KOMİSYON KONUŞMASI

AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI ÖMER ÇELİK (Adana) - Şimdi, burada biliyorsunuz, bu Güney Kıbrıs'ın gaz arama faaliyeti, 3, 6, 9 numaralı, bizim bir tanesi kıta sahanlığıyla ilgili, ikincisi 3 numaralı bölge; 6-9 bölgeleri de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin münhasır ekonomik bölgesiyle yakışıyor. Dolayısıyla buna karşı net bir tutum almamız uluslararası hukuka uygundur, bunda bir şey yok. Tabii, burada bahsettiğiniz şeye daha detaylı olarak baktığımızda Mısır'la darbe sürecinden sonra yaşadığımız gerginlik sebebiyle, İsrail'le malum gerginlikler sebebiyle bu sefer şöyle bir şey oluyor: Güney Kıbrıs ve Yunanistan bundan faydalanıp İsrail'le ve şeyle ortaklıklar kuruyor o bölgede. Bizim şurada durmamız lazım bu aşamada: Yani yarın bu ilişkiler düzelir, yeni şeyler kurulur falan fakat bu gaz ve enerji meselesi rasyoneldir. İsrail gazının da diğer Mısır'daki çıkarılacak yani bu bölgeden çıkarılacak gazın Türkiye üzerinden Avrupa'ya dağıtılması perspektifine yoğun bir şekilde çalışmamız lazım. Şöyle bir şey var: Ne kadar çok enerji geçiş hatları üzerinde olursanız aslında istikrarınıza da katkı sağlıyor, hatta şu da söz konusudur: Türkiye'yi kurcalamaya çalışan devletler de enerji geçiş hatları ne kadar yoğunlaşırsa kendileri açısından bu kurcalama faaliyetinden o kadar vazgeçerler.

İkincisi: Türkiye üzerinden dağıtılması da Türkiye'yi gaz açısından, enerji açısından stratejik bir merkez hâline getirir. Dolayısıyla bununla ilgili çalışmaları daha çok sunmak lazım, daha çok bu çalışmalara odaklanmak lazım. Bu devletlerle aranız iyi olur, kötü olur ama bu gaz meselesi rasyonel bir şekilde, yani enerji meseleleri kendi rasyonalitesi içinde işler. Eğer sizin kurduğunuz ve teklif ettiğiniz proje ve hat daha rantablsa kuşkusuz onu değerlendirirler. Türkiye'nin şunu yaptığını da gördüler: Mesela Rusya'yla olan krizde siyasi kriz olduğu zaman gaz, enerji, ekonomi meselelerini paranteze alarak krizi yürüttüğümüzü, o konulara zarar vermemeye çalıştığımız görüldü. Yani Türkiye, herhangi bir, bazı devletlerin yaptığı gibi, onlarla bir siyasi kriz çıktığında "Gazı keserim, bilmem ne yaparım." enstrümanını kullanmayan, bunlara dikkat eden bir devlet. Örneğin, Suriye'yle en kötü zamanlarımızda bile suyu kesmedik, tabii, orada halkı cezalandırmak gibi bir tutum içerisinde olmamak için. Burada da bir perspektifimiz var. Yani Hükûmet bu perspektifini koruyor, bu gazın, buradan çıkarılacak gazın geçiş noktası olmasında, Güney Kıbrıs'a söylediğimiz de o dur, "Gelin, beraber çıkaralım, iki kesimin de faydasına olsun." gibisinden. Onlar tipik Rum, Yunan şakasını bize tekrar yapmaya çalışıyorlar. "Biz çıkaralım, çözüm olursa sizinle paylaşırız." gibisinden. Bunu kabul etmemek lazım. Yani şunu gördük: Avrupa Birliğinin verdiği sözü tutmadığını, Avrupa Birliğinden her zaman yazılı taahhüt alınması gerektiğini. Bir kıymetiharbiyesi yoktur. Örneğin, bu Crans Montana görüşmelerinde, son Kıbrıs Zirvesi görüşmelerinde bizzat Mogherini bile bana söyledi: "Türk tarafı son derece yapıcıydı, Yunan tarafı ve özellikle Rum tarafı yüzünden bu çözüm gerçekleşmedi." dedi. Dolayısıyla bizim Bürgenstock'tan beri bir adım önde olma, kazan kazan formülü şeyimiz Crans Montana'da da altı çizilmiş bir şekilde kayda geçmiş oldu. Yani başlarına bir bela aldılar ve onların çözmesi gereken bir şey. Benim son katıldığım zirvede de bu konuyu açtılar "Türk Bakan ne diyor?" dediler. "Bizim önemli işlerimiz var. Yunan meselesiyle uğraşmıyorum." dedim. Çünkü bir mızıkçılığa dönmüş durumda o iş. Zaten bloke ediyor fasılları Rum Kesimi, zaten başka bir şey yapıyor ama karşımızdaki devletin yani Yunanistan'ın, hepiniz biliyorsunuz, bir rasyonalitesi yok yani Türk düşmanlığı çıkar, al; adamlar hayatta amaçsız kalırlar. Dolayısıyla bunun üzerinde aslında iç politikanın yönetildiği bir şey. Bu Hükûmet de diğerleri de biliyor bunun böyle olmaması gerektiğini ama oradaki iç dinamiklere şey yapıyor. Mesela, hatırlayınız, Bürgenstock'tan sonra Kıbrıs referandumu olurken kilise çıktı "'Evet' vereni aforoz ederim." dedi. Bu kadar laik bir devlet falan da değil, bildiğiniz teokratik bir devlet bu şeyde. Yani bu gaz meselesinde de gövde gösterinde buluyorlar, kesinlikle şey yapamamak lazım. Orada bayrak gösteriyor zaten savaş gemileri. Burada yüzde 100 haklıyız ama buradan tabii, İsrail çıkaracak, Lübnan -münhasır ekonomik bölge var- çıkaracak. Bütün bunların Avrupa'ya akış hattı olmaya çalışıyoruz. Dün söylendi basın toplantısında da Türk akımı Karadeniz'in altından gelecek, Trakya'dan Avrupa'ya dağıtılacak. Benzer bir şekilde bu akım da Akdeniz'den yukarıya doğru kurulabilir.

Bu ikinci söylediğiniz şey çok tehlikeli. Artık, Türkiye karşıtlığı siyasetin konusu olmaktan çıktı, halklara mal edildi. Tabii, burada kendilerini bir kısır döngüye soktular, her gün siyasetçilere bunu deklare ettiler, halka bunu deklare ettiler, bunu siyaset yapmanın unsuru hâline getirdiler, şimdi de geri adım atamıyorlar. Yani, mesela, düşünebiliyor musunuz, Türkiye lehine, Türkiye'nin faydasına olacak bir pozisyon almanın faydasına olduğunu düşünüyor bir Avrupa lideri, bunu kendi yapamıyor, başka bir Avrupa lideri üzerinden yaptırıyor çünkü kendi kendilerini böyle bir kısır döngüye soktular yani aşırı sağa teslim ettiler. Buna karşı ben mesela, işte, kendi şeyimde onu yapıyorum, yurt dışında entelektüelleri ve akademisyenleri bir araya getirerek bu konuların tartışılması, en azından bu kanaati oluşturanlar çerçevesinde. Ama basın meselesine tabii, daha çok eğilmemiz yapmamız gerekiyor.

Evet, doğrudur, Türkiye'de de anti Amerikanizm, anti Avrupa yükseliyor ama şöyle bir denklem var, bizim halkımız çok pratiktir, halka diyorsun ki: "Avrupa Birliğine tam üye olalım mı?" Yüzde 80'i "Olalım." diyor. "Peki, bizi alırlar mı?" diyorsun. Yüzde 80'i "Almazlar." diyor. Yani şimdi, anlamlı bir yaklaşım olsa... Çok çabuk kanaat değiştiriyor halkımız ve burada da son derece şey davranıyor yani ön yargılı davranmıyor. Bu, bizim açımızdan yönetilemeyecek bir mesele değil ama Avrupa açısından yönetilemeyecek bir mesele. Çünkü gördüğüm şu: Irkçılıkla ilgili, mezheplerle ilgili fay hatlarını yapıştırabilmiş değiller. O fay hatları sağlam duruyor, üzeri refahla ve diğer şeylerle örtülmüş durumda.

Şimdi, şöyle bir şey diyorduk bu ırkçılık yükselince: "Ya, Avrupa'da yeni ideolojik Berlin duvarları oluşuyor." Söyledik, söyledik, AFD Almanya'da koalisyon ortağı olunca Cumhurbaşkanı Steinmeier çıktı, bizim söylediğimizi bir sene sonra tekrar etti, "Farkında olmadığımız görünmez duvarlar oluşmuş. Bunlarla çok güçlü mücadele etmeliyiz." dedi. Bazen bunun yeterince farkında davranıyorlar, bazen bir öz güvenle "Halledebiliriz." diye düşünüyorlar. Ama onlar tehdidin yani Avrupa demokrasilerine tehdidin Çin'den ve Rusya'dan geleceğini düşünürken tehdit dışarıdan gelmiyor şimdi, tehdit içeriden geliyor, bu ırkçılardan geliyor. Dolayısıyla, ırkçıların tek gıdası bu. Tabii buna ekonomik kriz eklendiği zaman, sığınmacı krizi eklendiği zaman başka bir tablo çıkıyor.

İlginç bir çalışma var. Bir ülkede diyelim ki 10 sığınmacı var, algıları ölçülüyor kamuoyunun, kamuoyu ise 10 milyon olduğunu zannediyor, 10 bin olduğunu zannediyor yani var olandan daha fazla tehdit gösteriliyor. Mesela, biz bunda duyarlı davrandık. Nasıl? İşte, biri birinin motosikletini almış, bir Suriyeli ile bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kavga etmiş. Biz hemen bu bir ırkçı şeye dönüşmesin diye açıklamalar yapıp bunu hallediyoruz. Oradaysa bunu böyle Suriyeliye düşmanlık üretmek üzere propagandaya dönüştürme faaliyeti çok yüksek bir şekilde oluyor. Dolayısıyla Avrupa siyasetinin içine girdiği kısır döngüyle ilgili bir şey var. O yüzden işte merkez sağ, merkez soldaki çöküş. Burada elimizdeki enstrümanlar nedir? Birincisi, bu Parlamentolar arası ziyaret bu bakımdan önemlidir, parlamentolarda konuşma yapmak çok önemlidir yani işin aslını anlatmak açısından. Oradaki milletvekili seçim bölgesine gidiyor. Basın meselesi çok önemlidir. Dil meselesi yani kullanılan dilin şey yapması. Tabii, şey konusunda yeterli değiliz. Mesela elimizde keşke Al Jazeera gibi, BBC gibi bir kanal olsaydı. TRT World var, A News var, başka şeyler var. O kapasiteye erişmemiz lazım, o kapasite bizim açımızdan önemli. Mesela, Türkiye'deki birçok olayda "Türkiye'de şu oldu." deniyor, bütün dünyaya "flaş flaş" geçiyor bunlar ama o olayı çözüyorsun sen, ondan kimsenin haberi olmuyor, hafızada öbürü kalmış oluyor.

Anti Amerikanizm meselesi, Avrupa Birliği karşıtlığı bence kolay yönetebileceğimiz şeyler. Biz bunu birtakım ırkçı tepkilere, mezhepçi tepkilere dönüşmediği müddetçe -onda da hassasız zaten, gereken hassasiyeti gösteriyoruz- onu kolay idare edebileceğinizi düşünüyorum.

Tabii şöyle bir hata yaptılar: Bunları kurtaracak olan şey, bu bölgede demokrasiyi desteklemekti yani burada Arap devrimleriyle ilgili doğru bir duruş sergileyemediler.

Bu Tunus'ta Raşid El Gannuşi var, çok bilge bir adamdır, Raşid El Gannuşi bir gün bana anlattı, dedi ki: "'Ben Amerikalılara -enteresan bir yaklaşım bu- Usame Bin Ladin nerede öldürüldü?' dedim." dedi. "Ya bunu niye soruyorsun Pakistan'da öldürüldü." dedi. "'Ben de hayır, Pakistan'da öldürülmedi, Usame Bin Ladin Tunus'ta öldürüldü.' dedim." dedi. "Dalga mı geçiyorsun? Pakistan'da öldürüldü, Tunus'la ne alakası var?" demişler. "Niye böyle söylediğimi anlatayım." demiş. "'Usame Bin Ladin diyordu ki: 'Müslümanlar demokratik yollarla iktidara gelseler bile Batılılar darbe yaptırır, bunu engellerler. Buradan çıkışın tek yolu da cihat etmektir, savaşmaktır.' Ama biz Tunus'ta Müslümanlar olarak iktidara geldik, koalisyon kurduk ve bu süreci sürdürüyoruz. Usame Bin Ladin ideolojik olarak burada öldü.' dedim." dedi. Tabii, aradan zaman geçince ben Gannuşi'ye şunu dedim: "Artık, siz Batılılara şunu söyleyin: 'Vallahi işte aynı şey Mısır'da da yaşanıyordu fakat darbe yaptınız, Usame Bin Ladin yeniden dirildi. Bir daha nasıl öldüreceksiniz bakalım?'"

Belki diyorum, çok uğraştık ama bizim kongremize de gelmişti, o Arap devrimleri sırasında daha çok kapasite koyabilseydik keşke yani bu konularda yönlendirebilseydik. Daha doğrusu, Avrupa Birliği ve Batı'yla Arap devrimlerinin aktörleri arasında daha çok keşke diyalog ortamları oluşturabilseydik. Maalesef aynı şey olmadı. Cameron'ı -o zaman hatırlıyorum- Cumhurbaşkanımız uyardı, kalktı Mısır'a gitti, herkesle görüştü, İhvanla görüşmedi. Biz ama İhvanla da görüşüyorduk, Nasırcı denilen, daha sonra İran'a yakınlaşan Hamdeen Sabahi'yle de görüşüyorduk, Amr Musa'yla da görüşüyorduk, bu önemli bir şeydi. Doğu Avrupa'da yaptıklarını ya da şimdi Balkanlarda yapmaya çalıştıkları pozitif şeyi bu tarafa yapamadılar. Tabii, bizim böyle bir şeyimiz de var, buna da bir kafa yormamız lazım yani buralarla Avrupa arasında doğru ilişkiler kurulması, doğru birtakım diyaloglar kurulmasıyla da ilgili.

İşte, Berat Bey, en baştaki şeyi onun için önemsiyorum, İslam İşbirliği Teşkilatı ve bu meselelerle ilgili şeyi.