KOMİSYON KONUŞMASI

AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Teşekkür ederim.

Ben de herkesi saygıyla selamlıyorum.

Bu 27'nci dönemin ilk komisyon toplantısı, 1 numaralı kanunu konuşuyoruz.

Ben aslında toplantı başlamadan önce de aynı talepte bulunmuştum: Keşke görsel basın içeride kalsaydı, hatta bence toplantının sonuna kadar kalsaydı. Yani bunun önünde bir engel yok. Komisyonda usul olarak tartışıp karar vereceğimiz bir husustu. En azından Türkiye'nin geçmiş iki yılını değerlendirip önümüzdeki üç yılda... Yani en az üç yıl çünkü üç ay diye başlayan OHAL iki yıldır devam ediyor. Üç yıl diye başlayan bir kanunun ne kadar süreceğini bilemiyoruz. "En az üç yıl"ını aslında basın karşısında daha demokratik bir ortamda tartışabilirdik. Bu aslında daha hukuki ve daha demokratik olurdu bizce. Ayrıca, ben hâlâ danışmanların kalması konusunda ısrarcıyım -herhâlde varlar içeride- çünkü burada OHAL'i konuşurken bir olağanüstü hâl koşullarında konuşmayalım yani böyle kapıların kilitlendiği, danışmanların olmadığı, basının olmadığı. Daha demokratik bir ortamda, dediğim gibi, geçmiş iki yılı değerlendirelim...

BAŞKAN - Yok, kapılar kilitli değil, kapalı tutuyoruz kapıları, o kadar yani.

AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Kendi kişisel fikrimi söylüyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Tamam.

AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - ...ve önümüzdeki "en az üç yıl"ın ne olacağını beraber konuşalım.

Şimdi, öncelikle, yani bu kanun çok farklı kanunlardan oluşan bir kanun. Aslında, OHAL kanunu olarak konuşuluyor ama bununla alakası da olmayan bir sürü başka maddelerin de olduğunu görüyoruz. Aslında birçok kanunda değişikliği öngören bir tasarı. O açıdan, aslında, bu kanunun öncelikli olarak bizce de alt komisyonlarda tartışılması gerekiyor. Daha detaylı, böyle alelacele getirilip hızlıca, işte, "OHAL biter bitmez yeni bir kanun getirelim." anlayışıyla değil, daha etraflıca konuşacağımız, daha demokratik bir ortamda tartışacağımız ve önümüzdeki süreçte gerçekten toplumun, halkın, vatandaşın hakkını hukukunu savunacak bir yasayı oluşturabilirdik. Olmadı, bugün bunu konuşuyoruz.

Şimdi, biz önümüzdeki üç yılı planlarken, dediğim gibi, ilk geçmiş iki yılı konuşalım. 15 Temmuz darbe girişimi oldu ve bir olağanüstü hâl ilan edildi. Arkadaşlarımızın da belirttiği gibi, o dönemin hükûmet sözcüsü Türkiye'nin çok zor bir süreçten geçtiğini, o açıdan olağanüstü hâl ilan etme gerekliliği olduğunu ama bunun çok uzun sürmeyeceğini ve bu olağanüstü hâlin topluma, vatandaşa değil, aslında devletin kendisine karşı ilan edilmiş bir olağanüstü hâl olduğunu ve sadece 15 Temmuza karışanlarla ilgili uygulamaların olacağını söyledi. Aslında, toplumun ve siyasi partilerin çoğunun da bu konuda destek verdiğini biliyoruz. Ancak gelişen süreçte aslında OHAL'de ve akabinde OHAL'e bağlı olarak çıkartılan kanun hükmünde kararnamelerde 15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili olmayacak bir sürü başka düzenlemelerle ilgili farklı farklı düzenlemeler yapıldığını gördük. Yani kış lastiğinin değiştirilmesinden yüzlerce kanunda değişikliğe kadar toplam 32 kanun hükmünde kararname çıkartıldı, 31'i yasalaştı. En son 32 numaralı Kanun Hükmünde Kararname de işte sistem değişikliğinin kanunlarda dercedilmesi üzerineydi. Biz bunu da çok tartıştık. Yani yüzlerce kanunda değişiklik yapıldı, işte, Seferberlik Kanunu'ndan Ceza Kanunu'na kadar, İl İdaresi Kanunu'na kadar yüzlerce kanunda değişiklik yapıldı ama bu bir kanun hükmünde kararnameyle yapıldı.

Şimdi, kanun hükmünde kararnamelerin -hukukçular, anayasa hukukçularımız da var burada, çok iyi bilirler ve sizler de iyi bilirsiniz- hangi konularda ve hangi sınırda olacağı Anayasa'da çok net olarak altı çizili bir biçimde düzenlenmiştir. Kanun hükmünde kararnameler OHAL ilanıyla ilgili olacak konularda çıkartılır. Ama bizde, dediğim gibi, hiç alakası olmayan kanunlar da çıkartıldı ve yasal düzenlemeler yapıldı. Yani OHAL'le sınırlı düzenlemeler yapılmadı.

Bakın, bunların örneklerinden birkaç tane vereceğim sadece: Şimdi, OHAL'le sınırlı olanlar ve olmayanlar olarak ikiye ayıralım bu kararnameleri. Soruşturma ve kovuşturma işlemleriyle ilgili, gözaltı işlemleriyle ilgili, yakalama, arama, el koyma, tespit, dinlemeyle ilgili, kişisel verilerle ilgili, mali suçlara ilişkin tedbirlerle ilgili, yeniden ifade almakla ilgili, emeklilik onayları, göz altı süreleri, bu OHAL süresiyle sınırlı olarak değişiklikler. Tamam, doğru. Ama bunun tam tersine, yüzlerce, bakın, dediğim gibi, yüzlerce kanunda ve hemen hemen her KHK'de bazı kanunlarda değişiklikler yapıldı ve bunun yanında, kamudan ömür boyu ihraçlar yapıldı. Yani binlerce insan ama 15 Temmuzla hiçbir alakası olmayan, işte, barış akademisyenlerinden eğitim emekçilerine kadar, sağlık emekçilerine kadar, hiç 15 Temmuzla alakası, ilgisi olmamasına rağmen, daha farklı bir görüşü olduğu için, işte iktidarın muhalif bir cephesinde durduğu için binlerce insan ihraç edildi ve bu OHAL süresiyle sınırlı değil, bu insanlar hâlâ ihraç, bir daha görevlerine dönemeyecekler. Ki getirdiğimiz kanunda eğer bu teklif yasalaşırsa bu insanlar işlerine döndüklerinde bile oldukları yerden devam edemeyecekler. Mesela, barış akademisyenleri işlerine dönseler bile kendi okullarında devam edemeyecekler. Diyelim ki İstanbul Üniversitesinde ya da ODTÜ'de akademisyen olan, profesör olan ya da doçent olan biri -belki çok daha farklı bir şeydir, bunu küçümsemek anlamında söylemiyorum ama "akademik kariyer" diye bir şey var- akademik kariyeri hiçe sayılarak götürüp farklı bir üniversitede, orada atanmış olacak. Yani bu, bir defa en temel hakların ihlali olarak karşımıza çıkıyor. Bu, önceki dönemdeki KHK'lerle yasalaştı. Binlerce insanın pasaportu iptal edildi. Sadece kendilerinin değil, bakın, eşlerinin pasaportu iptal edildi, çocuklarının iptal edildi. İnsanlar gidip yurt dışında akademik kariyerini yapamadılar, eğer varsa orada işlerini takip edemediler. Seyahat özgürlükleri başta olmak üzere eğitim özgürlükleri gibi birçok özgürlükleri ihlal edildi bununla beraber. İşte, birçok askerin vesaire rütbesi geri alındı. Şimdi, bu kadar geniş olarak kullanılan bir OHAL yetkisini karşımızda görüyoruz ve bunun karşısında da şu anda biz diyoruz ki: Üç yıllığına başka bir yasa getirelim. Bu KHK'lerle yapamadıklarımızı yapacağımızı söyleyelim. Çünkü bu KHK'lerle birkaç şey yaptık, bir sürü yasal değişiklik yaptık, dediğim gibi ihraçları gerçekleştirdik, mal varlıklarına el koyduk, kayyumlar atadık. Bakın, bizim DDP'li belediyelerimizin neredeyse yüzde 99'una kayyum atandı ve bunların 15 Temmuzla hiçbir alakası yoktu, hiçbir alakası yoktu. Sadece iktidar, OHAL'i "Allah'ın lütfu" olarak gördü ve bizim belediyelerimize kayyum atadı. Bu, tarifi imkânsız hak gasplarına neden oldu ve işte, kayyum atandığı yerlerde de yüzlerce, binlerce insan işlerinden edildi. Şimdi, bu kadar kötüye kullanılmış bir OHAL süreci varken biz yeni bir yasa getiriyoruz. Dediğim gibi bu yasa da OHAL KHK'leriyle yapamadıklarımızı "OHAL kalkıyor" propagandasını yapacağız ama karşısında bütün OHAL yetkilerini de bu kanunda dercedeceğiz. Neyi veriyor bu OHAL KHK'si? Bir ihraç yetkisi veriyor. İhraç yetkisini de kuruma veriyor. Yani böyle bir şey kabul edilebilecek bir durum değil ki. Buna ihtiyaç nereden kaynaklanıyor? Zaten eğer bir kişiyle ilgili bir soruşturma varsa soruşturmanın sonucunda bir ceza alıyorsa bunun karşısında zaten idari olarak da belli, disiplin cezaları ya da uzaklaştırmalar veya ihraçlar olur. Yani bu kanunda bunun yer almasının nasıl bir anlam ve ehemmiyeti var anlamıyoruz.

Yine bu kanunda valilere olmayan bir yetki atfediliyor. Bu çok sıkıntılı. Bakın, biz OHAL'den önce, hiç OHAL ilan edilmemişken sokağa çıkma yasakları ilan edildi birçok ilçede, birçok şehirde ve bu sokağa çıkma yasakları da İl İdaresi Kanun'una atfen yapıldığını söylendi. Biz o dönem de bunu çok tartıştık. Orada doğru valilere gerekli tedbirlerin alınması konusunda yetkilerin verildiğini söylüyor ama bu yetkilerin bir ilin içerisine hiç kimsenin alınmaması gibi geniş olarak yorumlanmasının hukuk açısından bir açıklaması yoktur. Ben bir hukukçu olarak da söylüyorum, çok da hukukçu var aramızda. Yani bu tedbir vatandaşın kendi iline girmesine, bırakın vatandaşı halkın seçtiği, seçilmişi, milletvekilinin şehre alınmaması kadar geniş yorumlanması ve özgürlüklere müdahale olarak yorumlanmasının bir açıklaması olamaz. Şimdi, hem o kanundaki bu yetki varmış gibi davranıyoruz, üstüne bir yetki daha veriyoruz. Belli yerlerde işte vali isterse kişiyi şehre alamıyor, isterse aracını durduruyor, arıyoruz vesaire. Bunun uygulamasını gördük. Ben kendim Cizre'ye, Şırnak'a giremedim. Yani vali, bir atanmış, karar alacak diyecek ki: Şu alana kimse giremeyecek. Yani istenmeyen kişi ilan edilecek ve belki ben olacağım kendi şehrime giremeyeceğim; milletvekili olduğum şehre, çalışma yürüttüğüm şehre giremeyeceğim. Bunun koruması nerede burada? Yok. Peki, ben bir muhalefet milletvekili olarak nasıl güveneyim bunun bir koruması olacağına? Bana bir açıklamasını yapar mısınız? Yaşadım ben bunu, tecrübeledim, tecrübeyle sabit.

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Bakanı sokmadılar bakanı.

AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Doğru söylüyorsunuz bakanı almadı. Devletin kendi Hükûmeti içerisinde yer alan bakan sokağa çıkma yasağı var diye şehre alınmadı. Bunun koruması nerede? Biz bununla ilgili itirazı nereye götüreceğiz? Biz bununla ilgili itirazlar yaptık, yok çünkü yeni bir sistem icat edildi idare mahkemesinin hâkimini bir kişi atıyor, Anayasa Mahkemesinin 15'inden 12'sini bir kişi atıyor. Peki, bunun hukuki güvencesi nerede? Biz eğer bir hukuk komisyonuysak, eğer gerçekten Türkiye bir hukuk devleti olarak kendini tanımlıyorsa bana buradaki hukuki güvenceyi açıklayın? Yok. Yani bir muhalefet açısından söylemiyorum bunu, Türkiye'nin geleceği açısından bir şey söylüyorum.

Yine KHK'lerle kısmen, geçici olarak yapılan ama burada süreklileşen bir durum var, gözaltı süreleri. Şu anda gözaltı süreleri bu kanunla on iki güne çıkartılıyor. KHK'de otuz günle başlamıştı, en son yedi artı yedi, on dört güne indirilmişti. Tek tek ileride maddelerle ilgili daha geniş konuşacağız ama şimdi düzenlenemeyen bir madde, KHK'lerle süreklileşemeyen bir madde gelmiş bu kanunda sürekli bir hâl hâline getirilmiş. Yani bu gözaltı süreleriyle ilgili olarak biz gözaltı sürecinde ki hukuksuzlukları, insanlara yapılan kötü muamelelerin, işkencelerin binlerce insan -kabul edelim etmeyelim ya da hoşumuza gitsin gitmesin- gözaltında işkenceye uğradığına dair başvurularda bulundu. Bunu da geçelim. Bakın, OHAL KHK'leriyle avukatların görüşü konusunda kısıtlamalar getirildi ve bunların bir kısmı kanunlaştı. İsterse idare otuz gün boyunca kişinin ailesiyle görüşü konusunda kısıtlama getirebiliyor. Yani velhasıl daha da uzatılabilir bu konu ama...

BAŞKAN - Maddelerde daha detaylı konuşma imkânınız olacak.

AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Daha detaylı da anlatacağız ama bunları görerek başlamamız gerekiyor yani eğer geneli üzerinde konuşuyorsak bunu görerek başlamamız gerekiyor.

Şimdi, bu kanunla ne alakası anlamadığım, sonradan düşünüp anladığım Savaş ve Seferberlik Kanunu'nda bir değişiklik yapılmış. Şimdi en son 32'nci OHAL KHK'sinde her yere "Cumhurbaşkanlığınca" ibaresi yerleştirilmiş ama "seferberlik" ibaresinin kaldırılması unutulmuş, onunla ilgili bir düzenleme, bununla alakası yok. Şu dikkatimi çekti: Şimdi 32'nci KHK o kadar geniş ki biz bir aydır çalışıyoruz daha detaylarını anlamaya çalışıyoruz çünkü yüzlerce kanunda değişiklik var.

Cumhurbaşkanı geçenlerde "Ben seferberlik ilan ediyorum." demişti ve çok tartışmaya neden olmuştu Cumhurbaşkanının böyle bir yetkisi yok diye. 32'nci KHK'de bu yetki verilmiş. Yani böyle bir yetkinin KHK'yle verilmesi hukuki açıdan kabul edilemezdir. Bu, bir kanunla gelir Meclise, komisyon kurulur, komisyonlarda tartışılır. Bu yetki verilmiş. Bu da yetmemiş, şimdi bu seferberliği Cumhurbaşkanı ilan etti, bir köyde seferberlik ilan ediyorum diyecek ve bütün yetkiler askeriyeye geçecek, ya böyle bir şey kabul edilebilir mi? Şu anda biz bunu konuşuyoruz, bu yetki verilmiş. Peki, bunun hukuki güvencesi nerede? Yani iki yılı biz hukuk güvencesi olmadan, insan hakları çoğunlukluğu yok sayılarak, Anayasa'nın en temel ilkeleri ihlal edilerek geçirdik, en temel ilkeleri yani "OHAL'le ilgili kanun hükmünde kararname çıkartılır" ilkesi "özgürlükler konusunda en asgari dokunur" ilkesini yok sayarak bir sürü KHK çıkarttık, şimdi de bunu daha sürekli bir hâle getiriyoruz. "Buna ihtiyaç var mı?" diye sorarsanız, iki yılda yapamadığınızı önümüzdeki üç yılda ne yapacaksınız? İki yıl bu ülke OHAL'le yönetildi, iki yıl boyunca. İki yıl boyunca binlerce kurum kapatıldı, binlerce "Gündem Çocuk" aralarında olmak üzere. Şimdi, biri bana -yine kurum kapatma yetkisi veriyor- Gündem Çocuk'un niye kapatıldığını açıklasın? Gündem Çocuk çocuklarla ilgili çalışma yürüten bir kurumdu, bir çocuk kurumuydu ve ülkede o alanda çalışma yürüten teklerden biriydi diyebiliriz. Onlarca kadın kurumu kapatıldı, biri bana açıklayabilir mi niye kapatıldı diye, bir açıklaması var mı? Ama şu soyut genelgeçer ifadelerde söylemiyorum; işte terörle iltisakı vardı vesaire gibi, bunlar çok soyut yani herkes şu anda Türkiye'de tırnak içerisinde söylüyorum, attığı bildirgeden, söylediği bir cümleden, attığı bir "tweet"ten terörist olabiliyor yani bu Türkiye'de "terörist" kavramı çok geniş ve çok soyut. Bunları açıklayabilir miyiz? Yok. Ama yine aynı yetkileri veriyoruz. Peki, bunun hukuki güvencesi ne? Yani sivil toplumu ne koruyacak, bu halkı, işçiyi emekçiyi kim koruyacak? Bakın, bu iki yılda grev hakkı engellendi, grev hakkı. Grev hakkı niye engellendi? İş adamları daha iyi iş yapsın diye, büyük şirketler daha fazla kazansın diye, işçi, emekçi daha çok sömürülsün diye. Peki, bana bunun başka bir açıklamasını yapabilir misiniz? Bunun 15 Temmuzla nasıl bir alakası ve ilgisi vardı? Yoktu. OHAL süresi içerisinde valileri süper yetkilerle donattık. Bu iktidar ilk geldiği zaman şunu söylüyordu, "Biz seçilmişleri atanmışlara kurban etmeyeceğiz, ezdirmeyeceğiz." ilkesiyle başlamışlardı. Vali halkın yaptığı bütün eylem, etkinlikleri yasakladı, hepsini ama çok alakasız olanları da. Yani işçinin yaptığı etkinliği yasakladı, ihraç edilenin yaptığı etkinliği de yasakladı, bizim parti olarak yaptığımız etkinliği de yasakladı, kadınların fuhşa karşı -Batman'da gördüğüm için söylüyorum- yaptığı etkinliği de yasakladı. Biz bunlardan ders almamışız, şu anda valilere daha süper yetkiler veriyoruz. Bunun bir açıklaması var mı? Yok.

Son birkaç şey söyleyeceğim ve toparlayacağım, zaten dediğim gibi daha detaylı konuşacağız.

Şimdi, burada askeriyeyle ilgili birkaç kanun maddesi var, bu kanunun içerisinde niye var biri bana açıklasın, niye var? Yani işte, o askeriyenin içerisinde var olan bazı mekânlarla ilgili yapılan düzenlemeler var, niye var bu kanunda belirsiz, açıklaması yok, genel gerekçede de bununla ilgili bir şey yok.

Mesela MİT'le ilgili bir kanun maddesi var, bu niye var bilmiyoruz. MİT çalışanının uzlaşma kurumuna başvuramayacağıyla ilgili bir madde var. Bu madde bu kanunda niye yer alıyor? Tamam, zaten gizlilik, MİT zaten gizliydi, zaten birinin kara kutusuydu.

Yani dediğim gibi nereden tutsanız elinizde kalacak bir kanun. Gerçekten "Şu, bir muhalefet partisi milletvekilidir ve muhalefet ediyor." gibi algılamayın ama bu kanun Türkiye'nin geleceği açısından büyük sıkıntılar doğuracak. Zaten şu anda Avrupa'yla, dünyayla ilişkilerimiz pamuk ipliğine bağlanmış durumda. 3 madde var zaten Avrupa İnsan Hakları Mahkemesindeki dosyaların azaltılması üzerine ama şu anda binlerce kişi, hem Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine hem de Avrupa Konseyine, Birleşmiş Milletlere başvurular var. Binlerce başvuru, bunu siz de biliyorsunuz, ihraçlardan tutun kayyumlara kadar, şu anda tutuklu bulunan milletvekilleri, belediye başkanları ya da akademisyenler vesaireye kadar. Şimdi, uluslararası alanda itibarı bu kadar zedelenmesine rağmen hâlâ niye hukuk ilkelerinden bu kadar uzaklaşıyoruz, niye bir hukuk devleti olma ilkesinden bu kadar uzaklaşma iştahımız ve isteğimiz var ben anlayamıyorum. Yani bir ülkenin ekonomisinin gelişmesi de bir ülkenin standartlarının yükselmesi de hepsi demokratikleşmeyle bağlantılıdır. Bir ülkede varsa sorunların çözümü demokratikleşmeyle çözülür. Böyle güvenlikçi politikalarla, herkesi zapturapt altına alarak, tek bir düşünceyi herkeste hâkim kılmaya çalışarak sorunlar çözülmez, çözülmediğini gördük. Yüz yıldır Türkiye Cumhuriyeti devleti var, son kırk yılda Türkiye'de çok büyük sorunlar ve çelişkiler var ama çözüm böyle olmadı. Şimdi, biz hâlâ aynı yöntemlerle sorunu çözmeye çalışıyoruz ve kendimizi de dünyanın süper güçlerinden sayıyoruz. Hayır, süper gücü değiliz biz şu anda, üçüncü sınıf dünya ülkeleri durumuna gelmiş bir ülke hâline geliyoruz maalesef. Yani hukukun bu kadar ayaklar altına alındığı bir süreç daha yoktur, yoktur.

O açıdan benim diyeceğim o ki yine, en başa dönerek söylüyorum, daha etraflı düşünelim, gerçekten eğer Türkiye'nin geleceğiyle ilgili bir kaygımız varsa ülkeyi demokratikleştirme yönünde adımlar atalım, ülkeyi nasıl demokratikleştireceğimizi düşünelim. Bu sorunun çözümünün bu yöntemlerle olmayacağını, OHAL'i kalıcılaştırarak, bir sistem hâline getirerek olmayacağını bilelim. Zaten şu anda bir tek sistemi var yani tek bir kişinin ağzından çıkan her cümlenin kanun kabul edildiği -kararnameler böyledir çünkü- bir sistem var, bunun yerellerdeki ayaklarını da örmeyelim çünkü o tekin yerellerdeki ayağı valiler olacak, çünkü o tekin yerellerdeki ayakları yargı olacak, yargıdaki kişiler olacak. O açıdan bir daha düşünelim ve bu kanunun öncelikle geri çekilmesi ve alt komisyonlarda daha geniş değerlendirmeler çerçevesinde konuşulması gerektiğini düşünüyorum.