| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | Vergi Kanunları ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı (1/914) |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 21 .02.2018 |
MUSA ÇAM (İzmir) - Sayın Başkan, sayın Komisyon üyeleri, Sayın Bakan, değerli basın mensubu arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Önemli bir maddeyi görüşüyoruz -kamuoyunda da- uzun bir süredir sansürle ilgili bir madde. Maddeye geçmeden önceki süreci bir değerlendirmek istiyorum.
Özellikle 2010'lu yıllar, 1990'lardan farklı, internet medyasının yükseldiği bir dönemdir yani 2010-2015 yılları, bu yıllar 1990'lara göre internet medyasının yükseldiği ve revaçta olduğu bir dönemdir. Bununla birlikte, yöntemler değişirken öz değişmemekte, çeşitli medya ve özellikle sol eğilimli yayınlar bu kez de internet yasasının yaylım ateşi altında kalmakta. İşte bu dönemde, devletin büyük sansür donanmasının amiral gemisi olan, 2015 yılında yürürlüğe giren 5651 sayılı Yasa'nın 8/A hükmü yerine getirmektedir.
Türkiye, öteden beri siyasi sansürün, siyasi rejimin en önemli kontrol araçlarından biri olduğu bir ülke ne yazık ki. Yazarların, gazetecilerin sıklıkla hâkim önüne çıkarılması yanında, önce Basın Kanunu, daha sonra da Terörle Mücadele Kanunu aracılığıyla yazılı basının, RTÜK aracılığıyla da görsel basının sürekli sansür baskısı altında tutulduğu bu siyasi rejimin internete sessiz kalması beklenemezdi tabii ki. 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla işlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun yürürlüğe girdiğinden beri bunun bir sansür yasası olduğu aşikârdır. Her ne kadar yasa ilk hâliyle de siyasi sansürlerin yolunu açmışsa da asıl amacının çocukların zararlı içerikten korunması olduğu iddia edilmiştir.
Ancak yasanın ilk yapıldığı dönem, henüz basın ve televizyonların AKP tarafından tamamen ele geçirilmediği bir dönemdi. Aynı dönemde sosyal medya Türkiye'de yeni canlanmaya başladığı için etkisi de sınırlıydı. Ne var ki ilerleyen yıllarda yazılı ve görsel basının çok büyük bir kısmı Hükûmet yanlısı patronların eline geçti. Geri kalanında Hükûmetin zorlamasıyla gazeteciler toplu bir şekilde işten çıkarıldı; vergi cezası gibi dolaylı hukuksal baskı araçlarıyla veya Hükûmet yanlısı medyanın sürekli savcıları göreve çağıran yayınlarıyla geleneksel medyanın sesi büyük ölçüde kısıldı.
Bu gelişmelere paralel olarak, tüm dünyada olduğu gibi, sosyal medya ve alternatif habercilik yöntemleri Türkiye'de de büyük bir sıçrama gösterdi. Bu gelişmenin en önemli çıktısı Gezi protestoları sırasında görüldü. Her yerde sesi kısılan muhalif görüş sosyal medya yoluyla kendine bir çıkış noktası buluyordu. Dönemin Başbakanının Twitter'ı bir "baş belası" olarak tanımlaması tesadüf değildi. Ancak bu tanımlama sadece sözde kalmadı. Gezi sonrası, Hükûmetin özgürlüklere en çok müdahale ettiği alanların başında internet gelmeye başladı. Özellikle 17-25 Aralık 2013 yolsuzluk soruşturmaları sonrasında kişi hakları ve özel hayatın korunması gerekçesiyle getirilen 5651 sayılı Kanun'un 9 ve 9/A hükümleri açıkça yolsuzlukları örtmek ve siyasileri korumak amaçlı işletilmeye başlayınca siyasi sansürün merkezine bu hükümler yerleşti. Sulh ceza hâkimlikleri aracılığıyla özellikle madde 9 kapsamında kişilik haklarının korunması gerekçesiyle binlerce erişim engelleme kararı verildi.
Önleyici tedbir olarak erişim engelleme: 5651 sayılı Yasa'ya 8/A hükmü eklenmeden önce kullanılan hukuksal araçların tamamı bastırıcı nitelikteydi. Yasanın 8'inci maddesi katalog olarak listelenen bazı suçlar bakımından bir adli kolluk tedbiri olarak erişim engellemeyi öngörüyordu. Daha sonra yasaya eklenen 9 ve 9/A hükümleri ise kişilik hakları ve özel hayata ilişkin bir ihlalin gerçekleşmesinden sonra olası zararları önlemek için bir tedbir olarak tasarlanmıştı. Bununla birlikte, ihlal gerçekleşmeden önce bir önleyici tedbir olarak erişim engelleme yöntemi yasada öngörülmüyordu. Bu yolu açmak için 2014 yılında kabul edilen 6552 sayılı Torba Kanun'un 8'inci maddesine on altıncı fıkra eklendi. Mevcut 8/(a) hükmüne çok benzeyen bu düzenleme, yetkinin TİB'e verilmesi ve kademeli öngörülmemesi gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi kararıyla iptal edildi. Hükûmet önleyici tedbir getirme konusunda kararlı olunca bu iki husus değiştirilerek aynı kural bu kez 8/(a) hükmüyle 6639 sayılı Kanun'la tekrar düzenlendi ve bu hüküm 15 Nisan 2015 tarihinde Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Yeni 8/(a) maddesi, yaşam hakkı ile kişilerin can ve mal güvenliğinin korunması, millî güvenlik ve kamu düzeninin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi veya genel sağlığın korunması sebeplerinden bir veya birkaçına bağlı olarak internet içeriklerinin çıkarılmasını ve/veya erişimin engellenmesini öngörmekteydi. Fakat diğer maddelerden farklı olarak içeriğin çıkarılması veya erişimin engellenmesi hâkim tarafından yapılabildiği gibi, gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde yürütme organları olan Başbakanlık ve ilgili bakanlıkların talebiyle TİB tarafından idari bir kararla da içeriğin çıkarılmasına veya erişimin engellenmesine karar verilebilecektir. Bu hâllerde karar, TİB tarafından derhâl erişim ilgili içerik ve yer sağlayıcılara bildirilerek dört saat içinde uygulanacaktır. Bu durumda TİB, kararını yirmi dört saat içinde sulh ceza hâkiminin onayına sunmak zorundadır. Hâkim ise kırk sekiz saat içinde kararını açıklayacak, aksi hâlde ise karar kendiliğinden kalkacaktır.
8/(a)'nın bugüne kadar gözlemlenen iki ana işlevinden biri, Hükûmetin karanlık işlerini ve ağır ihlallerini örtme işlevidir. Madde 8/(a)'yla ilgili ilk uygulama, Cumhuriyet gazetesinin 29 Mayıs 2015 tarihli, Can Dündar imzalı "İşte Erdoğan'ın Yok Dediği Silahlar" başlıklı manşet haberinde MİT tırlarına ait arama ve bu aramada tespit edilen silahların görüntülerinin yayınlanmasıyla karşımıza çıktı. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği tarafından bu görüntülerin yayınlandığı sayfalara erişim engellendi. Gerek Cumhuriyet gerek bu makalenin yazarları tarafından İstanbul 8. Sulh Ceza Hâkimliği kararına karşı yapılan itirazlar reddedildiği için bireysel başvuru yoluyla konu Anayasa Mahkemesine taşındı. Bu madde de sadece MİT'in gizli kapaklı faaliyetlerini kapatmak için kullanılmadı, devlet ajanlarının ağır hak ihlalleri ve ihmalleri için de hemen devreye geçirildi. Örneğin, Şırnak'ta çıkan çatışmalar sonrasında öldürülen Hacı Lokman Birlik'in ölü bedeninin bir polis aracının arkasında sürüklenmesine ilişkin görüntüler de madde 8 dayanak gösterilerek Gölbaşı Sulh Ceza Hâkimliği tarafından erişime engellenmiştir. Aralarında Cumhuriyet, Birgün, Radikal gazetelerinin ilgili haberleri ve Diken, T24 gibi internet haber sitelerinde haberleri yer alan 111 farklı adresin engellendiği bu karar hükmün ne kadar keyfî kullanıldığının tipik bir örneğidir. İnsan onuruna ağır bir saldırının gerçekleştiği bu olay, bu görüntüler yayınlanmasa bilinmeyecekti. Benzer şekilde, başkentin merkezinde 10 Ekim 2015 tarihinde çok sayıda vatandaşın ölümüne engel olmayan istihbaratın bunun görüntülerini engellemenin peşine düştüğü görülmektedir.
Madde 8/(a)'nın ikinci önemli işlevi, 7 Haziran 2015 genel seçimlerinden sonra sistematik olarak muhalif medyayı susturmak olarak hayata geçirildi. 20 Temmuz 2015 tarihinde gerçekleşen Suruç patlamasından sonra çatışmasızlık döneminin sona ermesi üzerine, yüzlerce operasyon yapılmış, binlerce kişi gözaltına alınmış, bir kısmı kolluk görevlisi olmak üzere yüzlerce kişi hayatını kaybetmiştir. Bu operasyonların önemli bir parçası olarak Başbakanlık Güvenlik İşleri Genel Müdürlüğü talebi üzerine TİB tarafından 8/(a) maddesi kapsamında idari tedbir uygulanarak çok sayıda "web" sitesi ve sosyal medya hesabına erişim engellenmiştir. TİB'in bütün kararları Gölbaşı Sulh Ceza Hâkimliği tarafından bugüne kadar verilmiş 41 farklı kararla onaylandı ve 237 "web" sitesi, 56 haber linki, 756 Twitter hesabı, 159 tweet, 92 YouTube, 54 Facebook ve 9 diğer içerik olmak üzere toplam 1.357 farklı internet sitesine erişim engellenmiştir. Erişimi engellenen çok sayıda "web" sitesinin büyük bir çoğunluğu uzun yıllardır yerel ve ulusal düzeyde yayım yapan, alternatifi olmayan ve hayati bir öneme sahip olan haber ajansı, muhalif haber siteleri ve ajanslarına aittir. Bahsi geçen haber site ve ajanslarının bir çoğunun alternatif adreslerine de erişim engellendi. Tarafsız habercilik yapmaya çalışan "sendika.org" da engellenen siteler arasındadır. Erişime engellenen çok sayıda "web" sitesinin büyük bir çoğunluğu uzun yıllardır yerel ve ulusal düzeyde yayın yapan, alternatifi olmayan ve hayati bir öneme sahip olan muhalif haber siteleri ve ajanslarına aittir. Gölbaşı Sulh Ceza Hakimliği tarafından bugüne kadar verilen 41 tane 8/(a) kararı incelendiğinde tüm bu haber sitelerinin ve sosyal medya hesaplarının tamamına erişimin engellenmesinin hangi gerekçeyle verildiğine, durumun niçin gecikmesinde sakınca bulunan hâl kapsamında değerlendirildiğine yer verilmediği gözlemlenmiştir. Başbakanlıktan gelen taleplerde ve TİB'den hiç dokunulmaksızın hâkimliğe gönderilen kararlarda hangi adresin, ne gerekçeyle millî güvenlik ve kamu düzenini bozduğu, yaşam hakkı ile kişilerin can ve mal güvenliğinin ve genel sağlığın korunmasına engel olduğu veya suç işlenmesine vesile olduğuna dair bir açıklama görülmemektedir. Gölbaşı Sulh Ceza Hâkimliği de çok kısa bir süre içerisinde içinde milyonlarca veri bulunan bu haber siteleri ve sosyal medya hesaplarının tamamının geleceğe ilişkin risk oluşturduğuna hiçbir inceleme yapmadan kanaat getirmiş ve kararlarında sadece erişime engellenen sitelerin ve hesapların adını saymakla yetinmiştir. Nitekim, Gölbaşı Sulh Ceza Hâkimliği bugüne kadar verilen 41 kararda yer alan 1.357 adresin bir tanesinde bile idarenin hata yaptığını saptamamıştır, 1.357'si de onanmıştır. Dolayısıyla ortada gerçek anlamda bir yargılama yoktur. İstihbarat listeleri sunmakta, TİB ve Gölbaşı da gelen bu listeleri incelemeksizin onaylamaktadır. Arada bir yürütme, bir idari ve bir de yargı mercisi varmış gözükse de hâkim kararı bir şekil şartından öteye bir anlam taşımamaktadır.
8/(a)'ya dayanarak verilen hâkim kararlarının bir yargı kararı olmadığı ortadadır ama dahası 8/(a)'nın AİHM'in öngördüğü anlamda bir yasa kalitesi taşıdığı dolayısıyla bir yasa olduğu da şüphelidir. Anayasa Mahkemesi, 8/(a)'nın yürürlüğe girmesinden önce madde 8/(16)'yı iptal ederken yetkinin TİB'e verilmesini ve erişim engellemede bir kademe öngörülmemesini gerekçe olarak saymış ama maddenin yol açabileceği keyfîliğe dikkat etmemiştir. Oysa asıl sorun, hükmün her türlü keyfî davranışı mümkün kılacak şekilde geniş kavramlarla ifade edilmesidir. Yasa hükmüne göre yaşam hakkı ile kişilerin can ve mal güvenliğinin korunması, millî güvenlik ve kamu düzeninin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi veya genel sağlığın korunması sebeplerinden bir veya bir kaçına bağlı olarak internet içeriklerinin çıkarılmasına ve/veya erişimin engellenmesine karar verilebilecektir. Böyle bir düzenlemenin neden yasal dayanak olamayacağını Anayasa Mahkemesinin erken tarihli bir kararında görmek mümkündür. Kararda ilk bakışta Anayasa kuralı kanuna aktarılmış gibi gözükse dahi "Millî güvenlik ve kamu düzeni, uygulayıcıların kişisel görüş ve anlayışlarına göre genişleyebilecek, öznel yorumlara elverişli, bu nedenle de keyfîliğe dek varabilir çeşitli ve aşamalı uygulamalara yol açacak genel kavramlardır." denilerek "Gecikmede sakınca bulunan hâller için de en az 'millî güvenlik' veya 'kamu düzeni' kavramları kadar kesin ve keskin çizgilerle belli edilmesi, sınırlanması zorunlu bulunan bir deyimdir." denilmiştir. Madde 8/(a)'yla ortaya çıkan yasal düzenlemede Anayasa'dan aynen aktarılan sınırlama sebeplerinin ve de gecikmesinde sakınca bulunan hâllerin takdiri bütünüyle idareye ve önüne gelen her idari işlemi onaylayan bir tek hâkime bırakılmış vaziyettedir. Bunun hem belirlilik hem de hukuki güvenirlik ilkesine aykırı olduğu açıktır ve ortaya çıkan bu durum Anayasa'daki kuvvetler ayrılığı ilkesine de açıkça aykırıdır. Bir suç işlendiği durumda yani daha güçlü bir sınırlandırma sebebi varken uygulanacak 8'nci madde sadece katalogda sayılan suçlar için erişim engelleme önlemi öngörmektedir. Henüz bir suç işlenmemişken bu suçu önlemek veya kamu düzeninin bozulmasını önlemek için getirilen 8/(a) maddesi içinse böyle bir sınır yoktur. Kanunun 8'inci maddesinde belirtilen katalog suç kısıtlamasının aksine, madde 8/(a) kapsamında yüzlerce suça ilişkin erişim engelleme veya içeriğin çıkarılması kararı verilmesi yürütme organları tarafından talep edilebilir ve idare tarafından da işleme konulur. Fakat, temel haklara zarar veren fiiller söz konusu olduğunda da şayet bu duruma ilişkin takdir yetkisi kullanmakta idare organları açısından bir sınır belirlenmemişse, kanun Avrupa İnsan Hakları Mahkemesiyle korunan, demokratik toplumun temel ilkelerinden birini oluşturan hukukun üstünlüğü ilkesine aykırı düşmektedir. 8/(a) hükmünde, gerekçesiz olarak her içeriğin sınırı belirsiz kavramlar içerisinde sınıflandırılması yetmezmiş gibi, bir sansür makinası gibi çalışan Gölbaşı Sulh Ceza Hâkimliği bu kadar geniş listeyi aşıp başka gerekçelerle de erişim engelleme kararı vermektedir. Sınır kanunla belirlenmiş olsa dahi, uygulamada ortaya çıkan başka bir aykırılık, Gölbaşı Sulh Ceza Hâkimliğinin bugüne kadar vermiş olduğu 41 kararın 27 tanesinde yasada yer almayan "terörü öven, şiddet ve suça teşvik etme" gerekçeleriyle de içeriklerin erişime engellenmesidir. Fakat bu sebeplerin yasada düzenlenmediği açıklama gerektirmeyecek kadar net olmasına rağmen 8/(a) maddesine atıf yapılarak erişimin engellenmesi yoluna gidilmiştir.
8'inci madde, işlenmiş bir suç için bile bir katalog belirlemişken işlenmemiş bir suçun engellenmesi için bu kadar geniş bir engelleme imkânının madde 8/(a) kapsamında verilmesi, hakkın özüne dokunan bir ölçüsüzlüktür. Kaldı ki AİHM'in 5651 sayılı Kanun'un 8'inci maddesinin öngördüğü müdahalenin, sözleşmenin gerektirdiği öngörülebilirlik koşuluna...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
(Oturum Başkanlığına Kâtip Emine Nur Günay geçti)
BAŞKAN - Buyurun.
MUSA ÇAM (İzmir) - ...cevap vermediği ve demokratik bir toplumda hukukun üstünlüğünün gerektirdiği ölçüde başvuranın yeterli bir koruma imkânına sahip olmasına imkân vermediği sonucuna varmıştır. Yasanın 8/(a) hükmü açısından bu saptamanın çok daha ağır bir şekilde yapılabileceği açıktır. 8'inci maddenin tersine 8/(a)'da bir katalog sayılmadığı gibi işlenmiş bir suç yoktur. Çok daha sınırlı ve kontrollü uygulanması gereken idari kolluk tedbiri, adli kolluk tedbirinden çok daha keyfî ve sınırsız uygulanmaktadır.
AYM, önleyici tedbir niteliğinde erişime engellemeyi iptal ettiği yukarıda bahsettiğim 2014/151 sayılı Kararı'nda iptal edilen hükmün kademeliliği öngörmemesini ve de bunun da sınırlı bir alanda idareye çok geniş bir müdahale imkânı verdiği gerekçesiyle iptal sebebi saymıştır. Bu iptal kararı uyarınca 5651 sayılı Yasa'nın 8/(a-3) maddesinde, erişime engelleme kararlarının, ihlalin gerçekleştiği yayın, kısım, bölümle ilgili URL bazlı olarak verileceğini belirtmiş olup ancak teknik olarak bu mümkün değilse veya ilgili içeriğe erişimin engellenmesi yoluyla ihlalin önlenemediği durumlarda internet sitesinin tümüne yönelik olarak erişimin engellenmesi kararı verilebileceği belirtilmiştir. Hâlbuki ne idarenin ne de sulh ceza hâkimliğinin kararlarında bu husus tartışılmamaktadır. Zaten keyfî olarak içinde milyonlarca içerik bulunan çok sayıda "web" sitesi ve sosyal medya hesabına kanunda belirtilen kısa süreler içinde verilen 41 karar göz önünde bulundurulduğunda böyle bir incelemenin yapılmasının imkânsız olduğu gözlemlenmektedir.
Kararlar itiraz konusu yapıldığında ise Gölbaşı Sulh Ceza Hâkimliğinin kararlarına yine bağımsızlığı şüpheli sulh ceza hâkimlikleri nezdinde itiraz edilmekte, itiraz mercisi de ilk karar veren organ gibi gerekçesiz bir şekilde karar inşa etmektedir. Sulh ceza hâkimliklerinin erişim engelleme konusunda verdikleri kararlarda yargılama yapmadıkları aşikârdır, açıktır. Yargılama yapmadıkları gibi tıkanan yargı yolu ve kesinleşen bu kararların sonucu olarak haber sitelerine ve sosyal medya hesaplarına sonsuza kadar erişim engellenmesi uygulanacaktır. Sulh ceza hâkimliklerinin 5651 sayılı Yasa kapsamında internet içerikleri ve siteleriyle ilgili oynadıkları rol bir nevi yargısız infaz mekanizmasına dönüşmüştür.
Her ne kadar AİHM, tedbir kararlarının tek başına AİHS'nin ifade özgürlüğünü koruyan 10'uncu maddesine aykırı olmadığını belirtse de ancak bir gazetenin veya derginin yargı organı tarafından henüz içeriği bilinmeyen gelecek sayılarının tamamının yayınının durdurulması hâlinde durumun farklı olacağını "Ürper ve Diğerleri/Türkiye" pilot kararında belirtmiştir. AİHM'e göre gelecek sayıların yayınının mahkemeler tarafından durdurulması bir sansür uygulaması olarak değerlendirilecektir. Dolayısıyla internet haber sitelerine 8/(a) maddesi kapsamında erişim yasağının getirilmesi Ürper pilot kararı ışığında sadece sansür olarak tanımlanabilir. Söz konusu erişim engelleme kararları ileride paylaşılacak bilgileri de kapsadığı için mutlak anayasal bir yasak olan sansürü mümkün kılmaktadır. Gün içinde defalarca güncellenen ve haber sitesi niteliğindeki "web" sitelerine erişim engelleme kararı vermek başka hiçbir koşula gerek kalmadan hukuka aykırı olup basına karşı sansür teşkil etmektedir.
Ayrıca, Gölbaşı Sulh Ceza Hâkimliğinin kararlarının merkezinde özellikle iktidara karşı duran siyasi muhalif grupların olduğu unutulmamalıdır. Bu, verilen kararların yol açtığı ölçüsüzlüğü daha da artırmaktadır. Bölgesel ve ulusal düzeyde yayım yapan bu kuruluşlar uzun yıllardan beri büyük bir okuyucu kitlesine sahiptir. Bu siteler, aynı zamanda yürütülen demokratik tartışmaların, muhalif görüş ve düşünce açıklamalarının dile getirildiği mecralardır. Bu sitelerin engellenmesi, olaylar ve konulara yönelik bir görüş açısının tamamen susturulması anlamına gelmektedir. Fakat Türkiye'de yaşayan herkesin muhalif siyasi görüşler bakımından önde gelen bu kaynaklara ulaşma ve böylelikle bilgiye erişme hakları olduğu kuşkusuzdur. Nitekim Anayasa Mahkemesi de Türkiye'deki ve bölgedeki durumun muhalif bir bakış açısından değerlendirilmesine ilişkin olarak kamunun bilgi edinme hakkının da dikkate alınması gerektiğini son dönemde verdiği kararlarında tespit etmiştir. Kaldı ki engellenen siteler ve sosyal medya hesapları bakımından bu yönde bir yayın faaliyetinden bahsetme imkânı da yoktur.
Sonuç, Türkiye, seçim sonrasında silahlı çatışma dönemine girmiş ve sıklıkla 90'larla paralellikler sorgulanmaya başlanmıştır, 90'lardan farklı olarak internet medyasının yükseldiği bir dönemdir. Bununla birlikte yöntemler değişirken öz değişmemekte özellikle sol eğilimli yayınlar bu kez de İnternet Yasası'nın yaylım ateşi altında kalmaktadır. İşte bu dönemde, devletin büyük sansür donanmasının amiral gemisi rolünü 2015 yılında yürürlüğe giren 5651 sayılı Yasa'nın 8/(a) hükmü yerine getirmektedir. Hakikati saklamak, meşru demokratik tartışmayı imkânsız hâle getiren bu hüküm, 2015 genel seçimleri sonrasında iktidar partisinin güç kaybetmesiyle birlikte sansür sisteminin merkezine yerleşmiştir. Gerçek bir demokrasi için bu donanmanın tamamı dağıtılmalıdır ama o gün gelinceye kadar Anayasa Mahkemesinin amiral gemisini batırması bir zorunluluktur dolayısıyla yüksek mahkemenin önünde bekleyen 8/(a) başvurularını ivedilikle karara bağlaması zorunlu bir hâle gelmiştir.
Şimdi, bütün bunlar yetmiyormuş gibi özellikle bu 73'üncü maddeyle birlikte tam bunların tamamının üzerine bir tüy dikilmekte ve Türkiye'de basın, medya, "web" siteleri, internet siteleri, YouTube, Twitter, Facebook dâhil olmak üzere bütün bunlara siyasi iktidarın kontrolü altında olabilecek bir düzenleme getirilmektedir. Bu düzenlemeyi kabul etmek mümkün değildir. Bu düzenlemenin gelecekte keser döner, sap döner, gün gelir hesap döner misali bir gün bu yasayı getirenlerini de vuracağının kesin olduğunun altını çizmek istiyorum.
Teşekkür ediyorum.