KOMİSYON KONUŞMASI

KAMİL OKYAY SINDIR (İzmir) - Çok kıymetli bakanlarım, Sayın Başkan, değerli arkadaşlar ve Komisyonumuzu onurlandıran değerli dostlar...

BAŞKAN - Sayın Sındır, özellikle şunu ifade etmek istiyorum, biraz önce söyledim: Komisyonumuz herhangi bir süre kısıtlaması olmadan her konuyu rahat rahat tartışabilsin istiyorum. O nedenle rahat olalım; tartışalım, konuşalım.

KAMİL OKYAY SINDIR (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Tabii ki söyleyeceğim sözlerin tamamı yıkıcı veya yok edici değil, yapıcı, getirilen düzenlemeye belki katkı, belki görülemeyen yanlışlardan, hatalardan geri dönülmesi adına olacaktır; bunu özellikle belirtmek istiyorum.

Şimdi, değerli arkadaşlar, bu tasarının neden gündeme geldiğini ve bütün bu düzenlemelerin bir torba yasayla bir kerede komisyondan, Meclisten gelip geçmesinin amacının ne olduğunu ben hâlen çözebilmiş değilim. Bu torba yasayı tümü üzerinde ortaklaşacak bir gerekçeyle sunmanın mümkün olmadığını düşünüyorum. Saydım, içerisinde kaç kanun üzerinde değişiklik var diye. Yaklaşık otuza yakın kanun üzerinde değişiklik var. 6200 sayılı Devlet Su İşleri, 167 sayılı Yeraltı Suları Hakkında Kanun, 2943 sayılı Kamulaştırma Kanunu, 3083 sayılı Sulama Alanlarında Arazi Düzenlenmesine Dair Tarım Reformu Kanunu, 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının Teşkilat Kanunu, 3194 sayılı İmar Kanunu, 5488 sayılı Tarım Kanunu, 6172 sayılı Sulama Birlikleri Kanunu, 6831 sayılı Orman Kanunu, 2873 sayılı Millî Parklar Kanunu, 6964 sayılı Ziraat Odaları ve Ziraat Odaları Birliği Kanunu, 488 sayılı Damga Vergisi Kanunu, 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlere Dair Kanun, 1053 sayılı içme suyuyla ilgili kanun, 3234 sayılı Orman Genel Müdürlüğü Teşkilat Kanunu, 3254 sayılı Meteoroloji Genel Müdürlüğü Teşkilat Kanunu, 3402 sayılı Kadastro Kanunu, 4283 sayılı yap-işlet modeliyle elektrik enerjisi üretimiyle ilgili tesislere yönelik kanun, 645 sayılı Orman ve Su İşleri Bakanlığının Teşkilat Kanunu, 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunu, 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri Kanunu, 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu, 4749 sayılı Kamu Finansmanı Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun... Gözümden kaçmış olabilecek diğer birkaçını da sayarsak otuza yakın kanun ve maddeleri yani bu otuz madde değil, birçok madde değişikliğini de içeren, öngören torba yasa.

Şimdi, değerli arkadaşlar, bu kadar kapsamlı, bu kadar çok farklı alanlarda konu içeren, değişiklik içeren bu kanun tasarısının öncelikle sözümün başında belirtmek istiyorum ki bir alt komisyon tarafından daha detaylı, daha ince görüşülmesi, konuşulması, tartışılması, ondan sonra Komisyona gelmesi daha uygun olacaktır diye düşünüyorum. Bununla ilgili de bir önergemizi, teklifimizi Komisyon Başkanlığımıza sunuyoruz.

Şimdi, değerli arkadaşlar, Avrupa Birliğinin hedefleri arasında "3D" diye bir hedef vardır. Bu "3D" denen şey demokrasidir birinci "D", ikinci "D" "development" kalkınmadır, üçüncü "D" "decentralisation" yani ademimerkeziyetçiliktir, merkezden uzaklaşmadır, yetkiyi, görevi, sorumluluğu yerele merkezden ayrı verebiliyor olmaktır. Oysaki biz, bu kanunlarla geçmişte olduğu gibi, imar mevzuatında yapılan değişikliklerle, yerelden alınan ya da paylaşılan imar yetkileriyle... Efendim, bu söz konusu önümüze gelen kanun tasarısındaki kooperatiflere, birliklere verilen yetkilerin yeniden Devlet Su İşleri üzerine alınma çabasının bu ruhun da tersine olduğunu, aykırı olduğunu söyleyebilirim.

Şimdi, bu torba yasayı bana soracak olursanız, şöyle okuduğumda, maddelerin nereye varacağına, en azından belki bu değişikliği, bu tasarıyı hazırlayan kıymetli arkadaşlarımızın göremediği şeyleri ben görebilir miyim diye biraz yeniden, baştan eleştirel, baktığımda, nasıl tanımlarım diye sorduğumda kendi kendime, bu kanun tasarısı, bu torba kanun tasarısı bir özelleştirme yasasıdır, suyun özelleştirilmesidir; altını net olarak çiziyorum. Ormanların özelleştirilmesidir. Şimdi, "Devlet yapamıyor hiç olmazsa özel sektör yapsın." diyemeyiz. Sayın Başbakan ve sayın kıymetli bakanlarımız değişik vesilelerle geçen günlerde televizyonlarda "Bu şeker fabrikaları iyi yönetilemiyorlar, o zaman bunları biz özelleştiriyoruz." Gerekçesi iyi yönetilememeleri. Bu fabrikalar devletin hüküm ve tasarrufunda olan teşekküller olduğuna göre bunların iyi yönetilemiyor olmasının sorumluluğu devleti yöneten Hükûmetin asli sorumluluğu hâline gelir ki "İyi yönetilemiyor." demek, "Ben iyi yönetemiyorum." demektir. Bu eleştiri siyasi anlamda bir eleştiri değil. Haklılık gerekçesi varsa bunu ortaya koyarsınız ama bu bir haklılık gerekçesi olamaz. "Sulama birlikleri iyi yönetilemiyor, o zaman bunları biz Devlet Su İşlerinin üzerine alalım." Tarım Bakanlığı da iyi yönetemiyor demektir bu aslında. Yani Orman ve Su İşleri Bakanımız teklif getiriyor, diyor ki: "Tarım Bakanlığı bu işi iyi yönetemiyor, ben yöneteyim, Devlet Su İşlerine bunu devredeyim." Şimdi, böyle bir anlayış...

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) - Ya, öyle bir şey yok. Birlikte olması gerektiğinden...

KAMİL OKYAY SINDIR (İzmir) - Özür diliyorum, böyle diyebilirsiniz ama getirilen teklif bunu gösteriyor Sayın Bakan.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) - Birlikte olması lazım.

KAMİL OKYAY SINDIR (İzmir) - Siz bunu böyle söyleyebilirsiniz ama getirdiğiniz teklif bunu böyle söylemiyor.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) - Yoksa Bakanımız başarılı yani.

KAMİL OKYAY SINDIR (İzmir) - Şimdi, siz, tabii, Sayın Bakanla olan dostluk ilişkiniz nedeniyle onu rencide etmemek adına bunu söylüyorsunuz, ben de her ikinizi de rencide etmemek için biraz uğraş veriyorum ama ben bize gelen ve yarın öbür gün uygulamaya geçtiğinde bütün üreticilerimizi, çiftçimizi, sektörü, ülkenin geleceğini ilgilendirecek tasarı üzerinde gerçekçi olmak durumundayım.

Şimdi, bu yaklaşım bir kere kabul edilebilir bir yaklaşım değil.

Bakın, sulama birlikleri... Bir kere, yaklaşık 370'e yakın sulama birliği var. 14.500 seçilmiş meclis üyesiyle yönetilen birlikler, yaklaşık 1 milyon 300 bin doğrudan çiftçiyi ilgilendiriyor. 5 bin personel çalışıyor, 5 bini geçici ve sadece birlik başkanlarına burada sorumluluk verilmesi, diğer bütün yapıların bir anda yok sayılması gibi bir durum ortaya çıkıyor. Öğrendim ki bu birliklerin bütçesi yaklaşık bir Çankaya ilçesinin belediye bütçesine yakın bir bütçe. Bu kadar, bütün mesele bu. Şimdi, bu 3 birliğin feshedildiğini, 8'inin fesih noktasında olduğunu, 15-17 birlikte de elektrik parası sorunları yaşandığı için feshedilme noktasına gidilebileceğini, bir kısmında tahakkuk tahsilat sorunu olduğunu, tahakkukun tahsil edilemediğini ama büyük bir kısmının böyle bir sorunu yaşamadığını, tam tersine gayet güzel, düzgün finans planlamalarını yaparak çiftçiyle el ele, birlikte görevlerini gayet iyi yerine getirdiklerine hem şahit oluyoruz hem öğreniyoruz hem duyuyoruz.

Şimdi, ben şunu sormak istiyorum: Bu birlikler Devlet Su İşlerinin denetimi, gözetimi ve Devlet Su İşleri sorumluluğu altına alındığında -Bakanlıktan oraya geçti, eyvallah- DSİ daha zapturapt, daha şey tedbirler mi alacak? Diyelim denetim falan daha iyi olacak veya bunlar zaman içerisinde "Siz bu işi yapamıyorsunuz." deyip özel sektöre mi devredilecek? Ki öyle görünüyor, yol oraya gidiyor, bunu görmemiz lazım. Özelleştirmeye giden bu yolun sonunda, bu suyun bedeli 1'ken, kâr amacı gütmeyen birlikler tarafından yapılan bu hizmetin bedeli 1'ken, özelleştirilen bu hizmetin, kâr amacı güden kuruluşlar tarafından verilecek bu hizmetin bedeli en az 2 olacaktır çiftçiye değerli arkadaşlar, sayın bakanlarım; bunu görmeniz lazım. Bunun gittiği yol budur. Bunun gittiği yol, çiftçinin İcra ve İflas Kanunu uygulamalarıyla yok olmasıdır, çiftçinin bitmesidir. "Tahsil edemiyoruz." dediğinizde çiftçinin parası bol da, cebi dolu da, çoluğunu çocuğunu tatile götürüyor, lüks mallar alıyor, yat kat alıyor da ödemiyor mu? Öyleyse icra iflasa gidin. Ha, yok, üretim yapamaz duruma geldiği için ödeyemiyor mu? O zaman üretimden koparmayın üreticiyi.

Az önce söyledim sayın bakanlarıma; traktör ve tarım makineleri bir üretim kaynağıdır ve bunların haczedilemeyeceğine dair kanun var bu ülkede, üretim yapıyor. Şimdi, şunu ayırt edelim: Bakın, Belediye Kanunu var, Belediye Gelirleri Kanunu var. 2464 sayılı Kanun'da hatırladığım kadarıyla -Belediye Başkanlığı yaptığım için çok iyi biliyorum- 86'ncı maddesiydi, "Yol harcamalarına katılma payı adı altında belediyelerin yaptığı yol hizmetinin bedelini o yola cephesi olan vatandaşlardan alma hakkı var, kanalizasyon harcamalarına belediye yatırım yaparsa bedelini o kanalizasyondan yararlananlardan alma hakkı var, işte su yatırımı harcamalarını yaparsa alma hakkı var." diye bu kanuna konmuş. Ha, burada bu da eleştirilebilir ama şunu görmek lazım: Bu kanunda "bu harcamalara katılma payı" adı altında vatandaştan alınan para, aslında üretime yönelik yapılan bir hizmetin verilmesi anlamında alınan bir pay değil, tüketimdir, tüketicidir, bir konfordur, o konforun bedeli alınıyor. Böyle bir haklılık payı söyleyebilirsiniz bana ama çiftçinin üretim için ihtiyaç duyduğu, üretmek için ihtiyaç duyduğu suyun parasını ödemiyor diye icra iflasa götürmek, bir kere bana bunun haklı hiçbir gerekçesini söyleyemezsiniz, asla kabul edemem, ne derseniz deyin, kesinlikle kabul etmem. Üretmek istiyorsak gereğini yapacağız, icra iflasla terbiye etmeye kalkmayacağız çiftçiyi, bu kabul edilebilir bir şey değil.

Değerli arkadaşlar, bakın, suyun özelleştirilmesi aslında bir Dünya Bankası projesidir. Suyun özelleştirilmesi, aslında neoliberal politikaların bütün dünyada birçok ülkede, bize de gelinceye kadar çok önceden tamamlanıp bitmiş politikaların sonucunda gelinen noktadır. Şimdi, ne yazık ki üzülerek söylüyorum, bize de bu sirayet etmiş durumda. Kala kala suyumuz kalmıştı, onu da özelleştirme çabası içerisine giriyoruz. Bu, çiftçiliğin yok edilmesidir. "Çiftçinin cebine destek veriyorum." diye bir para koyacaksınız sağ cebine, sol cebinden bunun bedelini katbekat alacaksınız. Mazottan vergisini alacaksınız. Sadece mazot vergisi zaten çiftçiye verdiğiniz desteklemenin miktarı kadar. Sadece çiftçinin kullandığı mazottan alınan vergi, çiftçiye "tarımsal destekleme" adı altında verdiğiniz 13,5-14 -neyse- milyar TL'nin bedeli olarak mazottan vergi alıyorsunuz. Şimdi buna suyu da eklerseniz... Hani "Mazotun yarısını vereceğiz." diye bir politika güdülüyor, demek ki, anlaşılan, mazotun yarısını vererek bu su tahsilatlarıyla yine onu öbür cebinden alma çabası olduğunu görüyorum.

Şimdi, değerli arkadaşlar, çiftçinin ayakta durabilmesi, küçük çiftçinin ölçek ekonomisi... Ben kabul etmiyorum ölçek ekonomisini yani kabul ediyorum tabii ki akıl ve bilim adına ama bunun bir sosyal boyutunun da olması gerektiğini, göç veya benzeri şehirlerde yaşanan sorunları önlemek adına küçük çiftçinin var oluşunu, varlığını sürdürebilmesini devletin sağlayabiliyor olması lazım. Bunun en önemli yolu da örgütlenmedir, kooperatifleşmedir, kooperatif yapıları üzerinden geçer. Siz tam tersine işletirseniz bu yapıyı, bu sistemi, küçük çiftçinin yaşam şansını elinden alırsınız, çiftçiyi özel sektör kuruluşlarına, sermayenin kucağına ittirirsiniz ve yok olma sürecine doğru üreticiyi terk edersiniz. Bunun kabul edilebilir bir yanı asla olamaz.

Şimdi, bazı arkadaşlarımız birliklerden, Türkiye'nin değişik yörelerinden beni -veya arkadaşlarımı da eminim arıyorlardır- arıyorlar, diyorlar ki: "Biz ilimizde AK PARTİ'li milletvekillerimize gittik, onlar da bize hak veriyorlar ama 'Biz bir şey yapamayız, MHP'li vekillere gidin, en iyi onlar söyler, Hükûmetle zaten yakın ilişkileri var, onlar itiraz ederse bu geçer.' diyorlar." Yani böyle bir duruma geldik sayın bakanlarım, Sayın Başkanım. Aslında, ben eminim, AK PARTİ'li, MHP'li, CHP'li, HDP'li milletvekillerimizin istisnasız büyük bir kısmı -sayın bakanlarımın da yüreğinde o vardır, ondan eminim- bu yapılanların halk adına, üreticilerimiz adına, birlikler adına kabul edilemez olduğunu da görüyorlar, biliyorlar.

Şimdi "Orman ve su varsa hayat var." Güzel bir söz, sunumun en sonunda Sayın Engin Altay da buna vurgu yaptı. Biz "Toprak işleyenin, su kullananın." derdik bir zamanlar, hâlâ diyoruz; toprak işleyenindir, su da kullananındır. Kullananın olan suyun bedelini ondan alarak onu yok etme çabası demek ki: "Suyu sen kullanamazsın."

Sayın Bakan, bir soru daha soracağım. Tabii, burada bütün bunları konuşuyoruz ama Türkiye'de sulanabilir nitelikte olup henüz sulama yatırımları yapılmamış önemli miktarda arazi var. Türk çiftçisi su istiyor, su bekliyor. Sadece GAP bölgesinde GAP projesinin elektrik enerjisi üretimi kısmı -bu, bir entegre üretim projesiydi, biliyorsunuz- bu projenin hidroelektrik santraller üzerinden elektrik, enerji üretim yatırımları, projeleri yüzde 100 oranında hemen hemen tamamlanmıştır ve üretime geçmiştir ama sulama yatırımları yüzde 30'u bile daha bulamamıştır, GAP projesinin sulama yatırımlarının daha yüzde 70'i proje aşamasında, planlama aşamasında, yapım aşamasında ama tamamlanmamış. Biz bunları bir kenara koyuyoruz, çiftçinin üç kuruş su parasının peşinden gidiyoruz. Tabii, bu, çiftçi için üç kuruş su parası ama Türkiye'de bu özelleştirmenin getirdiği süreç ve sonuçlar itibarıyla bir felakete neden olabilecek bir durum.

Şimdi, yatırım bedeli çiftçiden alınmayacak. Sayın vekillerim söylüyor, böyle bir bedel zaten alınmıyordu, sulama birlikleri, kooperatifler üzerinden tahsil ediliyordu.

Şimdi, DSİ'den sadece maden değil, diğer faaliyetler için de uygun görüş istenmelidir zaten. Yani sadece madencilik faaliyetinde bulunacak bir yatırımcıdan yatırımcının uygun görüş almasını değil, madencilik, endüstri, sanayi, ne yapmak istiyorsa, bizim, hepimizin, bu milletin ortak değeri olan suya yönelik olumsuz bir şey yaratmaması adına DSİ'nin mutlaka uygun görüş vermesi zorunluluk hâline gelmelidir.

Şimdi, orman... Değerli arkadaşlar, bakın, orman mühendisi arkadaşlarımız vardır burada, ormanla doğrudan üretim ilişkisi içerisinde olan veya ormanla teknik boyutta ilişki içerisinde olan veya bürokrat boyutunda olan arkadaşlarımız vardır. Biz orman alanlarını sadece ağaçla ilişkilendirip ağaç varsa ormandır, taşlık, kayalık, bozuk... Zaten Akdeniz büyük oranda bozuk makiliktir. Şimdi "Buralar orman değil. Buraları dilediğimiz gibi imara açalım, buraları dilediğimiz gibi talan edelim, buraları dilediğimiz gibi... Değerli arkadaşlar, orman bir seneden bir seneye oluşmaz. Bugün yeryüzünde toprak varsa bu toprak tabii ki fiziksel ve kimyasal etkiler sonucunda oluşmuştur ama en önemli etkenin orman olduğunu... Bugün veya yarın, on yıl, yüz yıl sonra değil; belki bin yıl, belki on bin yıl sonra toprak olabilecek ve o nesillerin ihtiyacını karşılayacak o toprağı biz şimdiden çözmüşüz, ekosistemi de bitirmişiz. "Buralar orman değil, buralara inşaat yapılabilir." Ve bugünden bu alanları yok etme... Yani sürdürülebilirlik çabası, ilkesi ekonomik kaygılar ekolojik kaygıların önüne geçtiği sürece sürdürülebilirlik diye bir kavramdan bahsetmek söz konusu olamaz.

"Ben burasını orman tanımı dışına çıkarıyorum. Ne olacak? Kayalık mayalık, toprak yok. Ana kaya, üstünde varsa 3-5 santim toprak, bundan da bir şey olmaz." diyerek bu alanı imara açıp, tarım alanlarında tarımsal üretim için ihtiyaç duyulan alanları da kalkıp "Al, burası da..." Ya da mera alanlarını "Al, burası mera. Burası da işe yaramaz arazi, burayı da sana vereyim. Ben burayı alayım senden. Buraya güzel siteler yapayım. Orman içerisinde..." Bu, kabul edilebilir bir şey değil değerli arkadaşlar. Ormansa ormandır. Amaç, mücadele, o alanları eğer yapabiliyorsak ağaç, yeşil doku ve orman tanımını, sizin anladığınız şekildeki orman tanımını -ben onu kabul etmiyorum- gerçekleştirme çabasıdır, mücadelesidir, kolaya kaçmaktır. Çok özür dilerim, bu asla, haşa, sayın bakanlara yönelik bir itham değil ama bunun yaratacağı sonuç bir ranttır, arazi rantıdır, bunu da görmek gerekir diye düşünüyorum. Yoksa insanoğlunun doğaya karşı ne kadar acımasız olduğuna, kanunlarla ekosistemi nasıl yok edebileceğine hepimiz şahit oluyoruz. Bunu da belirtmek istedim.

Maddelere geçildiğinde her madde üzerinde mutlaka bizlerin, arkadaşlarımızın söyleyeceği sözler vardır. Ama tekrar söylüyorum: Bu mesele, bu kanun tasarısını -AK PARTİ olarak, iktidar partisi olarak çoğunluğunuz var- buradan da geçirebilirsiniz; Meclise indirir, Meclisten de çoğunlukla bu kanunu geçirebilirsiniz. Biz ne kadar sesimizi yükseltsek, ne kadar buna karşı muhalefetimizi yapsak da toplumun geniş kesimleri buna karşı ne kadar muhalif bir duruş sergilese bile bunu geçirebilirsiniz, diyecek bir şeyimiz yok. Kavga gürültü değil ama ülkemizin ortak değerlerine birlikte sahip çıkarak; ülkemizin doğasına, çiftçisine, üretimine birlikte sahip çıkarak bu kanun tasarısına bu çerçevede, bu gözlükle bakmak gerekir.

Tekrarlıyorum, alt komisyon önerimi bir kez daha, ısrarla rica ediyorum. Bir teklif verdik, değil mi arkadaşlar, imzaya, Komisyon Başkanlığımıza? Alt komisyon kurulması, bunu değerlendirelim. Arkadaşlarımızla bir arada, bunu bir siyasi rant meselesi yapmadan; ülkemizin, bakanlıklarımızın ihtiyacı olan ve çiftçimiz için, hepimiz için en doğru yolu bularak buradan, bu Meclisten toplumumuzun, milletimizin de görmek istediği bir tabloyu onların önüne serelim diyorum.

Hepinize tekrar teşekkür ediyorum, sağ olun.