| Komisyon Adı | : | (10 / 114, 365, 378, 494, 702, 884, 1423, 1431, 1442, 1449, 1597, 1787, 1808, 1949, 1955, 1970, 2056, 2092, 2094, 2095, 2096, 2097, 2098, 2099) Esas Numaralı Meclis Araştırması Komisyonu |
| Konu | : | Millî Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz'ın, uyuşturucu madde bağımlılığı ve diğer bağımlılıklarla mücadelenin önemi ile bu konularda Bakanlık olarak yaptıkları ve yapmayı planladıkları çalışmalar hakkında sunumu |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 05 .04.2018 |
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) - Teşekkür ediyorum.
Gerçekten biz de faydalandık.
Öncelikle, bu konuyla ilgili eğitim altında, eğitim şemsiyesi altında, eğitim tabelası altında kim ne veriyorsa hepsi bizim denetimimize tabi. Konusu ne olursa olsun, adı "eğitim"se bizim. Ama derneklerin denetimi bizde değil, derneklerinin kendi üyelerini yapınca sanki İçişleri Bakanlığı gibi olur diye düşünüyorum.
Bir başka husus, müfredat dolu, uygulama -dediği gibi- her şeyi yazıyor. Yine, aynı, aslında bakınca bu, Muhterem Ahmet Selim Hocam da "Yazıyor da uygulama hayata niye dönmüyor? Yani söylediğiniz, niye olmadı?" diyor. Onunla ilgili bir arkadaşımız güzel bir şey söyledi. Eğitimden herkes şunu bekliyor: Tornadan çıkmış gibi, bir şeyi söyleyin, söylediğinizi insanlar birebir alsınlar ve uygulasınlar. Böyle bir robot yok, böyle bir şey değil. Eğitimin payını herkes yüzde yüz olarak görüyor. Keşke olabilseydi. Eğitim programlarımızın hiçbir yerinde "Arkadaşınıza şiddet uygulayın." yazmaz. Doğru mudur? Ama buna rağmen okullarda şiddet var mı? Çok az da olsa 18 milyon öğrencimizde şiddet 18 tanedir, hepinizin de söyleyeceği o istatistik, milyonda 1'dir, inan milyonda 1'dir veya 2'dir, 3'tür, 4'tür. Yüzde 1 bile değildir, binde 1 bile değildir. 18 milyon öğrencim var. Peki, hiç bir yerinde "Arkadaşına şiddet uygula." demediğim hâlde şiddet ortaya çıkmışsa bu okuldan kaynaklanıyor denebilir mi? Aksine, "Arkadaşına şiddet uygulama." deniyor. Yani birlikte yaşam, ortak çöz, işte milletiz, ortak değerimiz. O kök değerlerimizi verdik ya sabır, sevgi, saygı, diğerini anlama, farklı kültürlerle bir arada yaşamayı öğrenme. Bazen ola ki bizim Hükûmetimize de böyle bir mesafeli bakarlar "Herkesi kendilerine benzetecekler." diye. Biz kendimizden memnunuz da diyoruz ki... "2 evladı olan var mı?" diye hep soruyorum böyle. Var, benim de var. 2 evladım birbirine benzemiyor. Birisi söyledi ki çok doğru bir şey, aynı anne baba dahi kendi evlatlarını birebir aynı yetiştiremiyor. Dolayısıyla anne baba dahi, aynı kültürden gelmiş, eğitim işte ister profesör olsun ister şey olsun, yetiştiremiyor, farklı yetişiyor. E, bu neye bağlıyor? Okul her şeyi veremez, okul gerekli; iki, aile gerekli. Hepimiz aynı okula gidiyoruz ama farklı partilere oy veriyoruz, hepimiz aynı eğitimi alıyoruz, aynı öğretmenden çıkıyoruz ama farklı şeyler ifade ediyoruz. Nereden kaynaklanıyor bu? Okulun tek başına kişilerin davranışlarını belirlemede tam yetkin, yetkin demeyelim de tam olarak belirlemediğini...
AKİF EKİCİ (Gaziantep) - Mümkün değil zaten o.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) - Hah, güzel. Ailenin payı var. Şimdi siz ne söylerseniz söyleyin, aileye gittiğinde aile farklı bir şey söylüyorsa ne yapacaksınız?
AKİF EKİCİ (Gaziantep) - Aile var, dış çevre var.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) - Hah, güzel. İkincisi de şudur: Çevre. Yani düşünün ki riskli bölgeler bu program çerçevesinde, bizim riskli bölgeleri ve riskli öğrencileri tespit etme çalışmamız var, dolayısıyla risk gruplarını belirliyoruz. Risk gruplarına yönelik özel çalışmalarımız da var. Biraz önceki "Ya, hepsini çok güzel söyledin ama buna rağmen bu niye oluyor?" Biraz aile, biraz da çevreyi dikkate almak lazım.
Birisi -doğrudur, yanlıştır ama arkadaşlarımdan uzmanları da var- yüksek lisansını tamamlamış, Amerika'da okumuş, geldi, dedi ki: "Eğitimin rolünü başka ülkeler yüzde 20 olarak belirliyor." Hocam var işte, profesör, 20 midir, 30 mudur, 40 mıdır, 50 midir, ayrı bir şey koysun ama inanın, eğitim var ama aile var ama çevre var. Aile negatif etki bırakmasa biz onu şey yaparız, çevrenin negatif etkisi olmasa yine şey yaparız. Ama bizim söylediğimiz bir sözün üzerine aile farklı bir şey söylüyor, ailenin söylediğinin üzerine çevrede gördüğüyle farklı bir şey oluyor. O zaman ne oluyor? Bizim bilgilerimiz enfekte oluyor.
Bir başka husus, İlksen Hanım, sayın vekilim, çok doğru bir şey söyledi. Burada da süt dağıtım programına katılmıştım. Mutlaka öğretmenler odasını ziyaret ediyorum her okula gittiğimde, öğretmenlerine soruyorum, herkes öğretmenlikten memnun. Siz de lütfen gidin, sorun. En son dün Karabük'teydim, okulları ziyaret ettim. Herkes memnun "Teşekkür ediyoruz, Allah razı olsun." "Var mı bir şikâyet?" "Yok." Aksine yani özel okullardan daha iyi biliyorsunuz bizim öğretmenlerin hem çalışma koşulları hem de özlük hakları bakımından. Öğretmenlerimizden biz çok memnunuz, öncelikle onu belirtelim. Burada süt dağıtım programına katıldım, öğretmenlerimize dedim ki: "Ağız sağlığı, diş sağlığı çok önemlidir. Lütfen bu derslerde... Biz eskiden okullarda beyaz bir mendil koyardık, mutlaka cebimizde taşırdık. Bu, tırnak kontrolüne bakardık her pazartesi. Dolayısıyla bu iyi bir alışkanlık. Sizlerden istirhamım, lütfen, bu ağız sağlığına, diş sağlığına da çocuklarınızın gündemine getirin." Dedi ki: "Efendim, anneler babalar da bize geliyor. 'Lütfen, bizi dinlemiyor ama sizi dinlerler, bunu siz söyleyin. Öğretmen söylemiyle hareket ediyor.'" Siz de aynı şeyi teyit ettiniz. Biz de öyle, annemizin babamızın dediğinden çok öğretmenin dediğini yapardık. Buradan aynı sonuca gelmek lazım. Toplumumuzda öğretmenin rolü hâlâ -"algısı" deniyor ya- annenin babanın üzerinde. Sizi dünyaya getiren, size her şeyini veren, siz doğduktan sonra kendisini teferruat gören, bedenini evladına siper eden anne babayı dahi görmeyip de ondan öncelikli olarak öğretmeni görüyorsam toplumda öğretmene çok büyük bir değer verildiğini gösteriyor, onu belirteyim.
Bir başka husus, yine bu okuryazarlık takibiyle, beden koçu, şununla ilgili olarak bir bilgiyi biraz verdim ama şu konuda da, medya okuryazarlığı dersimiz var, bir onunla ilgili, bir de dijital yetkinlikle de ilgili bir bilgi vermek isterim çünkü bence de bu dijital şeyi de ne yapacağız, onun da üzerinde bir çalışma yapmamız lazım.
LÜTFİYE İLKSEN CERİTOĞLU KURT (Çorum) - Öğretmenleriyle arkadaş olabilirlerse belki onlar ne yana kaydıklarını...
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) - Bakın, çok doğru. Allah için, biz de bunun için çok çalışıyoruz. Nasıl? Diyoruz ki: "Bakın, bunlar sizin evlatlarınız." Dün gördüm bir tane öğretmen öğrencisinin elini öptü. Dedim ki: "Tebrik ediyorum." Ankara Valisi de yanımdaydı "Bak, bu iyi öğretmen." Bazen bir davranışla şey olur. Öğrencinin eli öpülür mü? İşte, öpüyor. Neden? Kendi evladı biliyor. Bunların hepsini bizim evladımız olarak görebilmek... "18 milyon evladım var, bir aileyim." diyorum. Dolayısıyla öğretmenin birisiyle ilgilenebilmesi lazım ama orada da şunu söylüyorum: Bakın, ben ilkokulu Sivas'ta, 70 kişilik sınıfta okudum. Ders saatimiz herhâlde o dönemde 45-50 dakikaydı. Ya 45-50 dakikalık bir ders saatinde öğretmen bir öğrencisine bir dakika ayırabilir mi? Ayıramaz. İstanbul, Haydarpaşa'da okudum, yine 70 kişilik sınıflarda. Ben 70 kişilik sınıfta okurken -sınıfımız da 4/J'ydi, A, B, C, D, E, F, G gidiyor, o zaman K, L, M, N, O da vardı yani düşünün okulun durumunu- bizim Haydarpaşa'nın ortaokulundaki arkadaşım diyor ki: "Ağabey, bizim sınıf da 80 kişiydi." Allah için, 80 kişilik sınıflarda öğretmen öğrencisiyle nasıl ilgilensin? Bunun için ne yapmak lazım? Öğretmen başına düşen öğrenci sayısını makul hâle getirmek lazım. Ne yaptık? Biz geldiğimizde 28'di, şimdi 17'ye düştü. Nasıl başardınız bunu? 584 binin üzerinde öğretmen ataması gerçekleştirdik. Şimdi 25 bin öğretmen ataması daha yapacağız, 600 binin üzerine çıkacağız. 28 olan öğretmen başına düşen öğrenci sayısını 17'ye düşürdük. Kore'de de 17, Japonya'da da 17, İngiltere'de de 17; onlarla aynıyız. Fransa'da bile bu sayı daha fazla.
AKİF EKİCİ (Gaziantep) - Bu sayı genel ortalamalar herhâlde, değil mi?
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) - Tabii tabii, ortalama rakam yani öğretmen sayımız, öğrenci sayımız. Aynı bu millî gelirin paylaşımı gibidir ama bundan daha az olanları da var; 10 kişilik, 12 kişilik, 13 kişilik sınıflar da var ama ortalaması 17 kişi. Bu ülkelerle aynıyız, Fransa'dan da daha iyiyiz. Dolayısıyla da ilgilenebilmesi önemlidir. Öğretmenlerimizden istiyoruz "Bunlar sizlere emanet, evlatlarınıza nasıl davranıyorsanız onlara da davranın." diyoruz.
Şimdi, güncellenen öğretim programında Türkiye'de yeterlilikler çerçevesinde yer alan 8 anahtar yetkinlik var, bunlardan birisi de dijital yetkinlik. Ana dilde yetkinlik var, yabancı dilde yetkinlik var, bizde dijital yetkinlik var. Hatta OECD ölçüm yapıyor, diyor ki: "E-mail gönderebiliyor mu?" Bunu bir yeterlilik olarak görüyor. Eğer gönderememişse "Türkiye teknoloji dışı kaldı, çağ dışı kaldı." diyor. Ona da bakmıyor, e-mail'in ekinde ek dosya göndermek ilave, ek bir beceri getirdiğinden "Ekli dosya gönderebiliyor mu?" diye ayrı bir şey bulmuş. E, gönderemiyorsa "Orada yetersiz kaldı." diyor. Ondan sonra da geliyor bizim muhalefet "Bak, evlatlarımız OECD'de en sona kaldı." diyor yani. Dolayısıyla dünyanın gittiği bir yer var, onlarla da yarışabilmemiz lazım. 8 anahtar yetkinlikten 1'i dijital yetkinliktir. Bu anahtar yetkinlik de günlük hayat ve iletişim için bilgi iletişim teknolojilerinin güvenli ve eleştirel şekilde kullanılmasını kapsamakta. Söz konusu yetkinlik bilgiye erişim ve bilginin değerlendirilmesi, saklanması, üretimi, sunulması ve alışveriş için bilgisayarların kullanılması, ayrıca internet aracılığıyla ortak ağlara katılım sağlanması ve iletişim kurulması gibi temel beceriler yoluyla desteklenmelidir. Bu kapsamda, teknoloji bağımlılığı konusuna yönelik güncelleme çalışmaları kapsamında zorunlu dersimiz var. Nedir? Bilişim teknolojileri ve yazılım dersi. Nerede zorunlu? 5'inci ve 6'ncı sınıflarda. Bu programda dijital vatandaş olarak -yeni bir kavram- teknolojik kavramları, sistemleri ve işlemleri iyi anlayan bireyler olmalarını, bilişim teknolojilerini etkili ve amacına uygun kullanmalarını; internet tabanlı servislere erişmelerini, araştırmalarını ve kullanmalarını, bilgisayar bilişimine ilişkin genel bir anlayış ve teknik birikim oluşturmalarını; problem çözme, bilgi işlemsel düşünme becerileri edinmelerini ve geliştirmelerini, akıl yürütme sürecini takip edebilmelerini ve değerlendirmelerini, öğrenme sürecinin bir parçası olarak iş birlikli çalışma becerileri edinmeleri, sosyal ortamlarından faydalanmalarını ve öğrendiklerini paylaşmalarını, internet ortamında öğrenme fırsatlarını aramalarını, algoritma tasarımına ilişkin anlayış geliştirerek sözel ve görsel olarak ifade edebilmelerini, problemleri çözmek için uygun programlara yaklaşımını seçerek uygulayabilmelerini, programlama konusunda teknik birikim oluşturmalarını, programlama dillerinden en az birini kullanabilmelerini, ürün tasarımı ve yönetimi konusunda çalışmalar yürütmelerini, günlük hayatta karşılaşılan sorunların -engellilerin, işte, dezavantajlı kesimlerin- çözümüne ilişkin yenilikçi projeler geliştirmelerini... Bakın, bununla ilgili bir örnek vereyim. Çin'de bir robot yarışması yapıldı. Bu robot yarışmasına Antalya BİLSEM'de olan 3 öğrencim katıldı; biri 1'inci, biri 2'nci, biri 4'üncü oldu. Nedir 1'inci olan şey? Engelli vatandaşlarımızın zihinsel kontrolüyle ilgili. Eve giriyor, eve girdiği zaman sadece düşüncesiyle "Lamba yansın." deyince lamba yanıyor, "Çamaşır makinesi çalışsın." diye düşünmesi yetiyor. Öyle gidip çamaşır makinesine düğmeyle basma yok, lamba düğmesi yok. Bununla dünyada Çin'de, robotun merkezi olan yerde 1'inci oldu. Bir diğeri, 2'ncisi uzaktan kumanda, yine böyle zihinsel kumandayla, yine engelli, engelli arabasına binmiş ama sağa sola çevirmiyor, kendi kafasında. Daha sonra bunu Cumhurbaşkanımız çağırdı, partide de ödül verdi. Burada da şu: "Araba sağa dönsün." diyor, sağa çevirmiyor, kafasından ne düşünüyorsa araba oraya gidiyor. "Sola gitsin, yavaşlasın, dursun." diye bunu da yaptı, bu da 2'nci oldu. Bir de 4'üncü olan proje vardı, yine o da Antalya'dan. Nedir o? "Uzaktan el" diye. Şimdi, akıllı tahtaları oluşturduk fakat engelli çocuk en arkada oturuyor, akıllı tahtaya gidip gelebilmesi mümkün değil, kolay değil veya biraz zor. O hâlde elinde bir eldiven var, yerinden kalkmadan uzaktan, istediği gibi akıllı tahtayı sanki kalkmış, yanına gitmiş gibi kullanabiliyor. İşte, bu var. Ben de bunu ilk söylediğimde "Olur mu?" denildi, var, bakarsanız görürsünüz. Tabii, eğitimle ilgili olduğu için bire bir bakıyorum. Dolayısıyla bu da yani biraz önce söyledik ya "Sistemle ilgili günlük hayatta karşılaşılan sorunların çözümüne..." Bulan var mı? Var. Adıyaman'a gittim. Adıyaman'daki imam hatip lisesi öğrencisi, TÜBİTAK'tan da ödül almış. Nedir o? Diyor ki: "Çalışan araba eğer kişi alkollüyse araba otomatikman stop ediyor." Nedir? Muhtemelen nefesinden bir şey alıyor. Arabanın kontağı zaten varsa çalışmıyor da diyelim ki benzin istasyonuna geldi, arabasını bıraktı, gitti, alkol aldı, tekrar bindi, işte bu sefer de çalışmıyor. Bunu da yapıyor yani günlük hayattaki şeylerden.
Ayrıca, siber güvenlik ve güvenli internet kullanımıyla ilgili kazanım açıklamalarda yer almaktadır. Medya okuryazarlığı var. Bu nedir? Seçmeli ders. Kaçıncı sınıflarda? 7'nci, 8'inci sınıflarda. Medya okuryazarlığı dersinde siber güvenliğe ilişkin konuları karşılayan kazanım ve açıklamalar mevcut. Örnek olarak, bilgiye ulaşmak için farklı medya araçlarının ve arama stratejilerinin kullanılmasına yönelik, internette arama yaparken tırnak işaretinin kullanılması, alan adı uzantılarına dikkat edilmesi, zaman ve tür gibi filtrelemelerin kullanılması; gazetede spor, ekonomi, hava durumu konusundaki bilgilerin nerede yer aldığının incelenmesi ya da basılı bir kitaptaki içindekiler ve indeks bölümlerinin kullanılması gibi etkinliklere değinilecek çalışma örnekleri bulunmaktadır. "İnternette bulduğunuz her şeye güvenmeyin. Aksine, sorgulayıcı, sorumlu olun." deniyor. Doğru ve güvenilir bilgiye erişim söz konusu olduğunda engellilerin artısı, kişisel bilgilerin güvenliğinin zedelenmesi, kuşaklar arası dijital bölünmüşlük, dijital yerliler ve göçmenler, obezite ve bağımlılık; internet, sosyal medya gibi rahatsızlıklar, uygunsuz içerik, şiddet vesaire, özel hayatın gizliliği gibi de gidiyor. Özü şu: Çok şey söylüyoruz, verilmesi gerekeni de veriyoruz. Geçmişe kıyasla gerçekten iyi bir yöndeyiz. Bugün Türkiye'de eğitimde kalite konuşulmaktadır. Eğitimde kalitenin konuşulmuş olması eğitimde altyapının büyük ölçüde tamamlanmış olmasından kaynaklanmaktadır. Hep şunu çok net olarak söylüyorum: Eğer altyapı tamamlanmamış olsaydı hiç kimse eğitimde kaliteden bahsetmezdi. Hastane olmayan bir yerde "MR cihazımız, röntgen cihazımız veya dâhiliye, cerrah yoktur." diye bir talep gündeme geliyor mu? Gelmiyor. Ne zaman geliyor? Mersin'de hastane yaptıktan sonra, ondan sonra vatandaş gittikten sonra diğer detayları istiyor. Türkiye hamdolsun artık şimdi eğitimde kaliteyi konuşur hâle geldi.
2005 yılında Dünya Bankasının raporu var, çok okuyorum bütün, eğitimle ilgili. Bir cümle var, diyor ki: "Türkiye çok az bir kesime çok nitelikli eğitim veriyor." Bizim Türkiye'nin eğitiminin eskiden de iyi olduğunu söylerim ama Dünya Bankasının tabiri "çok azınlık bir kesime" diyor yani. Onu söyleyeyim, buradaki lise mezunu bir hocamız, Oktay Sinanoğlu, Amerika'da 3'üncü sınıfta başladı gitti, üniversitede 3'üncü sınıfta başladı, 1 ve 2'yi atladı. Aziz Sancar işte, Nobel ödülü aldı, diyor ki: "Benim Nobel ödülü almamda her ülkenin katkısı var ama en büyük katkı Türkiye'dir." Niçin? İlkokulu, ortaokulu, liseyi nerede okudu? Mardin'de. Nerede okudu? Mardin'in Savur ilçesinde okudu. Temel çürük olsa üzerine bir şey konabilir mi? Dolayısıyla da onlar da eskiden alındı.
58 tane fen lisemiz vardı. 58'i unutmuyorum, şimdi söyleyince buradakiler de unutmayacak, 58 Sivas'ın plaka numarası. Biz geldiğimizde 58 tane fen lisesi vardı. Öğrenci sayısı ne kadar? 12 bin öğrencisi vardı. Şimdi ne kadar? 302, onu da unutmayız, Mercedes.
AKİF EKİCİ (Gaziantep) - Aynısını yapın, bunlar yetmiyor, bu ülkeye bunlar yetmiyor.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) - Doğru, Allah razı olsun, aynen. 12 bin kişiye fen lisesi verirken biz 10 kat artırmışız, 120 bin kişiye şimdi sadece fen liselerinde veriyoruz. Biz de diyoruz, Allah için iyi bir yoldayız ama daha iyisi olması gerekir mi? Gerekir. İnanın bir şey vardır, burada yok ama Türkiye'nin son on yılda OECD ülkeleri arasında millî gelirini -hemen şurada- en çok artıran ülkeler diye bir şey, diyagram şu, GDP büyümesi, OECD. 2007'nin son çeyreğinden 2017'nin son çeyreğine göre, bakın, 1'inci sırada Türkiye var. En altta da Yunanistan, küçülmüş son on yılda. Onun üzerinde İtalya var, onun üzerinde Finlandiya var -küçülmüş, artmamış -onun üzerinde Portekiz var ve İtalya'yla ilgili de bilgi notu çekmiş -şöyle bir oku, Hocam, sizin İngilizceniz de iyidir, hocama verin, baksın- diyor ki orada İngilizce tabir öyle, "İtalya kriz öncesi millî gelir seviyesini hâlâ elde edemedi." Burada Türkiye bayağı bir açık ileride. Peki, bunu neye bağladı?
AHMET SELİM YURDAKUL (Antalya) - "Önceki düzeye göre hâlâ elde edemedi." diyor.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) - Dolayısıyla petrol bulmadık, doğal gaz bulmadık, altın bulmadık, elmas madeni bulmadık. Nasıl sağladık bunu? İnan, beşeri sermayemiz var ya, beşeri sermayemize güveniyoruz yani ama şunu söylerseniz ona katılırım: Gerçekten, Türkiye satın alma gücü paritesi bakımından 13'üncü. Bu gerçek refahı gösterir satın alma. "İyi ama yetmez İsmet Bey, neden ilk 10 arasında değiliz?" Yetmez, aynı fikirdeyim, daha büyük olabilmek... Geçmişte böyle, işte, dünyanın en önde gelen devletlerinde, şimdi de olabilir, niye değiliz? Yine eğitimden diyorum yani ilk 10 arasına giremediysek eğitimden. Niçin? Yüksek katma değerli ürünlerimizin ihracatı kaç? Yüzde 4 civarı. Arkadaş, yüzde 4 değil, bunu yüzde 10'a niye çıkaramıyoruz yani? İyi ama eskiden 0,1-0,2'ydi.
Özür diliyorum, son rakamla bağlayacağım. Ben yurt dışı raporları da çok okuyorum. UNDP'nin, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı'nın 2002 İnsani Gelişmişlik Raporu var. İnsani Gelişmişlik Raporu'nda ülkelerin insani gelişmişliklerini ölçerken bazı kriterleri veriyor ama 2002'deki raporunda "savunma sanayisi ihracatı" diyor. İşte, Fransa, İngiltere; birisi 1,2 milyar; birisi 1,4 milyar dolar. Türkiye'ye de savunma sanayisi ihracatı da 2 milyon dolar demiş. 2 milyon, onlar 1,4 milyar dolar.
Şimdi, 2016 raporuna lütfen bakın, ihracatımız savunma sanayisinde ne kadardır? 1,7 milyar dolar. Kaç kat büyümüşüz eğer 1,6 olsa? 800 kat. Arkadaş, 800 kat bir alanda siz ileriye gitmişsiniz yani 2002'den bu zamana kadar. Niçin savunma sanayisini koymuşlar? Çünkü savunma sanayisi yüksek teknoloji gerektirir, çok maliyetlidir, para olsa da bazen üretemezsiniz. Ben dahi bazı şeyleri paramız olsa da üretemediğimizi, satın alamadığımızı dahi biliyorum. Dolayısıyla bir ölçü olarak koymuş. Şimdi bunu kaldırdı ama. Herhâlde biz artık bu seviyeye geldik ya, ondan diyorum. Yeni liste ne koydu? Yeni liste de diyor ki: İntihar 100 binde. İntihar etme oranını koymuş. İntihar etme oranında Kore bizden fazla, Finlandiya bizden fazla, Japonya bizden daha fazla. Eğitimin amacı nedir? İnsanınıza umut vermek, geleceğe bağlanmasını sağlamak. Türkiye bunlardan çok daha iyi dediğimde, kimisi kalkıyor "Ya Bakan öyle dedi böyle dedi..." Hatta güya Hükûmeti destekleyen birisi bile beni köşe yazısında eleştirmiş, böyle diyor diyor. Sen bazen bir değere bakarak Türkiye'yi böyle karalarsan ben de sadece bu hususa bakarak bizim eğitimimiz çok daha iyi çünkü evlatlarımızın yarına ilişkin umutlarını artırıyor. Senin o iyi dediğin ülkeler evlatlarına umut dahi veremiyorlar deme hakkına sahip olduğumu söylüyorum.
Özü şu: Ülke bizim. 81 milyon. İnşallah geçmişe kıyasla iyi bir noktadayız ama daha ileriye gitmek için de iş birliği içerisinde ve iletişim içerisinde Türkiye'yi daha iyi bir noktaya götürürüz diyorum.
Bu kadar konuşmaya fırsat tanıdığınız için sonsuz teşekkürler ediyorum Sayın Başkan.