| Komisyon Adı | : | (10 / 135, 298, 1150, 2002, 2101, 2103, 2104, 2112, 2113) Esas Numaralı Meclis Araştırması Komisyonu |
| Konu | : | Komisyonun çalışma takvimine, komisyonda görevlendirilecek uzmanların ve davet edileceklerin tespitine ilişkin görüşmeler |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 18 .01.2018 |
ORHAN SARIBAL (Bursa) - Çok teşekkür ederim.
Öncelikle, geciktiğim için hepinizden özür diliyorum.
Komisyonun kurulması çok anlamlı, kıymetli. Gerçekten -değerli milletvekilimiz de söyledi- bizim Tarım Komisyonu olarak ne yazık ki adımız var ama kendimiz yokuz bugüne kadar, çok üzgünüm. Bu, hani, bir eleştiri anlamında değil ama tarımla ilgili bütün konular ne yazık ki direkt Plan ve Bütçe Komisyonundan geliyor, başka komisyonlardan geliyor, tarımcılar dışında herkes bu konuda karar veriyor ama ne yazık ki içerisinde tarımcının olmadığı, merasından tutun da diğer bütün alanlarla ilgili çok önemli kararlar geçiyor.
Bu öz eleştiriyi yaptıktan sonra Türkiye tarımının genel sorunları ile üzümün sorunlarını birbirinden farklılaştırmak, birbirinden ayrıştırmak elbette mümkün değil; girdi meselesinden tutun da ihracat meselesine kadar, hocamın dediği gibi, tarımda ürünlerin güvenli yetiştirilmesinden, sağlıklı yetiştirilmesinden tutun da pazarlamaya kadar.
Benim bu Komisyondan öncelikle en büyük beklentim, açıkçası umudum, üzüm özeli üzerinden Türkiye genelinin tarımsal sorunları karşımıza çıkacak. Çünkü burada belki toplantımızın, bu Komisyonun kurulmasının özelinde, merkezinde Sultani çekirdeksiz üzüm görülmekte. Oysa Türkiye'nin birçok bölgesinde hâlâ üzüm üretimi yapılmakta, üzüm üreticimiz var. Dolayısıyla inanıyorum, gittiğimiz yerlerde başka başka sorunlarla karşılaşacağız. Bu sorunların en önemlileri, öncelikle, girdilerin çok yüksek olması. Yine milletvekilimiz söyledi, afet meselesi üzerinden yani sigorta meselesi üzerinden yaşanan temel sorunlar, işçilik maliyetlerinin sürekli yüksek olması ve buna karşılık üreticinin ürettiğinden gelir elde edemeyip tarımdan, üretimden vazgeçmesi.
Türkiye'nin şimdi yaşadığı en büyük problem, üretmeyen bir ülkeye doğru hızla gidiyoruz ve burada özellikle dikkat çekmek istediğim -yine üzüm özelinden tutarak büyütmek isterim- zaten yapılaşma, üzüm alanları dâhil her yere girdi yani siz üzüm değil, hangi ürünü ekerseniz ekin, 1 dekar yerin 50 bin lira, 100 bin lira olduğu yerde tarımı orada sürdürebilme olanağınız mümkün değil, böyle bir durum yok. O yüzden, bütüncül bir politikaya, bütüncül bir yaptırıma, bütüncül bir kararlılığa ihtiyaç var. Burada o bütüncül kararlılığı, bütüncül yapıyı en azından tahlil ederek, tespit ederek Türkiye tarımı ve geleceği açısından ortaya çıkarabilirsek bunun çok büyük bir kazanım olacağını ve karar vericilere, özellikle siyasal erkin karar vericilerine belki bunu anlatmakta daha kolay, daha doğru bir yol alırız düşüncesini taşımaktayım.
Evet, üretici, tabii, toprak gasbı... Artık şunu bilelim: Türkiye ne yazık ki tarımdan tutun, birçok alana kadar -özellikle tarım, alanımız olduğu için söylemek isterim- çok uluslu şirketlerin hegemonyası altındadır, çok net, fındıktan tutun, diğer bütün alanlara kadar. Hâlâ üzüm bu alanda en az etkilenendir. En az etkilenen olduğu için en büyük sıkıntıyı yaşayanlardan bir tanesidir.
O yüzden buna da bir göz gezdirmek gerekir. Çünkü dünyada toprak gasbı üç şekilde gelişiyor: Bir tanesi, üretici artık ürettiğinden para kazanamadığı için, girdiler çok yüksek olduğu için, kredileri yeterince değerlendiremediği için üretimden vazgeçiyor, yerini terk ediyor. Biz buna kırdan kente göç deriz.
İkincisi, üretici kendisi üretip satıp para kazanamadığı için "sözleşmeli tarım" dediğimiz bir modele geçildi. Bunu hemen hemen her bölgede yaşıyoruz biz; pamuktan tutun da fındığa kadar, fındıktan tutun, diğer bütün ürünlere kadar. Burada da belirli bir dönem gidiyor yani şöyle: Tarla bizden, çiftçi bizden, yer bizden ama bütün para şirketin, âdeta çiftçimiz ve topraklarımız kiralık ve çiftçimiz taşeron olarak kullanılıyor. Bu, ikinci toprak gasbı.
Üçüncü ve son aşama da artık buradan da gelir elde edemeyen köylü, çiftçi bundan da vazgeçiyor ve topraklarımız öbür taraftan, önce yerli, sonra yabancı çok uluslu şirketlerin eline geçiyor. Üç temel anlayış, emperyalizmin dünyaya dayattığı bu: Çok uluslu şirketler üzerinden bizim gibi az gelişmiş ülkelerin yaşamını, önce insanını birer ticaret alanı görüp sömürmek, ikincisi de topraklarımızı ele geçirmek. Örnek mi? Şili. Örnek mi? Fas. Örnek mi? Tunus. Örnek mi? Yakında, hemen yanı başımızda Irak. Örnek mi? Yakında Brezilya, Arjantin ve elbette yakın coğrafya olarak Avrupa'ya en yakın olan ülkelerden bir tanesi Türkiye.
Dilerim buradan, bu çalışmamızın içerisinden Türkiye geneline özgü bir profil çıkar, bir yapı da çıkar, üzüm özelinden itibaren bir ürün planlamasına gidilir; bu ürün planlamasının ve tarımın özeli de gıda egemenliği ve gıda güvenliği olur. Bunun üzerinden Türkiye'nin belki önünü, belki tarımın önünü açar, belki geleceğimize yeniden bir umut ışığı olur beklentisi içerisinde Komisyonun yararlar getirmesini diliyorum.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Evet Sayın Sarıbal, teşekkür ediyorum.
Sayın Başkanım, müsaadeniz olursa, söylediklerinizin birçoğuna katılırım. Tarım, dünyanın her yerinde sorunlu bir sektör Avrupa'nın göbeğindeki ülkeler dâhil olmak üzere, bunun içerisinde Fransa, İngiltere, Almanya dâhil olmak üzere. Dolayısıyla buralarda da tarımın sıkıntıları, sorunları tam anlamıyla çözülebilmiş değil. Oralarda da girdi maliyetlerinin yüksekliğinden, üretim bedellerinin düşük tutulmasından, fiyat politikasından dolayı zaman zaman protestolara da şahit oluruz.
Eksik bıraktıklarımız vardır. Destekleme noktasında birçok şey yaptık. Ben 22'nci, 23'üncü Dönemden bilirim, Türk tarımının yeniden yapılandırılması anlamında bir planlamanın yapılması anlamında ciddi gayretlerimiz oldu, tarım sektörünün teşvik edilmesi anlamında ciddi teşvikler verildi, ihracatın artırılması yönünde ciddi desteklemeler yapıldı ve belli bir kalitenin, belli bir standardın yakalanması noktasında da Hükûmet tarafından, Tarım Bakanlığı tarafından da ciddi primler ödendi. Eksik var mıdır? Elbette vardır ama sektörü tamamen de böyle, çıkmazda gibi göstermek biraz haksızlık olur. Tarım ihracatımız 3,5 milyar dolardı 2002 yılında, bugün 15 milyar dolar. Yani yeterli midir? Elbette değildir. Hollanda'nın sadece gülden veya çiçekten elde ettiği 150 milyar dolara yakın tarım hasılası veya girdisi, ülkesine kazandırdığı ihracat karşısında elbette yeterli değildir. Bu hususta üreticinin desteklenmesi, birliklerin desteklenmesi, kooperatiflerin teşvik edilmesi yönünde yine alınmış birçok destek vardır. Bunları şey olsun diye söylemiyorum yani eksik bıraktıklarımızın yanında bu güzel şeyler de yapıldı. Toprak Kanunu'nu çıkardık mesela. Hakikaten, tarım alanı olabilecek birinci evsaftaki tarım topraklarımız maalesef, yerleşim birimlerine dönüşmüştü, dönüşmeye devam ediyordu. Bunu da korumak adına bir kanun çıkardık. Dolayısıyla da planlama yapılırken sanayileşmeyi teşvik ettik. Hükûmet tarafından alınan bu teşvikle üreticinin mahsulü hem yerinde daha fazla katma değer üretsin hem istihdamı sağlasın hem de hijyenik ortamda ihracatçıya ve tüketiciye, nihai anlamda tüketiciye kaliteli ürün sunma fırsatı, imkânı bulunsun diye bunlar yapıldı yani demoralize olmayalım bu anlamda. Söylediklerinize katılırım, tedbirler alınmalı, teşvikler verilmeli, desteklemeler yapılmalı ama tarım sektörünü de böyle demoralize edecek bir pozisyon da buradan bir mesaj gibi algılanmasın. Bu, olumsuz bir şey olur.
ORHAN SARIBAL (Bursa) - Bu, bir tartışma yaratmak için değildi, bu süreç içerisinde bunları birbirimizle konuşuruz, birbirimizi anlamaya çalışırız anlamında söylemek istediğim şeylerdi. Bir tanesi, keşke Toprak Kanunu'nu çıkarmasaydınız, 5403 sayılı Toprak Kanunu'nun 14'üncü maddesi ne yazık ki memlekette toprak falan bırakmadı. Toprak sınıflaması o kadar kötü ki işte, mutlak tarım arazisi, özel tarım arazisi, marjinal tarım arazisi...
Bakın, dünyada kötü toprak yoktur, kötü model vardır. Anadolu'yu geziyorsunuz, bir kayanın üzerinde yetişen bir ağacı gördüğünüzde şaşırıyorsunuz "Bu ne?" diyorsunuz. Dışarıdan baksanız kaya, hiçbir şey olmaz. Önemli olan, o var olan güzellikleri, doğal kaynakları, madeni, toprağı, taşı doğru tahlil etmek ve o toprağa, o iklime, o coğrafyaya göre ürünü hayata geçirebilmektir. Birincisi bu. Bu 5403 sayılı Toprak Kanunu Türkiye'nin iyi kaliteli topraklarını korumamıştır, ranta açmıştır. Bunu ben rakamlarla da size ispat ederim ama bir tartışmayı başlatmak için söylemiyorum bunu çünkü amacımız o değil.
BAŞKAN - Onu ben de sizinle tartışırım. Ovanın göbeğindeki bütün işletmeleri gezelim, Toprak Koruma Kanunu'ndan önce yapılmıştır ama Toprak Koruma Kanunu'na takılan bir sürü yatırımlar atıl vaziyette benim şehrimde de durur.
ORHAN SARIBAL (Bursa) - Doğrudur, vardır.
BAŞKAN - Böyle bir güzelliği var bu Toprak Koruma Kanunu'nun.
ORHAN SARIBAL (Bursa) - Estağfurullah. Yanlışlar vardır, uygulamalarda eksiklikler vardır ama yani bu kanunun, hakikaten, bir ziraatçı olarak bizim açımızdan, tarımcı açısından çok sorunlu olduğunu söylemek isterim. Rakam da vereyim, tam 8,5 milyon dönüm arazi Toprak Kanunu'ndan sonra tarım alanından çıkmıştır.
Gıda ihracatı meselesinde rakamlarınız doğrudur, itirazım söz konusu değildir ama ben çiftçiyim, 1 kilo buğdayı satıp da 1 kilo buğday alıp almadığıma bakarım. Tarımsal ham madde açısından son on beş yıl, 2017 hariç, 65 milyar dolarlık tarımsal ham madde ithalatı vardır, 11 milyar dolarlık ham madde ihracatı vardır. Yani ne demek istiyorum? 1 kilogram buğdaya karşı -2017 rakamını söylüyorum- 1 kilo buğday ihraç etmişsek 7 kilo ithal etmişiz. Üretmediğimizi rakamlarla söylemek isterim. Sadece bilinsin diye söylüyorum. Elbette bütün gıda anlamında son birkaç yıldır hatta ihracat fazlası veriyorsunuz ama 2018'de şu anda 600 milyon dolar eksik var son iki ay hariç yani sahici olması gerekir.
Ben teşekkür ediyorum sizlere.