| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 1 |
| Tarih | : | 19 .07.2018 |
TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Öncelikle bir önceki tartışmadan oluşan atmosfer üzerine aynı yere varmamak kaydıyla bazı şeyler söylemek istiyorum. Özgürlükleri çifte standartla algılarsak bu yasaları yapmakta da çok zorlanırız. Demokrasi, demokratik haklar ve özgürlükler çifte standart kabul etmezler. Yani sizi ilgilendiren kısımları özgürlük olarak kabul ederseniz, toplumun genelini ilgilendiren kısımları da onların sorunu olarak kabul ederseniz bu işin içinden siyaseten de çıkmak zor olur, sosyolojik olarak da çıkmak çok zor olur.
O yüzden bir önceki başörtüsü tartışması üzerinden başka bir tartışmaya ve buraya bağlamaya çalışacağım. Grup başkan vekilimizin açıklamalarına tamamen katılıyorum, başörtüsü tartışması bu ülkenin ayıbıdır, ayıbı olmuştur, o yıllarda da ayıbı olmuştur, devamında da ayıbı olmuştur. Antalya milletvekili sevgili dostum çok net açıkladı, tekrar açıklama ihtiyacı duyuyorum, başörtüsü tartışmasının temelinde 12 Eylül rejimi vardır, benim öğrencilik yıllarıma denk gelir bu tartışmanın sonrası. Bizim öğrencilik yıllarımızda, 80'li yılların başında üniversitelerde başörtüsü sorunu diye bir sorun yoktur, başörtülü kardeşlerimiz çok az sayıda olmakla beraber -o zaman sayıları çok azdı hatırladığım kadarıyla- böyle bir toplumsal grup ya da baskı grubu oluşturacak sayıları yoktu. Ankara Hukuk Fakültesinde derslere biz beraber girdik, çok fazla ortaklaşa yanlarımızın olduğunu da beraber tespit ettik çünkü ben de bir köy enstitüsü mezunu babanın evladıyım ama beş vakit namaz kılan ve inançları sağlam bir babanın, işte böyle bir bileşkenin evladıyım. O yüzden dinî meseleleri ve özgürlükler meselesini hiçbirimizin kendi tekelimize almamızın doğru olmayacağı inancındayım. Birbirimizi bulunduğumuz yerlerdeki değerler olarak kabul ederek burada yol yürümemiz gerekiyor. Arkadaşlarımızın bu saflıkta ve bu ön yargısızlıkla burada konuşmalarına devam etmeleri gerektiğini düşünüyorum. Bu, bir ayıptır, rahmetli Özal'ın döneminde o dönemin diktatörü Kenan Evren'in bu tartışmayı yarattığı bir tablodur -bu tartışmanın yaratıldığı iktidarın olduğu dönemde de YÖK Başkanı İhsan Doğramacı'dır- tamamen sağ tandanslı siyasetçilerin hayatımıza sokmuş olduğu bir tartışmadır. Buradan bir başka yere varmak pek mümkün değildir. Bu ayıpla beraber yalnız, ülkemizde demokrasinin birçok ayıbı vardır, en çok da bugün yaşanan ayıplarımız vardır. Bundan on yıl önce, on beş yıl önce çözülmüş olan... Sayın Genel Başkanımızın çıkıp "Benim için merdiven altında üretim yapan çocuklar ile üniversite önünde öğretim için bekleyen çocuklar aynıdır, başörtülerinden dolayı özgürlükleri engellenemez." ifadesinden sonra o dönem iktidarınız rahatlayarak bu kararı almıştır.
Bu bir ortak iradedir ama bu ortak iradeyi nedense her türlü özgürlüklerde gösteremiyoruz, hemen yanı başımızda çok yakın konular var. Grup başkan vekilimiz hanımefendi çok sevdiğim bir meslektaşımdır, kendisine de çok saygı duyarım, burada olsaydı ona şunu sormak isterdim: Sizin öğretim, eğitim hayatınız sekteye uğradı da bu ODTÜ'lü öğrencilerin uğramıyor mu, bu Boğaziçili öğrencilerin uğramıyor mu? Bunların eğitim hakları ellerinden alınmıyor mu? 16-17 yaşında Konya'da, Manisa'da gözaltına alınan, CMK'ye uygun olmayan koşullarda gözaltına alınan öğrencilerin eğitim hayatı sekteye uğramıyor mu? Neden cesur olmuyorsunuz? Neden burada bir parlamenter vasfıyla çıkıp sizin grubunuzdan da birileri "Ya, arkadaşlar, bunlar haktır, bu hakların ihlalini doğru bulmuyoruz." diyemiyorlar bizimle beraber? Neden biz sürekli adliye kapılarınızdayız bu arkadaşlarımızın hakları için? Neden Soma'da yürüyen, adalet arayan ailelerin yanında olamıyorsunuz? Bu çürümüş, yüzde 20 güvenle anılan yargıyı çok beğeniyorsanız olmayın bizimle beraber, buna bir şey demem ama demokratik haklar ve özgürlükler -az önce söylediğim gibi- standarda vurulamaz. Hele hele yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı, yargının çözüm üretirken inandırıcılığı bir şekilde tartışılır hâle geldi mi bu ülkede hiçbir şeye dikiş tutturamayız biz. O yüzden ben AK PARTİ Grubundaki arkadaşları bizimle beraber ODTÜ'lülerin hakkını aramaya davet ediyorum. İçinizde öğretim üyeleri var, şimdi bir bakanınız var, öğrencilik yıllarından tanıdığımız, demokrat olduğuna güvendiğimiz bir bakanınız var. Niye bizimle beraber olamıyorsunuz? Bu soruyu sorma hakkım yok mu? Bu Boğaziçili çocuklar okumasın mı? Bu kadar nadide bir üniversiteye... Biz zamanında Cerrahpaşa'ya giren hanımefendiler derslerine giremedikleri zaman şunu söyleme cesaretini gösterdik, "Türkiye'de ilk 500'ün içine giren insanların sadece biçimi itibarıyla eğitim haklarını kimse elinden alamaz, doğru değildir. Bize akıl verecek kadar aklı olan insanların akıllarını bir şekilde eğitim yoluyla geliştirebilecekleri yolu kapatmayı biz doğru bulmuyoruz." diyebildik. Neden bizimle beraber Boğaziçili ve ODTÜ'lü çocuklara sahip çıkmıyorsunuz? Neden 60 bine yakın genç öğrenci -bildiğim kadarıyla- tutuklu ya da şu bu şekilde yargılanıyor bu ülkede? Bunun bir yara olduğunu niye beraber... Bunlar da mı FETÖ'cü? Eğer FETÖ'cüyseler yani 18-19 yaşında Boğaziçindeki öğrenciler, ODTÜ'deki öğrenciler de FETÖ'cüyseler yandık zaten. "Bu kadar FETÖ'cüyü nasıl yetiştirdiniz?" diye sormak gerekmez mi? Eminim içinizdeki bürokratların bile çocukları vardır bunların içerisinde çünkü bu ülkenin bürokratları aydındır, entelektüeldir, hem de sizin iktidarınıza rağmen entelektüeldir ve onların çocukları da aydın, entelektüel, demokrasiye sahip çıkan çocuklardır. Bu ODTÜ'deki, Boğaziçindeki çocukların bir kısmı sizin bürokratlarınızın çocuklarıdır, hadi aksini iddia edin. Ama bu çocukları biz seviyoruz, bunların eğitim hakkı ellerinden alınsa bile, nasıl o başörtülü kardeşlerimize sahip çıktıysak, bu ayıbı herkesin yüzüne vurabilecek kadar cesur olduysak bu çocuklarımıza da sahip çıkacağız, bunlar geleceğin beyinleri. Biz seçim bildirgemizde çünkü bunların üzerine kurduk Türkiye'yi. Dedik ki: "Zeki çocuklar Türkiye'yi dünyayla kucaklaştıracaklar ve katma değeri yüksek bir ülke hâline getirecekler."
Buraya neden girdim? Buraya şundan dolayı girdim, tekrar ediyorum: Özgürlükleri fütursuzca sınırlarsanız bir gün bunlar karşımıza farklı şekilde çıkarlar, çok farklı. Az önce sevgili Antalya milletvekilimiz anlattı, dedi ki: "Aslında yasak yokken idareciler iktidarlardan cesaret alarak bu yasak varmış gibi bu kızlarımızı okullara almadılar." Hadi, reddedemeyiz, böyle. O zaman da "Bunun yasal temeli yok." demiyor muydunuz? Hep beraber dedik, "Bunların yasal temeli yok." dedik, "Bunların yasal temeli olsa bile uluslararası hukukta yeri yok." dedik. Şimdi geldiğimiz noktada bu hükümleri geçirirseniz, bu yasaları geçirirseniz... Şimdi konuştuğumuz yasa Anayasa'nın 20'nci maddesine aykırı. Burada sivil vatandaşların girişi de düzenliyor. Askerî mahal konusunda kuşkusuz bir düzenleme var hukukta, o mahallin ne olduğu belli, öyle ya da böyle geçirirsiniz, o ayrı bir konu ama şuna çok dikkat etmek lazım: Bu CMK'nin 119'uncu maddesiyle de çelişen bir maddedir ama özel kanun-genel kanun ilişkisi içerisine soktuğunuz zaman bu, özel kanun olacaktır, CMK'nin 119'uncu maddesi genel kanun vasfıyla kalacaktır ya da diğer kanunlar genel kanun vasfıyla kalacaktır, elimizdeki kanun maddesi bu olacaktır. Bu maddenin sadece o zaman Anayasa'ya aykırılığını tartışabilir duruma geleceğiz, özel kanun olduğu için o mahalde, orada uygulanacak kanun bu olacaktır. Burada bir kaygılılık temeline oturtmak yerine daha çağdaş yöntemlerle, özellikle sivil yurttaşları da mağdur etmeden ve bu şekilde tamamen hâkim ve savcı tekelinde Anayasa'ya göre olan bir konuyu idari makamlara bu kadar fütursuz dağıtmadan... Bakınız, burada hukuk hizmetleri kurum amiri, vesair... Tahmin edersiniz ki bu şöyle olacak: Bu amirler sürekli emirler verecekler, sürekli emirler verecekler, öyle münferit olmayacak bu. Asker arkadaşlarımız aksini söyleyeceklerse de söyleyebilirler. O emirler sürekli orada olacak, kapıdan geçerken bir er uygulayacak bunu, bunlardan hiçbiri orada beklemeyecek. Kapıdan geçerken bir er uygulayacak bunu, daha önce istihbarat kuruluşlarının, Jandarma İstihbaratın, şunun bunun toplayacağı, sürekli dinlemeler yaptığı gibi -aynı yere çıkacak anlamında söylemiyorum- bu da böyle sürekli bir izinle beraber herkese uygulanabilen, hepimizin şüpheli hâle getirildiği bir tabloyu yaratacaktır. Ben burada sizlere özellikle özgürlüklere, en çok da mağdur olduğunu iddia eden bir partiyseniz bu konuda da özgürlüklere davet ediyorum.
Özlem Hanım, sizleri de bizimle beraber ODTÜ'lü öğrencilere ve Boğaziçili öğrencilere sahip çıkmaya davet ediyorum. İki parlamenter olarak lütfen, uygun olduğumuz zamanda bu kadar özgürlük savunucuysak bundan hiç gocunmayacağımı, arkadaşça, dostça bu çağrıyı beraber yapmamızı arzu ediyorum. Türkiye'nin gerçek bekası buralardadır, çocuklarımıza sahip çıkmaktadır, geleceğimize sahip çıkmaktadır. Ne zaman lütfederseniz, ne zaman uygun olursanız tamamen bununla ilgili beraber bir çalışma yapmayı arzu ediyorum.
Herkes bilsin, toplumumuz bilsin ki bu ülkenin iki büyük partisi özgürlüklere aynı hassasiyetle yaklaşıyor ama bu hassasiyeti önce bu kanunda da bir gösterelim. Size saydım, dedim ki bunu uygular hâle getirirseniz aslında Anayasa'nın 20'nci maddesindeki maddeyi ihlal edeceksiniz, CMK 119'a göre özel kanun bu olacak, bu kanun uygulanacak olduğu zaman askerlere sürekli talimat yazılı hâlde verilmiş olacak, o askerler orada herkesi, her türlü arayacaklar ve bu genelleşecek. Bunun genelleştiği yerde işte esas o zaman özgürlükleri güvenlikçi politikaya teslim etmiş olacağız. 90'lı yıllarda bu uygulandı. 90'lı yıllarda bu güvenlikçi politikaları uygulayanlar sanıyorum hâlâ iktidar partisinin akıl hocası hâline geldiler, danışmanı hâline geldiler -amiyane tabirle kullandım, beni affedin- oradan bir İçişleri Bakanı türedi, o bunları aklımıza sokuyor gibi geliyor bana. Bunlardan bir şey çıkmadı, bunlardan bu ülkede sadece cenazeler çıktı, sadece bundan mağdur olmuş insanlar çıktı, travmatik tablolar çıktı, yakılan köyler çıktı vesaire vesaire çıktı. Siz 2013'lü yıllarda, 2014'lü yıllarda çok daha güzel bir yerdeydiniz, toplumsal diyalog arayışınız doğru yöntemlerle olsaydı -yanlış yöntemlerle olduğu için çözülmedi- aslında bu anlayış çok daha doğruydu. Sayın Grup Başkan Vekilim de söyledi, terörü ancak inadına demokrasiyle yenebiliriz, inadına özgürlüklere sahip çıkarak yenebiliriz. Terörün turnusol kâğıdı demokrasidir. Bu alanları kapattığımız sürece -Diyarbakır Cezaevinden kendine hak ihdas edenler gibi- bu yapısal durumlardan, bu kanuni yapısal durumlardan kendine hak ihdas edenler olabilir, bu benim kaygımdır. Sizi tekrar tekrar daha demokratik hükümleri konuşmaya çağırıyorum ve özgürlüklere hep beraber sahip çıkmaya çağırıyorum. Bu maddenin bu kısmının rahatsız edici olduğunu ve çıkarılması gerektiğini düşünüyorum.
Teşekkür ederim Sevgili Başkan.