| Komisyon Adı | : | İÇİŞLERİ KOMİSYONU |
| Konu | : | |
| Dönemi | : | 24 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 08 .01.2015 |
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Komisyonumuzun değerli üyeleri, Hükûmetimizin değerli temsilcileri, değerli milletvekili arkadaşlarım, değerli bürokrat arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
(1/995) sayılı Tasarı'yla ilgili olarak geneli üzerinde düşüncelerimi sizlerle paylaşacağım. Aslında önemli bir bölümünü anayasaya aykırılık önergemiz çerçevesinde paylaşmıştık ama orada daha çok Anayasa'ya ilişkin hususları konuştuğumuz için burada biraz daha somut, biraz daha maddelere ilişkin değerlendirmelerimi sizlere aktarmaya çalışacağım.
Evvela şunu ifade etmeliyim: Bu tasarı Alt Komisyona havale edildi Esas Komisyon tarafından, Alt Komisyonda da Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına üye olarak ben katkıda bulunmaya çalıştım ve orada da anayasaya aykırılıkla ilgili değerlendirmelerimiz çok dikkate alınmadı ve kabul edilmedi. Maddelerle ilgili düşüncelerimiz, değerlendirmelerimiz de önemli ölçüde dikkate alınmadı. Yani bir müzakere ya da fikir teatisinden daha çok, bir dayatma anlayışı içerisinde yapılmış bir çalışmaydı ama yine de Alt Komisyondaki Sayın Başkan Mehmet Daniş ve Komisyon üyesi arkadaşlarımın ve Hükûmet temsilcilerinin oradaki anlayışlı, hoşgörülü, diyalog yanlısı çalışmaları için teşekkür etmeyi de bir borç olarak hissediyorum. Teşekkür ediyorum kendilerine.
Şimdi, bu tasarıya biz Alt Komisyonda katkıda bulunamadık, istediğimiz ya da eleştirdiğimiz noktalar dikkate alınmadı. Bazen yapılan yazım hataları ya da cümle bozuklukları artık öyle bir noktaya geldi ki onları da eleştirince birkaç tane düzeltme oldu, olmadı değil. Mesela bu vali ve İçişleri Bakanına olağanüstü hâl yetkisi veren o düzenlemeye ilişkin paragrafı düzeltti arkadaşlar ya da verasete ilişkin belgenin nüfus idareleri tarafından verilmesine ilişkin, özellikle Türkiye Noterler Birliğinin bizden talep ettiği o hükmün çıkarılmasına ilişkin düzenleme iktidar partisindeki arkadaşlarımızın da o Alt Komisyondaki arkadaşlarımızın da uygun görmesiyle ortak bir önergeyle çıktı ama onun dışında tasarının asıl eleştirilen bölümleri hâlâ önümüzde. Çünkü Alt Komisyon metni üzerinden gidiyoruz ve dolayısıyla, orada eleştirdiğimiz hususlar aynen burada hâlâ devam ediyor, birkaç tane istisna hariç.
Şimdi, Sayın Başkanım, bu tasarının -hep söylüyoruz- 4 ana başlığı var. Birisi, temel hak ve özgürlüklerin kullanımına ilişkin sınırlamaları artırıyor. İşte, Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu'yla getirilen yeni düzenlemeler, polisin arama durdurma yetkisine ya da toplantı ve gösteri yürüyüşleriyle ilgili getirilen düzenlemeler, toplantı ve gösteri yürüyüşlerine, yasal olanlara da ya da barışçıl olanlara da etki edebilecek şekilde geniş, muğlak tanımlarla ya da geniş, muğlak kavramlarla onları da engelleyen bir yapıya büründürüyor. Dolayısıyla, burada ben iktidar partisi mensubu arkadaşlarımıza ve Hükûmete temel hak ve özgürlükler konusunda kendi Hükûmetlerinin, kendi partilerinin yaklaşımlarına ilişkin bazı hususları hatırlatmak istiyorum.
Yani bakın, 58'inci Hükûmetin temel hak ve özgürlüklerle ilgili yaklaşımı şuymuş, birçok şeyde geçiyor ama ben en özü olduğunu düşündüğüm bölümleri sizlerle paylaşmak istiyorum, 58'inci Hükûmet programından okuyorum: "Temel hak ve özgürlükleri ülkemizin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerde, özellikle Kopenhag Kriterleri'nde belirtilen seviyeye yükseltmek için Anayasa ve yasalarda gerekli tüm değişikliği yapacaktır. Temel hak ve özgürlüklerin sadece anayasal ve yasal güvenceye alınmasıyla yetinmeyip fiilen uygulanması ve siyasal kültürümüzün yerleşik bir boyutu olarak güçlenmesi yönünde çaba sarf edecektir." 59'uncu Hükûmet programında şöyle ifade edilmiş bu hususlar: "İktidarımız süresince tüm çalışmalarımız ülkemiz hukukunu evrensel hukuk ilkelerine uygun hâle getirmek, temel hak ve özgürlükler rejimini evrensel standartlara çıkarmak, ülkemizi gerçek anlamda bir hukuk devleti yapmak -altını çizerek söylüyorum- hukukun üstünlüğünü hâkim kılmak ve uluslararası camiada saygın bir yer kazandırmak olacaktır." Bu da 59'uncu Hükûmetin programından. Mesela 61'den okuyayım: "Dönemimizde güvenlik personelimizin eğitiminde hukuk devletine bağlılık, temel hak ve özgürlükleri korumak, insan onuruna saygı duymak öne çıkardığımız ana prensipler olacaktır." ya da "Vatandaşlarımızın hayatını kolaylaştırmayı, temel hak ve özgürlüklerin kullanımının önündeki engelleri kaldırmayı kamu yönetiminin ana misyonu olarak görüyoruz." demekte. 60'ıncı Hükûmet programında da benzer ifadeler var, diyor ki: "Hükûmetlerimiz temel hak ve özgürlüklerin doğumla elde edildiği ve evrensel nitelikte olduğu yani -bunun da altını çiziyorum- zamana, mekâna, kültüre ve inanca bağlı olarak hak ve özgürlüklerde ayrımcılık yapılamayacağı gerçeğine inanır. Hukuk devleti anlayışımız, vatandaşlarımızın hak ve özgürlüklerini kullanırken devlet merkezli herhangi bir engellemeye takılmamalarını öngörmektedir." diye devam ediyor. "Bu nedenle hukuk devletinin hedefi, vatandaşının temel hak ve özgürlüklerini garanti altına almak, bunların kullanımını kısıtlayan engelleri ortadan kaldırmayı sağlamak olmalıdır. Bu anlayış, vatandaşın hak ve özgürlüklerini devlete ve diğer güç merkezlerine karşı korumayı gerektirmektedir."
Şimdi, bunlar Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından kurulan hükûmetlerin hükûmet programında temel hak ve özgürlüklere ilişkin hedefleri ya da uygulayacağı stratejilere işaret eden programdaki ifadeler. Bugün yaptığımız şey bunun tam tersi. Hatta, daha önce Anayasa'ya aykırılıkla ilgili önerge üzerinde yaptığım konuşmada söylemiştim, 2001 yılında Anayasa değişikliği paketiyle getirilen ve çekirdek haklara dokunulmasını engelleyen, temel hak ve hürriyetlere dokunulmasını olabildiğince engelleyen, özgürlüğün esas, kısıtlamanın sınır olduğu prensibinden hareketle getirilen düzenlemelerin çok daha gerisine giden düzenlemeler var burada. Burada, üst aramasından, toplantı ve gösteri yürüyüşlerine katılımdan... Ha bize şunu söyleyecektir tabii Hükûmet temsilcisi ya da tasarı sahibi arkadaşlarımız, diyeceklerdir ki: "Efendim, işte gördünüz 6-7 Ekimde şu olay oldu." falan ama burada bu yaptığınız 6-7 Ekimle ilgili olsa amenna. Biz, 6-7 Ekimle ilgili biraz önceki oturumda, yapılan işlerle ilgili, suçlularla ilgili, o eylemleri, o insanları sokağa dökenlerle ilgili Hükûmetin ya da yargı mercilerinin ne yaptığına ilişkin henüz elimize bir şey ulaşmadı, bu bilgiyi bilmiyoruz. Ben bir soru önergesi vermiştim Adalet Bakanına, Sadullah Ergin Beyefendi'ye Adalet Bakanıyken. Demiştim ki: Bu KCK'nın kurucusu, yöneticisi kim? Her yerde bunun Abdullah Öcalan denilen bebek katili olduğu söyleniyor, biliniyor. Bununla ilgili açılmış bir dava var mıdır? İddianamede adı geçiyor mu? Cevap yok. Kendisine baş başayken sorduğumda da "Hayır, yok." dedi. KCK'nın kurucusu ve başkanı Abdullah Öcalan. Adamla ilgili -adam dediğim için de özür diliyorum- bir soruşturma bile açılamıyor, açılamıyor.
Dolayısıyla, 6-7 Ekim olaylarıyla ilgili de hani ne oldu? Yani bu düzenlemeyi, "Efendim, kamu düzenini sağlamak için biz bu düzenlemeleri getiriyoruz." Yok, bunu bize söylemeyin. Kamu düzeninin nasıl sağlandığını, kamu düzenini kimin sağladığını biz biliyoruz, belli bölgelerde. Bu düzenleme, muhalefet şerhimizde de ifade ettiğimiz gibi ya da diğer konuşmalarımızda da ifade ettiğimiz gibi iki gerekçe için temel hak ve hürriyetleri sınırlandırıyor: Birisi, yolsuzluk ve rüşvetle ilgili toplumdan yükselen itirazları sindirmek, bastırmak için. Toplumun, yolsuzluğu ve rüşveti kanıksaması isteniyor. Daha doğrusu, "Belli bir kesim yaparsa itiraz etmeyin, diğerlerine belki yasal mevzuat uygulanabilir, cezalar uygulanabilir." diyor. Bu olanların içinden çıkan mesaj bu.
Diğer de, "Bölücülerin, Türk milleti içinden bir millet çıkarmaya çalışanların ya da Türk toprakları üzerinden bir vatan çıkarmaya çalışanların olduğu bir ortamda Hükûmetimiz tarafından verilen müsaadeye itiraz edenleri susturmak ve sindirmek için biz bunu çıkarıyoruz." deyin. Bu, budur. Bu tasarının arkasında yatan asıl gerekçe bu iki husustur. Eğer Avrupa Birliği, evrensel standartlar, Anayasal esaslar diyorsanız işte sizin Hükûmet programlarınızda bu gerçekten layıkıyla yer almış ama uygulama bambaşka. Belli ki Hükûmet programlarına bunu yazan arkadaşların edebiyatı kuvvetliymiş. Avrupa'dan haberleri varmış ama okuyanların ve uygulayanların haberi yokmuş. Anlaşılan o. Çünkü, çok gerisindeyiz, bundan hiç alakası yok. Her vesileyle eleştirilen, her vesileyle vurulan, işte hakir görülen o 57'nci Hükûmetin çıkardığı düzenlemeler, o üçlü koalisyonun çıkardığı düzenlemeler, tek parti hükûmetinin, o siyasal istikrar, ekonomik istikrar diye süslü lafların çok daha ötesinde gerçekten demokrasi adına çok iyi düzenlemeler yaptığı işte bununla da tevsik ediliyor. Hepinizin önünde, okuyun, bakın.
Dolayısıyla, tasarının aslında hazırlayanların kendi programlarında, parti programlarında söyledikleriyle çelişmesi sebebiyle belki ya bu tasarıdan haberleri yok ya da programlarından ya da parti programlarından yani Hükûmet programlarından ya da parti programlarından haberi yok. Orada yazılan ve söylenenle bugün tartıştığımız konuların hiç alakası yok, birbirine benzemiyorlar. Dolayısıyla, Sayın Başkanım, burada genel anlamıyla, alt komisyon sürecinde de burada da muhtemel olacakları düşündüğümüzde aslında bu tasarı, Türkiye'yi temel haklar, özgürlüklerin esas sınırlamaların istisna olduğu ilkesi kapsamında Türkiye'de çok daha geriye götürüldüğünü kabul etmek durumundayız ve gerekçesi de maalesef Hükûmetin kendine muhalif bir kesim olmasına tahammül edememesinden kaynaklandığını da ifade edebilirim, ekleyebilirim.
Sayın Başkanım, Hükûmetin uygulamalarına karşı tepki koyan, Hükûmetin uygulamalarını beğenmeyen her anlayışın darbeci olması mümkün mü? Maalesef Türkiye'de böyle bir süreç yaşanıyor. Eleştiriyorsunuz, darbeci oluyorsunuz; eleştiriyorsunuz, sözüm ona paralel yapıyla aynı kefede oluyorsunuz. Bu nasıl bir anlayıştır? Yani darbeci olmadan ya da sizin -o ağızları kastederek söylüyorum- ifadenizle "paralelci" olmadan bu Hükûmet eleştirilemez mi? Bu Hükûmetin yanlışları söylenemez mi bu ikisi olmadan? Böyle bir şey olabilir mi? Bu kabul edilebilir mi? Biz kabul etmiyoruz, biz darbeci değiliz.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak darbenin ne olduğunu gayet iyi biliriz ve hayatımız boyunca parti olarak hiçbir darbeciye madalya da vermedik. 27 Nisan bildirisine imza atan paşaya madalya verenler bu tasarının arkasındakiler. Onun için, bizim darbecilerle işimiz de yok, darbecilerin de Allah'ın izniyle karşısındayız. Biz, devletin hiyerarşisi dışında başka bir hiyerarşiyi de kabul etmiyoruz. Zaten bugün itirazlarımızın önemli bir bölümü de o. Devletin en ciddi kurumlarından birisinin, jandarma teşkilatının bugünkü reel ya da bugünkü cari ya da bugünkü gündemdeki gerekçeleri bahane etmek suretiyle siyasallaşmasına da karşıyız. Biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak okula, kışlaya ve camiye siyaset girmemesini düstur edinmiş bir partiyiz. Bu manada, onu da bir paralel anlayış olarak düşünürseniz sizin tarifinizle, biz Türk Silahlı Kuvvetlerinin paralel bir şekilde siyasallaşmasına sonuna kadar karşıyız, eleştirilerimiz de o yönde.
Evet, biz militarist bir parti değil, biz antimilitarist bir partiyiz. Biz, ordunun, ekonomide olmasını istemiyoruz, siyasette olmasını istemiyoruz, hukukta olmasını istemiyoruz; ordunun, kışlasında olmasını istiyoruz. Ordu, kışlasında işini yapsın, vatan savunmasıysa vatan savunması, kolluksa kolluk. Bunu yapsın ama gidişat maalesef bu yönde değil. Orduyu "ak jandarma" yapma anlayışı bunun içinde buram buram kokuyor, önümüze geliyor ve bunu görüyoruz biz. Bu yazıktır. Özcan Yeniçeri'nin ifadesiyle, biz aslında bu itirazlarımızı bugün iktidar partisi mensubu olarak bu sıralarda oturan arkadaşlarımız için de yapıyoruz. Yarın iktidar değiştiğinde... O "üniforma benzeri" diyor işte düzenlemenin içerisinde ya da "yüzünün bir kısmı" diyor, yarın eğer Adalet ve Kalkınma Partisi gibi ihtiraslı ya da onu yönetenler gibi devletin bütün kanallarını, bütün hücrelerini, bütün kılcal damarlarını ele geçirmek isteyen başka bir anlayış gelirse, Allah esirgesin, yarın belki başörtülü, peçeli insanları terörist diye ya da toplantı ve gösteri yürüyüşünün kenarından geçiyor diye belki başka muamelelere tabi tutacaklardır. Bu ifadeleri, bunları bile düzelttiremedik biz, bunları bile düzelttiremedik.
Biz, "kuş lastiği" deriz sapana. Herkes sapan diyor ama biz Osmaniye'de kuş lastiği deriz. Genel Başkanımız da Osmaniye'ye geldiğinde çarşıda pazarda esnafı gezerken o kuş lastiği satan dükkanların önünden geçerken görürse muhakkak 1 tane alır. Çok nostaljik bir şeydir bu kuş lastiği. Ya kuş lastiğini, toplantı ve gösteri yürüyüşü mahallinde, civarında taşırsanız, iki yıl altı aydan dört yıla kadar ama ruhsatsız tabanca taşırsanız bir ila üç yıl değil mi Cuma Bey?
CUMA İÇTEN (Diyarbakır) - Evet.
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) - Bir ila üç yıl.
Yani şimdi bunu bile anlatamadık. Yani hangi el yazıyor ki bu değişmiyor, hangi irade ki bu tasarının içerisinde biz bu iradenin üzerine çıkamıyoruz Meclis komisyonu olarak yetkimiz ve görevimiz olmasına rağmen? Bunları da değiştiremiyoruz. Nasıl yapalım? Buna müzakere mi diyoruz biz Allah aşkına! Sadece konuşuyoruz. Özcan Yeniçeri'nin de ifadesiyle tarihe not düşüyoruz.
6360 sayılı büyükşehir yasasıyla ilgili düzenleme geçerken bu Komisyonda -Sayın Bürge, yine aynı şekilde Başkan Vekiliydiniz değil mi efendim- o zaman çok söyledik "Yapmayın etmeyin." diye. Şimdi bunun için de ne var? Yatırım izleme koordinasyonuyla ilgili düzenleme var. O zaman arızalı demiştik. Bu getirdiğiniz çok mu düzgün sanıyorsunuz. Hangi devlette, hangi kurum da var valiye bağlı kamu tüzel kişiliğini haiz bir idari birim?
Ben mülki idare amiriyim. Milletvekili olmasaydım Sayın Bakana her gün birini gönderirdim beni vali yapsın diye. Yalan yok, bu kadar da seviyorum valiliği. Mesai arkadaşımız kendisi. Seviyorum, valilik müthiş bir görev, kaymakamlık, o da müthiş bir görev. Ama valilere bağlı böyle ucube bir kurumu idari sistemin içine nasıl monte edeceksiniz? Meclisi yok, encümeni yok, bir şeyi yok. Ne? Kamu tüzel kişiliğini haiz ve bir kişiye bağlı. Çok ilginç. O zaman söyledik bunu, yapmayın etmeyin diye. Dinlemediniz bizi. O zaman dedik ki: Ya, bu köyleri mahalle yapıyorsunuz. Köy muhtarının nikah yetkisi var, köy muhtarının defin ruhsatı verme yetkisi var. Ya, bu köylerin bir kısmı 50-60, belki daha fazla kilometrelerce ilçelere uzak, illere uzak mahalleler. Ana caddelerin büyükşehir sınırları içerisinde, büyükşehrin yetki alanında olduğunu düşünerek söylüyorum bunu, 500 kilometre mesafede belediye, büyükşehir belediyesi merkezine uzaklıkta cadde var. Kanalizasyon büyükşehrin görevi değil mi? 500 kilometre, 400 kilometre.
BAŞKAN - Ondan önce ilçe belediyesi var.
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) - Ana caddeler büyükşehrin sorumluluğunda Sayın Başkanım.
MEHMET ERDOĞAN (Muğla) - Köy yolları, büyükşehrin onlar.
BAŞKAN - Sen 500 kilometreyi söyledin diye söylüyorum, ondan önce ilçe belediyesi de var.
MEHMET ERDOĞAN (Muğla) - Hayır ama büyükşehir kanunuyla onları büyükşehre bırakıyor.
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) - Şimdi, bunları, Başkanım, bunu, hani şeyi söylemek için arz ediyorum. O zaman bu eleştiriler dikkate alınmadı. Şimdi bunun içerisinde yatırım izleme koordinasyon başkanlıklarını ıslah ediyorsunuz bir parça. İşte bir şeyler getirmişsiniz. O gün söylediklerimiz kale alınmadı, şimdi düzeltmeye çalışıyorsunuz, bu da arızalı. Köy muhtarlarının nikah kıyma yetkisi ya da definle ilgili -başka hususlar da var da aklımda kalanlar bunlar- onlarla ilgili şimdi belki aşağıda yemekte sayın Hükûmet yetkilisi arkadaşlarımız ifade ettiler, önergeler olacağından bahsettiler. Peki, yani niye şimdi burada konuşurken bunları düzeltmiyoruz da illa başımıza gelince. Muhalefetten geliyor diye... Biz gâvur çocuğu muyuz ya!
BAŞKAN - Estağfurullah, olur mu öyle bir şey.
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) - Yani, hani, sözümüzü dinlemiyorsunuz da onun için diyorum. Biz yanlış ağızlar mıyız, yanlış insanlar mıyız?
Fatma Şahin Hanımefendi, eski Aile ve Sosyal Politikalar Bakanımız geçen Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı olduktan sonra bir sohbet ettik. Bana diyor ki: "Hasan Hüseyin Bey, kanun çok kötüymüş."
CELAL DİNÇER (İstanbul) - Günaydın deseydin.
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) - "Çok kötüymüş, uygulamada zorlanıyoruz. " diyor. Bunu herkes biliyor çünkü Hükûmetin bu konuda bir çalışması olduğuna dair duyumlar da alıyoruz, henüz somut bir şey yok ama.
Şimdi, dedim ki: "Sayın Başkanım -ya da Sayın Bakanım- size bir jet uçağı alsak, Gaziantep'i yönetmek için size faydası olur mu?" "Yetişemem. Helikopter alsak yine yetişemem." dedi. Şimdi, bu kanunun içerisinde de böyle arızalar var. Bunlar geri gelecek buraya. Hani fare kafayı bulmuş da "O kedi buraya gelecek." diyormuş ya, bu kanun buraya geri gelecek. Bu anlayışla gelir. Dolayısıyla bunun geneli ile ilgili ya da alt komisyonla ilgili, alt komisyon çalışmalarıyla ilgili ya da tasarıyı hazırlayanların temel hak ve hürriyetlere bakışıyla ilgili çok açık, çok bariz, çok yanlış değerlendirmeler ve hükümler içermekte. O açıdan, buradan dönün, buradan dönün. Eğer çıkıp toplumun karşısına "Ya, biz bunu Cizre'de uygulayacağız." falan filan diyeceksiniz toplumu artık bununla kandıramazsınız. Öğleden önceki oturumun sonunda bir arkadaşımız, Komisyon üyesi olmayan bir milletvekili arkadaşımız dedi ki: "Biz Cizre meselesini hallettik." Yani devletin askeri, polisi, kaymakamı ve valisi dışında bir güç Cizre'de asayişle ilgili gerekli düzenlemeleri yaptığını söyledi. Bunu Mısır'da -onu değiştirelim, sizin Mısır'la aranız iyi değil. Nereyle iyi?- Katar'daki sağır sultan da duydu, Katar'daki sağır sultan da biliyor bunu.
Dolayısıyla, Sayın Başkanım, bu tasarı iktidar partisinin kendisine itiraz edecek insanları sindirmek için, "Toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılayım mı?" diye evinden çıkma teşebbüsünde bulunanların önüne konulması hâlinde asla ve kata çıkmayacağı... Bu, bazı sendikalar var, "Efendim, enflasyon yüzde 10, siz memura yüzde 3 veriyorsunuz." diye bisikletle falan yürümeye kalkıyorlar, şehrin muhtelif yerlerinde gösteri yapıyorlar, onları bile bu davranışlarından vazgeçirecek kadar tehlikeli bir düzenleme. Bu düzenleme gerçekleşirse Türkiye'de kimse Hükûmeti protesto edemez. "İstikrar, istikrar..." diyorsunuz. Yunanistan'da istikrar yok, evet, 25-30 bin dolar millî geliri var ama Yunanistan, işte, şimdi de cumhurbaşkanlığı seçimi dolayısıyla sıkıntıdalar ama o beğenmediğiniz, istikrarsız Yunanistan'da çiftçiler traktörleriyle Başbakanlık binasının etrafını çeviriyorlar. Daha doğuya gidin. İran'da yolsuzluk yaptı diye, bu 17-25 Aralıkta, Sayın Genel Başkanımızın ifadesiyle, bir şarlatanın, bakanları böyle rüşvete, yolsuzluğa bulaştırdığı iddia edilen bir şarlatanın ülkesinde Babek Zencani diye bir adam hapiste. Yolsuzlukla ilgili, İran Parlamentosundan 2 kere komisyon geldi bu ülkeye, bizim devletimize. Batı öyle, doğu öyle, biz neyiz, biz nereye gidiyoruz? Kimse itiraz etmesin, kimse bizim söylediklerimize itiraz etmesin. Din adamları bile sinmiş durumda. Kimi kendini peygamber yapıyor, kardeşini Hz. İbrahim yapıyor, kimi dokunan ibaret, kimi Allah'ın sıfatları, kimi ikinci peygamber. Din adamları bile... Ya il müftülerimiz 3.600 ek göstergenin sarhoşluğu içindeler ya da din görevlilerimiz maaşlarına yapılan zamların hatırına seslenmiyorlar ya da bazıları rüşvete bile fetva verecek kadar dinin dışına çıkmış adamlar. Bunlar bile sindirilmiş bir şekilde, kimi kömürün, makarnanın etkisiyle, kimi bu tür müeyyidelerin korkusuyla. Nereye gidiyoruz?
Çoğulcu demokrasi dediğimiz şey nedir biliyor musunuz? Herkes biliyor da ben tekrarlayayım. İktidardaki bir yapının meşru yollarla el değiştirebilmesine imkân tanıyan sistemdir çoğulcu demokrasi. İktidarlar değişecek. Nasıl değişir iktidarlar? Muhalefet partileri mi değiştirir iktidarları? Hayır, halk değiştirir. Nasıl değiştirir? Uygulanan politikaları beğenmez. Bu beğenilmeyen politikaları illa da iktidar muhalefet partileri dile getirmez, sivil toplum örgütleri dile getirir. Atıyorum, ziraat odaları, Eczacılar Birliği, Tabipler Birliği sorunlarını dile getirir. İşçi sendikaları, memur sendikaları dile getirirler, derler ki: "Hükûmetin bu uygulaması..." Bunu sadece dile getirmezler, bazen toplanırlar, gösteri yaparlar. Bunların hepsinin önü kapatılıyor. Artık, şu saatten sonra buna Hükûmetin hiçbir organı şu tanımlarla hiçbir türlü tepkiyi engelleyecek, kaynağında bastıracak kadar yetki sahibi oluyor.
Bize gözaltıyla ilgili süreleri gösteriyor, Avrupa'daki uygulamaları gösteriyor arkadaşlarımız, Hükûmet yetkilisi okudu oradan o zaman. Efendim, bakın polis burada da... Polis olmayıp da onu yani gece bekçileri mi toplayacak? Elbette polis. Biz kimin adına yaptığını soruyoruz. Savcı adına mı yapıyor? Yani bir yargısal sürecin sonunda mı gözaltına alınıyor, bunu söyleyin bize. Yoksa Almanya'daki "Landrat" mı söylüyor, kaymakam mı söylüyor "Gidin şunu gözaltına alın, bunu gözaltına alın." diye? Hayır. Buradaki süreçlerin hepsi yargısal, savcılar, hâkimler işin içinde. Kaldı ki, demokrasi anlayışı çok farklı, bizden çok farklı.
Bakın, orada, Almanya'da İslam karşıtlığına ilişkin Duisburg kentinde aylardır -toplana toplana 17-18 bine kadar sayıları çıktı- insanlar toplantı yapıyor ama hemen Köln'de de bizim insanlarımız, özellikle Türkler ama genel anlamda da Müslümanlar İslamofobi'ye karşı gösteriler yapıyor. Hiçbir şey de olmuyor, Hükûmet de bundan rahatsız değil, "Onlar da yapsın, onlar da yapsın." diyor. Tabii, biz Köln'deki gösterilerin çoğalmasını ve etkili olmasını istiyoruz ama Hükûmet bundan rahatsız değil. Türkiye'de yapamazsınız bunu, Türkiye'de benzer şeylere, yani aynı şeyi söylemiyorum ama benzer şeylere benzer şekilde tavır almak, tepki koymak çok zor; hele bu düzenlemelerden sonra, yani ya paralelci olacaksınız ya darbeci olacaksınız. Hükûmet maalesef bu paralelci diye, bir cemaatle ilgili öyle bir kampanya yaptı ki, yani şimdi bütün bu düzenlemelerle ilgili izahı getirdiğinde "Efendim, işte, cemaat, cemaat, cemaat..." Biz de ona şunu diyoruz, ya bunlarla siz beraber yaptınız, "Ne istedilerse verdik..." Siz en basit anlamda yardım ve yataklıktan bunlar kadar suçlusunuz. Yok. Hükûmet kurtlarla beraber olmuş, sürüye saldırmış, şimdi çobanla beraber olmuş ağlıyor. Ya böyle bir şey olabilir mi? Yani bizim aklımızla dalga geçmeye kalkıyorlar. Kurtlarla beraber olup süreye saldırmışlar -eğer dedikleri doğruysa, iddia ettikleri- şimdi de çobanla beraber sürüye ağlıyorlar. Hayırlı işler! İnanan var mı? Var. Cenab-ı Allah onların da taksiratını affetsin diyorum.
Şimdi, Sayın Başkanım, burada bu düzenlemenin içerisinde idari mercilere yargısal alandaki görevler aktarılmakta. Yani gözaltı yetkisi, adli kolluğun amiri gibi hususlar düzenlenmekte ve bunlar, buradaki görevliler mülki makamın tespit edeceği, yani kolluk amiri... Yani mülki makamlara verilmiş bir yetki, görev olarak karşımıza çıkıyor. Bu, alenen adli kollukta çift başlı bir yapı doğması demek, bu anlama geliyor ve bu, büyük çatışmaların, büyük kaosların başlangıç noktası. Yasama, yürütme ve yargı arasında Anayasa'mız bir hiyerarşi ortaya koymaksızın bunları devletin üç ana işlevi, üç ana gücü olarak tanzim etmiş ve bir hiyerarşi tesis etmemiş olmasına rağmen, bugün uygulamada maalesef yasamayla yürütme, yargıyla yürütme arasında zaman zaman sıkıntılar oluyor. Hükûmetin de zaten çeşitli yargı mercilerinin -özellikle Anayasa Mahkemesi ve diğer yüksek yargı mercileri başta olmak üzere- kararlarına ilişkin eleştirilerini duymuyor muyuz? Bu da yürütmeyle yargı arasındaki tartışma değil midir? Budur. Genel adını bu şekilde koyabiliriz.
Şimdi, bu düzenlemeyle siz valiye kolluk amiri yetkisi veriyorsunuz. Suçluyu yakalamayla ilgili kolluk güçlerine, adli kolluk güçlerine talimat verme yetkisi ve gözaltı yetkisi veriyorsunuz. Şimdi, bu ne anlama geliyor? Bu şu anlama geliyor: Yargı mensubu hâkim, savcıyla valinin tespit ettiği kolluk amiri arasında ortaya çıkacak ihtilaflar nasıl çözülecek? Bu ihtilafları nerede çözeceğiz? Ya da valinin tespit ettiği kolluk amirini -suçlunun yakalanmasıyla ilgili vazifelerinden dolayı- 4483'e göre mi yargılayacaksınız soruşturacaksınız, 2802'ye göre mi? Yani dedim ya, bu bir daha gelecek buraya diye, bu bir daha gelecek buraya. Yani bu süreç nasıl işleyecek? Biz bunu alt komisyonda da gördük. Yani okul kurmuşuz -tasarıyı hazırlayanlar gibi konuşuyorum- polis meslek yüksek okullarını kapatıp yerine polis meslek eğitim merkezi kuruyoruz., ya müdür kadrosu ihdas etmemişiz. Ya kim yazıyor bunu? Bu nasıl bir şey Başkanım? Yani bu Komisyona haksızlık değil mi bu?
Bir paragrafla, bir fıkrayla bir kanunun hükümlerini değiştiriyoruz, yani cümleleri birkaç kere okumazsanız anlayamıyorsunuz. Zorunlu olarak emekliliğe sevk edilen polis amirleriyle ilgili, polis müdürleriyle ilgili kadrosuzluk tazminatı öngörülmüş bir paragrafta -geçici 8'inci madde yanılmıyorsam- paragrafın ilk cümlesinde kadrosuzluk sebebiyle emekli edilenlere tazminatlar çeşitli oranlarda öngörülmüş ve emeklilik yaşına kadar bu ücretleri almalarına ilişkin hüküm tesis edilmiş ama alttaki cümlede de geri almışlar. Yani bir paragrafın iki cümlesine bakıyoruz, biri veriyor, öbürü de alıyor. Bunları söyledik, burada söyleyince arkadaşlarımız "Haa!" filan dediler, şimdi değiştirdiler. Hatta, ben de "Ya, ben bu tasarının tamamına karşıyım ama bu hususları size insanlık olsun diye hatırlatıyorum." dedim. Dolayısıyla, Sayın Başkanım, bu tasarı -yani adli alandaki vazifelerin yürütme, idare alanındaki kişilere yetkilerin verilmesi- inanılmaz bir kaosun başlangıcı. Bu bir çatışmaya... Zaten devletin kurumları çatışıyor. Yani, ağzını açtığı zaman arkadaşlarımız hep "İşte, Adana'da MİT tırları..." falan diyorlar. MİT tırlarıyla ilgili konuda jandarma, MİT, emniyet, savcı, ilin valisi karşı karşıya geldi ya, karşı karşıya geldi yahu. Böyle bir devlet düşünebiliyor musunuz, tahayyül edebiliyor musunuz? Devletin kurumları, devletin o kurumlarındaki görevlilerin ellerine silahları aldığı ya da birbirlerini darbettikleri söyleniyor. Bu, kabul edilebilir bir durum değil. Bir hükûmetin bağlı bakanlıklarında çalışan memurların, kurumlarda çalışan o bürokratların bu şekilde birbirleriyle karşı karşıya gelmeleri ya da 17-25 Aralık soruşturmalarıyla ilgili İstanbul'da benzer durumların yaşanması ya da kapıların kırılarak savcının odasından bilmem belgelerin alınması, vesaire gibi sözler, söylemler, bunlar çok kötü. Devletin şakülü kaymış, kayıyor, ekseninden çıkmış devlet. Dolayısıyla, bu düzenlemeyle yargısal alandaki yetkilerin idari alandaki görevlilere bu şekilde gelişigüzel, üzerinde düşünülmeden, tartışılmadan ya da eleştirileri dikkate almadan verilmesi ve bu şekilde yasalaşması yeni kaosların kapısını açmaktan başka anlama gelmez; bu, budur bence.
Diğer taraftan, emniyetteki personelin; 4, 3, 2 ve 1'inci sınıf emniyet müdürü olup da bazı görevlerde bulunmayanların üç ay içerisinde emekli ediliyor olması, terfi sisteminin, rütbelerde en az bekleme sürelerinin değiştirilmesi, özellikle 1'inci sınıfa yükselmenin daha az sürede olması ya da (A) ve (B) sınıfı kadrolarla ilgili eskiden alınmış komiser yardımcılarının, Orta-K denilenlerin terfilerinin bir noktada kalıp onlardan sonra aynı şekilde alınanların terfilerinin mümkün kılınması ya da polis meslek yüksekokullarında şu anda okuyan çocukların mezun olduklarında bir sınava tabi tutulacak olmaları... Ki bunlar o okullara girerken böyle bir sınav söz konusu değildi -Sayın Cumhurbaşkanının ifadesiyle, aynen de öyle, maç devam ederken kural değişmiş oluyor- onların sınava tabi tutulması, şu anda yapılan sınavla alınanların eğitimini tamamladıktan sonra böyle bir sınava tabi tutulmayacak olmaları çok enteresan, çok enteresan bir şey bu yani bu çok sırıtıyor, çok sırıtıyor. Bütün terfilerin birkaç tane imtihana tabi tutulması ya da sınavların daha çok mülakat olması, bunlar çok sırıtıyor, bunlar tam bir "Evet, benimle ilgili işlemlere imza atmadıysan, benimle ilgili iyi düşünüyorsan ya da benim gibi düşünüyorsan terfi edebilirsin, yoksa edemezsin." Başka bir anlamı yok bunun. Burada bunlar yapılıyor.
Okullar kapatılıyor. Okulların kapatılmasıyla ilgili ısrarımız, muhalefet ısrarımız devam ediyor Başkanım çünkü bakın, bu kolejlerde ya da devletin başka kurumlarında gerçekten illegal yapılar varsa devletin vazifesi bunları çıkarmak. Hükûmet bundan birinci derecede sorumlu ve yetkili, görev de onun ama bu yapılmıyor.
Paralel yapı... Bir kısım medya var. "Paralel yapı bizi dinlemiş." Bir bakıyorsunuz 7 bin kişi dinlemiş, bir bakıyorsunuz 110 bin kişi dinlemiş. Öyle bir hava veriyorlar ki hepimiz dinlenmişiz. Bir jandarma komutanı arkadaşımı ziyarete gitmiştim. Öğlen yemeği yiyoruz. Dedi ki: "Ya, dün pizza söyledim öğlen yemeği için. Pizzacıya ne oluyor, ne bitiyor, falan diye sorduğumda bana dedi ki 'Ya, komutanım beni de dinliyorlar galiba.'" Pizzacının kendisini dinleniyor diye düşündüğü bir atmosfer. Bundan muhalefet sorumlu değil, sakın kimse dönüp de muhalefete bir laf etmeye kalkmasın. Bunun sorumlusu Hükûmet, siyasi sorumlusu Hükûmet, hatta bazı noktalarda hukuki sorumlusu da Hükûmet. Hükûmet verecek bunun hesabını. Hükûmet diyor ki: Efendim, bu yasa dışı dinlemeleri paralel yapı yaptı. Güzel.
İki husus paylaşmak istiyorum sizinle. Birisi: Geçtiğimiz hafta sonu Hürriyet gazetesinde çarşaf çarşaf yayınlandı. Adalet ve Kalkınma Partisinin Anayasa Mahkemesinde görülmekte olan kapatma davasıyla ilgili Anayasa Mahkemesi üyeleri dinlenmiş yasa dışı şekilde. Başkasının ismini vermişler, IMEI numarasını vermek suretiyle numarayı gizlemişler, vesair vesair malum usullerle. Anayasa Mahkemesi üyeleri dinlenmiş. Şimdi, Adalet ve Kalkınma Partisinin Anayasa Mahkemesinde kapatma davası takip ediliyor. Kapatma davası arifesinde toplum, yasa dışı dinleme var. Bunu Adalet ve Kalkınma Partisinin dinleme ihtimali yok, paralel yapı dinliyor, öyle mi? Buna pışık denir, buna pışık denir.
Milliyetçi Hareket Partisinin 2011 yılında milletvekili adayları dinlendi, milletvekili adayları. Sayın Bakana bu konuyla ilgili bazı hususları paylaşmak için birkaç kere teşebbüs ettim ama anlatamadım, nasip olmadı. Milletvekili adayı arkadaşlarımız dinlenmiş. Paralel yapı niye dinlesin bizim milletvekilimizi? Ama milletvekilimiz dosyaya eriştiğinde görmüş ki yapılmış olan bütün dinlemeler siyasi faaliyetlerle ilgili. Şu odayı ziyarete gitti, şu hatırlı kişiyle görüştü. Paralel yapının ne işine yarar bu? Milliyetçi Hareket Partisinin binasının önünde siyah camlı otobüsün, minibüsün, otomobilin plakası verildi, daha bir sonuç alamadık biz. 2011 yılında Milliyetçi Hareket Partisi yöneticileriyle ilgili medyaya, İnternet medyasına düşen görüntülerle ilgili adamın ismini verdik. Kredi kartıyla o görüntülerin yayınlanması için ödeme yaptığı siteye ilişkin belgeleri sunduk. Duydunuz mu bu adamla ilgili bir adli süreç? Kim dinliyor bu memleketi? Bu memleketi kimin dinlediği belli. Ana muhalefet partisinin lideriyle ilgili görüntüleri gözlüğünü çıkarıp çıkarıp izleyen birinin de ne olduğunu gördük, bu görüntüleri de Türkiye, dünya seyretti. Dinleyen belli, ona buna iftira atmaya gerek yok. Dolayısıyla, bunlara sessiz kalmamız hususunda kimse bize telkinde de bulunmasın, tavsiyede de bulunmasın. Biz Allah'tan korkarız.
Sayın Başkanım, jandarma teşkilatıyla ilgili düzenleme de tıpkı emniyetle ilgili düzenlemede olduğu gibi bir ak polis oluşturma çabasının uzantısı, bir ak jandarma oluşturma niyetinden ibarettir. Jandarma teşkilatının siyasallaşması amaçlanmaktadır. Jandarma teşkilatının il ve ilçe başkanlarının gözünün içine bakar hâle getirilmesi hedeflenmektedir. Jandarma teşkilatının PKK'yı rahatsız etmesinden rahatsız olunmaktadır. Dolayısıyla, bu düzenleme jandarma teşkilatının siyasal iktidarın tam anlamıyla eline geçmesi, kontrol etmesi için getirilmiştir. Kendi içinde de çelişkileri vardır. Generalleri başkası atayacak, albay ve aşağısını başkası atayacak. Generaller ile albaylar nasıl çalışacaklar taşrada? Birinin patronu başka -tabirimi hoşgörün- birinin patronu başka. Nasıl ahenk sağlayacaksınız? Bu, kendi içinde bile arızalı bir yaklaşım. Evet, kolluk sivilleşmeli. Mecburi askerlik vazifesini yapan çocuktan, gencimizden kolluk olmaz, bunu kabul ediyorum ama gerekçe o değil, niyet de o değil.
Bakın, Zeytinburnu Milliyetçi Hareket Partisi teşkilatı Cumhurbaşkanımız Sayın Tayyip Erdoğan'ın bir vecizesini yazdı binanın önüne, kocaman bir afiş. Sayın Cumhurbaşkanımız zamanında söylemişti, sonuna kadar da katıldığımız bir yaklaşım. Afişte diyor ki: "Hırsızlık babadan oğula geçer, oğuldan babaya geçmez." Bizim arkadaşlarımız da bunu asmışlar. Cumhurbaşkanımız ne kadar güzel bir söz söylemiş ama polisin birisi bunu vazife edindi, indirdi. Şimdi, bunu jandarmaya yaptıracaklar. Bağcılar ilçe teşkilatımız da yine Sayın Cumhurbaşkanımızın bir vecizesini asmış. Diyor ki o vecizesinde Sayın Cumhurbaşkanımız: "Bir gün Tayyip Erdoğan zengin olmuş derlerse bilin ki bir hırsızlık vardır, haram vardır." mealinde bir söz. Bağcılar İlçe Başkanımız da bunu yazmış, Cumhurbaşkanımız söylüyorsa bu önemli bir söz, hepimizin dikkate alması lazım. Polis geldi, bunu da indirdi. Nasıl indirirsiniz siz Cumhurbaşkanının sözünü? Mahkeme kararı yok, suç unsuru yok, Cumhurbaşkanımızın sözü. Polis indiriyor, kendine vazife addediyor, diyor ki: "Acaba şuraya mı yorumlanır, buraya mı yorumlanır?" Şimdi, jandarmayı da bu şekilde ak jandarma yapmak istiyorlar. Onun için bu bölümü de arızalı. Dolayısıyla, tasarının içerisinde maddeler geldikçe ifade edeceğiz ama geneli üzerine bu dört ana eksenle ilgili çok ağır endişelerimiz, kaygılarımız ve eleştirilerimiz var.
Nüfusla ilgili düzenlemelerde de var benzer eleştirilerimiz. Özellikle soy ismiyle ilgili idari mercilerce bir düzeltmenin istismar edileceğine ilişkin endişelerimiz var. Türkiye birkaç yıldan beri dille ilgili, yer isimleriyle ilgili bir tartışma süreci yaşıyor. Bu konuda bizim kaygılarımızı, endişelerimizi şu ana kadar tatmin eden bir açıklama gelmedi. Eğer bu düzenleme gerçekleşirse belki çok daha farklı şeyler olacak, o komik ya da ahlak dışı, edep dışı isimler dışında başka şeyler de olacak, onun kapısı aralanacak çünkü bu bir idari süreç. Kaldı ki soy ismiyle ilgili yaklaşımımız bizim, soy ismi bir sosyolojik bağ içeriyor, aileyle bağı içeriyor, devletin bütün kurumlarıyla tamam, TC kimlik numarasını unutmuyoruz ama soy isminin de önemli bir şey olduğunu hepimiz biliyoruz. Bunun bu kadar kolay değiştirilmesinin sakıncalı olduğunu düşünüyoruz. Gelin, yine yargı yapsın bu işi. Harçları kaldıralım, masraflarını kaldıralım bu vatandaşların. Yargı güzelce bu işin sürecini takip etsin.
Dille ilgili bir tartışma var. Osmanlıca, Osmanlıca... Osmanlıca diye bir dil olmadığını herkes söylüyor. Osmanlıcanın bugünkü Türkçeden tek farkı alfabe, Arap alfabesi. Arap alfabesinin olduğu dönemde Türkiye'de okuryazar oranı yüzde 10 -ben abartarak söyledim- ve Abdülhamit 2 kere Latin alfabelerine geçme teşebbüsünde bulunmuş bir padişahtır. Fatih Sultan Mehmet Şah İsmail'e yazmış olduğu mektubu Uygur alfabesiyle yazmıştır. Tartışılan şey alfabe, dil değil. Biz İngiltere'ye gittik, kütüphanelere girdiğimizde bize eski, orijinal baskısıyla Shakespeare'in vesairenin eserlerini verdiler. İngilizlere verdik, onlar da okuyamadı. Dil yaşayan bir şeydir, yüz yıl evvel, iki yüz yıl evvel kullanılan kelimeler kullanılmıyor, değişiyor, İngiliz bile kendi İngilizce kitabını okuyamadı. Osmanlıca dediğiniz şey budur. Dil yaşayan bir şey, değişebilir, teknoloji değişiyor. Bundan yüz yıl evvel "mesaj atmak" diye bir kavram yoktu ama telefonla, bilgisayarla mesaj atmak diye bir kavram doğdu. Teknoloji kültürü, dili etkiliyor, değişiyor dil. Shakespeare döneminde "mesaj atmak" deseniz, Shakespeare bakardı size herhâlde garip garip "Ne demek istiyor bu?" diye. Dolayısıyla, dille ilgili bir oyun da oynanıyor. Biz bu nüfusla ilgili düzenlemenin bu oyunun bir parçası olmasından endişe ediyoruz, söylediğimiz şey bu, o sebeple orada da arıza var.
Hükûmetin, tasarının içinde olmasını umduğumuz ama göremediğimiz ve çok üzüldüğümüz eksikleri var burada. Yani, şimdi, pasaportu, ehliyeti vesair vazifeleri nüfus idarelerine yükleyeceğiz, nüfus idarelerinde çalışan o memur arkadaşlarımızın ne ek göstergeleri ne fazla mesaileri, bunların hiçbirisiyle ilgili bir düzenleme yok. Yani, bu nüfus memurları köle midir? Angarya suç değil mi Anayasa'ya göre, yasak değil mi? Hiçbir şey yok. Ne yapacak? Ben kaymakamlık yaptım, cumartesi çağırırım, nüfus müdürü de gelirdi -Allah razı olsun, haklarını helal etsinler- memur da gelirdi. E, okullar açılıyor, hurra nüfus müdürlükleri; seçim var, nüfus müdürlükleri; sayım var, nüfus müdürlükleri, neyse... Bu insanlara biraz bazı şeyler vermek lazım. Ne müdürlerine bir şey var... İl nüfus ve vatandaşlık müdürünün sıfatı nedir? Esamesi okunmuyor il protokolünde. Bence bu nüfus hizmetlerini müftüye verelim, müftünün ek göstergesi daha yakınlarda 3600 oldu, belki nüfus müdürlerini o arada kurtarırız Sayın Bakanım. Yalan mı şimdi gülüyorsunuz ama?
BAŞKAN - Sayın Bakan topluca cevap verecek Sayın Türkoğlu.
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) - Yani, ama yazık, yazık bu nüfus müdürlerine, çalışma şartları ağır. Burada yeni vazifeleri için bin kadro öngörüyorsunuz, önerge verdik bunu artıralım diye. Yani, bu kötü bir şey değil ya, biz de İçişlerinden geliyoruz, sorunları, sıkıntıları biz de duyuyoruz, Sayın Bakanım da duyuyor, Komisyon Başkanımız da duyuyor. Yani, ne olur biraz artırın ya, sorunu çözelim ya, sorunu çözelim; yok, ona da itiraz.
Polisler, üniversiteyi bitirmişi yüzde 86'ydı, 90 diyorlar bugünlerde oranına, Sayın Bakan sunumunda 90 civarında dedi. Bu insanların ek göstergeleri 3600 olsun. "Ya, çalışana maaş istemiyoruz, zam istemiyoruz." diyor, "ek gösterge" diyor. Bu söz verildi, bu söz 2007 yılında, sekiz yıl evvel verildi. Yok, aylardır, yıllardır, ben milletvekili olduğumdan beri polis arkadaşlarımızın bu taleplerini dile getiriyoruz, işte biz dile getirince onlar biraz mutlu oluyor, iki üç gün öyle geçiyor ama her gün polis memuru intiharı geliyor benim cep telefonuma mesajla. Şu geçtiğimiz bir hafta içerisinde 3 tane daha mesaj geldi intihar eden, Kırıkkale'de, Diyarbakır'da ve Antalya'da yanılmıyorsam. Ya, verin bu insanlara, ne olur, 3600? Emeklilikte istiyorlar üstelik.
BAŞKAN - Sayın Türkoğlu, toparlayabilir miyiz lütfen.
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) - Toparlayacağım efendim.
Sayın Başkanım, sizin de malumunuz, Sayın Bakanımızın da malumu, bu Komisyon üyesi arkadaşlarımızın da malumu, Sayın Erdoğan'ın da ifade ettiği, diğer arkadaşlarımız da muhtemelen ifade etmişlerdir, bulunmadığım bölüm için bilemiyorum ama mülki idare amirleri... Mülki idare amirlerinin özlük haklarıyla ilgili, özellikle ek gösterge talepleri ve adli personelle olan dengenin bozulmuş olması ve bunun düzeltilmesine ilişkin talepleri yıllardır dile getiriliyor, hiç de "hayır" denmiyor ama bir türlü de olmuyor, bu artık bu gündemden düşmeli. Yani, birinci sınıf mülki idare amiri ile mesleğine yeni başlamış bir hâkimin aynı gelir grubunda olması, aynı ücret skalasında birbirine çok yakın olması -eşit değil ama- çok yanlış bir şey. Bütün ilçenin -valinin dışında vali yardımcıları için söylüyorum- ilin sorumluluğunu, kamu kurumlarının sorumluluğunu verdiğiniz, sayıları toplasanız 1.500 kişiyi bulmayacak insanların, toplam sayısı bu kadar olan insanın bu talebini duymazlıktan gelmek, bu talebine cevap vermemek çok yanlış. Bu, bu sefer olmalı Sayın Başkanım ve Sayın Bakanım. Bununla ilgili alt komisyonda önerge verdik, burada da vereceğiz önergemizi ve takip de edeceğiz. İnanın, bununla ilgili olumlu bir tavrınız olacaksa biz katkıda bulunmaya hazırız, hemen de önergelerimizi çekeriz, isterse "Hükûmet kanadından geldi ve oradan kabul edildi." densin. Bir haksızlığın, bir adaletsizliğin giderilmesi noktasında kim yaparsa yapsın hem teşekkür ederiz, elini sıkarız hem de alkışlarız, bundan emin olun ama bu olmazsa da en yüksek perdeden de itiraz ederiz. Mülki idare amirlerine yapmayın bu zulmü. Bu Hükûmetin politikalarını, bu hükûmetlerin, 58'inci Hükûmetten bu yana bütün hükûmetlerin politikalarının uygulanmasında en önemli kurumların başında, kendi siyasi anlayışını temsil eden kişilerin hemen yanındaki bürokratların önemli bir bölümü mülki idare amirleriydi. Yani, eğer bugün 5'inci Hükûmetini kurmuş ise Adalet ve Kalkınma Partisi, bu arkadaşların bu partiye, Hükûmet politikalarını uygulama noktasında -Hükûmet politikaları diyorum özellikle çünkü Hükûmet politikaları, Hükûmet programı Parlamentoda kabul edildikten sonra artık o bir resmî belgedir ve ona herkes uymak durumundadır, yürütme alanındaki herkes- en önemli katkıyı yapan mülki idare amirleridir. Bu mülki idare amirlerine bunu yapmayın. Artık onlar da emekli olduklarında "Ya, ben çocuğumu okutabilir miyim? Ya, ben bu parayla geçinebilir miyim?" endişesinden uzak bir şekilde gönül rahatlığıyla dilekçelerini verip emekli olabilmenin yolunu hemen bulabilmeliler. Yoksa Sayın Bakan, en fazla sizin başınız ağrır çünkü kaymakam olmak ile vali olmak ya da vali yardımcısı olmak ile vali olmak arasındaki farkı en iyi siz biliyorsunuz. Dolayısıyla, bütün bunlar, bütün bu meslek camiası vali olacağız diye, terfi edeceğiz diye en fazla sizin kapınızı zorlarlar, aşındırırlar ya da onların yakınlarındaki insanlar, hepsi için söylemiyorum ama önemli bir bölümü. Dolayısıyla, mülki idare amirleriyle ilgili çok fazla tartışmaya da hacet yok, artık bu iş pişti, olgunlaştı. Hepimizin aklında, kafasında aynı şey var, bunu da düzeltin artık Sayın Bakanım, Hükûmetinizden böyle bir beklentimiz var.
Bu düşüncelerle tasarının geneli üzerinde olumsuz bir kanaat, hatta olumsuzdan daha öteye tehlikeli bir düzenleme olduğu fikriyle sözlerimi tamamlıyorum. Sabrınız için teşekkür ederim Sayın Başkanım.