KOMİSYON KONUŞMASI

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bir konunun net olarak anlaşılmadığını düşünüyorum o nedenle bir defa daha dile getireceğim. Önce şunu belirteyim: Geçtiğimiz on yıl içerisinde ülkemiz rüzgâr ve güneşte olağanüstü bir başarı elde etti. Bu hakkı teslim etmek gerekiyor. 1.000'er megavata ulaşan elektrik üretimlerimiz oldu her ikisinde de. Bu konudaki potansiyelimiz çok çok daha büyük yani 4.500 megavatlık diyorsanız, demek ki iki tane veya üç tane daha 1.000 megavatlık rüzgâr veya güneş santrali kurduğunuzda atom santrallerine de gereksiniminiz kalmayacak ki kaldı ki maliyet kıyaslaması da olağanüstü derecede farklı olacak şu andaki mevcut maliyette. Şu anda devlet bu şekilde kurulmuş olan santrallerden, rüzgâr, güneş, hidrolik, kömür, her birisinden farklı garantilerle, fiyatlarla elektrik alıyor. 7,3 sent, 8,5 sent, 7,6 sent, 6 sent, 4 sent... 4 sente kadar elektrik aldığımız santrallerimiz var, buna karşılık 15 sente kadar çıkan ve hatta gelecekteki fiyatın ne olduğu bilinmeyen bir on beş yıllık garantinin daha altına imza atıyoruz.

Şimdi, Japon Anlaşması'nın 16'ncı maddesi, 16.1: "Proje, 2012/3305 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı (tüm ekleri dahil) hükümleri uyarınca tanımlanan Beşinci (5.) Bölge Teşvikleri uyarınca varolan tüm teşviklerden yararlanılacaktır." Anlaşma hükmü. Madde hükmüne bakıyorum: "Santral yatırımı 15/6/2012 tarihli ve 3305 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı'yla yürürlüğe konulan devlet yardımlarının tamamından yararlandırılacaktır." Kelimesi kelimesine aynı. Kanunun üstünde bir düzenleme, kanunun altındaki bir düzenleme bunu bir defa daha vermeye çalışıyor. Bununla yetinmiyor, Japon Anlaşması'nın 16.2'si: "Taraflar, Fizibilite Çalışması dönemi boyunca Türkiye Cumhuriyeti'ndeki teşvik rejimine ilişkin ilgili yasal düzenlemeler çerçevesindeki teşvik uygulamalarındaki değişiklikleri tartışacaklardır." "Bana otomatik olarak veremezsin, hadi yararlan." falan demiyor ya da "Bana ortak olacak olan insanlar otomatik olarak yararlanacaklar." demiyor, "Teşviki tartışacağım." diyor ve "Ancak taraflar karşılıklı olarak ek teşvikler üzerinde mutabık kalırlarsa tarife bu doğrultuda düşürülecektir." diyor. "Yok, ben teşvik meşvik istemiyorum, bu maliyetlerle yapacağım. Zaten olduğu gibi kendi ülkemden bütün şeylerimi, falan hepsini, başka bir teşvik de istemiyorum, ben bu fiyatı istiyorum." derse yapacak hiçbir şeyiniz yok. "Benim teşvikim, yararlan bundan." falan diye istediğiniz kadar uğraşın. "Yararlanmayacağım." diyor, "Ancak anlaşırsak..." diyor. Ben bunu diyorum Komisyona, böyle bir hüküm varken böyle bir madde düzenleyemezsiniz, yapamazsınız öyle bir şeyi. Ha, yaparsak olur mu? Olmaz bile. "Yaptık oldu." bile olmaz bunda.

Şimdi, diğer anlaşmaya bakıyorum, bu gerçekten bir anlaşma falan sayılmaz. Elektrik Satın Alma Anlaşması diye bir 10'uncu madde var. 10'uncu maddede 11 tane fıkra, bazı fıkraların içerisinde 4 tane falan ek fıkra, almış başını giden bir düzenleme var. Yalnız, 9'uncu maddede proje finansmanıyla ilgili çok önemli bir madde var. Proje finansmanı, anlaşmanın 9'uncu maddesi. Diyor ki: "Projenin inşasının finansmanına yardımcı olmak açısından Rus tarafı, ASE'ye -yani şirkete- projede kullanılmak üzere Rus menşeli malların alınması için tercihli şartlar ile finansman sağlar." "Senin sağladığın finansman üzerinden bilmem ne düşüreceğim, yüzde 2 veya yüzde 5 oranında faiz desteği sağlayacağım." demenin bir anlamı var mı şu olay karşısında? Hiçbir anlamı yok. Finansmanını da koymuşlar bunun içerisine. Anlaşmanın içerisinde kendilerine göre eksik bir şey bırakmamışlar ama bütün bunların hepsini bir araya getirdiğinizde gerçekten bir anlaşma ortaya çıkmıyor. Ortaklık yapısı açısından kafalar daha fazla karışıyor.

Şimdi, her hâlükârda yüzde 51'i Rus Anlaşması'na göre -şirketin adını iyi telaffuz edemediğim için "Rus tarafı" diye geçiyorum- Rus tarafında kalacak yani yüzde 49'unu verecekler, vermeyebilirler de. Vermeyebilirler de, verecekler diye herhangi bir zorlama yok ama veriyorlar gördüğüm kadarıyla veya verilmesi konusunda ikna ediliyorlar. Şimdi, bununla ilgili olarak ortalıkta çok somut herhangi bir olay yok, bir sürü söylenti var ama tam bu aşamada EÜAŞ bununla ilgili olarak şirketler kurmaya başlıyor. 2 tane şirket kuruyor. Şirketlerden bir tanesi EÜAŞ International ICC. Bekaroğlu Hocanın belirttiği gibi vergi cennetinde kuruluyor, Jersey Adaları'nda kuruluyor, kuruluş yeri Jersey Adaları. Uluslararası anlaşmalar çerçevesinde verilen faaliyetler ile yurt dışında elektrik santrali falan filan gibi faaliyetleri yerine getirmek üzere kuruluyor. Ya vergi cenneti, posta kutusuyla kurulan bir şirket Jersey Adaları'nda ne faaliyeti yerine getirir ki?

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Devletin şirketi.

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Devletin şirketi, sermayesi 50 milyon dolar, 50 milyon dolar. Ve bu konudaki Bakanlar Kurulunun içerisinde bu 50 milyon doların yurt dışına çıkartılacağı ve sürekli olarak 50 milyon dolar olarak tutulacağına ilişkin de hüküm var Bakanlar Kurulu kararında. Sonra, aynı Bakanlar Kurulunun içerisinde, EÜAŞ International ICC ayrıca kendisi de şirketler kurabilecek bu amaçla faaliyette bulunmak üzere. Kurduğu şirket Sinop Energy IC.

Şimdi, değerli arkadaşlar, bu karmaşa içerisinde insanın kafası karışıyor artık. Bu ne yani, ne oluyoruz biz? Uluslararası anlaşmayla hukukun üstünde verdiğimiz bazı olanaklarla anlaştığımız insanlara zorla, büyük bir olasılıkla haberleri bile olmadan "Bu teşvikten yararlandıracağım seni." diyorsunuz. Ya, zaten yararlanıyor, yazmış anlaşmasına. Onunla Sinop Energy IC niye kuruluyor? Niye kuruluyor yani Jersey Adaları'na? Biraz önce tek hazine hesabı konusunu konuştuk. İlk el konulması gereken şu 50 milyon dolar eğer gönderildiyse çünkü pek fazla bir faaliyeti falan yok eğer ücret olarak falan ödenmediyse veya değişik şekilde ödenmediyse.

Şunu söylemeye çalışıyorum değerli arkadaşlar: Bu tür projeleri ciddi olarak önemsiyoruz. Komisyon olarak da bütün çırpınmamız doğru bir şey yapılması. Yani karşıtlıklarımızı, şunları, bunları, nükleer enerjiyi tamamen bir tarafa bırakıyorum, zaten o konuda ağzımı da açmadım ama böyle anlaşma ve bu anlaşmalardan sonra da bu şekilde bir yasal düzenleme olmaz. Yapmamamız lazım böyle bir şeyi. Bunun en doğrusu büyük bir hızla geri çekilmesi. Sağlayacağı bir şey de yok zaten. Bakanlar Kurulu kararıyla yapılması yerine kanunla yapılmasının uygun olduğunu düşünüyoruz. Kanunla yapılmasının uygunluğunu da tasdik eden bir uluslararası anlaşma yok ki. Adam öyle bir şey istemiyor. Finansmanıyla ilgili olarak 9'uncu maddeyi yazmış oraya. Siz bu teşvikleri verirken o insanların kendi ülkesinden buraya ithal edeceği bütün değerlerin hepsini -değerlerin hepsini diyorum- işçilikleri de dâhil çünkü yazıyor bunun içerisinde "işçilikleri de dâhil" diye, "iş ve hizmetler" diye, onlar da dâhil olmak üzere bu insanlara bırakmışsınız zaten. Oradan bu şekilde rahatlıkla belirlenebilecek olan maliyetlere ilişkin olarak gereken hassasiyeti göstermeden, karşılıklı olarak anlaşmadan, teker teker hangi maliyetlerin buna dâhil edileceğini bilmeden otomatik olarak teşvikler veremezsiniz, vermemeniz gerekir.

Ben sadece bu iki konuya çok dikkat ediyorum ve dikkatinizi çekiyorum. Sakat bir şeydir, sakattır yani şu hâliyle. Uluslararası anlaşmayla zaten hükme bağlanmış bir şeyi bir de kanunla yapmaya çalışıyorsunuz. Kelimesi kelimesine de aynı.

Tekrar teşekkür ederim.