KOMİSYON KONUŞMASI

MUSA ÇAM (İzmir) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, Sayın Bakan, kamu kurum ve kuruluşlarının çok değerli temsilcileri, değerli basın emekçileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Yeni bir yıldayız. Özellikle 2018 yılında savaşın ve sömürünün olmadığı bir dünya diliyorum, ülkemizde barışın, kardeşliğin, huzurun, mutluluğun ve zenginliğin olduğu bir yıl diliyorum ve tüm arkadaşlarımıza da başarılar diliyorum.

Tasarının genel gerekçesinde yatırım ortamının iyileştirilmesiyle ilgili geniş açıklamalar var ve Sayın Bakan da sunumunda bunları bizlere izah etti, takdim etti, kendisine de teşekkür ederiz.

Tabii, tasarı, Türkiye'de yatırım ortamının iyileştirilmesi amacıyla hazırlanmış ama gerçekten Türkiye'de şu anda yatırım yapmak için gereken ortam var mıdır yok mudur? Benden önceki konuşmacılar da değindiler. Bana göre de böyle çok yatırım ortamını gerçekleştirecek bir ortam bulunmamaktadır.

Bundan tam on sekiz ay önce Haziran 2016'da, aynı başlık adı altında, yatırım ortamının iyileştirilmesi amacıyla bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair 77 maddelik bir kanun tasarısı Plan ve Bütçe Komisyonunda uzun müzakerelerden sonra geçti, Türkiye Büyük Millet Meclisinde müzakere edildi, yasalaşarak yürürlüğe girdi. Bu 77 maddenin içerisinde, sanayicimizin ve iş adamımızın pasaportlarını almalarını kolaylaştırıcı bir madde vardı. Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'da bir değişiklik yaptık sanayicimize ve iş adamımıza kolaylık olsun, ülke ekonomisi iyi olsun diye. Gider Vergileri Kanunu'nda değişiklik yaptık, Gelir Vergisi Kanunu'nda değişiklik yaptık, Vergi Usul Kanunu'nda değişiklik yaptık, Damga Vergisi Kanunu'nda değişiklik yaptık, Harçlar Vergisi Kanunu'nda değişiklik yaptık, Emlak Vergisi Kanunu'nda değişiklik yaptık, Belediye Gelirleri Kanunu'nda değişiklik yaptık -sanayicimiz ve iş adamımız bütün bunlardan faydalansın diye- Katma Değer Vergisi'nde değişiklik yaptık -yine yatırım ortamı iyileştirilsin, daha çok yatırımlar gelsin, sanayicimiz, iş adamımız, yabancı sermaye Türkiye'ye akın akın gelsin, yatırım yapsın diye- Elektronik İmza Kanunu'nda değişiklik yaptık -işler daha hızlı, daha çabuk yürüsün, vatandaşlar sırada, kuyruklarda beklemesinler imza için diye elektronik imzada değişiklik yaptık- Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nda değişiklik yaptık -ki yatırımcı için, iş adamı için, sanayici için yabancı sermaye zorluklar ve güçlükler çekmesin diye bu kolaylıkları getirdik- Kurumlar Vergisi Kanunu'nda değişiklik yaptık, Araştırma, Geliştirme Ve Tasarım Faaliyetlerini Destekleme Kanunu'nda değişiklik yaptık -daha çok yatırımcı gelsin, sanayicimiz ve iş adamımız daha çok yatırım yapsın diye- olmadı, yetmedi, Çek Kanunu'nda değişiklik yaptık -sanayicimiz ve iş adamımız, yabancı sermayeyle gelecek olan vatandaşlar Çek Kanunu'nda bir sorun yaşamasınlar diye Çek Kanunu'nda bir değişiklik yaptık, Türk Ticaret Kanunu'ndan kaynaklanıyor denen maddelerde değişiklik yaptık, yatırımcının önünü açmak için yapılması gereken her türlü kolaylık yapıldı, her türlü çözüm üretildi. Finans, Kiralama, Faktöring Kanunu'nda yapılan değişiklikler gerçekleştirdik, yabancı ve yerli yatırımcının önünü açmak için, bundan tam on sekiz ay önce, Haziran 2016 yılında Plan ve Bütçe Komisyonunda bütün bunların hepsini gerçekleştirdik arkadaşlar.

Peki "Daha ne yapılmadı da nerede eksik bıraktık ki yatırımcı gelmiyor, yerli yatırımcı yeteri kadar yatırım yapmıyor, yabancı yatırımcı yapmıyor, daha ne kaldı geriye?" diye baktığımızda 25 maddelik bu torba kanunda bazı değişikliklerle karşı karşıyayız.

Özel sektörün yabancı yatırımcı için yatırım ortamını iyileştirerek yatırımları artırma düşüncesi doğru, prensip olarak doğru. Bunun mutlaka teşvik edilmesi, desteklenmesi ve gerekli önlemlerin ve tedbirlerin alınması gerekir ama bana göre seçilen yol yanlış.

Türkiye'ye özel sektör ya da yabancıların daha fazla yatırım yapmamasının temel nedeni, bu torba kanunun 5'inci sayfasındaki genel gerekçelerde belirtilen şirket kuruluşu işlemlerindeki maliyet ve sürenin uzunluğu bana göre değil. Yine, genel gerekçede belirttiği gibi, belediyeler tarafından sağlanan yapı izin süreçlerinin uzunluğu değil. Dış ticaret işlemlerine ilişkin çeşitli maliyetlerin yüksekliği hiç değil. Tapu kaydı işlemlerinin çok uzun sürmesi değil. Telekomünikasyon altyapı izinleri gibi altyapı izin süreçlerinin zorluğu hiç değil. Ticari faaliyet işlemlerinin zorluğu değil. KOBİ'lerin finansmana erişiminin zorluğundan kaynaklanmadığı çok açık ve aşikâr. Peki, bunlar değilse o zaman ne? Bu ve benzeri bir sürü düzenlemeden kaynaklanmadığı açık ve nettir. Peki, bu yatırım ortamının iyileştirilmesiyle ilgili eksiklikler nedir, o zaman ona bir bakmak gerekir diye düşünüyorum. Benden önceki konuşmacılar da kısmen değindiler, ben de birkaç tanesinin altını özellikle çizmek isterim.

Sayın Başkan, Sayın Bakan; bir ülkede adalet olmadan, gelişmiş demokrasi olmadan, hukukun üstünlüğü olmadan geliri artırmak ve geçimi sağlamak mümkün değil. Küresel piyasalarda yüksek yarışma gücü olmadan zenginleşmek mümkün değil. Geliri adaletle dağıtıp geçimde adaleti sağlamadan da gelir artışını sürdürmek hiç mümkün değildir. Türkiye bugün temel hak ve özgürlüklerin askıya alındığı OHAL rejimiyle yönetilen bir ülke, temel hak ve özgürlükler iktidarın tehdidi altında. Biraz önce, kendisini sevdiğimiz saydığımız, on altı yıllık AKP hükûmetleri döneminde en uzun bakanlık yapmış Profesör Doktor Recep Akdağ Hocamızın, Sayın Garo Paylan Türkiye'nin hukukun üstünlüğü endeksinde 19 basamak gerileyerek 2016'da 113 ülke arasında 99'uncu sırada, bugün açıklanan 2017 yılı hukukun üstünlüğü endeksindeyse 2 sıra daha gerileyerek 113 ülke arasında 101'inci sırada, G20 ülkeleri arasında hukukun üstünlüğü sıralamasında en son sırada yer aldığını söylediğinde bunun Amerika Birleşik Devletleri Barosunun bir yönlendirmesi olduğunu söylemesi bizi gerçekten çok üzmüştür. Başbakan Yardımcımız Profesör Doktor Sayın Recep Akdağ'ın burada söylediklerine katılmayabiliriz, AKP milletvekili ama onun söylediği doğru şeyleri sadece "AKP milletvekili ve AKP'li bakan" diye tümünü reddetmemiz akıl işi değildir. Dolayısıyla kim ve hangi kuruluş yaparsa yapsın bizim için önemli olan onun doğruluğudur. Daha düne kadar Amerika Birleşik Devletleri'yle kuzu sarması olmak, bugün ters düşmek, onların doğru söylediği şeylerin yanlışlığını ortaya koymaz.

Ülkemiz şu anda Anayasa gereği sorumluluğu olmayan ancak partisinin genel başkanı olarak Hükûmetin tüm politika ve eylemlerini belirleyen bir cumhurbaşkanı tarafından yönetilmektedir. Yönetenlerin vatandaşa hesap vermesini sağlayan denge ve denetim mekanizmaları yok ediliyor, kuvvetler ayrılığı bitiriliyor. Yolsuzluk ve adam kayırma algısı zirve yapmaktadır. Milletin özgürlük, adalet, aş, iş taleplerine çözüm arayacak, cevap verecek siyaset kurumu ne yazık ki büyük baskı altında bulunmaktadır. Haklarındaki hüküm kesinleşmeden milletvekilleri tutuklanmakta, milli irade âdeta boğazlanmaktadır. Ana muhalefet partisinin liderini dahi tutuklamakla tehdit etme cüreti gösterilmektedir.

Yine, bugün dünyada en çok gazetecinin hapiste olduğu ülke Türkiye. 2011'den bu yana basın özgürlüğü sıralamasındaki yerimiz 51 basamak gerileyerek 199 ülke içinde 163'üncü sıraya inmiş.

Böyle ülkelerde saydamlık ve hesap verme biter, adam kayırmacılık, yolsuzluk ve rüşvet artar, kamu kaynakları belirli ceplere akar, kaynak dağılımının etkinliği bozulur, milletin aşı, işi büyümez. Buna en güzel örnek Türkiye'deki kamu ihale mevzuatıdır. Kamu ihale Kanunu son on beş yılda 42 kez, neredeyse yılda 3 defa değişmiş. Amaç, elbette birilerine uygun elbise dikmek. Ama bu da yetmedi yasal sınırlar zorlanarak gerekli rekabet koşulları sağlanmadan keyfî uygulamalarla kamu kaynakları dağıtılır hâle geldi.

İktidarın hesap vermeden milletin parasını harcama tutkusunun son ama en vahim örneği Türkiye Varlık Fonu oldu. OHAL'in verdiği kararname çıkarma yetkisi kullanılarak devlete ait milyarlarca liralık kamu varlığı sorgusuz sualsiz borç karşılığı ipotek verilmek üzere fona devredildi. Fon aracılığıyla yapılan harcamalar da Sayıştay denetimi dışında tutuldu. Fona devletin yaptığı tüm harcamalara paralel, sorgusuz sualsiz harcama yetkisi verildi.

İktidar hesap vermekten kaçtıkça toplumda yolsuzluk algısı artıyor. Biliyorsunuz "Uluslararası Şeffaflık Örgütü" diye bir örgüt var. Bu örgütün yaptığı endekse göre, Türkiye'de yolsuzluk algısı 2013'ten bu yana hızla artıyor. 2013-2016 arasında ülkeler sıralamasında Türkiye'nin konumu 22 basamak birden kötüleşiyor. Yabancı sermaye bunların tamamına bakıyor.

Hukukun üstünlüğünün kalmadığı, can ve mal güvenliğinin olmadığı, ifade özgürlüğünün sınırlandığı, devletin hesap vermediği bir ortamda kimse uzun vadeli taahhüde girmez, giremez. Üretken yatırımları yapacak girişimcilerin yerini sıcak paracılar alır. Korkan tüketici, harcamasını asgariye indirir. Aş olmaz, iş olmaz, ekonomi daralmaya devam eder.

Bunlara ek olarak, dışarıdan sermaye gelişi de azaldıkça büyüme yavaşlar. AKP'nin borçla ekonomiyi şişirmeye dayanan büyüme stratejisi çatırdıyor. Yavaşlayan büyüme, AKP döneminde hızla borca batırılan hane halkını ve küçük ve orta ölçekli şirketleri çok daha fazla etkiliyor. Ekonomik kriz nedeniyle 2002 yılında yüzde 94'e yükselen bankalar dışındaki tüm kesimlerin borçlarının ülkenin toplam gelirine oranı 2007 yılında yüzde 77'ye kadar gerilemişti.

2002-2017 döneminde devletin borcu 9'a, şirketlerin borcu 21'e katlanırken, ailelerin borcu 66'ya katlanmış. Yani toplumun çok büyük bir kısmının evinin tapusu, arabasının ruhsatı bankaların elinde. Dünyanın geçmiş krizlerinden biliyoruz ki olası bir krizde borçlu aileler hızla mülksüzleşecek, krizin yükü her zaman olduğu gibi yoksulun omuzunda kalacak.

Eğitim sistemindeki durumumuz ortada. Dünya sanayide 4.0'a giderken bilgi toplumunun -neredeyse 5.0'a giderken- insanını yetiştirmek için uğraşıyor, biz müfredattan evrim teorisini çıkarmakla. Küresel Rekabet Endeksi'nde, Türkiye, eğitimin kalitesi bakımından hızla irtifa kaybediyor, 2013 yılında 148 ülke arasında 91'inci sıradayken 2016 yılında 138 ülke arasında 104'üncü sıraya düşmüşüz. Çocuklarımızın geleceği eğitim üzerinden siyasi rant devşirmeye çalışan bir iktidarın vesayeti altında. Eğitimin başarısını diğer ülkelerle karşılaştıran PISA liginde de 70 ülke arasında 50'inci sırada, sonlardayız. Üniversite yerleştirme sınavlarını bile doğru dürüst yapamaz hâle geldik. Biz insanımızın dünya liginde hem katma değer yaratma hem de gelir olarak ön sıralara geçmesini nasıl ve ne şekilde sağlayacağız? Aşı, işi artırmak, bu artışı sürdürülebilir kılmak için elimizdeki en güçlü üstünlüğümüz olan genç nüfus avantajını maalesef kullanamıyoruz. İş bulma ümidini kaybedenlerle beraber işsiz sayısı yaklaşık olarak 6,5 milyon. Kadınların iş gücüne katılımında üyesi olduğumuz Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) içinde en kötü durumdayız. 15-29 yaş arasındaki her 100 gencimizden 26'sı ne okuyor ne de bir işi var. Burada da OECD'nin en kötüsüyüz. Ülkemizin en önemli karşılaştırmalı üstünlüğü olan genç nüfusun dörtte biri ne yazık ki sokakta geziyor. Nitekim, Türkiye, OECD içinde gelir dağılımı en bozuk beş ülkeden biri. TÜİK'in en son gelir dağılımı araştırmasına göre 2014'ten 2015'e geçerken gelir dağılımında bozulma var. Bir yılda nüfusun en zengin beşte 1'inin gelirden aldığı pay 0,6 puan artarken en yoksul dâhil diğer tüm beşte 1'lik dilimlerin payı geriliyor.

Yine, yöneticilerin "Büyük başarı kaydettik." dediği bu ülkede 27 milyon kişi sofrasına iki günde bir et, tavuk ya da balık içeren bir kap yemeği koyamıyor. 12 milyon kişi kışın evini yeterince ısıtamıyor. Yaklaşık 20 milyon vatandaşımız borç ve taksit yükü altında ezilmektedir. AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı OHAL'i grevleri, son olarak metal iş kolundaki grevi engellemek için kullandıklarını iş adamlarına övünerek ifade ediyor.

Özetle, hukukun üstünlüğünün bittiği, demokrasinin kalitesinin bozulduğu, ülkenin küresel piyasalarda yarışma gücünün hızla düştüğü, gelir dağılımının bozulup dışlanmanın arttığı, ekonomik, sosyal ve çevresel dengelerin tahrip edildiği bir dönemdeyiz. Ekonomi ve dış politikada yaşanan başarısızlıkların üzeri toplumu kutuplaştırarak ve çekirdek seçmenleri radikalleştirerek, otoriteleştirerek örtülmeye çalışılıyor. İktidar partisi ile devlet arasındaki mesafe giderek yok olmaktadır. Devlet ile parti iç içe geçmektedir. Siyasi mücadeleye sadece siyasetçiler değil, devletin kurumlarının başına atanan memurlar da devlet gücünü kullanarak katılmaktadır.

Sayın Başkan, Komisyonumuzun saygıdeğer üyeleri; Türkiye ekonomisi, özel olarak da sanayi, 2017 yılında iç talebin ağırlıkla devlet teşvikleriyle köpürtülmesiyle, 21 milyar doları aşan sıcak para girişinin rüzgârıyla tahminen yüzde 7'ye yakın büyüdü. Ne var ki bu büyümenin arka yüzünde 2018'e taşınmış ağır maliyetler var ve sanayi kesimi de öteki sanayi dışı kesimler gibi 2018'de bu bedellerin gerilimini yaşayacak. 2017'de TL'nin dolar karşısındaki yüzde 17'lik değer kaybı Türkiye'yi öteki yükselen ülkelerden ayrıştırmıştır. Rusya, Güney Afrika, Brezilya gibi ülkeler 2017'de dolar karşısında yerel paralarını değerli kılarken Türkiye'nin yüzde 17'yle büyük ölçüde ayrışması dikkat çekici bulunmuştur. TL'deki büyük değer kaybının sanayi malları üstüne yıktığı maliyet artışları yapılabildiği kadar fiyatlara yansıtıldı. Bu yansıtma kaçınılmaz olarak 2018'de de süreceği için sanayici bu yeni fiyatlardan iç ve dış pazar bulma durumunda kalacak. Bulamadığı taktirde stoklarla yüz yüze kalabilecek. Satılamayan yeni konut stokları bu riskin ilk örneklerinden sayılabilir. İnşaatın arkasına çekilen sanayinin dış pazar yaratma yeteneği köreltildiği için ihracatla pazar edinme imkânları da daraltılmıştır. Bu daralmada, ülkedeki OHAL'le koyulaştırılan baskıcı imajın negatif etkisi de mevcuttur. 2017 'de baş gösteren dünya enerji ve emtia fiyatları yükselmiş döviz fiyatlarıyla pekişecek ve ithal enerji, artı, maliyet enflasyonu yaratacaktır. Dövizdeki hızlı artışı kontrol altında tutmak için yükseltilen faizler yeni tırmanışlar karşısında tekrar artırılmak durumunda kalınabilir. Bu da sanayiyi yüksek döviz-yüksek faiz basıncı altına alabilir. 2017'de 44 milyar dolara ulaşan gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 5'ine vuran cari açık, özellikle kredi derecelendirme kuruluşlarının kırılganlık teşhisinde ana etken olmaya devam ediyor. Bu düzeyde cari açığın finansmanına ek olarak önümüzdeki on iki ayda 170 milyar dolarlık dış borcun yenilenme ihtiyacı, ortaya 210 milyar dolarlık dış borç kaynağı bulma zorunluluğunu çıkarmaktadır.

Türkiye, ekonomik kırılganlıklarının yanında, iki yıldır sürdürdüğü antidemokratik OHAL ve dış politikadaki negatif karnesiyle riski yüksek ülke olmaktan çıkamamakta, bulunan her kaynağın faizi maliyeti de ağırlaştırmaktadır. Cari açık kamburuna eklenen ikinci açık, kamu maliyesi kamburudur. Hazinenin faiz giderleri 55 milyar TL'yi bulduğu gibi, borçlandığı rakam 78 milyar TL'yle zirve yapmıştır. Özellikle hazine, dış yükümlülüklerini karşılamak için dışarıdan borçlanma kapısını açmıştır. Bu da 435 milyar doları bulan dış borç stokunun kamu cephesinin tırmandırılması ve kırılganlığın artması anlamına gelmektedir.

Özetle, genelde tüm ekonomi, kaçınılmaz olarak sanayi kesimi, hızla "çifte açık" da denilen cari açık ve kamu açığı kıskacının etkisi altına girmektedir ve bunun sanayi üstündeki doğrudan ve dolaylı etkileri ağırlaşmaya başlamıştır. Sanayi, 2018 yılına bu gerilim ve endişelerle girmek zorunda bırakılmış, bu iç açıcı olmayan şartlarda, özellikle 2016 Temmuzundan bu yana sürdürülen OHAL ikliminin bedeline de sanayici katlanmaya zorlanmıştır.

Sonuç itibarıyla, şirket kuruluşu işlemleri, belediyeler tarafından sağlanan yapı izin süreçleri, dış ticaret işlemlerine ilişkin çeşitli maliyetleri, tapu kaydı işlemleri, alt yapı izin süreçleri, ticari faaliyet işlemleri, KOBİ'lerin finansmana erişimi gibi kalemlerde düzenleme yapmanın yatırım ortamını iyileştirmeyeceğini hepimiz biliyoruz ve bunu da görmemiz gerekiyor. Bu örnekleri daha da artırabiliriz.

Sözlerimi şöyle bitirmek istiyorum: Sayın Bakan, 30 Ocak Salı günü öğlen saatlerinde -üç günlük bir ziyaret için yurt dışına gitmiştim- yurt dışından döndüm. Dönerken uçakta, ister istemez yanınıza vatandaşlar oturuyor, sohbet ediyorsunuz, yurt dışındaki gurbetçilerin sorunlarına, ülke içindeki sorunlara, kendi özel sorunlarımıza varıncaya kadar bütün bunları tartışıyoruz.

BAŞKAN - Hangi ülkedeydiniz bu arada?

MUSA ÇAM (İzmir) - Ben Fransa'ya gittim. İsviçre-Fransa kavşağındaki Basel-Mulhouse Havaalanı'ndan Sabiha Gökçen'e kadar iki buçuk saat yolculuk yaptık. İster istemez yanımızda bulunan vatandaşlarla hasbihâl ediyoruz memleket meselelerinde, diğer meselelerde. Konyalı bir vatandaş, iş adamı, bana da sordu, "Sen ne iş yaparsın ağabey?" dedi. "Ben emekliyim, oğlum burada, onu ziyarete geldim, şimdi de geri dönüyorum." dedim. Ben de sordum, sanayici, iş adamı olunca "Nasıl işler?" dedim, "Vallahi ağabey, bu on beş, on altı yıllık süreç içerisinde iyi paralar kazandık, büyüdük, zenginliğimize biraz daha zenginlik kattık. Şimdi bunu inkâr edersem ayıp olur, doğruyu söyleyeyim." dedi. Ama hiç parti marti konuşmuyoruz, ben de milletvekili olduğumu falan hiç söylemedim, "Emekliyim, oğlumu ziyarete geldim." dedim.

BAŞBAKAN YARDIMCISI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Sizi nasıl tanımaz? Sizin gibi meşhur bir adamı tanımaz olur mu?

MUSA ÇAM (İzmir) - Efendim, sizin kadar ünlü ve şöhretli değiliz; biz gariban, sıradan, emekçi bir milletvekiliyiz biz, marabayız biz yani.

Dedi ki: "Ağabey, iyi paralar kazandık, iyi işler yaptık." "Peki, şimdi nasıl durum?" dedim, "Kötü." dedi. "Niye?" dedim, "Ağabey, son iki yıldır, Fransızlarla, Almanlarla iş yapıyorum ben, güven ortamı sıfır. Onlar Türkiye'ye gelmiyorlar, gelemiyorlar." dedi. "Niye?" dedim, "Yabancı sigorta şirketleri Türkiye'ye gelmek için sigorta yaparken 'Türkiye güvenli bir ülke değildir' diye -şimdi Sayın Bakan birazdan cevapları verirken diyecek ki: 'O, Türkiye'ye kurulan komplodur, tuzaktır- bu nedenden dolayı sigorta yapmıyorlar. Yabancı iş yaptığımız ortaklar, partnerlerimiz Türkiye'ye gelmiyorlar. Güvenli bir ülke görmüyorlar. Algı bu." dedi. "Peki, siparişler, siparişler ne oluyor?" dedim. "Vallahi, ağabey, siparişler iki yıla kadar bomba gibiydi, harika, bir elimiz yağda, bir elimiz baldaydı." dedi. "Şimdi?" "Şimdi 'Fabrikanıza el konulur mu? Sipariş vereceğim ama bana verdiğim siparişi garanti ediyor musun, etmiyor musun? Etmiyorsan ben siparişimi başka ülkelere kaydıracağım, Romanya'ya kaydıracağım, Bulgaristan'a, Polonya'ya, Uzak Doğu'ya, şuraya buraya kaydıracağım.' diyor." dedi.

BAŞKAN - İlk defa mı duyuyorsunuz bunu, bu şeyi?

MUSA ÇAM (İzmir) - Değil.

BAŞKAN - Her zaman böyledir yani bu.

MUSA ÇAM (İzmir) - Ama bunu son olarak iki gün önce duyduğumuz için bunu bir defa tekrar ettim, acaba...

BAŞKAN - Malı garanti etmeniz lazım. Ticaret başladığından beri böyledir bu iş.

MUSA ÇAM (İzmir) - Bu iki yıl içerisindeki bu uygulamalardan dolayı güven ortamı o kadar yerlere düşmüş ki yabancı yatırımcı...

Dolayısıyla, şu andaki itibarımız açısından, biz burada yatırım ortamının iyileştirilmesi için, gerek yurt içi gerekse yurt dışı için her türlü kolaylığı 2016'da da yapmışız, şimdi yine yapacağız. Yapalım, eyvallah ama bütün bunlar sorunu çözmüyor. Meselenin özü burada. Meselenin özü bu 5-6 maddelik değişiklikte değil, daha önceden yapılan 20 maddelik, 70 maddelik meselelerde değil; sorun yurt dışındaki itibarımız, prestijimiz, güvenilirliğimizle ilgilidir. Bizim bunu tesis etmemiz gerekiyor. Bunun için de iktidar, muhalefet partileri olarak hepimizin bir araya gelip Türkiye'nin bu süreçten, bu girdaptan kurtulması ve Türkiye'nin normalleşmesi gerekiyor. Tutukluların, gözaltındakilerin, suçu olanların tabii ki eyvallah ama Türk Tabipler Birliği, Sayın Bakanımızın da üyesi olduğu odanın Genel Başkanı bir açıklamadan dolayı tutuluyor, gözaltına alınıyor; yetmiyor, meslekten ihraç ediliyor bugün için. Bunlar doğru şeyler değil. Yargıya gider, yargılanır olur biter. Yargının sonucunda meslekten mi atılır, hapis mi yatar, ne yapar, bunlar yapılır ama hiçbir süreç yaşanmadan kalkıp böyle bir uygulamayı yapmak Türkiye'nin içeride de dışarıda da itibarını sarsar.

Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.