KOMİSYON KONUŞMASI

MUSTAFA İSEN (Sakarya) - Ben soru sormayacağım ama tam da bu Balkan meselesiyle ilgili birtakım değerlendirmeler yapacağım.

Türkiye'de kamuoyuna çok fazla yansımadı, aslında 15 Temmuz sonrası Türkiye'nin, başta AB ülkeleri olmak üzere, yalnızlaştırılmasına yönelik politikaların Balkan bağlamından hareketle tutmadığına vurgu yapmak istiyorum. Şu anda Yunanistan hariç tutulacak olursa, Balkanlarla ilişkilerde -bilmiyorum Sayın Müsteşarım, katılacak mısınız- Türkiye en iyi dönemini yaşıyor. Yani buna bir örnek söyleyeceğim. Ben Genel Sekreter olarak 100 kadar devlet başkanı karşılamışımdır, 50 kadar ülkeye de bizatihi ziyarette bulunmuşumdur. Bundan iki ay önce Sırbistan'a bir ziyaret gerçekleştirdi Sayın Cumhurbaşkanı ve ben de o ziyarette bulundum. Sırbistan'ı da çok yakın tanırım, 80'li yıllardan beri tanırım. 80'li yıllarda Belgrad Üniversitesinde öğretim üyesi olarak çalışmıştım ve fevkalade negatif bir bakış açısı vardır Türkiye'ye, ta Osmanlı'dan kaynaklanan bir bakış açısı. Ukrayna'daki programlar uzadı, gece saat birde Belgrad Havaalanına inildi. Gece saat birde, uçağın kapısında -ki cumhurbaşkanı böyle karşılanmaz, havaalanında bir refakatçi bakan karşılar- havaalanında Cumhurbaşkanı, Başbakan ve istisnasız kabine Cumhurbaşkanını karşıladılar. Sonra söylediklerinden falan vazgeçiyorum yani bunun diplomasi tarihinde karşılığı yoktur.

Buradan hareketle şunu söylemek istiyorum: Türkiye'ye yönelik son derece hayranlık dolu bir bakış açısı var. Bunu Avrupa ülkeleri şimdi "Türkiye Balkanları yeniden kontrol altına alıyor, satın alıyor." gibi bir negatif perspektifle yaklaşarak ifade ediyorlar. Bu asla doğru değildir. Ama Türkiye 94'te bu bağımsızlık sonrası Balkanlara yönelik bir girişimde bulundu Balkan ülkelerinde etkin olmak üzere. Sonra bu, başta Almanya olmak üzere, başka Avrupa ülkelerinin bir karşı veya birlikte atraksiyonuyla bir süre geriye gitti. Şimdi yeniden Türkiye bu bölgede ciddi şekilde inisiyatif kazanıyor. Bence, sadece burada değil, yani hükûmetlerin, dış politikanın temel hedefi, durgun suya atılmış bir taş gibi önce en yakından başlayarak bir dost kuşak oluşturmak şeklindedir. Balkanlarda böyle. Yukarıya çıkalım, Ukrayna da böyle. Yukarıya çıkalım, yan tarafa geçelim, Rusya da böyle. Üstelik de dış politikada bir ülkeyle iyi olursanız, onun hasım olduğu ülkeyle zor iyi olursunuz. Türkiye Ukrayna'ya da sözünü dinletiyor, Rusya'ya da sözünü dinletiyor bu iki ülke birbirine son derece hasım olmalarına, savaşıyor olmalarına rağmen, yani hasmın ötesinde. Orta Asya'yla ilişkiler fevkalade iyi bir düzeyde seyrediyor. Orta Doğu'da -işte bir iki ülkeyi hariç tutacak olursak- bu ilişkilerin iyi seyrettiğini söyleyebilirim ve buna bağlı olarak şimdi Avrupa ülkeleri "Biz Türkiye'ye yönelik bu politikalarda yanlış yaptık, bu yanlıştan dönmeliyiz." diye... Bu, bu kadar açık işte Alman Dışişleri Bakanı Gabriel'in bundan on beş yirmi gün önce söylediği -yani eski, eski dediğim üç ay önceki Başbakan- "Yani biz Türkiye'ye yönelik politikalarda yanlış yaptık. Bu politikalar sonuç itibarıyla Rusya'nın işine yaradı. Politikaları yeniden gözden geçirmeliyiz." gibi bir yaklaşıma getirmiştir ikinci kuşakta, o havuza atılmış taş hikâyesinden düşünecek olursak ikinci kuşak çerçevesi içinde.

Burada daha geniş tahlillere girmek istemiyorum ama elde edilen bir somut başarı vardır. Türkiye bu somut başarıyı görmüyor. Ben biraz, Avrupa Birliğinin bu Varna Toplantısı'nda ortaya çıkan tabloyu... Yani hanımefendiye katılıyorum, belki bunun çok somut girdileri yok ama bu gibi uluslararası ilişkilerde zaten bir toplantıda da somut girdi elde etmek mümkün değildir. Ben elde edilen psikolojik havadan Türkiye'nin lehine bir tablo ortaya çıkmıştır diye düşünüyorum ve bunun devamında da birtakım somut çıktılar olabilir kanaatindeyim.

Teşekkür ederim.