| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | |
| Dönemi | : | 24 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 03 .11.2014 |
MUSA ÇAM (İzmir) - Sayın Başkan, Plan ve Bütçe Komisyonunun saygıdeğer üyeleri, Sayın Bakan, kamu kurum ve kuruluşlarının çok değerli yöneticileri, değerli çalışanlar, basınımızın değerli emekçileri; hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum, iyi akşamlar diliyorum.
24'üncü Dönem Parlamentosunun son bütçesini görüşüyoruz. Önümüzdeki dönem, 25'inci Dönemde burada oluruz olmayız, bu bütçenin ülkemize, halkımıza, yurttaşlarımıza, Maliye Bakanlığımıza, Hükûmete, hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum. Ancak bu hayırlı uğurlu olmasının hemen arkasında çok iyi bir başlangıç yapamadığımızı da söylemek istiyorum. Ne yazık ki ülke olarak büyük üzüntüler yaşıyoruz değerli arkadaşlar. 13 Mayısta Soma'da, 6 Eylülde İstanbul Torunlar Plazada, geçen hafta da Ermenek'te yaşanan facia cumhuriyetimizin kuruluş yıl dönümünü hüzne, üzüntüye ve yasa boğdu.
Nedense işverenlerinin neredeyse tamamı AKP'ye ve Hükûmete yakın iş adamlarının bulunduğu, çalıştırdıkları iş yerlerinde bu iş cinayetleri gerçekleşti. "Maksimum kâr, minimum işçi güvenliği" sloganıyla işini yürüten iş yerlerinde yüzlerce emekçimiz cinayetlere kurban gidiyor. Sorumluların yaşanan cinayetler karşısındaki aymaz tutumları, yandaşa rant yaratmaya dayalı bu ekonomik düzenin önümüzdeki günlerde de masum emekçilerin canını almaya, kanını akıtmaya devam edeceğini gösteriyor. Daha Ermenek'te ne olduğunu anlamaya fırsat bulamadan bir başka kara haber de Yalvaç'tan geldi. 27 kişi kapasiteli bir midibüse bindirilen, bir lokma ekmek için memleketlerini terk edip gelen 45 mevsimlik işçinin 16'sını kaybettik. Orada da çok büyük bir ihmal, çok büyük bir kusurun olduğu muhakkak. Sorumluların cezalandırılmasını bekliyoruz. Kaybettiğimiz işçilerimizin ailelerine ve tüm ulusumuza başsağlığı diliyorum.
Demokratik ülkelerde kamu gelirlerinin toplanması ve toplanan gelirlerin nasıl kullanılacağına karar verme yani bütçe yapma yetkisi halkımıza aittir. Temsili demokrasiler bütçe hakkını halkın temsilcilerinin oluşturduğu meclisler vasıtasıyla gerçekleştirir. Milletvekilleri bütçe hakkından kaynaklanan yetkilerini ne kadar etkili bir şekilde kullanabilirse, temsil ettiği vatandaş iradesi de o kadar etkili bir şekilde Meclisin alacağı kararlara yansır. Bütçe, Meclisin Hükûmet üzerindeki denetiminin önemli araçlarından birisidir. Yasama organına tanınan bütçe hakkı, sadece bütçenin yapımını değil, bütçenin uygulanmasının denetlenmesini de kapsar. Ne yazık ki, Sayıştay raporlarını bir takım ayak oyunlarıyla Türkiye Büyük Millet Meclisinden saklayarak yüce Meclisin bütçe hakkı elinden alınmıştır. Meclis hiçe sayılmıştır.
Bu Hükûmetin Sayıştay raporlarının bu Meclise gelmesini niçin engellediğini de biliyoruz. 2 AKP ileri geleni geçtiğimiz yıl bir telefon konuşmasında ne diyordu: "İyi ki bu raporlar gelmedi, gelseydi Mecliste bizi duman ederlerdi." Bu 2 AKP milletvekili arasında geçen konuşma.
Duman olmamak, yolsuzluklara devam edebilmek için Meclisin bütçe hakkını sadece gelecek yılın bütçe büyüklükleri üzerinde konuşma düzeyine indirerek demokrasimize çok büyük bir darbe vurdunuz. Demokrasinin evrensel ilkelerini, hukuku, Anayasa'yı, yasaları ayaklar altına aldınız. Meclise hesap vermeyen bir hükûmetin meşruiyeti tartışılır değerli arkadaşlar.
Artık şu iyice ortaya çıktı ki AKP parasal işlemler üzerindeki denetimi yok etmeye çalışıyor. Bu yüzden de uzun bir zamandır sistemli ve bilinçli bir şekilde Sayıştayı kadük etmek için de uğraşıyor ve büyük bir çaba gösteriyor. Ne kadar saklarsanız saklayın "Gerçeğin ömrü sonsuzdur." derler. Gerçek nasıl olsa bir gün ortaya çıkacak ve bu Hükûmet hukuksuz, yasa dışı tutumunun hesabını bu halka er veya geç verecektir. Bir ülke sonsuza kadar orman kanunlarıyla yönetilemez. 17-25 Aralıkta olduğu gibi nasıl olsa bir gün yine ayaklarınız bir yerlere dolaşacak ve yine yakayı ele vereceksiniz.
Bütçeler, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Hükûmet üzerinde bir denetim aracı olmakla birlikte, ekonomi politikalarının uygulanmasında, kamu yönetiminde verimlilik ve etkinliğin sağlanmasında önemli bir araçtır. Maliye politikaları, ekonomik büyüme, kalkınma, ekonomik istikrar, gelir dağılımı hedeflerine ulaşmada kullanılan bir politika aracı olarak bilinir. Hükûmetler, vergi, kamu harcamaları, bütçe, borçlanma ve borç yönetimi gibi araçları kullanarak genel ekonomi üzerinde etkili olabilirler. Bu yüzden de bütçeyi konuşurken, sadece bütçe büyüklüklerini değil, ekonominin tümünü konuşuyoruz ve konuşmalıyız. Hükûmetler, bütçeyle ilgili tercihleriyle sadece ekonomik gelişmeleri değil, yaşamın diğer alanlarındaki gelişmeleri de olumlu ya da olumsuz yönde etkileyebiliyorlar.
2001 krizinde dibe vuran Türkiye ekonomisi sonraki yıllarda yüksek sayılabilecek oranlarda ekonomik büyüme sağladı, bunu söylüyoruz. Ancak son yıllarda Türkiye büyüme dinamizmini tamamen kaybetti. Sayın Bakan Komisyonda yaptığı sunuş konuşmasının 10'uncu sayfasında ılımlı ve dengeli bir büyümeden söz etti ve 2014 yılı için öngörülen yüzde 3,3 oranındaki büyüme için "yadsınamayacak bir başarı" tanımlamasını gerçekleştirdiğini söylediniz. Aslında ortada başarı yok, aksine başarısızlık var. Millî gelirin yüzde 6'sına yakın bir cari işlemler açığı verilecek olan 2014 yılında yüzde 3,3'lük büyüme için güzellemeler yapıp oturmak, geleceği tehlikeye atmak demektir arkadaşlar.
Düşük büyümeyi "ılımlı ve dengeli" diyerek gizleyemezsiniz Sayın Bakan. Türkiye ekonomisi artık büyüyemiyor, büyüme dinamizmini kaybetti. Bu Hükûmetin de ekonominin yeniden büyüme sürecine girmesini sağlayacak bir programını da ne yazık ki göremiyoruz.
Son yıllarını "kupon arsa" peşinde koşmakla geçiren bir Hükûmetten de Türkiye'yi yeniden büyüme sürecine sokacak kapsamlı ve uzun soluklu bir ekonomik programı beklemek biraz iyi niyetlilik olur diye düşünüyorum. 2014 yılı için yapılan yüzde 3,3 tahmini gerçekleşirse, 2007-2014 yılları arasında yani son sekiz yılda Türkiye ekonomisinin yıllık ortalama büyüme hızı yüzde 3,4 civarında kalacak. Yıllık ortalama nüfus artışının yüzde 1,3 civarında olduğunu düşünürsek, reel büyüme yüzde 2 civarında kalıyor demektir. Son üç yılın yani 2012-2013-2014 yıllarının ortalama büyümesi ise yüzde 3,1 civarında kalıyor. Yine nüfus artışını da dikkate alırsak reel büyüme, yani kişi başına düşen gelirdeki büyüme yüzde 1 civarına iniyor.
Son sekiz yılda Türkiye ekonomisindeki büyüme bu dönemde verilen cari işlemler açığının bile altında kaldı. Öyle ki Türkiye'nin millî gelirinde bir önceki yıla göre artış verilen cari işlemler açığını bile karşılamıyor. Örneğin, 2011 yılında 75 milyar dolar cari işlemler açığı verilmiş, millî gelirde yaşanan artış 42 milyar dolar, 2012 yılında 48,5 milyar dolar cari işlemler açığı verilmiş, millî gelirde yaşanan artış 12,3 milyar dolar, 2013 yılında 65 milyar dolar açık verilmiş, millî gelirde sadece 35 milyar dolar artış olmuş Sayın Salih Koca. Eğer tahminler gerçekleşirse 2014 yılında 47 veyahut da 48 milyar dolar cari işlemler açığı verilecek ama millî gelir 12, 13 milyar dolar azalacak arkadaşlar.
Türkiye ekonomisi "yüksek cari işlemler açığı-düşük büyüme" kapanına sıkışmış durumda bulunuyor değerli arkadaşlar. Elinizde medya var, kamu bankalarından, kamu ihalelerinden besliyorsunuz, bu nedenle de bu medya aracılığıyla gerçekleri çok usta bir şekilde gizleyip pembe tablolara halkı inandırıyorsunuz. Biraz önce Salih Koca da milleti inandırmaya çalıştı. Şimdi, 2015 yılı için de yüzde 4 oranında bir büyüme hedefinden söz ediliyor. Bu yüzde 4'e de Hükûmet dışında hiç kimse inanmıyor. IMF "yüzde 3" diyor...
SALİH KOCA (Eskişehir) - İnanıyor, inanıyor...
MUSA ÇAM (İzmir) - Sayın Gök, IMF "yüzde 3" diyor, Dünya Bankası "yüzde 3,5" diyor, Avrupa Komisyonu "Yüzde 3,3 büyürsünüz." diyor. Kaldı ki yüzde 4 büyüsek hangi derdimize derman olacak arkadaşlar? Türkiye'nin bu genç nüfusunu fırsata çevirebilmesi için yüzde 5 bile yetmez, en az yüzde 7-8 oranında büyümesi gerekiyor değerli arkadaşlar.
Diyeceksiniz ki: "Büyümeye düşük diyorsunuz ama biz istihdamı artırdık." TÜİK AKP döneminde iş gücü istatistikleriyle o kadar çok oynadı ki değerli arkadaşlar, o kadar çok değişiklikler yaptı ki geçen yılla bu yılı karşılaştırmak bile ne yazık ki mümkün değil. Hani derler ya; üç türlü yalan vardır: Basit yalan, kuyruklu yalan ve istatistik yalan. Sayın Bakanın "2007 yılından sonra 5,6 milyon yeni istihdam sağladık." açıklaması da bana göre biraz istatistik geliyor.
İstihdam artıyor olabilir ama Türkiye'de işsizlik oranı artık yüzde 10 platosuna yerleşmiş bulunuyor Sayın Bakan ve gelecek yıllarda da bu oranın aşağı çekileceğine ilişkin ne Orta Vadeli Program'da ne de başka bir yerde herhangi bir öngörü maalesef göremiyoruz arkadaşlar.
Sayın Bakan bütçe sunuş konuşmasında da "ılımlı" dediği bu düşük büyümeyi açıklarken şu 4 nedeni gerekçe gösterdi: 1) Sıkı para politikası, 2) Avrupa Birliğindeki ekonomik durgunluk, 3) lrak'taki iç savaş, 4) Uluslararası sermaye girişlerindeki azalmayı gerekçe olarak önümüze koydu. Yani Sayın Bakan özet olarak "Düşük büyümede bizim, Hükûmetin fazla bir günahımız yok, tümüyle dışarıdan kaynaklanıyor." demek istiyor bize arkadaşlar. Olabilir, dış etkiler elbette bir ülkede büyümeyi etkiler ancak tek başına bunlar bu düşük büyümeyi açıklamaya yetmez değerli arkadaşlar. Türkiye ekonomisinin yapısal sorunları var ve bu yapısal sorunlar yüzünden artık yeterince ne yazık ki büyüyemiyor. AKP Hükûmetinin önceliğinin bu yapısal sorunlara eğilip ülkeyi yeni bir büyüme sürecine sokmak olmadığını artık ne yazık ki biliyoruz.
Ekonominin büyümesini, diğer bir deyişle halkın refahının artmasını önleyen yapısal sorunlardan biri ve belki de en önemlisi yaygın yolsuzluklar ve giderek hızlanan rüşvet çarkıdır arkadaşlar. Dünyada yapılan birçok araştırma yolsuzlukların ekonomik büyümeyi olumsuz etkilediğini gösteriyor. Türkiye'nin son yıllarda daha düşük büyüme oranlarına razı olmasının altında yaygın rüşvet ve yolsuzluk iddialarının da büyük etkisi olduğunu inkâr edemeyiz, etmememiz gerekiyor. Kaldı ki bu iktidar, sadece ortaya çıkan yolsuzluk iddialarıyla değil, aynı zamanda bu iddiaların üzerini örtmek, sorumluların cezalandırılmasını önlemek için yaptığı hukuksuzluklar, yasa dışı eylem ve işlemlerle de ekonomik büyümenin önüne büyük bir set çekiyor.
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı OECD'nin rüşvetle ilgili çalışma grubunun geçtiğimiz ay açıkladığı 80 sayfalık raporda Türkiye'deki rüşvet ve yolsuzluk soruşturmalarına yapılan siyasi müdahalelerin uluslararası camiada nasıl bir endişeye yol açtığı çok açık ve net bir şekilde anlatılıyor. Maliye Bakanının, değerli yetkililerin İngilizce olan bu 80 sayfalık raporu lütfen bir gözden geçirmesini özellikle istiyoruz. Soruşturmayı yapan savcı ve hâkimlerle polislerin nasıl sürgün edildiği, iktidarın yargı üzerindeki gücünü artırmaya dönük Anayasa'ya aykırı ne tür yasalar çıkarıldığı, üstüne üstlük savcıların bu ciddi iddiaların üzerine gitmek yerine nasıl takipsizlik kararı verdiği anlatılan bu rapordan haberdar olan hangi yatırımcı bu ülkedeki yargıya, kamu yönetimine, güvenlik kuvvetlerine, yasalara, Anayasa'ya, hatta Parlamentoya güvenerek yatırım yapar arkadaşlar? Bunun takdirini sizlere bırakıyorum.
Bu Hükûmet bütün gücüyle ülkedeki bütün kurum ve kuruluşlarının güvenirliğini sıfırlamakla meşgul.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Bakan sunuş konuşmasında -kitabın 120'nci sayfasında- Yusuf Has Hâcib'in Kutadgu Bilig'de söylediği "İnsan her işe başlarken bilgi ile başlar ve akıl ile sona erdirir." sözünü burada bize söyledi. Ben de Sayın Bakana binaen bir Hint düşünürü Beydeba'nın güzel bir sözünü Sayın Bakana ithaf etmek istiyorum.
Beydeba hükûmete der ki: "Hükûmetlerin en kötüsü suçsuzu korkutandır." AKP Hükûmeti muhaliflerini korkutmak, farklı sesleri susturmak, yolsuzlukları gizlemek, değişik toplumsal kesimleri baskı altına almak için elindeki bütün kamu gücünü, güvenlik kuvvetlerini, yargıyı, hatta Maliyeyi bile tetikçi olarak kullanıyor.
İktidarın hoşuna gitmeyen, çok az bir eleştiride bulunan iş adamlarının sahip oldukları şirketlere Maliye tarafından düzenlenen şafak baskınlarını dehşetler içerisinde izliyoruz. Bu manzaraları izleyen medya organlarını susturabilmek ve yandaş hâle getirmek için yazılan milyarlarca liralık vergi cezalarını gören hangi yatırımcı bu ülkede yatırım yapmak isteyebilir değerli arkadaşlar?
Cumhurbaşkanının mevduat toplamaya ve kredi vermeye devam eden bir bankayı "O banka zaten batık." diyerek batırmaya çalıştığı bir ülkeye bundan sonra kim gönül rahatlığıyla yatırım yapmaya gelebilir arkadaşlar? Kamu ihalelerini yandaşa peşkeş çekmek için Kamu İhale Kanunu'nu on iki yılda 32 defa değiştiren bir ülkeye hangi yatırımcı güvenerek gelir de yatırım yapabilir değerli arkadaşlar?
Sayın Bakan Türkiye ekonomisinde büyümeyi destekleyen unsurları sayarken ilk sırada siyasi istikrarı gösterdi. Gerçekten de büyümek için siyasi istikrar çok önemlidir ve şarttır arkadaşlar. Ancak, bir partinin tek başına iktidar olması siyasal istikrar için yeterli bir neden değildir ve asla da kabul edilemez. Hele hele AKP gibi elindeki siyasi gücü kurumlarıyla kavga etmek, onların bağımsızlığını yok edip doğrudan kendisine bağlamak için kullanırsa siyasal istikrarsızlığın ana nedeni bile olabilir.
Türkiye'de siyasal istikrar giderek yok oluyor. Siyasal iktidarın kurumlarla kavgalı olması, ülkeyi hukuk devleti olmaktan uzaklaştırması, elindeki gücü Anayasa ve yasalara aykırı kullanması ciddi bir siyasal istikrarsızlık yaratmaktadır ve yaratmaya da devam edecektir. AKP iktidarının yargıyla, sivil toplum kuruluşlarıyla, diğer bir ifadeyle önüne gelen herkesle kavga etmesi, kendisi dışındaki herkesi vatan haini ilan etmesi ciddi bir siyasi istikrarsızlık oluşturmaktadır.
AKP Hükûmetinin Irak ve Suriye'deki terör örgütleriyle olan ilişkileri, bölgedeki mezhepçi tutumu, buradaki kanlı örgütlere yardım ettiğine ilişkin görüntüler ve bölgede sergilediği samimiyetsiz tavrı Türkiye'yi çağdaş dünyanın gözünde güvenilmez bir ülke konumuna sokuyor ve bunun bedelini hep birlikte, hepimiz ödüyoruz değerli arkadaşlar. Türkiye'yi giderek Batı'dan uzaklaştıran bu dış politikasıyla AKP Türkiye'deki siyasi istikrarı kendi elleriyle yok ediyor.
2001 krizinden sonra uygulanan programın etkisiyle Türkiye'deki temel bazı ekonomik büyüklüklerde elbette iyileşmeler sağlandı. Türk halkı o krizde çok büyük fedakârlıklarda bulundu, büyük bedeller ödedi; o bedellerin bir karşılığı olarak da kamu açıkları, borç stokları ve benzeri göstergelerde olumlu gelişmeler oldu.
İktidar mensupları, genel devlet açığı, kamu borç stoku gibi göstergeleri gözümüze sokarak "Bakın, Maastricht Kriterlerini tutturuyoruz, AB ülkelerinden bile iyi durumdayız." diye övünüyorlar. Sayın Bakan da bütçe sunuşunun 15'inci sayfasında bunu grafiklerle gösterdi ve Türkiye'nin brüt kamu borç stokunun millî gelire oranının, Estonya, Bulgaristan ve Lüksemburg'u saymaz isek, 28 AB ülkesinden düşük olduğunu anlattı bizlere.
Borç stokunun, kamu açıklarının düşük olmasının en önemli kazancı borçlanmaya daha düşük faiz ödemek olmalıdır. Borç oranı Türkiye'den yüksek olan bazı ülkelerle Türkiye'yi karşılaştıralım. Türkiye'de son dönemde hazine borçlanma faizi yüzde 8-10 civarında seyrediyor. Mesela borç oranı bizden çok yüksek olan euro bölgesindeki ülkelerden Almanya, on yıl vadeli borçlanmayı yüzde 0,86'yla yapıyor, yüzde 1 bile değil arkadaşlar. Fransa'da yüzde 1,29'la, İtalya yüzde 2,52'yle, krizden çıkamayan İspanya yüzde 2,23'le, Avusturya yüzde 1,1'le yapıyor, borç krizi yaşayan Yunanistan yüzde 7'yle borçlanıyor değerli arkadaşlar. "Borç oranları, genel devlet açığı bizden yüksek." dediğiniz bütün ülkeler bizden daha düşük faiz oranlarıyla borçlanabiliyorlar. Almanya 100 euro borçlanınca yılda 86 eurocent, Fransa 1 euroya 29 eurocent ödüyor, ABD 100 dolar borçlanınca yılda 2,24 dolar ödüyor, Türkiye ise hâlâ 100 liralık borç için yılda 10 lira ödüyor.
Baktığınız zaman neredeyse Avrupa'da faiz kalmamış, hatta dünyada faiz kalmamış, negatif faizlerin konuşulduğu bir dönemden geçiyoruz. Peki ama bizim ülkemiz niçin hâlâ hatırı sayılır oranlarda faiz ödüyor?
Türkiye, hukuk devleti olmaktan uzaklaştığı, yolsuzlukların üzerini örttüğü, rüşveti "hediye" diye meşrulaştırdığı, ihaleleri yandaşa peşkeş çektiği, yargıyı Başbakanlığa bağlı bir genel müdürlük seviyesine çektiği sürece faiz oranlarını asla düşüremeyiz değerli arkadaşlar.
Sayın Bakan, değerli milletvekilleri...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Çam, ek süre veriyorum.
MUSA ÇAM (İzmir) - Lütfen.
AKP döneminde yoksullardan zenginlere doğru muazzam bir servet transferi yapıldığını görüyoruz ve izliyoruz, Türkiye'nin servetinin giderek küçük bir azınlığın elinde toplandığını izliyoruz. Aslında bunu görmek için böyle büyük araştırmalar yapmaya da gerek yok. Özelleştirilen kamu varlık ve imtiyazlarının, batık bankalar nedeniyle el konulan özel sektöre ait varlıkların kimlere satıldığını, kamu yatırımlarına ilişkin ihalelerin bu dönemde kimlere verildiğini göz önüne getirirsek bir kesime yapılan o servet transferinin nasıl bir muazzam büyüklük oluşturduğunu hep birlikte görürüz değerli arkadaşlar.
Bu araştırmanın dikkate değer sonuçlarından biri de Türkiye'deki orta direğin yıkılmakta olduğunu ortaya çıkarmasıdır.
Yani devriiktidarınızda orta direğin serveti kaymak tabakaya doğru akıyor. Nasıl mı akıyor? En temel ihtiyaç maddelerinden, sağlık, eğitim, ulaşım gibi en hayati hizmet alımlarından aldığınız KDV, ÖTV gibi dolaylı vergilerle aldığınız vergileri, kamu varlıklarını ve imtiyazları belli gruplara "özelleştirme" adı altında peşkeş çekerek, TMSF aracılığıyla el konulan varlıkları alavere dalavere yaparak belli sermaye gruplarına aktararak, büyük kamu ihalelerini belli gruplara vererek akıtıyorsunuz. Peki, bu kaynağı kimden alıyorsunuz da onlara aktarıyorsunuz? 13 Mayıs 2014'te Soma'da, 6
Eylül'de İstanbul Mecidiyeköy'de, 28 Ekim 2014'te Ermenek'te, 8 Ocak 2013'te Kozlu'da, 7 Temmuz 2010'da Keşan'da, 10 Temmuz 2010'da Karadon'da, 23 Şubat 2010'da Dursunbey'de, 10 Aralık 2010'da Mustafakemalpaşa'da, 8 Eylül 2004'te Küre'de, 22 Kasım 2003 tarihinde yine Ermenek'te yer altında ekmek parasını kazanırken ve burada sayamadığım, hemen her gün yaşanan iş kazalarında hayatını kaybeden emekçilerden alıyorsunuz. Peki kime aktarıyorsunuz? Milletin parasını çalmakla doymayıp bir de anasına göz diken holding sahiplerine ve iş adamlarına aktarıyorsunuz.
Siz de bu tezgahta, gerek vergi politikalarıyla, Sayın Bakan, gerekse de özelleştirmeyle köprü görevi görüyorsunuz. Sayın Maliye Bakanının buna alet edilmesinden de büyük bir üzüntü duyduğumuzu da ayrıca söylemeden geçemeyeceğim.
BAŞKAN - Sayın Çam, lütfen toparlayınız.
MUSA ÇAM (İzmir) - Sayın Başkan, 5-6 sayfa kaldı, bitiriyorum.
BAŞKAN - Söyle, söyle, kulağa hoş geliyor.
MUSA ÇAM (İzmir) - Son konuşma zaten.
Evet, sizi de inşallah gelecekte o kabinede görürüz. Sayın Cumhurbaşkanının en kadim, en yakın arkadaşısınız, elbet size de bir gün talih konacaktır yani.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çok uzağa gitmeye gerek yok, günün her saatinde Ankara'nın ve Türkiye'nin bütün sokaklarında gece yarısı ve gündüz olmak üzere kâğıt toplayan çocukları görürsünüz. Çocuklar çok sağlıksız koşullarda üç beş kuruş ekmek parası kazanmak için çöp bidonlarına dalıp kâğıt, plastik ve daha ne bulurlarsa ayıklarlar. Bu insanlar yaptıkları işlerden kuruş kuruş paralarını kazanırlar. Bu insanların kazandığı kuruşlarla aldığı ekmekten devlet yüzde 1 oranında KDV alır. Yani 75 kuruşluk ekmekten 1 kuruştan daha az bir KDV alır. Bu insanlardan topladığı kuruştan daha küçük paraları bir araya getirip milyar liralar halinde birilerine aktarmak hangi vicdana sığar değerli arkadaşlar? Önümüze getirdiğiniz 2015 yılı bütçesine bakıyoruz, Cumhurbaşkanlığı için önerdiğiniz ödenek 397 milyon lira, çöpten ekmeğini toplayan binlerce insanın yüzyıllarca çalışarak kazanamayacağı bir paradan söz ediyoruz. Cumhurbaşkanlığına 2014 yılında 199,5 milyon lira ödenek ayrılmış, 2014 yılına göre artış yüzde 98,9 ediyor. Bu oran yandaş ya da merkez medyada değil de sayıları oldukça azalan kahraman medyada haber olunca Cumhurbaşkanlığından bir açıklama yapıldı, "Artış yüzde 98,9 değil, yüzde 48,97." denildi. Buradaki aymazlığa bakar mısınız arkadaşlar? sanki yüzde 48,97 artış azmış. Öylesine suçüstü yakalanmış vaziyette yapılmış bir açıklama ki oranı yuvarlayıp yüzde 50 bile diyememişler. Açıklamadan anlıyoruz ki 2014 yılı için Cumhurbaşkanlığına verilen 199,5 milyar lira yetmemiş, yedek ödenekten 67 milyon lira daha aktarılmış.
BAŞKAN - Sayın Çam, lütfen toparlayalım.
MUSA ÇAM (İzmir) - Bitiriyorum.
Türkiye'nin yüzde 3,3 oranında büyüdüğü bir dönemde, Cumhurbaşkanlığının bütçesi yüzde 50 büyümüş değerli çalışanlar, kamu çalışanları. Sizde yüzde 3,3; Cumhurbaşkanlığına yüzde 50. Hem de memura, işçiye yüzde 3 zammı çok gördünüz, enflasyon farkı ödemediniz bu memurlara, kamu çalışanlarına. Ölümcül hastaların ilaç paralarını ödememek için bin takla attığınız bir dönemde hiç sorgu sual etmeden 67 milyon lirayı Cumhurbaşkanlığı bütçesine nasıl aktardınız Sayın Bakan? Ne zaman aktardınız? Cumhurbaşkanlığı bütçesine yedek ödenekten bu aktarımı hangi tarihte ve neden yaptınız Sayın Bakan? Yaptığınız bu işlemin yasal dayanağı nedir? Türkiye Büyük Millet Meclisi size böyle bir yetkiyi verdi mi? Sizin, istediğiniz kuruma istediğiniz kadar para aktarmak gibi bir yetkiniz mevcut mudur? Bu soruların cevabını tüm ayrıntılarıyla verirseniz çok sevineceğiz.
Değerli arkadaşlar, aynı zamanda Atatürk Orman Çiftliğindeki yeşil alanları yok ederek kurduğunuz, çatısı akıtan "kaçak saray"ın Türk halkına kaç liraya mal olduğunu da net olarak açıklamak zorundasınız ve bizler de vatandaş olarak, vergi veren vatandaşlar olarak bunları bilmek zorundayız. Kuruştan daha küçük paralar hâlinde topladığınız vergileri böylesine hoyratça harcamak vicdanınızı sızlatmıyor mu acaba Sayın Uğur Kardeşim?
2015 yılında Cumhurbaşkanlığına ayırdığınız bütçe 97 üniversitenin bütçesinden fazla değerli arkadaşlar. Sabah kahvaltısı yapacak para bulamayan, bütün bir günü bir simitle geçiştiren üniversite öğrencilerinin olduğu ülkede, tek hayali sarayda yaşamak olan bir cumhurbaşkanına bu kadar bütçe ayırmak hangi inanca uygundur, bunu da öğrenmek isteriz.
Genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerinin bütçesine ilişkin listede ilk sırada yer alan Cumhurbaşkanlığı bütçesinin bu büyüklüğünü gördükten sonra gerisine bakmanın, üzerinde konuşmanın çok anlamlı olduğunu da düşünmüyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MUSA ÇAM (İzmir) - Bütçede "gizli hizmet giderleri" diye isimlendirilen, kamuoyunda örtülü ödenek olarak bilinen kalemden...
BAŞKAN - Sayın Çam, 3 kere uzattım. Bakın, kayda alınmıyor artık, bu 4'üncü.
Yarın da Cumhurbaşkanlığı bütçesi görüşeceğiz, orada konuşursunuz bunları.
MUSA ÇAM (İzmir) - 4 sayfam kaldı, bitiyor.
RECAİ BERBER (Manisa) - Sayın Başkan, yarın devam etsin, olmaz öyle.
BAŞKAN - Hayır, yarın. Olmaz yani.
RECAİ BERBER (Manisa) - Yarın devam etsin, lütfen ya!
BAŞKAN - Diğer arkadaşların...
RECAİ BERBER (Manisa) - Sayın Başkan, kaldığı yerden yarın devam etsin.
BAŞKAN - Yarın devam etsin.
RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Yarın başka şeyler söyleyecek.
BAŞKAN - Son bir dakika.
Lütfen...
RECAİ BERBER (Manisa) - Hayır, son bir dakika olmaz.
RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Sayın Başkan...
BAŞKAN - Ama 3 kere uzattım, altı dakika uzattık ya.
MUSA ÇAM (İzmir) - Sayın Bakanın asgari ücretle ilgili ve memur maaşlarıyla ilgili söylemiş olduğu bir şey var.
RECAİ BERBER (Manisa) - Yarın devam etsin.
MUSA ÇAM (İzmir) - Yarın başka şeyler söyleyeceğiz arkadaşlar.
BAŞKAN - Son iki dakika.
MUSA ÇAM (İzmir) - Arkadaşlar, Sayın Bakan iki saate yakın konuştu ve büyük bir keyifle dinledik, büyük bir keyifle dinledik gerçekten kendisini...
BAŞKAN - Son iki dakika, sürenden geçiyor.
MUSA ÇAM (İzmir) - Vedat Bey, iki dakika, hayır.
SADIK BADAK (Antalya) - Burada konuşma sınırı niye konuldu?
RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Konuşma sınırını konuştuk ya sabahleyin. Daha önce bakan konuşurken öncesinde de...
RECAİ BERBER (Manisa) - Aşılmak üzere, olmaz, aşılmak üzere.
SADIK BADAK (Antalya) - Yirmi dakika olmak üzere diye konuşulmadı mı?
RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Ya, arkadaşlar, bir şey demiyoruz. Zaten konuşma bitecek...
BAŞKAN - Son iki dakika.
MUSA ÇAM (İzmir) - Son dört dakika, bitiriyorum.
BAŞKAN - Hayır, olmaz o.
MUSA ÇAM (İzmir) - Değerli arkadaşlar, bütçede... (Gürültüler)
BAŞKAN - Evet, lütfen...
MUSA ÇAM (İzmir) - Ya, 24'üncü dönemin son bütçesini görüşüyoruz, burada birbirimize tahammül edip beş dakika fazla konuşsak, on dakika fazla konuşsak ne olur? Siz konuşun, biz de dinleyelim. Son bütçe, belki bir daha da karşılaşmayacağız bile yani. Ne var bunda, beş dakika, on dakika fazla konuşsak ne var bunda yani, niye rahatsızlık duyuyorsunuz yani, neden rahatsızlık duyuyorsunuz? Yapmayın.
RECAİ BERBER (Manisa) - Konuyla ilgisi yok.
MUSA ÇAM (İzmir) - Konuyla ilgisi değil...
RECAİ BERBER (Manisa) - Yarın...
MUSA ÇAM (İzmir) - Yarın farklı, Sayıştay var, Türkiye Büyük Millet Meclisi var, Maliye Bakanlığının bütçesiyle ilgili konuşuruz. Yapmayın arkadaşlar ya!
Arkadaşlar, bütçede gizli hizmet giderleri diye isimlendirilen, kamuoyunda örtülü ödenek olarak bilinen kalemden 2010 yılında 706 milyon, 2011'de 951 milyon, 2012 yılında 1 milyar 175 milyon, 2013 yılında 1 milyar 248 milyon lira, Ocak-Eylül 2014 döneminde de 848 milyon lira harcandı. Bu yıl sonuna kadar yapılacak harcamayla son beş yılda yapılan toplam örtülü harcama da 5 milyar lirayı aşıyor değerli arkadaşlar. Bu paralar nereye gidiyor, kim harcıyor, ne oluyor ne bitiyor? Bununla ilgili hiç kimsenin haberi yok arkadaşlar.
Sayın Bakan, konuşmasında, bütçe sunumunda -atlıyorum konuşmalarımı- diyor ki: "Memur maaşlarıyla ilgili 75, 76 ve 77'nci sayfalarda memur maaşlarıyla ilgili ve asgari ücretlerle ilgili bir değerlendirme yapıyor ve Sayın Bakan diyor ki -her iki rakamı da Sayın Bakanın bütçe konuşmasından aldım- "En düşük maaşıyla 2013 yılında 650 kilo ekmek alınabiliyor.", Sayın Bakanın sözleri. 2014 yılında 621 kiloya düşmüş değerli arkadaşlar. Sizin verdiğiniz rakamlar. En düşük memur maaşıyla 2013 yılında...
RECAİ BERBER (Manisa) - 2002'de ne alıyormuş? Bir de onu söyle.
MUSA ÇAM (İzmir) - Hep 2002'yi kastediyorsunuz, çok panoramik, müthiş bir pembe tablo çiziyorsunuz. Ya, 2002'yle mukayese etmeye gerek yok.
RECAİ BERBER (Manisa) - Niye?
MUSA ÇAM (İzmir) - 2013 yılıyla mukayese ediyorum.
Bakın, Sayın Bakan, en düşük memur maaşıyla 2013 yılında 394 kilo pirinç alabiliyormuş memurlar, 2014 yılında 307 kiloya düşmüş. En düşük memur maaşıyla 2013 yılında 790 kilo makarna alınabiliyormuş, 2014 yılında 738 kiloya düşmüş. En düşük memur maaşıyla 2013 yılında 73 kilo dana eti alınabiliyormuş, 2014 yılında 67 kiloya inmiş arkadaşlar.
Aynı şey asgari ücret için de geçerli. Asgari ücretli 2013 yılında 277 kilo ekmek alınıyormuş, 2014 yılında 273 kiloya düşmüş. Asgari ücretle 2013 yılında 168 kilo pirinç alınıyormuş, 2014 yılında 135 kiloya düşmüş. Asgari ücretle 2013 yılında 343 kilo makarna alınıyormuş, 2014 yılında 325 kiloya düşmüş. Asgari ücretle 2013 yılında 31 kilo dana eti alınıyormuş, 2014 yılında 29 kiloya düşmüş Bu örnekleri istediğimiz kadar çoğaltabiliriz.
Başka alanlar için bol keseden para harcadınız, 2014 yılında memuru, emeklileri, ücretli çalışanları enflasyon altında ezdiniz. Bunu Hükûmet güdümünde kurdurduğunuz bir sarı sendikayla el ele vererek yaptınız. 2014 yılında en düşük memur maaşına yılbaşında yüzde 7,3 zam yapıldı. Yıl sonunda enflasyonun yüzde 9,5 civarında olacağını dikkate alırsak, memur maaşlarının geçen yıl reel olarak yüzde 2 civarında eridiğini görüyoruz. Aynı eğilim 2015 yılında devam edecek. Bu yılbaşında yapılacak olan yüzde 3 oranındaki zam bu yılın enflasyon farkını bile belki karşılayamayacak değerli kamu çalışanları. Uyguladığınız bütçe politikaları yüzünden memurlar, emekliler, ücretliler artan refahtan pay alamadıkları gibi, satın alma güçlerini de koruyamıyorlar
Az önce bir kaynak transferinden söz etmiştim, işte o kaynak transferini bu politikalarla yapıyorsunuz, Memurdan, emekliden, ücretliden esirgediğiniz parayı küçük bir kesime transfer ediyorsunuz.
Sözlerime son verirken, bütün olumsuzluklarına rağmen 2015 yılı bütçesinin ülkemize hayırlar getirmesini diliyorum ve burada söylediğimiz gibi "Vergilerimiz TOMA'ya, biber gazına değil, Soma'ya Ermenek'e" ve "Sağlığa, eğitime, çalışana bütçe" diyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Hem Sayın Divanın hem de çok değerli konuklarımızın sabrına da çok teşekkür ediyorum arkadaşlar.
Hepinize iyi akşamlar.