi veren, denetimden muaf yapılar olarak hızla yayılmışlardır. Devlet okullarında ana sınıflarının yeterli sayıda olmaması, 150-200 lira arasında değişen ana sınıfı ücretlerinin aileler tarafından karşılanamaması, okul saatlerinin çalışan kadınlara uygun olmaması nedeniyle yaşanan çaresizlikler bu "mektep"leri cazip hâle getirmiş, küçük yaşta çocukların psikolojilerinin bozulmasına yol açmıştır. Hâlihazırda ihtiyacı karşılamayan okul sayısına rağmen okul binalarının tamamı veya bir kısmı imam-hatip ortaokullarına veya liselerine dönüştürülmüştür. Birçok yerde ilkokul binalarının içerisine dahi imam-hatip sınıfları açılmış, Antalya pilot bölge tarif edilerek ortaokul binalarının içine imam-hatip sınıflarının açılması kararı alınmış, 2012'den bu yana imam-hatip ortaokullarına giden öğrenci sayısı 7 kat, imam-hatip liselerine giden öğrenci sayısı ise yaklaşık 3 kat artmıştır. Tüm bu çabaya rağmen görüyoruz ki her 5 imam-hatipliden 4'ü üniversiteye girememiştir. Her türlü ayrıcalık, olanak ve avantaj sağladığınız imam-hatip liseleri, üniversite giriş sınavında beklenen başarıyı gösterememiş, 222 bin imam-hatipliden ancak 40 bini üniversiteye girmiştir.
2012'den bu yana özel okul sayısı 10 kat, özel okullara giden öğrenci sayısı 12 kat artmıştır ve Sayın Bakan konuşmasında özel okulları teşvik edeceklerini söylemiştir. Vallaha, hazır bu özel okulları teşvik ederken, desteklerken Millî Eğitim Bakanlığını da kökten özelleştirelim, siz de kurtulun Bakanım, biz de kurtulalım.
2017'de öğretmen strateji belgesi, ders saatleri çizelgesi, mescit zorunluluğu, kurum açma kapatma yönetmeliği, Ensar, İlim Yayma ve Birlik Vakfı protokolü, müfredat düzenlemesi ve son dönemde yaşadığımız sürgünlerle de AKP Hükûmetinin eğitime yönelik inşa sürecinin hız kesmeden sürdüğünü görüyoruz. MEB'in Ensar'la imzaladığı protokolün vakfa "uçsuz bucaksız" denecek bir inisiyatif tanıdığını, Bakanlığın yetki ve sorumluluk alanında olması gereken müfredatın, neredeyse "anahtar teslim" denecek tarzda vakfa bırakıldığını hatırlatmak gerek. Üstelik Ensar Vakfının sadece ortaokul ve liselerde değil, yaygın eğitime yani halk eğitim merkezlerine girdiğini de görüyoruz. Son protokol, bu vakfa ülke genelindeki 1000'e yakın halk eğitim merkezlerinde kurslar düzenleme hakkı veriyor. Çok daha önemlisi ise kendi müfredatını oluşturmasına kapı açıyor. Ensar, Millî Eğitim Bakanlığını arkasına alarak milyonlarca yetişkin insana, üniversiteye giriş kursundan din adamlığı kursuna kadar değişen çeşitlikte programlar verebilecek. MEB verilerine göre Türkiye genelinde 986 halk eğitim merkezi buluyor. Merkezlerde 3 milyon 400 bin civarında erkek, yaklaşık 4 milyon da kadın kursiyer eğitim gördü. Anlaşılan Bakanlık anahtarı bir vakfa vermiş, iş yapıyor görünmekten başka bir işlevi de kalmamıştır.
Eğitimin dinî yaşama hizmet etmesi en katı biçimiyle Suudi Arabistan'da görülen bir uygulama. Orada dine uygunluk denetimi Eğitim Politikası Yüksek Komitesi tarafından yapılır. Suudi Arabistan Anayasası'nın eğitimle ilgili maddesi -Madde 13- "Eğitim, gençlerin gönlünde İslam inancının yerleşmesini, onların bilgi ve becerilerle donatılmasını..." diye başlar. Türkiye şu hâliyle kendi anayasasını değil, âdeta Suudi Arabistan Anayasası'nı uygulamaktadır.
EĞİTİM-BİR-SEN'in talep ettiği gibi "Atatürkçülük" kavramı sosyal bilimler derslerinin müfredatından tamamen çıkarıldı, Atatürk'ün işlenişinin kapsamı daraltıldı. Bakanlık ayrıca biyoloji ders programından Darwin'in evrim kuramını da çıkardı. Peki bu kapsamda düzenlenen müfredat değişikliği ne anlama geliyor? Evrim kuramına yer vermeyen müfredat bilimle bağını koparmış demektir. Bir müfredatta bilime yer verilip verilmediğini evrim kuramına ne ölçüde yer verildiğine bakarak anlarız. Çünkü evrim kuramı, hayata eleştirel bakabilmemizi sağlayacak bilimsel yöntemi herkesin anlayacağı yalınlıkta sunar. Biyoloji dersinde evrim kuramına yer verilmemesi diğer derslerin içeriğinin de bilimsellikten uzak olduğunun kanıtıdır.
Okul müdürleri ve müdür yardımcılarının seçildiği mülakatlarda listenin neredeyse tamamının, adı geçen sendikanın üyelerinden oluşması da dikkat çekilmesi gereken ayrı bir noktadır.
Özellikle vurgulamak gerekir ki 4+4+4 sistemi kız çocuklarımızı okuldan uzaklaştırıyor. 2016-2017 verileri henüz açıklanmadığı için, 2015-2016 yılı verilerine göre birinci kademe eğitimi tamamlayarak ikinci kademe eğitime yani ortaokula geçen 5 milyon 211 bin 506 çocuğumuz var. Ancak bu çocuklarımızdan 338.075'i çeşitli nedenlerle eğitimine okulda devam edemeyerek ayrılmak zorunda kalmış. Açık öğretim ortaokul programına geçiş yapması sağlanan bu öğrencilerin 211.882'si kız çocuğu, başka bir deyişle, kâğıt üzerinde yani uzaktan eğitim görenlerin yüzde 63'ünü kız çocuklarımız oluşturuyor.
OECD araştırmasında geleceğin bilim insanlarının hangi ülkelerde yetişeceğini anlamaya çalışıyorlar. Listenin başında Almanya yer almaktadır ama ardından gelen üç ülke oldukça sıra dışı: Estonya, Finlandiya, Meksika. Bu ülkeler dünyada, gençlerini bilimsel kariyere en çok yönlendirenler arasında yer almaktadır. Tahmin edileceği üzere, Türkiye maalesef bu sıralamada en son sırada yer alıyor. Son sıralarda değil, en son sırada yer alıyor. Ekonomik rekabetin inovasyona dayandığı bir çağda bu oranlarla dünyayla nasıl rekabet edeceğiz?
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tabii, bir önemli nokta da gençlerin bir şekilde yerleştirildikten sonra üniversite diye kapısından girdiği kurumların hâlidir. Akademik kadroları tasfiye edilmiş, özgürlüğün yerine itaatin, yetkinlik yerine partizanlığın geçer akçe hâline geldiği kurumlar olmuş; olağana dönüşmüş OHAL'e ilave, öğrenciler de 12 Eylülcüleri aratacak disiplin yönetmeliği ve idari uygulamalara maruz bırakılmaktadır. Akademik özerklik ve özgürlükler, çiğnenen cüppelerin işaret ettiği üzere, postalların altında zapturapt altına alınmak istenmektedir. Bunların olduğu yerde yetişen öğrencilerden itaatkâr parti bürokratları çıkar belki ama özgür düşünceli, araştıran, eleştiren ve daha iyiyi kurmaya muktedir bir gençlik asla çıkmaz.
Barış bildirisi imzacılarından 400'e yakın akademisyen kanun hükmündeki kararnamelerle görevinden ihraç edilmiş, süresiz açığa alınmış veya istifa ya da emekliliğe zorlama yoluyla üniversitelerden uzaklaştırılmıştır. Akademisyenlerin ihracı açık bir Anayasa ihlali anlamına gelmektedir. Anayasa'nın 130'uncu maddesine göre "Üniversite yönetim ve denetim organları ile öğretim elemanları; Yükseköğretim Kurulunun veya üniversitelerin yetkili organlarının dışında kalan makamlarca her ne suretle olursa olsun görevlerinden uzaklaştırılamazlar." Ancak aralarında barış akademisyenlerinin de bulunduğu binlerce akademisyen, idari bir tasarrufla, Hükûmet tarafından, savunmaları alınmadan, somut bir suçlama yapılmadan üniversiten çıkarılmışladır. Şimdi görüyoruz ki bu akademisyenlere tek tek ve sırayla davalar açılıyor. En son öğreniyoruz ki Galatasaray Üniversitesinde farklı fakültelerde görev yapan akademisyenlere dava açılmış. Zaten ağır bir mobbing altında işlerini yapmaya çalışan bu akademisyenlere dönük bu uygulamaları kabul etmek mümkün değildir? Sayın YÖK Başkanından bu konuya dair kapsamlı bir açıklama beklemekteyiz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; adrese dayalı kayıt sistemi öğrencilerin istediği okula gitme hakkını ortadan kaldırmaktadır. Üstelik de okullar arasındaki eşitsizlik, adrese dayalı kayıt sistemiyle sınıfsal eşitsizlikleri de artıracaktır. Çok sayıda veli, öğrencisinin gitmesini istediği okulların bulunduğu bölgelere taşınacak ve buralarda oluşan yoğunluklar da yeni sorunlara neden olacak. Ekonomik nedenlerle ikametini değiştiremeyen ailelerin çocukları ise bulundukları adres bölgesinde...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Çam, lütfen son cümlelerinizi alayım.
MUSA ÇAM (İzmir) - ...bulunan okul türüne mecburen yerleşmek zorunda bırakılacak. Sonuçta yapılan her açıklama, eğitim sisteminde var olan eşitsiz koşulları daha da derinleştirecektir. Biliyoruz ki lise bina sayısının yetersizliğinden kaynaklı, 2012'den bu yana, 2 milyonu aşkın öğrenci örgün eğitim dışına çıktı. Yaşanılan, fiilen eğitim hakkı ihlalidir. Eğitim hakkı ihlali okulların donanımı, fiziksel koşulları açısından da eşitsizlikler barındırıyor. Ortaöğretim Kurumları Yönetmeliği'yle yapılan değişiklik üzerinden fiilen imam-hatip öğrencisi olmak zorunda bırakılmaktadırlar.
Son cümlem: Burada öğrencilere imam-hatip liseleri tercihi dışında başka bir tercih yöntemi bırakılmamaktadır. Bazı yerlerde üç imam-hatip lisesi var, bir de Anadolu lisesi ama o Anadolu lisesinin de kontenjanı belli. Böyle bir durumda, bu kadar dengesiz bir okul dağılımının olduğu bir eğitim sisteminde beş okulla öğrencilerimizi sınırlandırıp ondan sonra açıklama yaparak "Öğrencilerimizi istemedikleri okula göndermeyeceğiz." söylemleri ne yazık ki gerçeği yansıtmıyor.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Çam.
MUSA ÇAM (İzmir) - Fırsat eşitliğini engelleyen, okumak isteyen çocuklarımızın önünü kesmeye dönük bu tür uygulamaları kabul etmek mümkün değildir.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.
MUSA ÇAM (İzmir) - Sayın Başkan, sizin de zulmünüz artsın, iyi mi!