KOMİSYON KONUŞMASI

TUFAN KÖSE (Çorum) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Aytuğ Atıcı Hocama gerçekten aydınlatıcı konuşmalarından dolayı teşekkür ediyoruz. Görüşlerini paylaşmak her milletvekilinin hakkı, o kapsamda geldi, ilk günden beri de takip ediyor. O anlamda kendisine yapılan eleştirileri doğru bulmadığımı söylemek istiyorum.

Tabii, bu yasa değişikliğini 15 Temmuzdan, devamında 20 Temmuzdan -2016- ve devamında 16 Nisandan ayırarak değerlendirmek mümkün değil. Anayasa değişikliğinde bir isim tarif edilmişti aslında, sadece ismi konulmamıştı, bugün de o ismin gelmeme ihtimalinin binde 1 bile olmaması için bir yasa değişikliği yapılıyor. Anayasa değişikliğinde de söylemiştik, dünyanın başkanlık sistemiyle yönetilen hiçbir ülkesinde parlamento seçimleri ile milletvekili seçimleri ile başkan seçimlerinin ya da sizin tabirinizle -Cumhurbaşkanlığı sistemi diyorsunuz- Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin aynı gün yapıldığı bir örnek biz bilmiyoruz. Tabii, kastettiğimiz konu, demokratik yöntemlerle yapılan seçimlerin sonucu yönetilen ülkeler için.

Şimdi, aynı güne o gün de çok itiraz etmiştik, bugün de itiraz ediyoruz ama aynı gün yeterli olmamış olacak ki bugün aslında "güçler ayrılığı" diyerek topluma tanıttığınız Cumhurbaşkanlığı sisteminde aynı zarfın içerisine hem Cumhurbaşkanının hem de milletvekillerinin isimlerini koyarak kendi kendinizi yalanlıyorsunuz, kendi kendinizle çelişki içerisine düşüyorsunuz. Yani aynı gün zaten başkanlık sisteminin ruhuna aykırıydı, aynı gün seçimin yapılması demokratik olgunluğa ve demokratik gelişmişliğe aykırıydı, bir de aynı sandığa oy pusulalarının atılması bunu biraz daha güçlendirmiş oldu.

Şimdi, değerli arkadaşlar, tabii, yapılan iş -başında da söylediğim gibi- Anayasa değişikliğinde ismi söylenmeyen ama ben söyleyeyim, Recep Tayyip Erdoğan'ın 2019'da ya da erken yapılacak bir seçimde seçilmeme ihtimalini her şekliyle değerlendirerek bunu engellemeye dönük bir değişiklik yapılmış burada. O yüzden niyetler doğru değil. Bir de mesela en düzgün üsluplarla da konuşulsa sonuç değişmediği için bazı arkadaşlarımız bazen üsluplarında biraz aşırıya kaçabiliyorlar. Şimdi, işin bir tarafı böyle.

Diğer tarafına gelince, tabii, bu yasayı buraya getiren insanlar ya da partiler, ilk imza sahipleri, Adalet ve Kalkınma Partisinin milletvekilleri ile Milliyetçi Hareket Partisinin milletvekilleri yaptıkları ittifakı -ki bu kanundan önce de değerlendiriyorlardı- yerli ve millî ittifak, cumhur ittifakı; geride kalan partileri ise olayın özelliğine göre, konuşulan konunun farklılığına göre ya terör örgütleriyle iş birliği yapmak ya yabancı devletlerle iş birliği yapmak, en azından, en hafif ifadeyle yerli ve millî olmamakla suçluyorlar yani kamuoyu önünde de diğer partilere böyle bir baskı yapıyorlar.

Şimdi, iki gündür konuşuyoruz, hatta üç gündür konuşuyorum ben, kanun teknik olarak eleştirisine de girerek konuyu çok uzatmak istemiyorum, birçok noktayı eleştirdik, mühürsüz oy pusulalarını konuştuk, sandık görevlilerinin... Kaldı ki önceki değişiklik de Adalet ve Kalkınma Partisinin döneminde yapılmıştı. Çok eskiden -hepimiz hatırlarız- sandık başkanları devlet memurları arasından il seçim kurulu, ilçe seçim kurulu tarafından seçilirdi. Sizin döneminizde yapılan bir değişiklikle partilerin önereceği isimlerin üzerinden sandık başkanlarının seçimine geçildi. Bugün ne oldu da sandık başkanlarını yeniden partileri katmadan seçmeye çalışıyoruz? Tabii, burada şuna dikkat etmek gerekiyor, özellikle Milliyetçi Hareket Partili arkadaşlar dikkat etsin: Adalet ve Kalkınma Partisi bir kurumu ele geçirene kadar tu kaka ediyor, bir kurumu ele geçirdikten sonra ona eskisinden de daha beter yöntemlerle sahip çıkıyor. Bunun birçok örneği var; Anayasa Mahkemesi var, YÖK var, YSK var, benzer örnekleri var. Bu anlamda eleştirdiğimiz birçok nokta, Adalet ve Kalkınma Partisinin eleştirdiği birçok nokta bugün tekrardan bu yasayla gündeme geliyor.

Şimdi, ben özellikle bu "millî ve yerli ittifak" kavramına birkaç şey söylemek istiyorum. Değerli arkadaşlarım, geçmişten beri özellikle... Milliyetçi Hareket Partili arkadaşlar burada değil herhâlde, hepsi gittiler, onlar varken konuşayım istedim ama bir türlü denk getiremedik bu şeyi. Mesela, ben Sayın Devlet Bahçeli'nin birkaç sözünü bu arkadaşlara hatırlatmak istiyorum, tutanaklardan baksınlar. Böyle benim telaffuz edemeyeceğim sözleri burada tekrar etmeyeceğim çünkü birbirleri hakkında söyledikleri sözleri, gerçekten normal, sıradan bir insanın sokakta bile söylediğinde cinayet işlenebilecek sözleri birbirleri hakkında tekrar etmişlerdi. Örnek olsun en azından: "Seni Yüce Divanda yargılatmazsam namerdim." demişti Sayın Devlet Bahçeli. Fakat dönüp bakıyoruz, Milliyetçi Hareket Partili arkadaşlar diyorlar ki: "Arkadaşlar, siz bilmiyorsunuz; o, yerli ve millî tanımını kuvvetlendirmek için. Siz bilmiyorsunuz, 15 Temmuzdan sonra neler oldu, 15 Temmuz çok önemli." Sanki biz 15 Temmuzun öneminin farkında değilmişiz ya da 15 Temmuzda olanları biz yaşamamışız gibi bir intiba ve algı yaratmaya çalışıyorlar, hâlbuki 15 Temmuzda her ne olduysa... Özellikle 16 Nisanda yapılan referandumda ve bugün yapılmak istenen yasa değişikliğinde Milliyetçi Hareket Partisinin hem Anayasa değişikliğini hem de bu yasa değişikliğini desteklemesini gerektiren çok önemli bir olay yok çünkü geçmişte de benzer şeyler yaşandı. Örnek olsun: 15 Temmuza bu ülkeyi Cumhuriyet Halk Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi ya da HDP mi getirdi? Yani "Allah verdikçe veriyor." diyenler "Ne istediler de vermedik." diyerek 15 Temmuza ülkemizi getiren Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı değil miydi? Şimdi, ben özellikle bir partinin genel başkanının sözleriyle bu fikrimi kuvvetlendirmek istiyorum, toplum bilsin istiyorum. Örnek olsun: Sayın Bahçeli'nin sözleri var, "Başkanlık sistemi Türkiye'nin bölünmesinin reçetesidir." diyor. "Başkanlık sistemini Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceğini garantiye almak maksadıyla istediğini söylemektedir." Cumhurbaşkanından bahsediyor. "Başkanlık sistemi sanki yeryüzü cennetinin siyasi ve idari yapılanmasıdır, parlamenter sistem ise sanki kâbustur." diyor Sayın Bahçeli. Yani 15 Temmuzda bu sözlerinden geri döndürecek ne oldu ki Devlet Bahçeli'nin geldiği noktaya getirdi Devlet Bahçeli'yi? Biz de bilelim bunu, 80 milyon insan da bilsin. "Başkanlık sistemi demokrasinin idam fermanıdır." diyor Sayın Bahçeli. "Hırsızlık ve yolsuzluk ruhsatıdır." "Başkanlık federasyon demektir, bu da Türkiye'yi bölünmeye götürecektir." diyor. Bu sözleri geriye almayı gerektirecek 15 Temmuzda ne olmuştur ki özelikle 16 Nisan referandumunda ve bugün yapılmak istenen yasa değişikliğinde bu noktalara gelinmiştir? Bunları bilmek 80 milyon Türk milletinin hakkıdır. Ben tahmin ediyorum, tabii birçok şeyi biz de tahmin ediyoruz, arkadaşlarımızın birçoğu, tabanın da birçoğu kan kusup kızılcık şerbeti içiyorlar şu anda çünkü verilen sözlerin hiçbirinin gerçeklikle ilgisinin olmadığı zaman içerisinde anlaşılıyor. Arkadaşlarımızın bir kısmı -geçmişte de konuştum başka maddelerde ama kısaca değinmekte fayda var- "Efendim, ittifak koalisyon değil, bu memleket koalisyonlardan çok çekti..." Doğrudur, koalisyonlar aslında bir uzlaşmayı gerektirir, bir siyasi olgunluğu gerektirir, bir demokratik olgunluğu gerektirir ki mesela çok gelişmiş Batılı demokrasilerde tek başına iktidara gelebilecek sorumluluğu sağlayan partiler bile bazen fikir olarak kaynaştıkları bir kısım partilerle koalisyon yapabilirler. "Koalisyon üç ay sürecek, altı ay sürecek, bir sene sürecek, sürmeyebilir, sürebilir..." Bu ittifakın ne kadar süreceğinin garantisi var mı? Eğer bu ittifak -hocamın dediği gibi- sadece Cumhurbaşkanlığı için yapılmış olsaydı, devamı için yapılmamış olsaydı yani Cumhurbaşkanlığından sonra bakanlıkların bölüşümü, müsteşarlıkların bölüşümü ya da milletvekili seçimleri için yapılmamış olsaydı belki bir nebze kabul edilebilirdi ama bugün yapılan, bana göre bir kısmı da gizlenen bu ittifakın çok da ahlaki olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Değerli arkadaşlarım, hepsinin ötesinde gerek 16 Nisanda yapılan referandum gerekse bugün yapılan bu yasa değişikliği ve önümüzdeki günlerde de yapılacak seçimler herhâlde olağanüstü hâl rejimi altında yapılacak gibi görünüyor. Bunu söylüyoruz, "Ne engel var sıradan vatandaş için?" diyorlar. Kardeşim, o dönemin Adalet Bakanı Sayın Bekir Bozdağ'ın OHAL kabul edilirken yaptığı bir konuşma var, o dönemde konuşma yapan Sayın Naci Bostancı'nın sözleri var. Sayın Bekir Bozdağ'ın sözlerinin arasında OHAL'in belki üç ay bile sürmeden -üç aylık süreyle verilmişti OHAL- sürdürülmeden, süresini bile doldurmadan kaldırılabileceği söylenmişken bugün iki seneye yaklaşan bir OHAL süreciyle ülkemiz yönetiliyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tufan Bey, bir saniye, tekrar başlatıyorum.

Buyurun.

TUFAN KÖSE (Çorum) - Bakın, 15 Temmuz darbe girişimiydi. 15 Temmuz darbe girişiminde 4 partinin milletvekilleri 80 milyon halkımıza dayanarak karşı durdu, bir hain çeteyi geri püskürttü. Bunda emeği geçen başta Sayın Cumhurbaşkanı olmak üzere bütün partilerin genel başkanlarına, milletvekillerine ve şehit düşen 250'ye yakın insanımıza, binlerce gazimize buradan saygılarımızı sunuyoruz, minnetlerimizi sunuyoruz ama bu tek başına bir insanın engellediği bir şey değil. Fakat 20 Temmuzdaki yapılan hadise -ilk üç ayı dışarı çıkarttığımızda- bir darbedir, 71'de, 80'de yapılan darbeden bize göre bir farkı bulunmamaktadır. Hâlâ da bir darbe yönetimi altında hem Anayasa değişikliği yaptık hem birçok yasayı değiştirdik hem de böyle önemli, Türkiye'nin geleceğini etkileyecek bir yasayı değiştirmeye çalışıyoruz.

Değerli arkadaşlarım, 12 Eylül klasik anlamda bir darbeydi, askerin tamamıyla el koyduğu bir darbeydi, onların bile aklına parlamenter demokrasiyi değiştirmek gelmemişti ama maalesef bu iktidarın aklına parlamenter demokrasiyi değiştirmek... Ki "Sistem değişikliği değil, rejim değişikliği değil." diyorlar. Ya "rejim değişikliği" derken yani rejim değişikliği olması için cumhuriyetin ortadan tamamen kaldırılıp padişahlık sisteminin mi gelmesi gerekiyordu? Biz parlamenter demokrasiyi ortadan kaldırdık -ki yüz kırk iki yıllık bir geleneğimizdir 1876'dan beri, ben hatta daha da geriye götürüyorum, 1839'dan beri devam eden bir sistemdir- ortadan kaldıranlar da hakikaten milliyetçi, mukaddesatçı partilerin üyeleridir, parlamenterleridir. Hâlbuki geçmişe ve deneyimlere, tecrübelere onların daha çok sahip çıkması gerekir kendi ideolojileri gereği. Onların oylarıyla bizim yüz kırk iki yıllık -daha da eskiye dayanan- Islahat Fermanı'nı da alırsak 1839'lara dayanan parlamenter demokrasi geleneğimiz bu yönetim tarafından kaldırıldı. Yani padişah getirmek de zaten mümkün değil bu çağda yani "Sistemi değiştirmedik biz, rejimi değiştirmedik." filan demenin de bence gerçeklikle bir ilgisi yok. Kaldı ki bakın padişahın partisi filan yoktu yani padişahlık belki bugün getirilmek istenen sistemden bir ileri boyuttaydı. İşin doğrusu, padişahlığın son dönemlerinde, Osmanlı aydınlanmaya doğru giden, Batılılaşmaya doğru giden, demokrasiye doğru giden bir çizgi izliyordu gerek padişahlar yoluyla gerekse o dönemin okumuş yazmış hem askerî hem sivil paşaları vasıtasıyla. O anlamda geldiğimiz nokta, bana göre 1876'nın başlattığı o çizginin de çok gerilerine düşen bir noktasıdır.

Değerli arkadaşlarım, çok şeyler söylendi. Bu yasanın da ben 80 milyon insanımıza, komşularımıza iyilik getirmeyeceğini, onların geleceğini aydınlatmayacağını, aydınlık bir gelecek sağlamayacağını düşünüyorum. Komisyondan bu kanun teklifinin yeniden alt komisyona sevkini, hatta geri alınmasını ve 4 partinin uzlaşacağı bir ittifak kanununun yeniden düzenlenmesini istiyoruz. Cumhuriyet Halk Partisi ittifaklara karşı değildir ama ilkeli ve 21'inci yüzyılın Türkiyesine yakışan ittifaklara ortak olma niyetindedir.

Teşekkür ediyorum .