| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | Askerlik Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/2) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 1 |
| Tarih | : | 23 .07.2018 |
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, sayın Komisyon üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Belki şimdi söyleyeceklerim bu kadar uzun bir toplantının böyle bir noktasında fazla ağır kaçabilir ama söylemek ihtiyacı hissediyorum esasında. İzninizle, kısa bir yorum getirmeye çalışacağım; içinde bulunduğumuz durumu daha iyi, daha net olarak görebilmemizi sağlayacağını umuyorum.
Şimdi, "demokrasi" dediğimiz mekanizma, esas itibarıyla bir toplumda ortak aklı bulmaya çalışan bir mekanizmadır, insanlık tarihinde demokrasi bu sebeple çıkmıştır. Çünkü farklı çıkar gruplarının olduğu toplumlarda çıkar gruplarının farklılıklarını bir anlamda uzlaştıracak ve dolayısıyla da ortak iyiyi bulmaya yarayacak olan bir mekanizma olarak demokrasiler insanlık tarihinde ortaya çıkmış. Bu sebeple, demokrasilerde farklı fikirleri ifade eden partiler de esasında düşman olarak görülecek partiler değil, sadece rakip partiler olarak görülür. Bildiğimiz kadarıyla demokrasiyle ilgili olarak söyleyeceklerimiz aşağı yukarı böyle bir çerçevede, sanırım, yeteri kadar özetlenebilir.
Şimdi, gelelim Türkiye'ye ve tabii gelelim şu andaki Komisyonumuza da esasında, buradan da oraya gelmek istiyorum.
Şimdi, Türkiye'ye baktığımızda -hepiniz gayet iyi biliyorsunuz, hepimiz gayet iyi biliyoruz- artık Türkiye ortak aklı bulmak üzere demokrasisini çalıştırmıyor, zaten belki de öyle de değildi ama Türkiye'de ortak akıldan daha fazla aidiyetler öne çıkmış vaziyette. Bırakalım sosyolojik analizleri... Ama somut olarak şu anda bu Komisyonla da ilişkilendirmek istediğim şey şudur ki: Parti aidiyetleri -altını tekrar çiziyorum- ortak aklı bulmamızı engelliyor. O sebeple de doğru tartışmalar yapmıyoruz. Türkiye'nin genelinde de bu böyle, özelinde, burada, Komisyonda da böyle olduğunu düşünüyorum.
Bakın, arkadaşlar, öyle bir dönemden geçiyoruz ki yeni bir sisteme karar vermişiz, yeni bir sistem kuruluyor, cumhurbaşkanlığı hükûmeti sistemi denilen bir sistem kuruluyor ve bu sistemin önemli ayaklarından biri Meclis doğal olarak. Meclis yemin edeli zaten iki hafta ya oldu ya olmadı, birdenbire önümüze birtakım torba yasalar geldi. Yani bu yasaların içindekileri bilmemizin mümkünü yok. Yani bunun için çalışmamız lazım esas itibarıyla ve eğer ortak aklı bulmaya çalışıyorsak, bir kere, gerçekten de ortak aklı bulmaya yarayacak olan argümanları ortaya koyabilmemiz lazım kendi aidiyetlerimizin ötesinde. Tabii ki kendi benimsediğimiz değer yargıları içinden bakabiliriz ama amacımız, zaten Meclis olmanın, toplum olmanın amacı da ortak bir akıl, ortak bir aidiyet üretmektir fakat Türkiye maalesef şu anda ortak bir aidiyete dahi sahip değildir. "Millet" diyoruz, milletten ne anladığımız farklı farklı olabiliyor.
Şimdi, dolayısıyla da arkadaşlar, şuraya getirmek istiyorum: Bu, iyi bir durum değil; bu, Türkiye için kötü bir durum. Ama diyeceksiniz ki: "Genel Kurulda bunları konuşalım, burası Plan ve Bütçe Komisyonu, dolayısıyla da burayla ilişkin konuşalım." Fakat arkadaşlar, toplantı başladığından itibaren konuşan arkadaşlarımızın önemli bir kısmı bu meselenin yani bu sistem değişikliğinin en azından öncelikli olarak bir tartışılması gerektiğini söyledi ve bu çok önemli bir durum gibi geliyor bana çünkü neyi nasıl yapacağımızı bilmiyoruz.
Bakın, mesela ben size bir şey söyleyeyim. Diyor ki yasa: Yürütme ile yargı ayrıdır. Arkadaşlar, Allah aşkınıza, biz o kadar saf değiliz yani. Arkadaşımız bakan değil ama pekâlâ bir bakan olarak orada duruyor bence ve bu getirilen 3 tane madde de esas itibarıyla şu anda Hükûmetin ihtiyaç duyduğu gelirleri elde etmek için önerdiği kısa dönemli gelir olacak olan adımlardır bunlar, başka bir şey değildir. Bedelli böyle bir gelir sağlayacaktır, bir; ikincisi, piyango mesela. Şans oyunları piyasasını düzenlemek mesela neyi getirecektir arkadaşlar, ben size söyleyeyim. Millî Piyangoyu Hükûmet uzun bir zamandan beri satmaya çalıştı, satamadı çünkü o kadar açığı vardı ki Millî Piyangonun, kendi değeri bir türlü ortaya çıkamadı. Benim hatırladığım kadarıyla 2,5 milyar civarında bir para verildi, sonra o parayı verenler de ödeyemediler. Şimdi, bence Hükûmet kanadı şöyle yapıyor: Bu piyasayı düzenliyor, piyasadaki kaçakları. Her ne kadar sordum sayın milletvekili arkadaşıma ama onun verdiği cevapta PKK ve FETÖ terör örgütü nedeniyle bunu yaptıklarını söylediler. Evet ama kusura bakmayın, biz de buna böylelikle inanacak durumda değiliz. Belki öyle bir gerekçeniz vardır, onu kabul edebilirim ama sonuç olarak ben bu tartışmayı ayrı bir biçimde yapmayı tercih ederdim. Yani Millî Piyango nedir, bu şans oyunları piyasası nedir, nasıldır, kimler vardır burada, sahiden illegal örgütler mi vardır ya da -ne bileyim işte- illegal kazananlar mı vardır, bunların konuşulması lazım tabii ki ve dolayısıyla da böyle bir düzenleme yapılmasına benim de bir itirazım olmazdı. Ama benim görebildiğim kadarıyla böyle bir şey de yok.
Kanal İstanbul... Arkadaşlar, Kanal İstanbul'u yap-işlet-devretin içine sokmak ne demektir? Ben size söyleyeyim; inşaat sektörü bugün batmakta yani bunu artık konuşmaya gerek yok, gözüküyor yani evleri satamıyorlar, inşa edilen evleri. Dolayısıyla da Kanal İstanbul, esasında inşaat sektörüne yeni bir nefes açacak olan yeni bir alan olarak düşünülüyor Hükûmet tarafından ve dolayısıyla arkadaşlarımız da bunu bize getirdi ve koydular yani "Bunu şimdi geçirin." diyorlar bize.
Şimdi, arkadaşlar, bunu yaparsınız, ben size söyleyeyim çünkü siz çoğunluktasınız ama çoğunlukta olmanız ortak aklı temsil ediyor olmanız demek değildir. Oysa bizim ortak akla ihtiyacımız var, hepimizin çıkarını maksimize edecek bir düşünceye ihtiyacımız var, bir bakış açısına ihtiyacımız var. Evet, bunu partiler düzeninde gerçekleştiremiyoruz, olabilir ama hiç olmazsa şurada gerçekleştirelim. Bu ne demektir arkadaşlar? Bu, şu demektir bence: Bizler milletvekiliyiz, milletin vekilleri olarak Parlamentoya sahip çıkmamız lazım. Hatta çok açık söyleyeyim, iktidara karşı Parlamentoya sahip çıkmamız lazım çünkü biz yasa yapacağız, çünkü biz Türkiye toplumunun nasıl yaşayacağıyla ilgili olarak neyi üreteceğine, nasıl geçimini sağlayacağıyla ilgili olarak çeşitli öneriler getirip yasalar üretmeye çalışan bir topluluğuz esas itibarıyla. Evet, farklı partilerden geldik, evet, doğrudur ama arkadaşlar, farklı partilerden gelmiş olmamız bizim birbirimizin gözünü çıkarmamızı gerektirmiyor. Yani elinizi vicdanınıza koyun, bakın Türkiye'ye Allah aşkınıza. Türkiye'de insanlar parti aidiyetlerinden dolayı birbirleriyle konuşmuyorlar, küsmüş durumdalar, aileler içinde ayrılıklar var. Arkadaşlar, bu, sağlıklı bir toplumun işareti değildir. Dolayısıyla da Halkların Demokratik Partisiyle ilgili olarak bilmiyorum neler düşünüyorsunuz ama bir an için şunu düşünmenizi öneririm doğrusunu isterseniz: Kimileri bize bölücü, ayrılıkçı vesaire diyorlar ama ben de bunun tam aksini iddia ediyorum çünkü Türkiye'de bu bölünme, bu toplumun ikiye bölünmesi bizim eserimiz değildi ki.
EKREM ÇELEBİ (Ağrı) - Kimin eseriydi?
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Bizim eserimiz değildi ama toplum bugün ikiye bölündü arkadaşlar. Bakın Parlamentoya; ben, açılış toplantısında Sayın Cumhurbaşkanımız salona girdiğinde, locaya geldiğinde baktım Parlamentoya, Parlamentonun yarısı ayakta, yarısı oturuyor yani Türkiye'nin yarısı farklı düşünüyor, farklı davranıyor, diğer yarısı da farklı.
EKREM ÇELEBİ (Ağrı) - Siz İstiklal Marşı'nı okumamak için...
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Hayır efendim, ne ilgisi var? Ne ilgisi var?
BAŞKAN - Sayın Katırcıoğlu...
EKREM ÇELEBİ (Ağrı) - Yani siz bir devletin İstiklal Marşı'nı...
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Hayır efendim, öyle bir şey olmadı.
EKREM ÇELEBİ (Ağrı) - Nasıl olmadı? Biz oradaydık.
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Ne demek o? Nereden çıkarıyorsunuz?
BAŞKAN - Sayın Katırcıoğlu...
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Bu bir hakarettir.
EKREM ÇELEBİ (Ağrı) - Bu devletin Cumhurbaşkanı geldiği zaman...
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Bakın, ben size söyleyeyim...
EKREM ÇELEBİ (Ağrı) - Lütfen ama ya...
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Açın o zaman ekranları.
EKREM ÇELEBİ (Ağrı) - Ben oradaydım, ne ekranı?
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Ben de oradaydım, Allah Allah. Ben millî marşı okudum.
EKREM ÇELEBİ (Ağrı) - Yani siz gelin bakalım bir doğuya, gelin bakalım bir Doğubeyazıt'a.
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - E, bakalım o zaman, bakalım. Buyurun, nasıl bakacaksak bakalım.
BAŞKAN - Sayın Çelebi, bir saniye lütfen...
Sayın Katırcıoğlu, lütfen kanun teklifiyle ilgili...
EKREM ÇELEBİ (Ağrı) - Burada algı yapmanıza gerek yok.
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Algı yapmıyorum arkadaşlar, algı yapmıyorum.
EKREM ÇELEBİ (Ağrı) - Algı yapıyorsunuz. Algı yapıyorsunuz burada.
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Ben bir tehlikeli duruma işaret ediyorum. Burada kimsenin...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
GARO PAYLAN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, müdahale eder misiniz.
BAŞKAN - Sayın Çelebi, lütfen...
Sayın Katırcıoğlu, lütfen kanun teklifiyle ilgili müzakeremizi yapalım. Açıyorum mikrofonunuzu, lütfen tamamlayın.
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim.
Ben esasında kanun teklifiyle ilgili konuşuyorum, genel konuşma için söz aldım. Arkadaşım sataşmasaydı daha iyi olurdu ama...
EKREM ÇELEBİ (Ağrı) - Ben sataşmıyorum ama siz algı yapıyorsunuz.
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Ne algısı? Nasıl bir algı?
EKREM ÇELEBİ (Ağrı) - Öneri getirip burada algı yapıyorsunuz. Bir konuşmanıza bakın bakalım.
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Nasıl algı yapıyormuşum?
GARO PAYLAN (Diyarbakır) - Ya, elbette algı yapacak.
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Allah Allah, ne demek algı yapmak? Algı yapmak ne demek Allah aşkınıza?
EKREM ÇELEBİ (Ağrı) - Yani siz burada AK PARTİ belediyelerinin bölücü bir şey yaptığını söylüyorsunuz, Cumhurbaşkanı geldiğinde yüzde 50'nin kalkmadığını söylüyorsunuz. Siz bunu söylüyorsunuz, bu doğru bir şey değildir.
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Bakın, ben onu söylemiyorum.
BAŞKAN - Sayın Çelebi...
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Bakın, siz benim söylediklerimi dahi anlamamışsınız.
EKREM ÇELEBİ (Ağrı) - Bunu söylediğin zaman ben senin karşına çıkarım kardeşim.
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - "Sen" diye konuşma lütfen, "sen" diye konuşma lütfen.
EKREM ÇELEBİ (Ağrı) - O zaman siz.
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Ben size "siz" diyorum, siz de bana "siz" diyeceksiniz. Laf mı söylüyorsunuz yani?
GARO PAYLAN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, müdahale etmesini engeller misiniz lütfen.
BAŞKAN - Sayın Çelebi, lütfen...
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Şimdi, arkadaşlar, benim söylediğim mesele, herhangi bir partinin özel olarak kendi içinden kaynaklanan bir problemden değil, keşke öyle olsaydı, öyle değil. Türkiye toplumu sosyolojik olarak bölünmüş durumda. Arkadaşım alınıyor üzerine ama ben herhangi bir partiye referans vererek de konuşmamaya çalışıyorum. Benim söylediğim şey çok basit; Türkiye'de insanlar aidiyetler üzerinden davranıyorlar, aidiyetler de demokrasiyle çelişiyor çünkü demokrasi ortak aklı bulmamızı sağlayacak olan bir mekanizmadır. Dolayısıyla da sözlerimin belki en ana noktası bu, eğer Türkiye'de bunu sağlayamıyorsak, ama hiç olmazsa şu Komisyonda bunu sağlayabiliriz, şu Komisyonda gerçekten "Türkiye'nin ihtiyacı olan nedir?"i birlikte tartışabiliriz, biz buna hazırız. Dolayısıyla da demin söylediğim gibi, bizler ayrı partilerden geliyoruz ama düşman partiler değiliz. Hiçbirimizin düşman parti olarak birbirimizi görmememiz lazım ama bu demokrasi nosyonunu dahi kaybetmiş vaziyetteyiz.
Dolayısıyla da ben çok uzatmayacağım ama bir iki şey daha var, belki eklemem lazım. Belki maddeler üzerinde konuşacağımız vakit daha uzun konuşma imkânı bulabilirim. Arkadaşlar, şöyle bir durum var: Dünyada özellikle 2008 ekonomik krizinden sonra iktisatçıların çoğu bu krizlerin neden olduğuna dair ve neden 2008 krizini öngöremediklerine dair çok kafa yoruyorlar ve burada son zamanlarda ortaya çıkan bir anlayış var, ben de bu anlayışın doğru olduğunu düşünerek özellikle bu bedelli meselesine getirmek istiyorum, o da gelir dağılımı. Bugün dünyada hem toplumlar arası hem de toplumların kendi içindeki gelir dağılımının bozulmasının esasında krizlerin de temel kaynağı olduğuna dair görüşler giderek yaygınlaşmış vaziyette. Dolayısıyla da arkadaşlar, şimdi, ne yapacaksak ekonomik olarak biz, gelir dağılımı perspektifinden de bakmamız lazım. Yani herhangi bir önlem getirirken "Gelir dağılımında nereye oturur bu?" diye bir soruyu cevaplamaya çalışmamız lazım.
Şimdi, Sayın Muş söylediği rakamlarla 1 milyon 300 küsur bin bedelli askerlik kullanma şansı olan insanlar olduğundan söz etti. Ben size şunu söyleyeyim -gerçi arkadaşım Garo biraz önce bundan bahsetti- varsayalım ki genç işsizlik oranı aşağı yukarı yüzde 20-25 civarında. Bu oranı yüzde 20 diye alsak bile bu 1 milyon 300 küsur bin insana uyguladığımızda, yanılmıyorsam, aşağı yukarı 400 bine yakın genç insan, askerlik yapmadığı için iş sahibi olamamış, iş sahibi olamadığı için de 15 bin lirayı veremeyecek durumda. Dolayısıyla da bunları dikkate alan bir yerden bu düzenlemeyi tekrar düşünmemiz lazım geldiğini düşünüyorum. Yani sayılarını sizler daha iyi bileceksiniz ama gerçekten, işsiz gençlerin, askere gitmek üzere olan işsiz gençlerin bence farklı bir muameleye tabi tutulması lazım, onlara belki sıfır faizli kredi verilmesi lazım veya belli dilimlere ayrılarak, belli zamana yayılmış olarak bir kredi verilmesi lazım geldiğini düşünüyorum.
Dediğim gibi, daha sonra maddeler konuşulurken tekrar bu konuya döneceğim.
Çok teşekkür ederim.