KOMİSYON KONUŞMASI

TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Efendim, teşekkür ediyorum.

Öncelikle bu yasama yılının hayırlı olmasını diliyorum. Komisyonun da hayırlı ve başarılı çalışmalar yapmasını diliyor ve arzu ediyorum.

Bu toplantının başında da söyledim, tekrarlıyorum, bir intizar olarak ya da bir temenni olarak dile getirmiştim Komisyonumuzun bu ilk toplantısının keşke tüm partilerin üzerinde mutabakat sağlayabileceği bir konuda olmasını. Ve ısrarla da söyledim, mesela hayvanları rencide eden davranışlara karşı, çocuk istismarına karşı ya da kadına karşı şiddete karşı, toplumun tamamının üzerinde birleştiği bir konuya karşı olmasını arzu ederdik ama önümüze böyle alelacele OHAL'le ilgili başka bir tablo getirildi. Şimdi, efendim, bu söylediğim konular, bir daha yaşanmasın, bir daha utanmayalım diye toplumun önümüze koyduğu konulardı, o yüzden dile getirdim. Ancak ne zaman gerçekten böyle çözüm gerektiren sorunlar gündeme gelse, kamuoyunun vicdanını yaralayan bu tür olaylar gündem olsa iktidar destekçileri hemen bir idam tartışması ya da benzeri bir konu tartışması gündeme getiriyorlar yani dokunulmazlığı olan, varsayılan dokunulmazlığı olan konular üzerinden bizi bir tartışmanın içerisine sokuyorlar. OHAL de aslında böyle sunuldu toplumun önüne. OHAL'in devamı sırasında, ısrarla 7 defa uzatılan bu OHAL'den sonra Sayın Cumhurbaşkanımız çıktı dedi ki: "Seçimlerden sonra biz OHAL'i kaldıracağız." Aslında orada bir sıkışmışlık vardı, bir siyasi sıkışmışlık vardı çünkü Cumhuriyet Halk Partisi ve onun Cumhurbaşkanı adayı ısrarla seçildiğinin ilk yirmi dört saati içerisinde OHAL'i kaldıracağını söylüyordu, Sayın Cumhurbaşkanımız da böyle bir konuyu gündeme getirdi. Bu tez savunulabilir bir tezdir. OHAL'in kaldırılması öyle ya da böyle dile getirildiği zaman savunulabilir bir tezdir, saygı duyulabilir bir tezdir ama az önce sayın grup başkan vekilimizin de söylediği gibi dönem dönem önümüze -Sayın Grup Başkan Vekili Özlem Hanım'ın itiraz ettiği, hukukçu olarak da tartışılabilir bir kavram olduğunu düşünüyorum- içeriğinden bağımsız konular getiriliyor; içeriği başka, biçimi başka, biçim İle içerik arasında uzlaşmazlıklar olan konular getiriliyor. Bu düzenlemenin de önümüze bu şekilde getirildiğini düşünüyorum.

Teklif gerekçesinde belirtildiği gibi FETÖ/PDY ve terörle mücadele etmek için getirildiği iddiası varsa o zaman kaçınılmaz olarak geçmiş iki yılın bir muhasebesini yapmamız gerekiyor; bu geçmiş iki yılda ne yaptık, niye beceremedik biz bu işi, beceremediysek acaba yasalar mı yetersizdi yoksa kadrolar mı yetersizdi? İyi bakmak lazım; mesele mevzuattan mı kaynaklıydı, kadrolardan mı kaynaklıydı? Çok iddialı bir şey söyleyeceğim: İktidarı bize teslim etseydiniz, her ne kadar bu kadroları sizin iktidarınızdaki bürokratlar ya da diğer kişiler kadar tanımasak da -çünkü yerleştireni olmadığımız için- iki yılda temizler, size Türkiye'yi güllük gülistanlık olarak teslim ederdik. Nasıl mı teslim ederdik?

EMİNE YAVUZ GÖZGEÇ (Bursa) - İktidarı...

TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Efendim, ben sözüme devam edeyim, müsaade eder misiniz? Sizler de zamanı gelince beni eleştirirsiniz.

BAŞKAN - Buyurun Turan Bey, buyurun.

TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Nasıl mı teslim ederdik? Bu ülkenin yurtsever kadroları, bu içimizi kan ağlatan aşağılık terör örgütünün var olan tüm kadrolarını bu iki yıl içerisinde takır takır saptar, gerekli kamu mercilerine teslim eder, devletin içini bu aşağılıklardan boşaltırdı.

ADALET BAKANI ABDULHAMİT GÜL - Savcılara bilgi verin biz temizleyelim, söyleyin.

TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Efendim, biz bilmiyoruz, yurtsever kadroları dedim. Ben şahsım bilmem, zatıaliniz biliyorsa siz verin.

MAHMUT ATİLLA KAYA (İzmir) - Kongre işinizi halledin de ondan sonra...

TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Bilirsek de veririz, hiç tereddüt etmeyiz. Bilirsek de veririz, bizim işimiz bu olur.

Böyle gocunacak bir şey yok. Bunu iyi tartışmak lazım. Acaba yasalar ve mevzuat mı yetersizdi, yoksa bu mücadele doğru minvalde yapılamadı mı? Türkiye'nin geleceği bu tartışmanın doğruluğu üzerine kurulu olmalı.

Bu tartışma bizi başka bir yere daha götürecek. Türkiye'nin acaba bu saatten sonra özgürlükçü yanını güvenlikçi yanına teslim etmesi gerekir mi, yoksa bu teslim ettiği süre içerisinde almış olduğu tedbirler kısmen yeterli ve var olan mevzuat geri kalan kısmı halledebilecek hâlde midir? Bu tartışmayı doğru yapmak gerekir.

Sayın Bakanım, şuna girmek istemiyorum ben, ben kısır döngü içerisinde bir tartışma yaratmak istemiyorum. Yani şunu sormak, işte, "Ne istediler de verdik, ne verdiniz ne vermediniz?"... Bu tartışma bizim adabımızın dışında. Biz, hukuk taktisyenleri olarak yürüyeceğimizi yolu doğru yürümek zorundayız. Bir yasayı çıkarırken bu yolu doğru yürümek zorundayız. Niçin bunu söylüyorum? OHAL 1982 Anayasası'yla temelleri atılmış bir kurumdur aslında. 1983'te yasalaştı, 1987 yılından 2002 yılına kadar toplam on beş yıl boyunca süresi 46 kez Meclis kararıyla uzatılarak Doğu ve Güneydoğu illerinde OHAL uygulandı. On beş yıllık dönemde toplam on üç yılı kapsayan OHAL bölgesi ilan edildi ve hiçbiriniz o dönemi sahiplenmiyorsunuz. Adalet ve Kalkınma Partisi OHAL'i bayram gibi kaldırdı, az önce grup başkan vekilimizin söylediği gibi, durağanlıkla kaldırdı, akabinde bir bayram ilan etti, devamında özellikle OHAL'in uygulandığı bölge halkıyla alakalı kendi çerçevesi içerisinde, bütün uyarılarımıza rağmen, bu çerçevenin Mecliste ve şeffaflık hâlinde oluşması gerekir uyarılarımıza rağmen kendi çerçevesi içerisinde bir süreç başlattı. Bütün bunları bu ülke yaşadı. Şimdi geldiğimiz noktada benzer bir güvenlikçi politikayı hayatımıza dayayacaksınız müsaade edin hukukçular olarak buna ilişkin eleştirileri doğru zeminde yapalım. Az önce grup başkan vekilimizin söylediği gibi, erkler ayrılığına inanıyor gibi durup erklerin birbirinin hegemonyası alanını yaratmak bizim işimiz değildir. Lütfen bırakın bu Meclisin hem masuniyetini hem de saygınlığını biz koruyalım.

Şimdi, ne oldu bu dönemde? Bu dönemde süper valiler vardı, hatırlarsınız. Bu dönem benim biraz öğrencilik, biraz avukatlık dönemime geliyor. Bu dönemde dışkı yediren subaylar vardı. Ordumuzun bütün masumluğuna rağmen -çok affedersiniz, dışkı yediren bir subay- Ankara Adliyesinde görülen bir davada, o davaya dâhil olan avukatları tehdit edip "Gerekirse bu dışkıyı size de yediririm." diyebilecek kadar aymazlıklar vardı bu dönemde çünkü idarenin bazı mercileri yargı kararından vareste birtakım uygulamaları rahatça yapabiliyordu. O süper valilerin yaptıkları daha sonra önümüze zulüm mekanizmasının belgeleri olarak geldi ve en çok siz uğraştınız, hakkınızı yememek lazım; en çok Adalet ve Kalkınma Partisi bundan... Kuşkusuz herkes uğraştı ama Adalet ve Kalkınma Partisi bu muzdariplikleri dile getirerek iktidarın ayaklarını oluşturdu. Ne oldu? Şimdi niye böyle bir üslupla karşı karşıyayız? O dönemin muktedir olmayanları kendi demokratik alanlarını oluştururken bu kavramları rahat rahat kullanıp Viva Zapata filmindeki gibi, Zapata'nın sarayda karşısına gelen eylemciyi gördükten sonra "Bu hayat benim değil." diyebileceği kadar erdemlilik göstermeleri gerekmez mi? Şimdi muktedir olunca, güç elde olunca bütün toplumu bu kıskaca teslim etmek doğru bir adım mıdır? Biz, hukukçu saflığı içerisinde bunlara bakmak zorundayız.

Ne oldu? 2002'ye kadar devam eden OHAL'in faturasını hâlâ bu ülke ödüyor. 2016'da bir OHAL daha ilan ettiniz, gerekliydi, olabilirdi, kısa süreli olsaydı çok daha iyi olacaktı, kuramlara işlevlik kazandıracak şekilde uygulanabilseydi çok daha iyi olacaktı, monark bir iktidardan çok kurumlarıyla mücadele eden bir yapının eseri olsaydı çok daha iyi olacaktı; beceremediniz. 2016'da ilan edilen ve bu teklifle bugün artık kalıcı hâle getirmeye çalıştığınız OHAL döneminde neler oldu, söyleyeyim. Hemen her alanda büyük gerilemeler yaşadık. 20 Temmuz 2016'da reel sektörün döviz açığı 207 milyar dolardan 222,7 milyar dolara çıktı. 20 Temmuz öncesinde 423,1 milyar dolar olan Türkiye'nin dış borcu 453,2 milyar dolara yükseldi. 20 Temmuz öncesi 297,2 milyar dolar özel sektörün dış borcu 316,4 milyar dolara yükseldi. Cari açık aynı dönemde büyük bir artış göstererek 29,4 milyar dolardan 55,4 milyar dolara, dış ticaret açığı 58,1 milyar dolardan 84,9 milyar dolara yükseldi. Dolar kuru uçtu zaten. Yani Türk lirasıyla bunları karşılamaya kalktığınız zaman farklı rakamlar önünüze çıkıyor. Ekonomideki bu tablo doğal olarak vatandaşlarımızın huzur ve mutluluğunu da olumsuz yönde etkiledi. Bakın, insan haklarıyla ilgili kısma daha girmedim, sadece ekonomiyle ilgili olan kısımdan bahsediyorum. Az önce grup başkan vekilimiz söyledi, siz özde OHAL, sözde OHAL olmayan bir kavramı hayata sürseniz bile bu işlerle uğraşan insanlar ne yaptığınızı bilecekler, bu rakamları yine tutamayacaksınız, bu ülke bu faturaları yine ödeyecek. Bu ülkeyi seviyor isek, bu ülkeyi sahipleniyor isek, geleceğimize sahip çıkacaksak bu gerçeklikleri görmemiz gerekir. Kavramların üzerinde oynayıp daha önce her üç ayda bir Meclise getirme zorunluluğunda olduğunuz bir kurumu hiç getirmeyecek şekilde ve bizi Anayasa'nın kanunla yapılır, yapılmaz tartışması içerisine itecek şekilde kurumsallaştırırsanız bu fatura daha ağırlaşacak, çok ağırlaşacak. Biz buna karşı durmak zorundayız. Bizi bağışlayın. Bizim ruhumuz, hâlimiz, yurtseverliğimiz bu zulme karşı durmayı gerektirir. Zulümden kastım sizler değilsiniz, Parlamento çatısı aldı çok saygıdeğerdir, hepimiz saygıdeğer insanlarız, halkımızın oylarıyla buraya geldik, hiç tartışılacak bir yanımız yoktur ama bu tablonun bir sorumlusu var. Kim sahiplenecek bu tabloyu? Bu tabloyu birileri sahiplenmeli. Önümüzde rakamlar var, önümüzde reel bir şeyler var, önümüzde bir yürüyüş tarzı var. Bu tarz doğru değil. Bu tarzın en önemli müsebbiplerinden bir tanesi OHAL'dir. Bunu kurumsal hâle getirirsek bunun altından kalkamayız.

Devamını okuyacağım, vazgeçtim ekonomiyle ilgili olan kısımdan, bir miktarını okudum, gitti.

Masumiyet karinesine aykırı olarak -ki bu sayı arttı son kararnameyle, ondan önce- 5.822 akademisyen, 33.497 öğretmen ve idari personel görevden alınmış, 114.729 kişi kamudan ihraç edildi. Ya, bunlar suçluysa bir an önce yargılayın, bitirin, ne olursunuz! İnsanları askıda tutmayın. İdari kararnamelerle, kanun hükmünde kararnamelerle, bir kamu görevlisinin sıradan ihbarıyla insanların hayatıyla oynamayalım, bu kurumları böyle kullanmayalım. Ben, suçlu olanların eksiksiz, namuslu bir şekilde cezalandırılmasını çok arzu eden bir kardeşinizim. Bu terör örgütünden çekenleriz bizler ama masum insanları yaktığınız zaman bunun faturasını ödeyemeyiz.

154 bin işçinin grev hakkı engellendi. Engellediniz de istihdamı mı artırdınız, engellediniz de iş dünyasında barışı mı artırdınız, engellediniz de kişi başına düşen geliri mi artırdınız, ne yaptınız? Bu koşullar altında çalışan 2.006 işçi ise iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi, 2.006 kişi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. Şu alanda bir empati yapalım: Hepimizin ailesine bir tanesi değmiş olsa bu kadar rahat burada oturabilir miyiz? Allah korusun, ailemizden birisi olsa bu, çocuğumuz olsa, eşimiz olsa, kardeşimiz olsa, herhangi bir yakınımız olsa bu rakamlara bu kadar soğuk ve uzak bakabilir miyiz? Biraz empati yapmamız gerekmiyor mu hayatımızla alakalı?

624 kadın bu dönemde cinayete kurban gitti, OHAL dönemini, bu iki yıllık dönemi kastediyorum. 387 çocuk istismara uğradı, biz bugün bunu konuşuyoruz. İşte, canım yandığı için bu toplantının başında size bunları anlatmaya çalıştım. Üzerinde anlaşabileceğimiz bir yasa gelseydi de konuşsaydık, hemen çıkarsaydık, toplumun bir yarasına merhem olabilseydik.

Anayasal denetime tabi olmayan 31 kanun hükmünde kararname yayımlandı. Hukuk Üstünlüğü Endeksine göre Türkiye 113 ülke arasında 103'üncülüğe kadar geriledi. 15 Temmuzdan bu yana yapılan 260 terör eyleminde 619 asker ve sivil hayatını kaybetti. Dolayısıyla OHAL terör olaylarını önleyemedi. Karadeniz teröre en mesafeli yerdir, benim memleketim. Ben Gümüşhane'nin Zigana köyündenim. Gümüşhane'de hayatımızda görmediğimiz olayları görüyoruz. Dağda teröristleri kovalayan askerlerimiz ve onlara dua eden halkımız. Böyle bir ülke halkının bu damarını çatlatmayın lütfen. Bu masumiyete sahip çıkalım. Bununla çok oynarsak bu işin altından kalkamayız.

"Sivil darbe" olarak adlandırılan bu dönemde insan hakları ve temel özgürlükler rafa kaldırıldı, Türkiye'nin başta Avrupa Birliği olmak üzere dünyada ilişkileri bozuldu.

Sayın milletvekilleri, bakın, nasıl 2002'de sona eren OHAL toplumda büyük travmalara yol açtı ve hâlâ etkilerini ortadan kaldırmadıysak 20 Temmuzda ilan edilen OHAL'in faturasını da toplum uzun yıllar ödemek zorunda kalacak. Sizin bu getirdiğiniz kanun doğrudan OHAL'i -hatta daha ağır koşullarda- üç yıl daha uzatıyor, bu faturayı daha ağır ödeteceksiniz halkımıza.

Karşımıza bu teklifle geldiniz. Arkadaşlarımız söylediler, dediler ki: "Alt komisyon kuralım." Alt komisyon kurulmasını ısrarla talep ediyoruz. Kurdurmazsanız kayıtlarla bunu daha sonra, ileride önünüze koyacağız, "Bunu etraflıca tartıştırmadınız, sadece bir komisyondan geçirip, Genel Kurula getirip oradaki birlikte çoğunluğunuzla geçirdiniz, günahını, vebalini siz taşıyacaksınız." diyeceğiz. Anadolu'daki terimle beraber, ellerimiz yakanızda olacak. Bunu düşünmenizi arzu ediyorum.

Olayın üzerinden iki yıl geçti, binlerce kişi gözaltına alındı, tutuklandı, yüz binlerce kişi işten atıldı. Eğer hâlâ bu tehlike devam ediyorsa olağanüstü yetkilerle donatılmış güvenlik ve istihbarat yetkililerinin bu iki yıl içerisinde neyi, nasıl yaptıklarını kamuoyuna şeffaflıkla açıklamaları gerekiyor. MİT'i kurumsal olarak bu şeffaflığın iyice dışına itmek, yine ona bazı masuniyetler kazandırmak yolunda buradaki çabanız gibi olmamalı. Biz, kamu görevlilerimizin ısrarla arkasındayız, destekçisiyiz, yaptıkları iş itibarıyla onlarla beraber irademizi ortaya koyuyoruz ama karşılığında şeffaf toplum istiyoruz. Kamu görevlilerimiz bugüne kadar ne yapmışlar, yapamadıklarını niye yapamamışlar önce onlar açıklamalı. Burada yasamanın kelime oyunlarıyla beraber bu işi bertaraf etmesinin bir anlamı yoktur.

Örgütün büyüklüğünü, nerelere kadar uzanabildiğini anlatmayayım çünkü bu örgüt ülkeyi yönetirken tehlikenin büyüklüğünü size dikkat çektik, "Buna kargalar güler." dediniz ama bundan dolayı hesap sormayacağız. Şimdi doğruyu anlatın, bırakın doğruları bilelim. Ne yaptınız, niye yapamadınız? Yapamamanızın gerekçelerini bir anlatın. Suçu sadece yasalara yükleyerek, suçu terörle mücadeleye yükleyerek yapmayın, yapamazsınız çünkü örnek verdiğiniz Fransa'da, az önce bu kanunu getirirken örnek verdiğiniz Fransa'da böyle işlemiyor kardeşim. Fransa'da bizdeki gibi bir terörle mücadele kanunu yok.

MAHMUT ATİLLA KAYA (İzmir) - Nasıl yok ya?

TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Bu ağırlıkta, bu sertlikte bir terörle mücadele kanunu yok.

MAHMUT ATİLLA KAYA (İzmir) - Daha ağırı var.

TURAN AYDOĞAN (İstanbul) -Yok.

BAŞKAN - Neyse, tamam, boş verin, yok veya var.

OYA ERONAT (Diyarbakır) - Var, var.

TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Efendim, karşılaştırırız, merak etmeyin, birazdan ona da gireriz. Hatta, dedim ya, alt komisyona gönderelim, tartışsınlar. Fransa'daki terörle mücadele kanununun ağırlığı Türkiye'dekiyle eşit değil.

İkincisi: Fransa'daki uygulama. Eğer şüpheleriniz varsa bugün İstanbul Barosunun açıklamalarına bakarsınız.

MAHMUT ATİLLA KAYA (İzmir) - İstanbul Barosu değil, kanunlara bakarız.

TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Efendim, siz kanunlara bakın, biz hukuku savunalım, siz sadece kanunlara bakın.

MAHMUT ATİLLA KAYA (İzmir) - Bilgi sahibi olun, ondan sonra konuşalım.

BAŞKAN - Atilla Bey ya, lütfen ya...

TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Önce terbiyeli olun, ondan sonra konuşalım.

BAŞKAN - Terbiyeden bahsetmeyim lütfen de arkadaşlar...

TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Efendim, bilgisizlik, cahillik bize yakıştırılacak bir şey değildir; terbiye kuralları içerisinde uygun bir laf olduğunu düşünmüyorum.

AHMET SAMİ CEYLAN (Çorum) - Terbiyeyi senden öğrenmeyeceğiz.

BAŞKAN - Ahmet Bey...

TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Ben söyleyeceklerimi söyleyeceğim, siz beni kesmeyin. Burası halkın sözünün mabedi, müsaade edin.

Fransa'da soruşturma makamları, kendilerini sağlama almak için yaptıkları tüm işlemi yargıya havale edip onay alıyorlar, bunu biliyor musunuz? Oradaki önlemlerin, tedbirlerin birçoğu yargının onayına tabi, soruşturma makamlarına tabi. Efendim, valiye tabi değil, soruşturma makamları... (Gürültüler)

Sayın Başkanım, devam edebilir miyim? Bu kadar birbirimize tahammül edemezsek biz yandık.

BAŞKAN - Tahammül edeceğiz de...

TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Sizin istediğiniz gibi konuşayım mi?

BAŞKAN - Ben bir şey istemedim.

TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Hayır, arkadaş "Ülkede sorun yok, hemen kanunu geçirelim."

BAŞKAN - İstediğiniz gibi konuşun ama biraz da toparlayın, başlangıçta çok...

TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Efendim, ben söz hakkımı nasıl kullanacağımı biliyorum, müsaade edin.

BAŞKAN - Kimin ne kadar konuşacağına da gerekirse biz karar veririz.

TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Karar verin, kesin o zaman.

BAŞKAN - Kesmiyorum, hayır.

TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - O zaman müsaade edin konuşayım.

BAŞKAN - Müsaade ediyorum, lütfen biraz toparlayın diyorum.

TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Efendim, kesildikçe toparlayamıyoruz ki.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) - Niye bu kadar gerginsiniz?

BAŞKAN - Tamam arkadaşlar lütfen...

TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Fransa'yı alt komisyonda tartışalım, size çağrımdır.

Arkadaşlar, daha yeni yaşadık, bu ülkeyi Fransa'yla nasıl kıyaslıyorsunuz ya? Fransa'yla kıyaslamayın, boş verin de orada 200 kişi...

OYA ERONAT (Diyarbakır) - Fransa'nın bu kadar şehidi var mı Allah aşkına?

TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Daha dün bir karikatürden dolayı 72 milletvekilimize dava açtı Sayın Cumhurbaşkanı. Fransa'da Cumhurbaşkanının böyle bir tavrını mı gördünüz de bunları konuşuyorsunuz?

BAŞKAN - Neyse Fransa'yı falan bırakalım da işimize bakalım.

TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Boş verin bunları ya, boş verin.

Bu teklifi hukuk tekniği açısından değerlendirirken temel hak ve özgürlüklerin nasıl sınırlandırılabileceğini, evrensel hukukta nasıl sınırlandırılabileceğini iyi bilerek yapmamız gerekiyor. Bunların nasıl korunması gerektiğini de iyi bilerek yapmamız gerekiyor. Bunların yasama organına karşı da korunması gerekir; sadece başka idareye karşı, üçüncü şahıslara karşı değil, temel hak ve özgürlüklerin yasama organına karşı da korunması gerekir. Yasama organına karşı korunma ne demektir? Yazılı bir anayasanızın varlığı ve yasama organının o anayasayla kendisini bağlı hissedebilmesi demektir.

Şimdi, getirdiğiniz kanun teklifi -saymaya şaşırdım- Anayasa'nın 10'uncu, 12'nci, 13'üncü, 19'uncu, 20'nci, 125'inci, ne kadar maddesi varsa hepsine aykırı. Şimdi, biz burada bu kanunu yaparken iç korumanın yasama organına karşı korunmasını sağlamak zorunda değil miyiz? Bunları tartışacağız, tartışmak zorunda değil miyiz? Önümüze küll getirildi diye biz bunu bir küll hâlinde geçirelim dersek parlamenterliğimizden şüphe etmemiz gerekmez mi? Bunları teknik olarak her maddede ayrıca tartışacağız Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Tartışalım.

TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Sadece genel anlamda dile getiriyorum.

Yine, temel hak ve özgürlükleri sınırlandırırken bunun birtakım yolları var, kanunla sınırlandırılması gerekiyor, sınırlamaların keyfî olmaması gerekiyor, sınırlamalarda ölçülülük ilkesi olması gerekiyor, sınırlamaların Anayasa'ya aykırı olmaması gerekiyor ve çekirdek alana dokunmaması gerekiyor. Burada çoğumuz hukukçuyuz, bizim dışımızdaki diğer partilerden arkadaşlar bu teklifin bu 5 başlığa tamamıyla uyduğunu düşünebiliyorlar mı? Mesela çekirdek alana bunun dokunmadığını iddia edebilir misiniz? Mesela burada ölçülülüğün olduğunu... Örnek vereyim, gayet basit bir ilke: Bir kamu görevlisini görevinden aldınız, yargı yoluyla geldi, göreve iade ettiniz, onun aynı göreve iade edilmesi gerekirken "Hayır kardeşim ben seni aynı yere ve aynı göreve iade etmiyorum." deme hakkını bu kavramlar karşısında kendinizde nerede görüyorsunuz?

Teşekkür ederim Sayın Başkan.