KOMİSYON KONUŞMASI

AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI ÖMER ÇELİK (Adana) - Şimdi, şöyle: 2004 yılında bu zirve yapılmış. O zamanki yorumlara baktığımızda -çok enteresan- Birleşmiş Milletler toplantısından daha kapsamlı bir zirve olmuş ve "Bu, 21'inci yüzyılın ilk küresel zirvesidir." diyorlar. Şöyle bir şey var, bir değerlendirme düşünüyorum: Yani bu bölgedeki ve Avrupa'daki radikalizmin birbirini beslediğini düşünüyorum. DEAŞ ile Avrupa'daki aşırı sağın bizim açımızdan hiçbir farkı yok, ikisi de bizim değerlerimize tehdittir. Bu işleri oturup konuşmamız lazım ve maalesef şöyle bir kısır döngüye soktular: İslam düşmanlığı, yabancı düşmanlığı, ırkçılık, göçmen düşmanlığı yapan partilerle yarışabilmek için bu söylemlere alan açtılar. Tabii, bu her zaman böyledir. Bu aşırı sağ partilerin söylemlerine alan açtığınızda merkez sağ ve sol partileri bunları yutarlar ve bir noktaya geldik ve bu herkes için tehlikeli. Şimdi, düşünebiliyor musunuz, Fransa'da 2'nci parti durumunda Le Pen, AFD koalisyona girdi ve bana bir Alman politikacı dedi ki: "Bunların üçte 1'inin doğrudan Nazi örgütleriyle bağlantısı var." İşte, Avusturya'daki durumu biliyorsunuz. Hollanda'da Wilders zaten bekliyor pusuda yani bu bozulduğu anda başka bir şeye dönüşecek. İtalya'da hem popülist partiler hem aşırı partiler, kuzey liginden diğerlerine kadar önemli bir tablo ortaya çıktı.

Şimdi, bizde bu Avrupa Birliği meselesi iki şekilde hep tartışılmıştır. Bir teslimiyet; iki, reddiyecilik şeklinde. Hâlbuki rasyonel bir yerden bakmak lazım. Bizim millî çıkarlarımız açısından bu coğrafyanın istikrarı bizim için önemlidir ve tartışılmaz olan şudur: Türkiye pek çok özelliğinin yanı sıra bir Avrupa devletidir, Avrupa'da ev sahibiyiz. Şimdi burada oturup bunlarla tartışmamız lazım. Avrupa Birliği Bakanlığı olarak pek çok başkentte İslamofobiyle ilgili tartışma yaptığımız zaman Musevi örgütlerini de çağırıyorum. Benim şöyle kişisel bir değerlendirmem var: Bu Rus matruşkası gibi diyorum. En üste Türkiye düşmanlığını koyuyorlar, kaldırıyorsunuz altından İslam düşmanlığı çıkıyor, kaldırıyorsunuz onun altında göçmen düşmanlığı var, kaldırıyorsunuz yabancı düşmanlığı var ve aslında biraz daha kaldırdıklarında görecekler ki altında Yahudi düşmanlığı var ve onun altını kaldırdığında var Europhobia var. Aslında Avrupa değerlerine düşmanlık yapanlar, Avrupa değerlerine düşmanlık yapamadıkları için İslam düşmanlığı üzerine ilerliyorlar. Dolayısıyla, Avrupa'daki demokratları yanımıza almamız lazım, özgürlükçüleri yanımıza almamız lazım. Bu çok önemli bir şey var.

Marx "Yahudi Sorunu" kitabını yazdığında 25 yaşındaydı. Pek çok yazdığı şeyi daha sonraki ileri yaşlarında değiştirdi, değiştirmediği nadir eserlerinden birisi "Yahudi Sorunu"dur ve söylediği şey şuydu: "Avrupa Yahudi sorununu aşmadan gerçek bir birlik olamaz, gerçek bir özgürlükçü, hukuka dayalı bir yapı olamaz." diye. Bu anekdottan ilham alarak şunu söyleyeyim, Marx'ın söylediğinden yola çıkarak şunu söyleyebiliriz ki: Yahudi sorununun yerini bugün İslam sorunu almıştır. Dolayısıyla, Avrupa İslam sorununu aşmadan demokrasisini kurtaramaz ve anlamlı, özgürlükçü bir geleceğe sahip olamaz. Şimdi, bunu iyi anlatmamız, iyi çalışmamız gerekiyor.

Komisyon üyelerimizle şunu paylaşmak isterim: İslamofobiya meselesini ben kişisel olarak da yakın takip ediyorum. Sayın Başkana öneriyorum, ilerleyen zamanlarda, belki birkaç ay sonra, sadece İslamofobiyla ilgili bu Komisyonda bir oturum düzenlemeyi arzu ederim, bu görüşlerimizi paylaşmak için heyetinizle. Misafirliğimizden memnun kalırsanız, bundan sonrasında...

BAŞKAN - Biraz sonra karar vereceğiz Sayın Bakanım.

AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI ÖMER ÇELİK (Adana) - Biz şu anda tereddüde düştük çünkü çay yok.

OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) - Çay yok...

AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI ÖMER ÇELİK (Adana) - Oğuz Bey'le aynı anda söyledik.

BAŞKAN - Sayın Bakanım, önce deniyoruz bakanları, ona göre çay, kahve...

AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI ÖMER ÇELİK (Adana) - Tabii, kapasitesi ne kadar diye...

Şimdi, haritayı önümüze aldığımızda şu çıkıyor ortaya: Bütün radikalizm Türkiye kökenli camilerden çıkmıyor, Türkiye kökenlilerin oturduğu mahallelerden çıkmıyor; Kuzey Afrika kökenli camilerden çıkıyor ve onların mahallelerinden çıkıyor.

Şimdi, son zamanlarda bizim Diyanet, DİTİB vesaire, bunu dışlamaya çalışıyorlar. Ben de onlara şunu öneriyorum, diyorum ki: DİTİP sizin DAEŞ'e karşı beraber çalışmanız gereken bir kurum. Şimdi, yeni bir moda çıktı, dün değil evvelsi gün uçaktayken Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı uçaktaymış, o geldi bana anlattı. Avusturya diyor ki: "Avusturya'da yetişmeyen imamı ben burada barındırmayacağım." Şimdi, bu kaç yıllık bir süre olacaktır. İkincisi, Avusturya'da yetiştirdiğin imam oradaki cemaat açısından makbul olacak mıdır? Ha, biz şunu kabul ediyoruz: Mesela Fransa'da bir üniversite açalım ve orada yetiştirelim, bu makul bir teklif yani Fransa'da bunu beraber yapalım gibisinden. Dolayısıyla, bunları konuşmamız lazım.

İkincisi: Hakikaten dünyanın çivisi çıkıyor. Yani bu tartışmalara bakarsanız, en basit bir örnek, işte, bir Amerika Birleşik Devletleri Başkanı tuttu "Okullardaki öğretmenlere silah dağıtalım, öğrencileri korusunlar." dedi. Şimdi iç politika ve dış politikadaki bu gelişmeler karşısında Avrupa istikrarına daha çok sarılmamız, Avrupa'yla daha iyi ilişkiler kurmamız gerekiyor. Burada da mücadele edeceğiz, düşmanımız bu aşırı sağa akımlarıdır.

Bir de isim vermek istemiyorum ama net olarak şunu söyleyeyim: Avrupa Birliğine karşı olan rakip devletler Avrupa'daki aşırı sağ partileri ve Türkiye düşmanı partileri destekliyorlar ki bir, Türkiye-Avrupa yakınlaşmasını engellemek; iki, Avrupa istikrarını bozmak. Yani bu çok önemli bir şey. Avrupa Birliği dışındaki birtakım büyük devletler bu aşırı akım partilere özel destekler veriyorlar bu bakımdan. Dolayısıyla, aşırı sağ akımlara tepki verirken bunu Avrupa'ya karşı bir tepkiye dönüştürmememiz lazım. Yani ister Avrupa ister Latin Amerika, biz ülkemizin çıkarlarına bakarız ama burada istikrar var, ekonomik olarak burayla şeyimiz var. Şöyle bir tablo öneriyorum... Bir gün bir arkadaşımız dedi ki: "Allah'a şükür, bunlar dağılıyor, biz bunlardan kurtuluyoruz." Ben de dedim ki: Dağıldığı zaman ne olacak? Bir, Avrupa'daki Türkler, Müslümanlar, vatandaşlarımız ve mazlum insanlar ırkçı ve faşistlerle baş başa kalacak. İki, ithalat-ihracat dengemiz yüzde 50-50, doğrudan yatırımın 60-70'i oradan geliyor, bu imkândan mahrum kalabileceğiz. Üç, Balkanlarda savaş çıkacak. Ya, bütün bunlar bizim çıkarlarımıza aykırı şeyler. Dolayısıyla, bu çerçevede değerlendirip Avrupa istikrarını burada pekiştirmek lazım, güçlendirmek lazım. Bunu bana söyleyen arkadaşımız Osmanlı tarihine çok düşkün bir arkadaşımız. Mesela dedim, tam tersine, Fatih Sultan Mehmet olsaydı şöyle derdi: "Ya, bu Avrupalılar iyice yoldan çıktılar, bu Avrupa'yı dağıtacaklar 2 adam gönderelim de şurayı toparlayalım." diye bakardı. Bu istikrar bizim devletimiz açısından, kendi çıkarlarımız açısından son derece önemlidir, bu perspektif. Dolayısıyla, bunu yapabilirsek... Tabii, şu var: Ben bunu söylediğimde çok olumlu karşılandı fakat o tarafta da problemler var, İslam İşbirliği Teşkilatında da yapısal problemler var. Bir de iki taraf açısından da şöyle bir problem var: İşin teklif edeni Türkiye. Yani hem aday ülke olarak orada olacak hem İslam İşbirliği Teşkilatı Dönem Başkanı olarak orada olacak. Ama bunu yüksek sesle dillendirmekte fayda var. Ben mesela bu AB zirvesini dillendirdiğimde önce olumsuz bakmışlardı, işte bir sene ısrar ettik, ısrar ettik, söyledik, söyledik, netice itibarıyla bir yere geldik. Yani bunun önemli olacağını düşünüyorum.

Bir de mesela diyoruz ki: "Arakan'da beraber çalışalım." Yani onlar yardım götürüyor, biz de götürüyoruz; beraber götürelim o insanlara. Kırım meselesi duruyor, Yemen meselesindeki insani trajedi artıyor. Bu konularda beraber çalışabiliriz.