KOMİSYON KONUŞMASI

ŞENAL SARIHAN (Ankara) - Teşekkür ederim.

Şimdi, konuşmaların herhangi bir biçimde gergin bir ortama sürüklenmesini kesinlikle arzu etmiyorum. Çok özür dileyerek, bizim, İnsan Hakları Komisyonu olarak aynı zamanda insan hakları dili üzerinde anlaşmamız gerekiyor. Bence, nefret dili burada zaten söz konusu olamaz yani bizim kendi aramızda, birbirimizle konuşurken birbirimizden nefret edebileceğimiz aklımızın ucundan bile geçmez ama uyum dili diye bir dile ihtiyacımız var. Yani biz nasıl uyum sağlayabiliriz kendi aramızda da? Birbirimizi siyasi karşıtlıklar olarak görerek değil ya da birbirimizin yaptığı hataları hepimiz yapabiliriz, yanlışlıklar olabilir yani siyasetçi de insandır ve o insan belli konulara yeterince de vâkıf olamamış olabilir, olamadığı için de bilgi eksikliği sebebiyle de yanlışlık yapabilir, dili de sürçebilir. Bu komisyonumuzun asıl tarzının şu olması gerektiğini düşünüyorum: Uyumu sağlamaya, buradan bir üretim çıkarmaya çalışmak ve onu da insan hakları temelinde yapmak. Çünkü bu komisyonun adında "İnsan Hakları Komisyonu" var.

Bence arkadaşlarımıza fazlaca soru da sormadık, daha çok komisyon raporu üzerinden konuşuldu. Fakat bu rapor birçok arkadaşımızın ifade ettiği gibi son rapor değil, nihai rapor değil. Aslında çok az sayıda inceleme yapılabildi, birçoğu mümkün olmadı, bizim dışımızdaki koşullar nedeniyle de mümkün olmadı. Sorun devam ediyor, sorun devam ederken "Ne gibi önlemler alınabilir?" konusunda bizim görebildiğimiz, alt komisyonun görebildiği öneriler var. Elbette eksikler var, onları da ifade etmeye çalıştık. Farklı alanlarda sorunlar var, şu anda anlaşamadığımız noktalar da var.

Örneğin, kayıp çocuklarla ilgili ciddi bir veri elimizde yok. Bu konuda bir araştırmanın, nereden ve kimin tarafından, belki idari makamların buna bir yanıtı olabilir, kayıp çocuklarla ilgili. Buna bağlı bir soru da soracağım, demin unuttum, şimdi de unutmamak için parantez içi söylemek istiyorum: Benim bilgimde eksiklik yoksa, Çocuk Hakları Sözleşmesi'ne göre, uyrukları belli olmayan anne babaların ya da kimlikleri olmayan çocukları vatandaş kabul etme zorunluluğu var. Hani şeyi de tartışıyoruz ya vatandaş olsun, olmasın. Buna da farklı pencerelerden bakarak tepki koyuyor veya olur veriyoruz. Burada, özellikle çocuklarla ilgili bir işlem yapıldı mı? Böyle kimliksiz, refakatsiz olduğu gibi, aynı zamanda kimliği, uyruğu da belli olmayan çocuklar Türk vatandaşlığına alındı mı? Soru olarak bunu sormak istiyorum.

Bunun dışında, Leyla arkadaşımızdan özür dileyerek, genel olarak da söylemek istiyorum: Bir arkadaşımız burada yoksa, yanıt verme imkânı bulunmuyorsa onunla ilgili bir yargıyı söylemek, onun üzerinden eleştiri yapmak yerine daha genel bir dil kullanmak çok daha doğru olabilir diye düşünüyorum. Verimli bir çalışmanın ürünü olan bir rapor var elimizde, eksikleri var, elbette tamamlanacak yanları var ama bu rapor gerçekten bütün vekillerimizi, sadece komisyonu değil, bütün vekilleri ilgilendiriyor, çünkü kendi bölgelerinde sorunlar var, geçici koruma ve göç... Türkiye'nin her yerinde, pek çok ilinde, biraz önce göç yollarından söz etti diğer vekil arkadaşımız. Bütün bunlardan haberdar olmak ve yapılacak şeyler konusunda, doğru dili kullanmak için en azından ve doğru öneride, birlikte öneride bulunmak için bu rapor hazırlandığında -herhâlde zaten tüm vekillerimize son hâlini aldığında ulaşacaktır- bunu yapabiliriz diye düşünüyorum.

Özür dileyerek, "Son söz." dedikleri için Başkanımız... Benimle ilgili arkadaşlarımın bir talebi oldu. Bunu komisyonumuzla paylaşmak isterim aslında. Cumhuriyet Halk Partisi Kadın Kolları Kurultayında vekil olarak bir konuşma yaptım ve bu konuşmamın ana teması olağanüstü hâlin kaldırılması konusundaki talepti. Bunun daha demokratik bir ortamda her şeyin yapılabileceğini, kadınların haklarının da, kadın hak ve özgürlüklerinin de, kadınların insan haklarının da böyle bir ortamda daha kolay ifade edilebileceğini anlattım ve cümle olarak da "Bugün çocuklarımız şehit oluyorlar." dedim. Fakat, Değerli Başkanım, bir manipülasyon değil, birtakım gazeteler konuşmamın tek bir satırında başka bir cümle geçmemişken yani söylemediğim sözleri yazarak... Koydum bunu da, size arkadaşlar verdiler mi bilmiyorum; hukuki bütün yollara da başvurdum, buna rağmen geçen hafta ve bu hafta da dâhil olmak üzere, dün de dâhil olmak üzere sistemli, medyanın bana yönelik terörist olduğum, terörist savunucusu olduğum -halkevlerinden çocuklar gözaltına alınmışlardı, halkevini ziyarete gittik, 15 vekille gittik, ben ortaya çıkarıldım- "Teröristlerin anası çocuklarına koştu." başlığı atıldı. Dün yine benzer bir başlık.

Şimdi, bu konuda sanıyorum İnsan Hakları İnceleme Komisyonu olarak, konu ben olduğum için değil ama böyle bir medya dili... Elbette Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde "ağır eleştiri" der. Ama bu ağır eleştiri değil, bu açık bir saldırı, hedef gösterme. Yani birisi önüme geçse ve bana şiddet uygulamak istese mümkün. Çünkü ona teşvik eden yayınlar var. Bu konuda belki İnsan Hakları İnceleme Komisyonunun bir medya dili ve medyanın etiği... Bu etik bir sorun yani manipülasyon değil, etik bir sorun. Bu etik soruna dikkat çekilebilir belki diye düşünüyorum. Bunu da kendi adıma değil hepimiz adına...

MEHMET METİNER (İstanbul) - Hepimizin başına geliyor çünkü.

ŞENAL SARIHAN (Ankara) - Her birimizin başına geliyor da.

Söylediğim sözden sorumlu olurum, bunu savunurum ya savunmam, özür dilerim "Yanlış olmuş." derim. Ama söylemediğimiz sözler sebebiyle ve sistemli bir biçimde, çünkü bu sistemli hâle geldi artık. Bunun nedenini de kavrayabiliyorum, neden olduğunu da tahmin edebiliyorum elbette. Ama her birimiz için, evet siyasetçi her türlü eleştiriye açıktır ama küfre ve hakarete de layık değildir. Hele yaşam hakkının ihlaline yönelik bir tehdide hiç layık değildir diye düşünüyorum.

Bunu sadece paylaştım, karar sizin, teşekkür ederim.