| Komisyon Adı | : | DIŞİŞLERİ KOMİSYONU |
| Konu | : | Türkiye-Avrupa Birliği Varna Zirvesi sonuçları ve Türkiye-Avrupa Birliği müzakere sürecindeki gelişmeler hakkında sunumu |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 04 .04.2018 |
AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI ÖMER ÇELİK (Adana) - Daha önce de ben ilk milletvekili olduğum zamanlarda NATO Parlamenterler Asamblesindeydim. Başka yerlerde de yani bu şeyin korunduğunu gördük. İstisnalar oldu ama onlar önemsiz şeyler yani anmaya değmeyen şeyler. Bu Komisyonun aktörlüğü tabii önemlidir. Ben öteden beri öyle düşünürüm. Hatta zaman zaman geçmiş zamanlarda, geçmiş yıllarda bu dışişleri komisyonlarının seyahatleri bilmem neleri, harcamaları, şunları bunları tartışma konusu olurdu. Bence en çok bütçe ayrılması gereken işler bunlardır dışarıda gördüğüm.
Başkan Bey'e de Sayın Bakanımıza da söyledim, burası, mesela bu Komisyon aslında genç arkadaşlar için büyük nimet. Yani burada çok sayıda kartvizit biriktirebilirler. Ben danışmanken danışman olan birisi şimdi Başbakan oldu, ötekisi bakan oldu, biri istihbarat başkanı oldu, şu oldu, bu oldu. Yurt dışında havamız iyidir, Ankara hariç. Burada çok şey de öğrenilebilir yani bir sürü deneyim sağlanabilir. Çok büyük bir okuldur aslında o bakımdan. Ben, mesela on beşe sene evvel bir yerde bir müzakere yaparken hatırladığım bir anekdot bugün bana yol gösteriyor mesela, çok kıymetli olduğunu düşünüyorum, orada bir şey yok.
Bu eleştiriniz doğrudur, Türkiye-AB ilişkilerini sadece mali perspektife indirmeye çalışıyorlar, şiddetle buradan buna karşı çıkıyoruz. 18 Mart anlaşmasının tek unsuru mali değildir. Hatta, şöyle bir değerlendirme yaptık aramızda: Varna Zirvesi öncesinde ikinci yardım paketini açıklayarak sadece o konuyu konuşmaya bizi yönlendirmeye çalıştılar. Hayır, içinde bunun vize serbestisi var, fasılların açılması var, gümrük birliğinin güncellenmesi var, birçok konu var. Temel mesele şudur, söylediğimiz de şudur: "Bu paraya da ihtiyacımız yok kardeşim. Bu sizin kendi kredibiliteniz açısından önemlidir." diyoruz. Burada esas olan, beraber çalışacaksak en önemli şey şudur yani şöyle bir cümle kurulmamalıdır: "Türkiye önemli bir stratejik ortaktır ve partnerdir." Hayır, bu cümleyi kabul etmiyoruz, bu cümlenin başına "Türkiye aday bir ülkedir." diyeceksin önce, sonra diğerlerini söyleyeceksin. Bu konuda da uyarıyoruz, kendi içimizde de bir uyarı sistemimiz var. Son zamanlarda tabii ki enerji diyaloğu, terörle mücadele, ekonomik diyalog çok önemli ama sadece bunlara indirgenmiş bir Türkiye-AB ilişkisi bizim için tehlikelidir, adaylığımızı destekleyecek şekilde bunlar tamamlayıcı unsurlardır, sadece komşuluk ilişkisine dönmemelidir. Bunu açık ve net bir şekilde de söylüyorum. Yani komşuluktan sorumlu komiser Hahn, yaptığı işin doğasına aykırı bir şekilde, Türkiye düşmanı bir adam. "Türkiye ile AB arasında iyi bir şey olacak." diye kalp krizi geçirecek. Biz bu aday ülke olma meselesinin dışında bir statüyü kabul etmeyeceğimizi güçlü bir şekilde her yerde vurguluyoruz ve vurgulamamız gerekiyor, bu lazım.
Şu oldu, bakın: AKPM'nin siyasi denetime koyması falan... Bu el kaldıranlar niye el kaldırıyorlar, neden bahsetmiş oluyorlar? Burada çok basit bir şey söylüyorum: Türk Parlamentosu bombalanmış, bu AKPM'dekilerin ertesi gün gelip buradaki meslektaşlarıyla dayanışma göstermesi lazım. Ben bunu yüzlerine söyledim: "Hangi demokrasiden bahsediyorsunuz siz bana?" Yani çok da iyi oldu, Fransa'da Charlie Hebdo saldırısı olduğu zaman bütün dünya oraya gitti. Bu darbe girişiminden sonra Ankara'ya, İstanbul'a gelmeliydiler Juncker ve diğerleri başta olmak üzere ve bizimle dayanışma göstermeliydiler. Onlara söylediğim şey şu: "Şu kadar para harcayacaksınız terörle mücadele için DEAŞ'la ama diyorsunuz ki: 'İdeolojik olarak yenmek için başka şeyler geliştirmemiz lazım.'" Eğer o darbe girişiminden sonra, çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede demokrasiyi korumak için halkın yanına gelip Ankara'da dursaydınız, bir yürüyüş yapsaydınız burada, bu, DAEŞ gibi radikal örgütlere karşı en önemli şey olurdu. Yani o siyasi denetim kararının falan hiçbir ciddiyeti yok. Bunu size, ben de siz "Muhalefet olarak şey yapmıyoruz." dediniz yani bir iktidar partisi mensubu olarak söylemiyorum, senin yapman gereken şeyi onlara söylüyorum. Önce benimle dayanışma içerisinde olmalı. Burada millet sokağa dökülmüş, demokrasi tarihinde olmayan bir şey. Bakın, dedim ki: "Utanın! Bir saygı duruşunda bulunmadınız Parlamentoda." Bir tek bu bizim TOBB'la falan beraber yaptığımız Karma İstişare Komitesi var -bizim sivil toplum örgütleriyle onlar- bir tek orada saygı duruşuna davet edildi. Avrupa Parlamentosunun ve AKPM'nin saygı duruşunda bulunması lazım, oradaki arkadaşlarımızın hepsinin bunu dillendirmesi lazım "Utanın siz! Bu kadar insanımızı kaybetmişiz, insan bir dakikalık bir saygı duruşu yapar." Demokrasi mücadelesinde senin siyasi denetim kararının benim için hiçbir ciddiyeti yok. Yani karşımızdakilerin böyle çok fazla özgürlükçü bilmem ne, şu, bu, falan filan monoblok bir şekilde olduğunu da düşünmeyelim. Basit bir şey söyleyeyim size: Ben şimdi, isim de vereyim yani Schulz, adamla görüşüyorum, baş başa görüşüyoruz, bana diyor ki: "Türkiye'de çok önemli işler yaptınız. Ben, Erdoğan'ı iyi tanıyorum. Erdoğan büyük liderdir. Bu zor dönemin geçileceğine ve Erdoğan'ın bu reformları tekrar gerçekleştirileceğine inanıyorum. Benim bu konuda da kafamda bir şeyler var, Sayın Erdoğan'la da paylaşacağım. Lütfen, bunu da git, Sayın Erdoğan söyle." "Peki." Ben buraya geliyorum, televizyonu açıyorum bir gün sonra, bakıyorum Schulz konuşuyor. "Erdoğan bir diktatördür. Türkiye, Avrupa'dan uzaklaşmıştır." Avrupa Parlamentosunun başındaki adam bu, böyle ikiyüzlü bir adam. Şimdi, bana desin ki mesela arkadaşlarımız, hakikaten söylüyorum "Şu muhataplar da..." Arkadaşlarımıza söylüyorum, yapmadığımız bir iş varsa, eksik yaptığımız bir iş varsa söyleyin, yapalım. Yani oturup beraber çalışmaz... Ayak basmadığımız bir yer varsa, görüşmediniz bir adam varsa söylesinler. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi için utanç verici bir şeydir. Schulz'un ve AKPM Başkanının bir gün sonra buraya gelmesi lazım. İngiliz bakan nasıl geldi? Schulz dört ay sonra geldi. Cumhurbaşkanımız izletti ona nasıl bombalandığını, o telsiz konuşmalarını gösterdi. "Biz bunu böyle düşünemedik." Düşün kardeşim, burada büyükelçin var.
Bakın, darbe girişimi başladı, ben dokuz-dokuz buçuk, o zaman Dönem Başkanı Slovakya'nın Dışişleri Bakanı Lajcak'ı aradım -şimdi, Birleşmiş Milletler Genel Sekreter Yardımcısı- dedim ki: "Böyle böyle bir şey oluyor Türkiye'de, hemen toplanın, destek veren Türkiye'ye." Dedi ki: " Biz Moğolistan'dayız, ASEAN toplantısındayız, hemen uyarıyorum." Arkasından, İtalyan Başbakanı Gentiloni'yi -o zaman Dışişleri Bakanıydı- aradım, dedim ki: "Böyle bir şey oluyor, bize derhâl bir açıklama yapın." O sırada İstanbul'daydım, telefonu kaldırdım, dedim ki: "Bak, üstümden jetler uçuyor." "Nasıl olabilir? Nasıl bir şey oluyor?" diyor bana. Anlatıyorum ona. Ne geldi açıklama? İlk günkü açıklama "Taraflara itidal tavsiye ediyoruz." Ya, beni öldürmek isteyen katille bana itidal tavsiye ediyor. Sonra, biz güçlü bir tepki verince... Ha, o cümleyi ne zaman kurdu bunlar? Sisi darbe yapınca kurdular. İki üç gün sonra toparladılar. Diyor ki Juncker, orada da söyledi basın toplantısında: "Yeterince anlayamadık, destek veremedik." Aradık kardeşim işte Moğolistan'daydınız.
Bu, Peter Altmaier var -şimdi Ekonomi Bakanı oldu, daha önce müsteşarı ve Federal Bakanıydı Merkel'in- o diyor ki: "Benim haberim oldu, ben gittim uyandırdım Merkel'i, Moğolistan'daydık biz." Yani ben dokuzdan itibaren bir yandan televizyonlara bağlanıyorum, bir yandan onlarla görüşüyorum. Ne yaptılar? Aynen şunu yaptılar, size söyleyeyim ben: "Tipik bir üçüncü dünya ülkesidir, bakalım, kim kazanırsa biz onunla çalışırız." Bunu gördük yani. Avrupa Birliğinin bizim için en büyük hasleti nedir? En büyük hasleti şuydu: Türkiye'deki demokrasiyi desteklemesi zor bir anında, bilmem ne, bu coğrafyada. Onu da beceremediler, ellerine yüzlerine bulaştırdılar.
Yani şimdi, Avrupa Parlamentosunun aldığı kararın ne önemi var ya da AKPM'nin aldığı kararın? Bu açıdan söylüyorum. Şunu da söylüyorum, biz bunları didik didik okuyoruz -Volkan Bey zamanında da- kimisini çöpe attık kimisini bilmem ne. "Yararlanacağımız bir şey varsa alalım." diyoruz, yararlanacağımız bir şey önerin bize. Mesela, nasıl bir şey önerin? Söyleyeyim: Ne oldu? Darbe girişiminden sonra geldi "Burası bir Avrupa ülkesidir, bir Avrupa demokrasisidir. Türkiye'nin yanındayız." dedi Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Jagland. Çok doğru bir duruş. Ondan sonra, oturduk konuşuyoruz, ediyoruz, "İşte bu gözaltı sürelerinin azaltılması, şunlar bunlar... Beraber çalışabilir miyiz?" "Tabii ki çalışırız." Çalıştık, baktık, bize de uygun geliyor onun önerisi, bizim açımızdan da makul, beraber ilerledik. Buna kapalı değildik, kendisi de biliyor. "Bu davaların AİHM'e gitmemesi için bir mekanizma kurulması lazım." İşte, OHAL Komisyonu, benzeri şeyler kuruldu.
Tabii, "dış politika" dediğimiz büyük bir alan. İyi kötü, buna bir şekilde şahit oldum, bazı şeylerin içinde bulundum. Bakın, Suriye konusunda çok açık yüreklilikle söylemek isterim size, çok büyük haksızlık yapılıyor. "O zaman 'Esad' diyordunuz, şimdi 'Esed' diyorsunuz." Ya, o laf ile o laf arasında tarih akmış, dünya değişmişmiş. Bizim şöyle bir değerlendirmemiz oldu, açık yüreklilikle paylaşayım sizinle: 2005 yılında Hamas seçimleri kazanınca, biz burada parti içinde değerlendirmede dedik ki: "Yeni bir dalga geliyor." Biz bu demokrasi dalgasını görüyorduk üç aşağı beş yukarı Orta Doğu'da. "Ne yapalım biz? Bu süreçlerin çatışmasız geçirilmesi için yakın diyalogla bunları önerelim." Suriye'de de bunu yaptık. Halep'te yemek yeniyor, masada Esad var, Cumhurbaşkanımız Başbakan olarak var, CNN'e çıkıp Türkiye'yi eleştiren danışmanı var Buseyna Şaban, ben varım, arkadaşlar var. Bizim Esad'a önerdiğimiz şuydu: Bir, siyasi yasakları kaldır, seçime git. Devlet Başkanı olarak kal ama bir hükûmet seçilsin burada, bir geçiş dönemi aç. İkincisi, devlet reformu için biz sana heyet gönderelim. DPT'den de birkaç heyet gitti o arada. "Nasıl reform yapılacak?" diye beraber çalışalım. Şimdi, bu HDP'deki arkadaşlara söyledim: "Ya, sizin, Suriye'deki Kürtlerden haberiniz yokken -ben kulağımla duydum- Cumhurbaşkanımız, Esad'a dedi ki: 'Senin buradaki Kürtlerin hiçbir statüsü yok, vatandaş bile değiller, bunlara vatandaşlık ver.'" Söylenen şey bu. Hatırlayın o zaman lütfen, Amerika Birleşik Devletleri ve diğerleri bize dediler ki: "Terörist devletle iş birliği yapıyorsunuz." Uzun zaman eleştirdiler bizi. Sonra, müzakereler bir yere geldi, o sırada bizim DPT heyetleri gidip gelmeye başladı ve o sırada da bunlar John Kerry'i gönderdiler bu sefer, bizi eleştirdikleri noktada Kerry'i oraya gönderdiler, Suriye'yi ziyaret etti Kerry. Daha sonra, büyükelçilik açma şeyine başladılar. Bizim yaklaşımımız neydi? Dönüşerek bu sisteme adapte olsun. Esad da o zaman bunu olumlu karşıladı, DPT heyetleri, şunlar, bunlar. Gördüğümüz şudur: Çatışma bile yok ortada, ilk hareketler başlayınca o sözleri söyleyen adam gitti, tipik, babası, Hafız Esad gibi bir model geldi. O zaman başka analizler de yapıldı. Yani Mahir Esad'ın 5'inci Kolordunun başında, işte onun müdahale ettiği, bilmem ne yaptılar. Takip ettik meseleyi. Bunun içinde şunu düşünüyorum: Hakikaten, muhalefetten bir arkadaşımızı, diyelim ki böyle bir şey söylüyor. Gidiyorum, koyuyorum önüme bu cümleyi "Ya, hakikaten ne yapabilirdik? Bu arkadaşın dediği doğru mudur?" diye ama yaşadık beraber, bunun içinde beraber evrildik ve gördük. En son dedi ki Beyefendi ona: "Bak, yarın önemli gösteriler olacak, halkı yatıştıracak bir şeyler söyle -ramazan ve cuma günü- bu büyümesin. Sen kalırsın işin başında, biraz bu şeylerle görüşürsün." "Tamam." dedi, bir ateş açtılar camiden çıkanlara, müthiş bir katliam. Şimdi, bu, böyle olmadı. Yani "Suriye" dediğimizde "Başarı mı, başarısızlık mı?" Suriye iyi olsun, Suriye başarılı olsun diye bunların hepsinin yapılmaya...
Şunu söylüyorum size Serkan Bey, o sırada kim iktidar olsaydı, bu süreçleri yürütseydi bu tepkileri verecekti, vermemek gibi bir çaresi yok orada. Binlerce insanı öldürüyor, sınırlarınıza geliyor. Bakın, Orta Doğu'da bütün örgütlerle görüşüyoruz, bütün devletlerle görüşüyoruz, bütün aktörlerle görüşüyoruz, Avrupa'da da aynı şekilde yapıyoruz. Eksik yaptığımız şey varsa... Tabii ki vardır. Ama burada tutup da bir günde böyle bir politika değişikliği olmadı. Arkadaşları bazen kürsüden izliyorum: "Dün böyle dedin, bugün böyle dedin." İyi de o sırada tarih aktı. Sait Halim Paşa'nın güzel bir lafı var: "Eğer, toplumsal tarih sürekli tekerrür etseydi insanı açıklamak için sosyolojiye gerek kalmaz, zooloji yeterdi." diyor. Yani o sırada sosyoloji değişmiş, tarih akmış, çatışma eksenleri değişmiş, güç eksenleri değişmiş. Yani bunları bilgilendirme amacıyla da net bir şekilde paylaşıyorum.
Burada yapacağımız şey: "Başka türlü yönetilebilir miydi?" Mesela, tek tek ülkelerden... Ben de isterim Birleşik Arap Emirlikleri'yle iyi olsun ama işte adam çıkıyor WikiLeaks'te, başka yerde de Amerika'daki büyükelçilerine fon aktarmışlar "Sırf Türkiye aleyhine lobi yapsın." diye. Adam çıkıp bunu açıkça da söylüyor. Şerefine ve saygınlığına düşkün bir devlet buna tepki vermek zorundadır sonucu ne olursa olsun. Başka alanlarda da görüyorsunuz. Mesela, ne oldu? Varna Zirvesi'nde deselerdi ki onlar: "Açıyorum 23'üncü, 24'üncü fasılları. Şu konularda 23'üncü, 24'üncü fasılların gereklerini yerine getirmek için eylem planını Türkiye versin." Ertesi sabah verirdik. Yani karşımızda rasyonel muhataplar yok. Bunu da sürekli "haklıyız, haksız" diye demiyorum, bilgilendirme amacıyla söylüyorum. Orada bir sürü şey yaşandı, bu yaşananlar hepimizin gözünün önünde oldu. Entegrasyonu sağlamaya, istikrarı sağlamaya gayret ettik. Hiç kimse istemez topraklarının yanında bu şekilde çatışma olsun, başka bir şey olsun, şu olsun, bu olsun. Ne yapacaktınız mesela Irak'ta? Maliki'yle de iyi bir ilişki kurulmaya çalışıldı. Adamla ilişkiyi iyi götürüyorsun, bir gün sonra adam uyanıyor, Sünni başkan yardımcısı, Sünni bakan evinin önüne tank dikmiş. Buna tepki vermeyecek miyiz biz? Ya da Kerkük meselesinde ve diğer meselelerdeki şeyi söylüyorum. Evet, şu olabilir: Dün iyi ilişkimiz olanla bugün kötü olabiliriz fakat değişen biz miyiz, o arada neler yaşanmış ve bu tepkiler verilmeyebilir miydi? Aynen şunu ifade etmek isterim size: O sırada siz benim yerime Avrupa Birliği Bakanı olsanız benimle ilgili eleştirdiğiniz şeylerin birçoğunu yapmak durumunda kalırdınız.
OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) - İhvan'ı yapmazdık. İhvan'ı bir dış politika malzemesi hâline getirip -önermiş olduğunuz- problemlerin çoğunun kaynağı hâline getirmezdik.
AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI ÖMER ÇELİK (Adana) - Şundan dolayı, söyleyeyim size: İhvan'a verilen özel bir destek yok. Bunlara dedik ki: "Bakın, İhvan seçildi, seçimle iş başına geldi." Peki, Cameron gidiyor, niye İhvan'la görüşmüyor, diğerleriyle görüşüyor? 28 Şubat mantığı. Bu adam seçime girmiş mi? Girmiş. Şuna benzetiyorum ben: Hamas'ın seçime girmesine izin verilmiş, İsrail de izin vermiş, Amerika da. Hamas seçime girmiş, kazanmış, seçimi kazanınca veto ediyor. İhvan seçime girmiş mi? Girmiş. Kurallara uymuş mu? Uymuş, iktidar olmuş.
OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) - İhvan'ın ne yaptığı açısından değil, Türkiye'nin İhvan'la nasıl ilişki geliştirdiği açısından...
AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI ÖMER ÇELİK (Adana) - Onu anlatıyorum işte, anlattım size. Bakın, ben o zamanlar Genel Başkan Yardımcısıydım ve dış politikadan sorumluydum. Biz, İhvan'la da ilişki geliştirdik, Amr Musa'yla da geliştirdik, Hamdeen Sabahi'yle de... Adam kazanmış. Hatta şunu da yaptık: İhvan'daki eksiklikleri görüp İhvan'dakileri buraya eğitime getirdik, çok eğitim verdik biz onlara "Bakın, şöyle yapın, böyle yapın." diye. Bizim şeyimiz şuydu: İhvan seçimle gelmişse sen bunu başka saiklerle dışlama. Yani Türkiye'de 28 Şubatta yaşadığımızı ya da Gannuşi'nin biraz evvel verdiğim örnekte olduğunu şey yapma. Ha, şu var, şu konuda bize şu söylenmiştir, bazı ülkeler demiştir ki bize: "İhvan bizim için bir terör örgütüdür, biz bunu tehdit olarak görüyoruz." Zaten bunu söyleyen ülkelerde seçim de yok. "Peki, o zaman şöyle bir şey yapalım. İhvan ile siz bir komisyon kurun. Sizden birtakım adamlar, İhvan'dan adamlar da otursun, bu komisyon çerçevesinde bu sorunları tartışın." Şunu görmemiz lazım: İhvan eline silah almış mı? Almamış, silahlı bir örgüt değil, hiçbir yerde silahla ilgili bir şeyi yok. Hatta, bu darbe girişimi olduktan sonra Mısır'da "Tahrir" ve "Adeviye" diye meydanlar ikiye bölündü. O sırada bir çalışma yaptı bazıları, dışarıdan bir çalışma, İhvan'ın genç kanadını silahlandırıp... Biz uyardık "Sakın, meşruiyetinizi koruyun." dedik. İhvan'a verilen destek, seçim kazanmış bir adama verilen destek. Gannuşi gitti, başka partilerle koalisyon yaptı.
OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) - Sol partilerle koalisyon yaptı. Gannuşi verebileceğiniz en iyi örnek ve tek örnek, ikinci bir örnek yok. Gannuşi, İhvan'la ilişkisini kestiğini açıkladı.
AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI ÖMER ÇELİK (Adana) - Hayır, şunu söylüyorum size, diyorum ki... Tamam, o öyle yapabilir. Şimdi, bir şey soralım, basit bir şey soralım. Bir gün Arap devrimlerini konuşuruz, İhvan'a kesmedi, de...
Mursi'nin hukuk açısından, hakkaniyet açısından devrilmesinin gerekçesi nedir? Yok.
OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) - Bu benim onayladığım bir şey değil.
AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI ÖMER ÇELİK (Adana) - Yok, yok, ben size bir şey söylemiyorum, ben şimdi kendi kendime analiz yapıyorum.
Diyor ki: "Anayasayla ilgili şu kararı aldı." Ya, anayasayla ilgili onun aldığı kararın 5 katı ters bir kararı Polonya aldı. Avrupa Komisyonu şimdi Polonya'yla aynı şeyi tartışıyor. Sorun neydi? Oranın dönüşümüne destek vermek. Sen, merkezî olanın ve seçimle iş başına gelmiş olanın dönüşümüne yardımcı olmazsan o zaman bu iş radikalizme doğru kayar. Radikalizmin önünü kapatmak için merkezde tutmak, şeyde tutmak meselesidir.
Keşke vakit olsa, başka zamanlarda inşallah, uzun uzun konuşuruz, İhvan'la ilgili konuları da konuşuruz.
BAŞKAN - Sayın Bakanım, Komisyonumuz sizi sevdi, tekrar bekleyeceğiz.
AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI ÖMER ÇELİK (Adana) - Estağfurullah.
Bu şeyde de teknik ayrıntısını çok bilmiyorum Serkan Bey, S400'lerle ilgili fakat hem fiyat hem de beraber teknoloji geliştirme konusunda bir şey yapılıyor. Türkiye bu savunma işlerine girdiği zaman buna çok önem veriyor, mühendislerimiz gitsin, orada yetişsin, onlar buraya gelsin, bu teknoloji paylaşımı şeyini kursun. Maalesef, müttefiklerimiz genelde "Sadece satalım." özellikle Amerikalı firmalar böyle yapıyor. Ama şunu da unutmamamız lazım ki diğer alanlara baktığımızda, İngiltere'yle savaş uçağı geliştiriyoruz, başkalarıyla başka şeyler geliştiriyoruz.
Bu, PESCO mesco, falan filan bunlar hikâye işlerdir. Bir gün yemek yiyorduk, ben, Boris Johnson'a dedim ki: "Bunlar Avrupa ordusu kurabilir mi?" "Bilmiyorum ama şunu biliyorum: 'Orduya hangi dilde emir verelim.' diye bir beş sene tartışırlar." dedi.
Bizim dikkat etmemiz gereken şey nedir? Bizi sığınmacı krizinde bir toplama kampı gibi, güvenlik meselelerinde bir askerî karargâh gibi iki unsura indirip de sadece bu iki unsurla ilgili ilişki kurmalarına müsaade etmememiz lazım. Ne diyorlar bize: "Türkiye çok kötü, Avrupa'dan uzaklaştı ama Türkiye'yle sığınmacı konusunda ve terörle mücadele konusunda yakın çalışmamız lazım." Kardeşim, ben toplama kampı değilim, ben bir uçak gemisi değilim, ben son derece büyük bir ülkeyim dolayısıyla diğer konularda iş birliğin varsa bu konularda da iş birliğin var. Yani Avusturya "Avrupa Birliği üyeliğine karşıyım." derse ben de seni NATO'da bloke ederim, terörle mücadeleyi bu işten ayrı tutmam. Komisyon olarak da bu şeyi yükseltelim. Bize yapılan bu muamelenin kabul edilmeyeceğini, zaten bunu ciddiye almadığımızı...
Sığınmacı krizinde, esasında bunlar "Fasıllar açılmayacak." dediği zaman 18 Mart anlaşmasını iptal etmiş oldular. Biz aslında bu anlaşmayı yırtıp atabilirdik ama o zaman Akdeniz'de bu insanların tekrar ölüme gitmesi söz konusu olacak. İnsani sebeplerle yapmıyoruz bunu yoksa bu meseleyi görüyoruz. Ama şu vardır: Bir zamanlar şeyler vardı, biz öğrenciyken Ufuk Güldemir'in kitapları vardı "Çevik Kuvvetin Gölgesinde" diye. O zamanlar Türkiye'ye çizilen muamele, Türkiye bir uçak gemisidir sadece Batı'nın gözünde, NATO'nun güney kanadını korur, bir tampon bölgedir gibisinden. Bu, asla müsaade etmememiz gereken bir şey. Güvenlik meselelerinde ve sığınmacı meselesinde konuştuğumuz her işi ekonomik meselelerle, siyasi meselelerle kapsamlı bir ajandaya sokmak lazım.
Geçen bütçe görüşmelerinin son cümlesinde söylemiştim. Bana birisi demişti: "Dünya nereye gidiyor? Nasıl yapacağız?" diye. dedim ki: "İki Şehrin Hikâyesi romanının girişinde Charles Dickens şöyle bir şey söyler: 'Umut baharıydı, umutsuzluk kışıydı; zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü.'" Bu cümle kadar şu anda dünyayı açıklayan bir cümle yok. Yani hep beraber işimize bakalım. Bu zor türbülansta Türkiye gemisini sağlıklı bir şekilde nasıl yüzdürürüz? Herkesin aklına ihtiyaç var, herkesin görüşüne ihtiyaç var, eleştirileri de saygıyla karşılıyoruz ama dedim: "Ben o süreçlerin hepsini yaşadım." Sadece, Lübnan'a gittiğimizde 60 tane grupla görüştük ve ilk defa biz gittik hem Sünni bölgesinde Hariri'yle görüştük hem Şii bölgesine gidip Hizbullah'la görüştük, herkesle görüşerek... Bunlarda çok gayret sarf edildi fakat karşı karşıya bulunduğumuz aktörler, dünya, birtakım devletlerin müdahalesi bu analizlerde biraz görmezden geliniyor.
Başkanım, bitmiştir benim söyleyeceklerim.