| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 1 |
| Tarih | : | 19 .07.2018 |
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Teşekkürler Sayın Başkan.
Değerli üyeler, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, giriş konuşmanızda, Komisyonun önemine değindiniz. Gerçekten Komisyon, Parlamento komisyonları âdeta yasama organlarının birer mutfağı. Bu bakımdan çok önemli. Ben de çok uzun yıllar Anayasa kuramcısı olarak ilk kez burada, sizin Başkanlığını yaptığınız Komisyonda Anayasa pratiğini yapma vesilesiyle sizi selamlıyorum. Keşke böyle bir teklif yerine "Türkiye'de adil yargılanmayı nasıl ilerletiriz?" biçiminde pozitif bir düzenleme vesilesiyle burada bulunsaydık...
BAŞKAN - O da gelir ileride, merak etmeyin Hocam.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - ...veya ilk toplantımız, ilk karşılaşmamız keşke böyle bir düzenleme vesilesiyle olsaydı.
Sayın Bakanın aramızda bulunması bir hüznümü bir kez daha gündeme getirdi. Tabii Özgür Özel haliyle yeni düzenleme boyutuyla ifade etti ama ben, acaba bir tür, parlamenter rejimin ortadan kaldırılmasının bir hüznü müdür, bu dönemin -olmaz ise- yüz elli yıllık bir deneyimin bir anda ortadan kaldırılmasının mümkün olmadığı ve her şeye rağmen kazanımlarımıza geri dönelim biçiminde bir iradenin tezahürü müdür şeklinde düşünmedim değil. Çünkü ben, Sayın Başkan, aynı zamanda çok uzun yıllar yurt dışında görev yaptım, özellikle Fransa'da. Fransızların kendi kurumlarına, kendi kazanımlarına nasıl sahip çıktığını yakından gözlemiş bir kişi olarak benim hüznüm, burada, sadece böyle bir teklif vesilesiyle yüzleşmemiz değil; aynı zamanda Parlamentodaki ilk deneyimimin, ilk birlikteliğimizin yüz kırk, yüz elli yıllık bir kazanımımızın, birikimimizin 16 Nisanda yapılan oylamayla ortadan kaldırılmış olmasının bir hüznüdür. Bu vesileyle bir anekdotla giriyorum sözüme. 16 Nisana bir ay kala, İzmir'deki bir konferansımın ardından bir İtalyan gazeteci sordu: "Sayın Profesör, nasıl olur da sizin kırk üç yıllık mesleki yaşantınıza bir gecede son verdiler?" Dedim ki: Öyle bir yönetim ki ülkenin yüz elli yıllık anayasal ve siyasal birikimine gelecek ay, 16 Nisanda eğer "evet" oyu çıkarsa son verecek olan bir irade, bir kişinin öz geçmişine neden son vermesin? Tabii ben anayasal ve siyasal birikimi bir halkın öz geçmişi olarak nitelediğim için, o bakımdan benim hüznüm çifte hüzündür.
Burada benim hazırladığının metne özellikle sıkça yapılan değinmeler üzerine biraz daha vurgu yapmak suretiyle sürdüreceğim. Mesela bunların içerisinde biri Olağanüstü Hâl İnceleme Komisyonudur, Fransa örneğidir, en sonunda o notu sizlerle paylaşacağım, ama ben bir hususta da özellikle 6638 sayılı iç güvenlik yasasının esasen 4 Nisan 2015 itibarıyla bir tür fiilî OHAL rejimini getirdiğini de dikkatlerinize sunacağım biraz sonra. Bu nedenle "Bu acaba OHAL'in üçüncü evresi midir?" sorusunu sorarak sözlerime başlıyorum metinsel olarak.
Gerçekten belirtildiği üzere Anayasa'nın 120'nci maddesiyle bu ilan edildi ve Sayın Cumhurbaşkanımızın beyanıyla -tırnak içerisinde belirtiyorum- "MGK üyeleri olarak yaptığımız kapsamlı değerlendirme sonunda terör örgütünün bertaraf edilebilmesi için Anayasa'mızın 120'nci maddesi uyarınca OHAL ilan edilmesini Hükûmete tavsiye etme kararı aldık. Bakanlar Kurulumuz da Türkiye'de üç ay OHAL ilan edilmesi kararını aldı. Bu uygulama kesinlikle demokrasiye, hukuka, özgürlüklere karşı değildir; tam tersine, bu değerleri koruma, yükseltme, geliştirme adınadır. Olağanüstü hâl ilanının amacı ülkemizde demokrasiye, hukuk devletine, vatandaşlarımızın hak ve özgürlüklerine yönelik bu tehdidi ortadan kaldırmak için gereken adımları en etkin ve hızlı şekilde atabilmektir." diyor 20 Temmuz 2016 gecesi aynı zamanda bu OHAL ilan kararını da belirtmek suretiyle. Tabii bu ilandan sonra uygulamaya geçildi, belirtildiği üzere, bilindiği gibi Anayasa madde 120 çerçevesinde. Fakat esasen yine bilindiği üzere, OHAL uygulaması, Anayasa madde 121'de yer alan kanun hükmünde kararnameler kullanmak suretiyle uygulandı ve sürdürüldü. OHAL kararnamelerinin hazırlanma tarzı, içeriği ve etkileri bakımından Anayasa'ya uygun olup olmadığı konusuna girecek değilim çünkü bu konuda bu kararnamenin altında imzası bulunan yetkililer defalarca bu çerçevenin dışına çıkıldığını beyan etmiş bulunuyorlar. Fakat ben burada çok önemli gördüğüm birkaç hususa -tırnak içerisinde belirtmek suretiyle- dikkatlerinizi çekmek istiyorum. Bu OHAL kanun hükmünde kararnamelerinin ilk uygulanma biçimiyle ilerleyen aylarda aldığı farklı uygulama şekli arasındaki açığı, açıyı belirtmek için.
Yapılan düzenlemeler OHAL ilanını gerekli kılan nedenler ve ulaşılmak istenen amacın dışına o fark ortaya çıkınca kendini gösterdi, çıkıldı. "Fetullahçı terör örgütü" söylemi ilk 4 kanun hükmünde kararnamede şöyle belirtiliyor: "Millî güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fetullahçı terör örgütüne FETÖ/ PDY aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olan kişi ve kuruluşlar" kaydı 1 Eylül 2016'dan itibaren "Terör örgütlerine veya Millî Güvenlik Kurulunca devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olan" kaydına dönüştü 672 sayılı Kararname'yle. Böylece bu kararnameden, 672'den başlayan ve 703 sayılı Kararname'ye gelinceye kadar kullanılan formül terör örgütü ve Millî Güvenlik Kurulu kararı formülü hâline getirildi. İşte bu formülle esasen 1 Eylül 2016'dan itibaren 20 Temmuz gecesi OHAL'in ilan ediliş amacının dışına çıkıldığına tanık olduk. Şöyle ki: Esasen burada Millî Güvenlik Kurulu, bilindiği gibi, icrai nitelikte karar alan bir organ değildir, hatta 1982 Anayasası'nın ilk biçiminde bile hiçbir zaman Millî Güvenlik Kurulunu icrai nitelikte karar alan bir organ olarak görmedik, anlatmadık ve bu şekilde sınav kâğıdında yanıt veren öğrencilere de hep kırık not verdik, 1982 Anayasası'nın ilk biçiminde bile böyle oldu. Kaldı ki bilindiği üzere, 2001 yılında Anayasa'da yapılan değişiklikle Millî Güvenlik Kurulunun konumu sivil iradeye göre hayli ikinci plana kaydırıldı.
Şimdi burada, bu şekilde Millî Güvenlik Kurulunu öne çıkaran düzenlemenin ötesinde, esasen Anayasa'ya aykırılık oluşturan yönü, bu kanun hükmünde kararnameler düzenleyici ve normatif işlem olduğu hâlde bunlara eklenen ek listeler ve esasen ek listelerin kanun hükmünde kararnamelerin etkisi ortaya çıktı.
Şimdi metin normatif bir metin bir sayfa, iki sayfa veya iki buçuk sayfa ama metne eklenen onlarca ve yüzlerce sayfa ise esasen birer işlemin konusunu oluşturan idari nitelikte işlemler. İşte böylece ikinci bir farkın da ortaya çıkmasıyla iyice Anayasa'nın dışına kaydırdı bu kanun hükmünde kararnameleri. O da şu: Cumhurbaşkanının Başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu tarihi ile kanun hükmünde kararnamelerin Resmî Gazete'de yayımlandığı tarih, bir hafta, beş hafta bazen on haftalık zaman dilimi oluyor. Nitekim bunu zamanın Sayın Başbakanı veciz bir biçimde ortaya koydu, 22 Şubat 2017'de TV ve internet haber sitelerinin genel yayın yönetmenleriyle yaptığı toplantıda ihraç edilen kamu görevlileri ve öğretim üyeleri için "Kurunun yanında yaş da yanıyor olabilir. 19 bin civarında göreve dönüş oldu. 100 bine yakın da 'Bize haksız işlem yapıldı.' diye müracaat var. Böyle yürümeyeceğini gördük, yeni bir karar aldık, OHAL Denetleme Kurulu kurduk. Birkaç haftaya uygulamaya konulacak. Hatalı işlem olabilir. Önümüze gelen binlerce listeyi kontrol edip doğu/yanlış yapıldığını bilemeyiz. Böyle mekanizma yok. Ancak bunlar olduktan sonra haberlerde çıkıyor, ondan sonra haberimiz oluyor. Haksızlıklar varsa düzelecek. Akademik çevrelerden bu şikâyetler geliyor, kamuoyundaki etkilere göre önlem oluyoruz." Başbakanın beyanı 22 Şubat 2017. Tam iki hafta sonra konuyla ilgili Başbakan Yardımcısı listeler konusunda: "Listeler MİT tarafından hazırlanıyor, bize geliyor. 16 Nisan'dan sonra yani Anayasa oylamasından sonra biz bu haksızlıkları düzelteceğiz." diye 22 Mart 2017'de beyanda bulunuyor. Şimdi bu açıdan bu beyanlar çok önemli çünkü bu beyanların sahipleri bu kararnamenin altında imzası bulunan kişiler.
Şimdi, peki buradaki esas sapma nasıl oldu? Esas sapma şu açıdan oldu: Cemaat bir terör örgütü olarak nitelendirildi hâliyle de. Haklı olarak, gerekçede, OHAL ilan gerekçesinde bu terör örgütü olarak kabul edildi ama ilan edildi resmen, fakat ilerleyen aylarda esasen "cemaatçiler" yerine "cemiyetçiler" yani bir biçimde sivil toplum örgütü alanında çalışan, farklı düşünceleri olan, farklı fikirleri olan ve zaman zaman çoğunluk partisini, iktidarını rahatsız eden kişiler hedef alınmaya başlandı.
İşte, bunu yaparken hâliyle Sayın Başbakanın beyan ettiği üzere yükselen eleştiriler sonucu, Avrupa mahkemesinin de müdahalesi gündeme geleceği sırada, belirttiği üzere -kısaltılmış adıyla belirtiyorum Sevgili Başkan-OHALİK...
BAŞKAN - Hocam, bu teklife de gelseniz yavaş yavaş iyi olacak.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Tabii, teklife geleceğim ama bunu anlatmadan teklifin anlaşılması mümkün değil.
BAŞKAN - Biraz özetlerseniz iyi olacak çünkü vaktimiz çok daraldı.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Tabii, tabii. Özetle belirtiyorum ama eğer benim sözüme müdahale edilecekse o zaman...
BAŞKAN - Bakın Hocam, müdahale etmiyorum. Biraz özetleyerek...
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Tabii ki özetle yoksa okumuyorum, sadece tırnak içerisinde bazı hususları sizinle paylaşıyorum.
Çünkü Sayın Başbakan bu işlemin sorumlusu olarak "Birkaç hafta içerisinde OHALİİK kurulacak." dedi, 22 Şubat günü. Fakat komisyon Temmuz 2017'de yani altı ay sonra başvuruları almaya başladı ve o zamana kadar yapılan bütün başvurular yani bu OHAL kanun hükmünde kararnamelerinin mağdurlarının yaptıkları bütün başvurular sonuçsuz kaldı ben dâhil olmak üzere. Çünkü o sırada Sorbonne'da ders veriyordum ve ders programım yarıda kaldı. Pasaportuma da el konulduğu için derse gidemedim. Ders programını sunduk, "Hayır, bu kesindir." dediler ve hangi yola başvurduksa hiçbir biçimde sonuç alamadık. O bakımdan, sembolik olması açısından söylüyorum.
OHALİİK'e, komisyona çok yollama yapıldı çünkü. O nedenle, onun üzerinde birkaç cümleyle duracağım. Tabii, o sırada, Anayasa Mahkemesinin verdiği ilk dört kanun hükmünde kararname üzerindeki kararları biliyoruz ve Anayasa Mahkemesinin de bu kararlarla tabii ki esasen bunu iptal etmesi değil en azından Hükûmetin de Anayasa'nın 121'inci maddesine göre çıkardığı, yaptığı işlemlerin Anayasa'ya uygun olması gerektiğini hatırlatması önemliydi. Bu, kendi yetkisine dâhildi. Ama bunu yapmadığı için bir bakıma özendirmiş oldu Hükûmeti bu kanun hükmünde kararnameleri yürürlüğe koyma, Anayasa dışı ve hukuken birçoğu yok hükmünde olan kanun hükmünde kararnameleri. Çünkü Anayasa Mahkemesi lafzi yorum ve tarihsel yorumla yetindi. Oysa sistematik yorum ve amaçsal yorum, Anayasa Mahkemesinin "Söz konusu kanun hükmünde kararnameyi iptal edemiyorum ama bu, yürütmenin Anayasa dışı işlem yapması sürecini haklı kılmaz." biçiminde bir kayıt düşmesi beklenirdi. Ama bunu yapmadan kendi kararlarından döndü, vazgeçti. Pekâlâ Anayasa Mahkemesi olağanlaşmaya katkıda bulunabilirdi ama bulunamadı. Buna girmiyorum tabii ki.
Fakat, Sayın Başkan, OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonuna çok yollama yapıldığı için izninizle birkaç cümleyle... Ben de başvuruda bulundum binlerce kamu görevlisi gibi ve ben başvuruda bulunurken uzunca başvuru dilekçesinde iki sayfalık bir ön yazı yazdım; hukuka olan inancım gereği, hukukun etkililiğine olan umudum gereği başvuru yaptığımı belirttim. Bütün belgelerimi sundum yurt dışı derslerimi, uluslararası toplantıları filan. Ve benim başvurumun üzerinden bir yıl geçtiği hâlde herhangi bir yanıt çıkmadığı gibi, o sırada söylediğimiz "Dört beş yılda en hızlı çalışmayla bu komisyon sonuçlandıramaz." biçimindeki gözlemlerimiz buradaki beyanlarla teyit edilmiş oldu çünkü 100 binin üzerinde başvurunun sadece yaklaşık 20 binini sonuçlandırmış bulunuyor. Ben içeriğine girmiyorum. Kimler iade edildi kimler kaldı, ona girmiyorum fakat dikkatinizi çekmek istediğim husus şu: Sayın üyeler "Nasılsa OHALİİK var, ona başvursunlar sonra yargı yoluna diye..." Ama bu inceleme komisyonu bu hızla devam ederse beş yıl sonra ancak bu kapı açılıyor yani yargıya başvuru kapısı ancak dört beş yıl sonra açılıyor büyük bir çoğunluk için. Bu nedenle, bunu kullanırken herhangi bir siyasal görüş beyanında bulunmaksızın hukukçu kimliğimizle bunu dikkate almak durumundayız çünkü on binlerce yargısız infaz dosyasının dört beş yılda halledilmesi yönünde bir iyimser yaklaşım bile yargı yolunun ne kadar süreyle kapalı olduğunu göstermesi bakımından önemli bir göstergedir diye düşünüyorum.
Sayın Başkan, tabii ki değerli milletvekilleri biraz önce de belirttiler, "millî irade" dediler. Hepimiz millî iradeye, seçmen iradesine saygılıyız ve saygılı olmak durumundayız. Fakat seçmen iradesine başvururken hukuka, demokratik ilkelere, seçmenin özgür iradesini oluşturma sürecine de dikkat etmemiz gerekir. Bu bakımdan, izninizle, 16 Ekim 2016 günlü konuşmadan bir alıntıyı paylaşmak istiyorum.
"Türkiye'de fiilî bir durum vardır ve bu çözülmelidir. Ülke yönetimi yasa ve Anayasa'ya uygun değildir ve de suç işlenmektedir. Sayın Cumhurbaşkanı fiilî başkanlık yapmaktadır. Bu durum Anayasa'ya aykırıdır. Ya dedim Sayın Cumhurbaşkanı fiilî başkanlık zorlamasından vazgeçsin ya da dedim fiilî durumun hukuki boyut kazanabilmesinin süratle yöntemleri aransın. Bunları anlamayan varsa sözüm söz olsun, heceleye heceleye, alfabeyi öğretir gibi anlatmaya varım ve hazırım araba devrilmeden." diyor Sayın Devlet Bahçeli, MHP Genel Başkanı. O günden itibaren Hükûmet hemen Anayasa değişikliği için girişimde bulundu ve tam altı ay sonra sandık kuruldu, Anayasa halk oylaması sandığı kuruldu.
Burada bizler anayasacılara olarak, uzmanlar olarak karşılaştırmalı anayasa hukukuna yabancıdır Anayasa'nın OHAL ortam ve koşullarında değiştirilmesi biçimindeki itirazlarımız karşısında Sayın Başbakan "Referandum sandığını OHAL'de kuracak değiliz ya." dedi ve bir umut aşıladı fakat bilindiği gibi OHAL ortam ve koşullarında yapıldı. Sayın Başbakanımız, dürüstçe, 6 Haziran 2017 günü "Biz yetmiş günde yüzde 30'luk desteği 51,4'e çıkardık." dedi. Tabii ki bu yüzde 30'luk desteğin yüzde 51,4'e olağanüstü hâl ortam ve koşullarında çıkarılmış olduğunu da Sayın Başbakan itiraf etmiş oldu. Bunu, herhangi bir değer yargısını ortaya koymadan bir olgu olarak belirtiyorum. Çünkü o sırada oy istenirken "devletin bekası" gerekçesiyle oy istendi fakat ilginçtir, Anayasa'nın yürürlüğe girişi, bu gerekçeyle oy istendiği hâlde, iki buçuk yıl sonrasına bırakıldı yani 3 Kasım 2019 sonrasına. Evet, devletin bekası gerekçesiyle oy veren ve "evet" diyen yurttaşlarımız gerçekten çok oldu, onlara saygı duyuyoruz. Mademki devletin bekası gerekçesi söz konusuydu, neden yürürlüğe konmadı hemen Anayasa oylandıktan sonra?
Altı aylık süre tanındı uyum yasaları için fakat altı aylık süre bir yana bir yıllık sürede bile uyum yasaları çıkarılmadı ve esasen 6771 sayılı Yasa yani 16 Nisanın arkasından yürürlüğe konmuş olan yasa 24 Hazirana seçimlerin alınmasıyla ihlal edildi. Bunu görmemiz gerekiyor. İhlal edildi çünkü madde 21'e göre "En geç altı ay içerisinde Meclis düzenler." diyor; "Seçimler 3 Kasım 2019'da yapılır." diyor, "Meclis erken seçim kararı alırsa iki seçim birlikte yapılır." diyor. Fakat on iki ay bile geçtiği hâlde Meclis bu düzenlemeyi yapmadı; on altı ayı daha bulunduğu hâlde, böyle bir düzenleme yapma yerine öne aldı ve uyum kanunlarını düzenleme yetkisini Hükûmete devretti. Oysa burada, 6771 sayılı Kanun yani millî iradeye saygı adına kabul edilmiş olan metinde bu, Parlamentonun bir yetkisidir, yoksa kanun hükmünde kararnameye bırakılacak bir yetki değildir. Bu bakımdan bu aşamada iki yönlü Anayasa'ya aykırılık ortaya çıktı: Biri, on iki ayda uyum kanunu çıkarılmamış olması nedeniyle ihmal yoluyla Anayasa'ya aykırılık; ikincisi, on altı ay sonra yapılacak seçim uyum kanunları çıkarılmadan öne alındığı için, eylemli, açıkça Anayasa'ya aykırılık şeklinde.
İşte, sayın üyeler, sevgili üyeler, Değerli Başkan; o günden itibaren...
BAŞKAN - Hocam, sözünüzü kesmek istemiyorum, çok vakit geçti. Lütfen, artık yavaş yavaş şu teklife gelelim. Lütfen... Yani konferansa döndü biraz iş. Başka zaman sizi dinlemekten çok zevk alırız, memnuniyetle dinleriz ama şunu mümkünse teklife getirsek artık yavaş yavaş, iyi olacak.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, nezaketiniz için teşekkür ederim.
BAŞKAN - Ben teşekkür ederim.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Ama bana sözü geç verdiniz. Pekâlâ yemekten sonra ilk sözü bana verebilirdiniz.
BAŞKAN - Yok Hocam, geç de olsa erken de olsa bu sistem böyle, yani usul böyle.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Bir maksimum konuşma süremiz var mı?
BAŞKAN - Belli, makul bir süre. Biliyoruz, yani şimdi diğer arkadaşlar ne kadar konuştuysa en fazla sizin de o kadar konuşmanız gerekir. Üstelik Komisyon üyelerinin dışındakilere bu kadar tolerans tanımadık şimdiye kadar.
MURAT EMİR (Ankara) - Sayın Başkan, çok yararlı bir konuşma dinliyoruz ama.
BAŞKAN - Dinliyoruz, evet ama şeye gelemedik.
MURAT EMİR (Ankara) - OHAL süreci ve Anayasa değişikliğinin nasıl yapıldığının burada ayrıntılarıyla konuşulması...
BAŞKAN - Tamam da onu aşağı yukarı arkadaşlarımız biliyor ama...
MURAT EMİR (Ankara) - ...bu kanun teklifinin anlaşılması bakımından çok değerli.
BAŞKAN - Anlıyoruz onu da artık yavaş yavaş teklife gelelim Hocam, lütfen.
Keşke onun hepsini yazsanız da bize dağıtsanız biz daha memnun oluruz.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, size ileteceğim, tabii ki size sonradan ileteceğim ama eğer gerçekten bir yorgunluk söz konusu ise ara verelim.
BAŞKAN - Hayır, ara vermeyeceğiz, şimdi devam edeceğiz. Belli bir hesabımız kitabımız var.
MURAT BAKAN (İzmir) - Hesap kitap ne Sayın Başkan, yemek meselesi mi?
BAŞKAN - Daha doğrusu hesap kitap dediğimiz yani yemek meselesi var, onun için diyorum ya. Arkadaşlar acıktı.
MURAT EMİR (Ankara) - Yemek arasından sonra ilk sözü verin de...
BAŞKAN - Yok, artık tamam.
Hocam, lütfen, tamam.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Yemekten sonra o zaman... Arkadaşların hakkına...
BAŞKAN - Hocam, maddelere gelince gene size söz veririz de lütfen tamamlayın, istirham ediyorum sizden.
ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) - Hem "Muhalefetten yararlanacağız." diyorsunuz hem ikide bir sözünü kesiyorsunuz, nasıl yararlanma bu?
BAŞKAN - Zamanı geldikçe yararlanırız, merak etmeyin.
Ama teklifi görüşüyoruz biz burada, şimdi teklife hiç gelmiyor. Hocam çok geçmişten bahsediyor, devam ediyor gidiyor.
MURAT BAKAN (İzmir) - Sayın Başkan, tam da teklifle ilgili konuşuyor şu an.
MURAT EMİR (Ankara) - Geçmişte yüz binlerce insan yargılandı, yüz binlerce insan yargısız işinden edildi.
BAŞKAN - Onları gene dinleriz biz ama şu teklif...
MURAT BAKAN (İzmir) - Parlamenter olarak bundan daha önemli bir işimiz mi var? Yani tahammül edemiyorsunuz.
BAŞKAN - Hayır, lütfen. Bir saniye, biz yönetiyoruz arkadaşlar, kusura bakmayın yani.
MURAT BAKAN (İzmir) - Biraz daha devam etsin.
BAŞKAN - Tamam, Hocam, lütfen...
Buyurun.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli üyeler; tam da sözümü anayasallık sorununa getirdiğim anda kestiniz demiyorum, nazikçe müdahale ettiniz. Oysa bugün konuştuğumuz konu tabii ki Anayasa Komisyonunun konusu aynı zamanda. Keşke Anayasa Komisyonuna getirilseydi bu aynı zamanda ve Başkanı da burada olsaydı, inisiyatif alsaydı. O nedenle buraya geldik, misafiriniziz.
BAŞKAN - Buyurun, sözümüz yok.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - O bakımdan sözümüzü kesmiş olmanızı bile nezaketli bir müdahale olarak şey yapıyoruz. Keşke bunu Anayasa Komisyonunda ele alabilseydik. O bakımdan belki arkadaşlardan biraz hoşgörü rica edeceğim çünkü hani ister istemez bunun, maddelere inmeden önce bütün olarak fotoğrafını çekmemiz gerekir.
BAŞKAN - Tamam Hocam, devam edin siz.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Yoksa benim burada kişisel bir konuşma değil, anayasallık açısından özellikle vurgulamak istediğim husus, o uyum kanunları çıkarılmadan erken seçim kararının alınması anından itibaren ortaya çıkan Anayasa'ya aykırılıklar zincirinin halkalarının devam ediyor olması. Bunu vurgulamak gerekiyor ancak kuşkusuz ayrıntıya girmeden bunu özetlemeye çalışacağım ve bu arada bence nasıl ki siz bana müdahale ederek haklı olarak "Süre uzadı." diye dürüstçe bu şeyi ifade ettiyseniz kullandığımız kavramlar konusunda da dürüst olmak durumundayız. Mesela -resmîleştirildiği için söylüyorum- "Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi." Şimdi bu kulağımıza hoş geliyor ama hükûmetin olmadığı yerde "hükûmet" niçin diyoruz? Cumhurbaşkanına altı ayrı sıfat verdiğimiz yerde neden "cumhurbaşkanı"nı kullanıyoruz? "Sistem" sözcüğünün tanımına uygun bir düzenlemenin olmadığı yerde niçin "sistem" diyoruz? Şimdi burada hangi görüşte olursak olalım bence saydam olmamız gerekir ve "Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi" kavramının 6771 sayılı Kanun için kullanılamayacağını belirtmemiz gerekir. Ha neyi kullanalım? Onu ben söylemiyorum ama bunun yanlış olduğunu söylemek benim görevim, dürüstçe davranmak açısından benim görevim.
Şimdi, burada, esasen yetki devrinde biraz önce belirttiğim gibi ortaya çıkan sorunlar zincirleme aykırılıkları beraberinde getirmiştir ve Sevgili Başkan, yetki devri sonucunda ortaya çıkan süreçte, biz, hani hükûmet, her ne kadar kendisine anayasal çerçevenin dışında bir kanun hükmünde kararname yetkisi verildi, bunu kullanacak diye düşünürken 18.632 kamu görevlisinin adının yer aldığı kararnameyi, OHAL kararnamesini, 701 no.lu Kararname'yi, esasen 4 Haziran günü toplanan Bakanlar Kurulunda kararlaştırmış ve ne zaman açıkladı? 8 Temmuz günü.
Şimdi, Anayasa'da yazılı. Az önce söyledim, Bakanlar Kurulu toplantısıyla kararnamenin yayımlandığı günün aynı gün olması gerekiyor ama burada bir beş hafta söz konusu ve 2 Eylülden bu yana izlenen yol ve yöntem... Geçiş döneminde bile, sayın üyelerin sıkça vurguladığı geçiş döneminde bile buna saygı duyulmuyor ve birçok kesim aradı! Bunlardan biri Dokuz Eylül Üniversitesinden öğretim üyeleri. Neydi şeyiniz dedim. "Yok, benim herhangi bir..." dedi. Acaba barış bildirisine imza mı? "Yok." dedi. "EĞİTİM-SEN üyesi mi? "Hayır, değil." dedi. "Sadece 2009'da rektör adayıydım, 1'inci oldum 500 küsur oyla. Sonra 161 oyla seçilen atandı, ben de dava ettim. Yürütmenin durdurulması kararı verildi. O hâkim sürülünce hemen anında o iş de kapandı." Peki, yok mu bir aidiyetiniz dedim. "CHP üyesiyim." dedi, o kadar. Dolayısıyla bu da 18.632... O bay-bayan 2 tıp profesörünün, sadece ad vermeden söylüyorum.
Şimdi, sizin beni yönlendirmek istediğiniz kanun hükmünde kararnameye geldim, bıraktım onları. Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, Sayın Özlem Hanım'ın başlangıçta sunduğu ve sonra birçok vekilin lehte ve aleyhte görüş beyan ettiği bu metin, tabii ki belirttiğiniz üzere, maddeler hâlinde, teker teker, ayrıntılı olarak incelenmesi gereken bir metindir. Fakat burada benim dikkatimi çeken bir husus, 6638 sayılı Yasa'yla, "iç güvenlik yasası" olarak adlandırdığımız yasayla bağlantılandırılmamış olması ne metinde ne de gerekçelerinde. Hatırlayacağınız üzere, 4/4/2015'te yürürlüğe giren, "iç güvenlik yasası" olarak kısaltılmış şekliyle bilinen ve çokça bu çatının altında tartışmaya neden olan yasada, kamu görevlilerine verilen yetkilerin, mülki idare amirlerine verilen yetkilerin önemli bir kısmı kolluk güçlerine verilmişti ve bu yasanın uygulandığı dönem, maalesef, Türkiye için çok talihsiz bir dönem oldu. Özellikle 7 Haziran 2015 seçimleri ve 1 Kasım 2015 seçimleri arasında çok büyük katliamlara tanık olduk, terörist saldırılarına. Ama ne var ki bu yasa, güvenlik adına çıkarılan yasa, bu güvenliği sağlama amacıyla kullanılamadı, daha çok bunu protesto etmek isteyen barışçıl toplantılara ve gösterilere karşı kullanıldı.
Sayın Başkan, değerli üyeler; bu yasanın uygulandığı dönem, esasen, Türkiye'de fiilî OHAL'in başladığı dönemdir. 20 Temmuz gecesi yürürlüğe konulan OHAL ise anayasal OHAL'dir. Acaba bu, şu ana kadar tartıştığımız metin bu çerçevede nasıl nitelendirilebilir? Çünkü şimdi tartıştığımız metin yürürlüğe girdiği zaman her ne kadar Sayın Bakan aramızda değilse de mutlaka burada bulunan Sayın Başkanın ve diğerlerinin bilgisi vardır. Herhâlde "OHAL'i kaldırdık." diye bugün Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine bir bildirimde bulunmuş olunmalı çünkü OHAL kalkınca Anayasa'nın 15'inci maddesi de artık askıya alınıyor ve 13'üncü maddesi yürürlüğe giriyor bütün kapsamıyla. Bu nedenle, artık hak ve özgürlükleri durdurma yetkisi bulunmuyor mülki idare amirlerinin de hâkimlerin de çünkü hak ve özgürlükleri durdurma yetkisi OHAL döneminde, 15'inci maddenin yürürlükte bulunduğu ortam ve koşullarda oluyordu. Bu nedenle, şu anda Anayasa'nın 15'inci maddesi askıya alındı. Tıpkı yürürlükte olan, kalan 119'uncu maddesinde olduğu gibi. Ama şu anda bütün Türkiye genelinde 13'üncü madde geçerli bulunuyor. Dolayısıyla, bu teklif metnini Anayasa madde 13'e göre çerçeve metin olarak incelememiz gerekir.
13, bildiğiniz gibi iki kısımdan oluşuyor:
1) Sınırlama ilkeleri kanunla sınırlanır.
2) Anayasa'nın özüne ve sözüne uygun şekilde sınırlanır.
3) Anayasa'da belirtilen nedenle sınırlanır.
Güvence kısmı ise laik cumhuriyete aykırı olamaz; demokratik toplum düzenine aykırı olamaz sınırlamalar, ölçülü olmalıdır, hakkın özüne dokunulmamalıdır.
Sayın üyeler, hangi görüşte olursak olalım, bu kanun teklifinin Anayasa'nın 13'üncü maddesine ne ölçüde uygun düzenlemeler getirdiğine mutlaka bakmak durumundayız. Bu açıdan buna bakıldığı zaman -şimdi, izninizle Sevgili Başkan, bir iki alıntı yapmak istiyorum- televizyonlarda dün gece baktık, bu metni savunurken -değerli üyeler, konuşmalarınızı ben dikkatle dinledim hepinizin, not bile aldım, çok değerli notlar, hangi görüşten olursanız olun- bakın, ne oldu bu OHAL, ne oldu FETÖ terör örgütü tehlikesi, hâlen devam ediyor. Bir kısmı da ama diğerleri de işte, barış bildirisi örneğini vererek bunu bir tür terörize etme çabasına giren, hâliyle medyaya ulaşma olanağı bulunan kesimler bunu kötüye kullanıyorlar, medyaya giriş hakkını, onu hemen kriminalize ediyorlar. Şimdi, sizlere, bu konudaki çelişkiyi paylaşmak için, gerçekten barış bildirisinde veya onlarca, binlerce, on binlerce kamudan tasfiye edilen ve hayatlarında, tıpkı benim gibi, hiçbir biçimde cemaatle tanışmamış olan ama cemiyetçi olan, yani şu ya da bu biçimde sivil toplum örgütü mensubu olan kişilerin içine düşürüldüğü duruma dikkatinizi çekmek istiyorum. Şimdi, barış bildirisine rıza gösterenler 1 değil en az 11 ayrı işleme tabi tutuldular. Kimisi gözaltına alındı, kimisi yargılandı, kimisi cezaya çarptırıldı, kimisi üniversiteden atıldı, kimisine disiplin cezası verildi, kimisi görevine devam ediyor, soruşturma bile açılmadı ama en az 10-11... Fakat şu çelişkiye lütfen dikkatinizi çekmek istiyorum: Aynı bildiriye imza atan iki profesörden biri -biri ben olayım, imza demeyelim, imza yok, rıza gösteren ben olayım- Hükûmet tarafından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde yargıçlığa aday gösterildi, yani dünya çapında ödüllendirildi, öbürü ise -ben diyelim- dünya çapında yaptırıma tabi tutuldu. En son Seul'deki Anayasacılar Dünya Kongresi'ne katılamadım. Evet, oturum başkanı olduğum için bildirileri okudum, onlarca bildiri, kabul mü, değil mi. Ama ben katılamadım çünkü benim pasaportuma el konulmuş bulunuluyor, başvurduğum bütün merciler bunu reddetti. Şimdi, Sayın Başkan, değerli üyeler; bırakalım bir tarafa dünya görüşümüzü. Eğer gerçekten burada uygulanan 11 farklı yaptırım, bunun içerisinde Terörle Mücadele Kanunu 7/2 de var, TCK 301 de var. Hani, bağlantılı olduğu için söylüyorum. Eğer suç ise bu, suç ise neden 1 ceza değil de 11 ayrı kategori? Eğer bu suç ise bir kişi, buna rıza gösteren bir kişi dünya çapında yaptırıma tabi tutulduğu hâlde, öbürü aynı Hükûmet tarafından neden dünya çapında ödüllendiriliyor? Acaba burada gerçekten bu bildiriye rıza göstermek mi bu kişilerin yaptırıma tabi tutulmasının nedeni, yoksa bildiriye rıza göstermiş ama Hükûmetle ters düşmemiş veyahut yazılarıyla, konuşmalarıyla birileri Hükûmeti eleştirmiş, diğerleri Hükûmete paralel bir tavır izlemiş, acaba bu mu? Bu ise bu bir ayrımcılıktır, iki ayrı sonuç olmaz; biri ödül, öbürü yaptırım. "Hayır, biz onun farkında değiliz." denilirse o zaman daha kötü. En azından -o kadar- yönetim gerçekten bir biçimde yaptığı işlemlerden habersiz bir şekilde Türkiye'yi yönetmeye devam ediyor. Ben bunu mahkeme önünde dile getirdim. Öyle ya, şimdi çoğunluğu hukukçu, belki herkes hukukçu. "Sayın yargıç, nasıl oluyor, ben dünya çapında yaptırıma tabi tutuldum, öbürü ise dünya çapında ödüllendirilmeye?" Mahkeme heyeti dosyayı getirtme gereği bile duymadı, genişletme gereği bile duymadı Sayın Başkan. O nedenle, adil yargılanma hakkına dair düzenlemeyi de umarım burada çok geçmeden tartışma olanağına sahip oluruz.
BAŞKAN - Lütfen toparlayın artık, yoksa adil yargılamaya zor ulaşacağız bu gidişle.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Tabii, hemen toparlıyorum Sevgili Başkan.
Burada, tabii ki esasen bu barış bildirisi nedeniyle bunların kriminalize edilmesi ve sonuçları dikkate alınınca -ben sonradan bu metni iletirim ilgili arkadaşlara, ilgilenenlere- "Bilim ile Barış İlişkisi", "Yargısız İnfaz Yoluyla Bilim Kıyımı" başlıklarını bir sayfa ama paylaşmıyorum sizinle zaman konusundaki haklı duyarlılığınızı dikkate alarak. Burada yargı, düşünce özgürlüğünün ötesinde, bilim özgürlüğünün boğulması yönünde kullanıldı ve yargı kapısını benim gibi binlerce, on binlerce kişi aradan bir buçuk-iki yıl geçtiği hâlde hiçbir biçimde kıpırdatamadı, açamadı ama 7 Şubat gecesi çıkan kanun hükmünde kararname ek listesinde adımın yer almasının üzerinden iki gün geçti, savcılık beni ifadeye çağırdı yani Ankara'da işlem yapıldı, İstanbul'da yargıç, savcılarımız harekete geçti. Dolayısıyla, ben uğradığım haksızlığa... Ben derken lütfen kişiselleştirdiğimi düşünmeyin, binlerce kişi hiçbir biçimde yargının kapısını açamadı fakat tam tersine, yargıçlar, FETÖ terör örgütü darbesini tezgâhlayanlara karşı emeklerini harcamak durumunda iken bu şekilde düşünce ve fikir özgürlüğünü kullanan bilim adamlarına, sivil toplum örgütü temsilcilerine, gazetecilere, öğretim üyelerine mesai harcamaya başladılar. Bunu görmek durumundayız Sevgili Başkan, sayın üyeler. Dolayısıyla "Dünya bizi anlamıyor." derken çok üzgünüm, ben otuz küsur yıl en az, başta Avrupa üniversiteleri olmak üzere
dünyanın on beş üniversitesinde görev yaptım, emeklilik statüsüne kadar geldim ve benim ders verdiğim hukuk ve siyaset bilimi fakültesi öğrencileri o ülkelerin tam yöneticisi olmasa da üst düzeyde görev yapan kişiler. Çok üzgünüm, dünya keşke bizi anlamasaydı ama benim örneğimden de anlaşıldığı gibi anlıyorlar. Dilerim ki bu çatı altında bu makûs gidişi değiştirme şansımız olur. Bu bakımdan, tabii ki teker teker maddelere döneceğiz. O bakımdan, ben Anayasa'nın maddelerini not ettim teker teker fakat şimdi zamanınızı daha fazla işgal etmemek için ben burada bir örnekle yetineceğim, kamu görevlileri açısından bir örnek vereceğim.
Şimdi, kamu görevlileri açısından yapılan düzenleme, Millî Güvenlik Kurulu karar mercisi olmadığı hâlde, yine Millî Güvenlik Kurulunca devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı. Böyle bir icrai karar yetkisi yok ama konmuş yine bu, sadece tavsiye eder. 118'inci maddeye aykırı, yanlış, Anayasa dışı. Savunma hakkı; kamu görevlileri savunma hakkı tanınmadıkça kendilerine hiçbir disiplin cezası verilmeyen memurlar ve kamu görevlileri, madde 129; teklifin -madde 23- gereği keyfî bir biçimde görevlerinden çıkarılabilecekler ve bu kişilerin göreve iadesi konusunda kamu görevinden çıkarılanların itirazları üzerine yapılacak değerlendirme sonucunda görevlerine iadesine ilişkin işlemler aynı usulde yapılır. Yani üniversitem benim görevime son verecek, üniversiteme başvuracağım "Beni al." diye. Şimdi, burada üstelik tazminat yok, iade durumunda bile tazminat isteyemezler. Görev güvencesi yok, iade durumunda görev yerlerine dönme güvencesi yok, sorumluluk da yok. Göreve dönme durumunda yaptırım uygulayan kişilerin de sorumluluğu yok.
Sayın Başkan, değerli üyeler; ben bunu Anayasa'yla, hukukla nasıl açıklayayım? Şaka gibi. Şaka gibi geliyor bu çünkü şimdi, siz böyle bir hüküm koyduğunuz zaman, böyle bir düzenleme yaptığınız zaman pekâlâ hoşunuza gitmeyen bir biçimde farklı görüşte olan, farklı fikirde olan, hoşunuza gitmeyen kişileri harcayabilirsiniz ve bu kanun hükmünde kararnameye ek listelerinden daha beter neden olur? "Beteri" diyorum çünkü kanun hükmünde kararnameler hiç değilse Hükûmet eliyle oluyor, toptan oluyor, kamuoyuna yansıyor ve işte Sayın Başbakanımızın 22 Şubat günü belirttiği gibi "Kurunun yanında yaş da yanıyor." dedi. Evet, biz hukukta hiçbir zaman "yakmak" -kuru da olsa- deyimini kullanmayız, hukuken yanlış ama tabii ki Başbakanın hukuk uzmanı olmasını bekleyemeyiz, bizim için önemli olan dürüstlüktür ama keşke tutarlı olabilseydi, hani onu aradan geçen bir buçuk yılda ayıklayabilseydi.
Dolayısıyla, özellikle bu örnekte, bakın, seyahat özgürlüğüne girmiyorum, Anayasa madde 23 açısından, madde 23'e açıkça aykırı; toplanma özgürlüğüne girmiyorum, Anayasa madde 34'e açıkça aykırı; MİT'e tanınan ayrıcalığa, her zaman olduğu gibi bunun devamına girmiyorum; kişi özgürlüğü ve güvenliği, madde 19'a girmiyorum, değinildi; adil yargılama hakkı bakımından ortaya çıkan ihlallere, arama ve el koyma işlemlerindeki aykırılıklara girmiyorum ve burada, suçun şahsiliği ilkesi üç yıl boyunca rafa kalkacak, buna da girmiyorum ama buradaki esas sorun şu: Bu kamu görevlileri örneğinde olduğu gibi kanun hükmünde kararnamelerden çok daha aşırı görünmez olacak çünkü saydamlıktan uzak olacak ve çok daha keyfî yetki kullanılacak. Büyük tasfiyelere tanık olabiliriz. Bu açıdan, önceki gün MHP'nin Sayın Grup Başkan Vekilinin dile getirdiği "FETÖ siyasi ayağı ortaya çıksın." biçimindeki temennisine aynen katılıyor olmakla birlikte iki husus var: Bence sadece siyasi alan değil, ayak değil, üniversitede çok sayıda var, idari yapıda çok sayıda var. Siyasi ayak, kuşkusuz sizler bu konunun uzmanısınız ama benim korkum şudur: Eğer bu yürürlüğe girerse bu şekliyle o zaman pekâlâ hoşlanmadığımız, fikri bizden farklı olan, farklı bölgeden gelen, farklı cinsiyeti olan, farklı giyimi olan, farklı tercihleri olan kişileri tasfiye ederiz ve tam tersine, FETÖ'yü, FETÖ terör örgütünü güçlendiririz. Bu, söylediğim gibi siyasi ayak konusunda en çok dikkat çekici durumda.
BAŞKAN - Hocam, bitiyor inşallah.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Bitiriyorum.
Sayın Başkan, bu açıdan, eğer bu yürürlüğe girerse... Bakın, ben bu konuşmayı beş ay önce ya da iki yıl önce yapsaydım yine hiç değişmezdi, belki daha sert olurdum çünkü politik kimliğim olmazdı ama ben, emin olun, bunu bir hukukçu kimliğimle konuşuyorum. Eğer bu yürürlüğe girerse o zaman olası sakıncaların yanında, bakın, Anayasa madde 2, insan haklarına saygılı, demokratik hukuk devleti; madde 11, Anayasa'nın üstünlüğü ve bağlayıcılığı gibi ilkeleri de ihlal edeceği gibi, siyasi birçok sakıncayı da beraberinde getireceği gibi Anayasa madde 13, ölçülülük ilkesi bakımından baktığımız zaman eğer fiilî OHAL 2015'de yürürlüğe girdiyse bu 2021'e kadar devam edeceğine göre ölçülülük ilkesi bakımından da Türkiye altı yıla, yedi yıla yayılan bir OHAL'e tahammül edebilir mi? O zaman OHAL değil, OHAL yönetiminin istismarıyla karşı karşıya kalabiliriz. Bu bakımdan, ben darbe sonrası yazılarımda belirttiğim gibi üç noktayı dikkatinize sunmakla, darbeyle bir kez daha karşılaşmamamız için sözlerimi toparlayacağım.
Anayasa'nın üstünlüğü...
BAŞKAN - Hocam, artık yani dönüyorsunuz dönüyorsunuz tekrar...
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Hayır, hayır, tekrar etmiyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Devamlı "Toparlıyorum." diyorsunuz ama tekrar devam ediyorsunuz başka şeylere.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Ben bırakabilirim tabii ki.
BAŞKAN - Hocam, lütfen, istirham ediyorum sizden yani toparlayın artık.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, hemen bırakabilirim ama...
BAŞKAN - Bakın ya bir saat oldu hocam, lütfen yani. Burada yok öyle bir konuşma, hiç olmadı şimdiye kadar.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Hiç olmadı mı?
BAŞKAN - Hiç olmadı. Sizin ilminize saygı göstererek yaptık bunu.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Nezaketiniz için çok teşekkür ederim.
BAŞKAN - İstifade ederiz diye düşündük, istifade ediyoruz da ama siz de anlayın artık lütfen.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, o zaman, ben...
BAŞKAN - Maddelerde konuşun gerekirse. Bir sürü madde var burada sizin söz alabileceğiniz.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Hiç kuşkusuz ama Fransa çok gündeme geldiği için...
BAŞKAN - Fransa'yı da Fransa zamanı konuşalım Hocam. Artık lütfen, istirham ediyorum.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - "Fransa'da da böyle oldu." dendi de onun için.
BAŞKAN - Ya, der arkadaşlar.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - O zaman, hemen şunu belirteyim, iki sayfalık notuma bakıyorum.
BAŞKAN - Öyle değilse "Değil." dersiniz, biter yani.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Paylaşmıyorum ama Fransa'da OHAL'in uygulanmasında, düzenlemelerde yürütme, yasama, yargı üçlüsü hep gözetildi, hiçbir zaman bu halka çıkmadı. Bizde eğer gerçekten...
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, OHAL, yeni OHAL'lere -bu kez yasa yoluyla bir OHAL'e giriyoruz- girmemek için, Anayasa'nın üstünlüğü ve hukukun üstünlüğü çerçevesinde, ışığında Türkiye'nin yönetilmesi yeterlidir, hukuka saygı yeterlidir, yargı bağımsızlığı yeterlidir. Yeter ki biz Anayasa'nın 11'inci maddesinin, emredici hükmün herkes için bağlayıcı olduğu gerçeğini kabul edelim.
Teşekkürler.