KOMİSYON KONUŞMASI

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) - Sayın Bakan, Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım, değerli bürokratlar; öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, "Terör örgütünün propagandasına dönüştürülen toplantı ve gösteri yürüyüşlerine..." diye başlıyor değişikliğimiz. "Terör örgütünün..." Kim bu terör örgütü? PKK terör örgütü olmaktan çıkarıldı. Yani, Askerlik Kanunu'nda yaptığımız değişiklikle karakolun önünden ağır silahlarıyla bile geçiyor olsa artık askerlerimizin PKK'ya müdahale etme şansını kaybettik. Ancak vali talimat verirse müdahale edebiliyoruz.

PKK'yla görüşmeler yapıyoruz. 2002'de başlamış bu görüşmeler, bugüne kadar da devam etti. Önce görüşmeler inkâr edildi. "Görüştü diye söyleyen şerefsizdir." dedi şimdiki Sayın Cumhurbaşkanı. Sonra baktık ki bu görüşmelerde Anayasa bile pazarlık konusu edilmiş, yüzde 95'inde anlaşılmış PKK'lıların dediklerine göre. Diyeceğim, bu PKK terör örgütü olmaktan çıkarıldığına göre, kim var başka terör örgütü olan?

Şimdi Hükûmetin bütün yüklerden kurtulmak için sarıldığı yeni bir cemaat terör örgütü var. Yani, nasıl bir terör örgütüyse, terör örgütü konusunda söylemedik laf bırakılmadı özellikle 17-25 Aralık olaylarından bu yana ama bir tek vatandaş tutuklanıp cezaevine de konulmadı bu terör örgütünün yaptığı darbe girişimleriyle ilgili olarak; o da değil. Yoksa Türkiye'de özgürlüklerini, haklarını savunan, çevreyi, doğayı koruyan, ülkedeki hırsızlıklara, yolsuzluklara karşı çıkan duyarlı yurttaşların, sivil toplum örgütlerinin adı mı acaba burada terör örgütü olarak nitelendirildi ve bu yasa da ona göre mi düzenleniyor?

"Terör örgütünün propagandasına dönüştürülen toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde..." dendiği zaman, o zaman Başbakan, şimdiki Cumhurbaşkanı olan Sayın Erdoğan biliyorsunuz Gezi olaylarındakileri de darbecilikle suçlamıştı yani darbe yapan bir terör örgütünden bahsetmişti. Demek ki o zaman şimdi bir terör örgütümüz daha oldu. Kendi haklarını koruyan, adaleti, hakkı, hukuku savunanlar da bu kapsamda terör örgütünün içerisinde yer alacaklar ve bunlara verilecek cezalar da artırılacak.

Diyor ki: "Kimliklerini gizlemek amacıyla yüzünü tamamen veya kısmen kapatanlar." Vatandaşın amacının kimliğini gizlemek olduğunu nereden bileceğiz yani? IŞİD'çiler -biraz önce Sayın Dinçer'in söylediği gibi- İstanbul'un en güzide yerlerinde, hiçbir yeri belli olmayacak şekilde üstünü başını kapatmışlar, bayram namazı altında namaz kılıyorlar, eğitim yapıyorlar. Bunların yani amaçları kimliklerini gizlemek olmadığına göre, "Benim giyim, kuşam, kıyafet anlayışım bu." dediğine göre, bir kimlik gizlemeden bahsedilemez. Yarın sokağa çıkacak başka gruplar da "Ben böyle giyiniyorum..." İstanbul'un belli semtlerinde giyinen insanlar var yani üstü başı kapalı, Pakistan'daki burka giyenler gibi. Bunların amacı kimliklerini gizlemek değil. Yani, bunlar bu madde içerisine girmiyor demek ki kimliklerini gizleme amacıyla değil de giyim kuşam tarzları o olduğu için. Yani, burada kimi, neyi kastediyoruz, bu belli değil arkadaşlar.

Bakın, bu terör konusunda bir anlaşmak lazım. Özellikle iktidarınız, işine gelmeyen herkesi terörist, işine gelmeyen herkesi darbeci, işine gelmeyen herkesi hain, vatan haini olarak ilan etme alışkanlığında. Yani, bu ülkede AKP'ye yakın olmayan, ona yandaşlık etmeyen hemen hemen herkes, eleştiren herkes; gazetecisi, iş adamı, siyasetçisi, politikacısı, sivil toplum örgütü mensubu, bunların hepsi vatana ihanet içerisinde. Bir tek AKP'ye biat edenler haricinde.

Arkadaşlar, böyle bir anlayış olmaz. Siz bütün toplumu zapturapt altına alarak, bütün toplumu baskı altına alarak Hitler gibi bir yöntemle bu toplumu korkutup, terbiye edip istediğiniz biçimde hizaya getirmeyi düşünüyorsanız bugüne kadar hiçbir diktatörlük toplumu baskı altına alarak, toplumun elindeki özgürlüklerini alarak, hak, hukuk, adalet duygusunu ortadan kaldırıp kendi zorunu dayatarak sonuna kadar yaşama şansına sahip olmamıştır. Dolayısıyla, bu tür yasalarla toplumu zapturapt altına alarak ne AKP iktidarının ömrü uzatılabilir ne de bu diktatörlüğün ömrü uzatılabilir.

Önceki gün Paris'te yaşanan olayları 1,5 milyona yakın insan protesto etti. Ve o protestoda Fransa Cumhurbaşkanının söylediği bir söz var, çok önemlidir. "Bunlara karşı zafer kazanmanın bir tek yolu vardır; eşitlik, özgürlük ve dayanışmadır." dedi. Yani, baskı altına alarak, bütün toplumu zapturapt altına alarak, korkutarak, sindirerek herhangi bir sorunun çözümü mümkün değildir. Özgürlükleri artırırsanız bu sorunlar çözülür, dayanışmayı artırırsanız çözülür, adalet duygusunu, hak, hukuk duygusunu yerleştirirseniz bunlar çözülür. Yoksa, baskı yasalarıyla bunların çözülmesi mümkün değil.

Biz Türkiye Cumhuriyeti'nde bugüne kadar, AKP iktidarına kadar dünyanın hiçbir ülkesinde terörle ortaklık yapan, şüphesi taşıyan bir sözü duymadık bugüne kadar, o güne kadar. Ama AKP iktidarıyla birlikte, Sayın Başbakanın -eski Dışişleri Bakanımızın- "değerli yalnızlık" dediği yalnızlığa geldik. Yalnızlığın nasıl değerli olduğunu da anlamak mümkün değil, dünya literatürünü de bizim Dışişleri Bakanı tarafından geçirildi bu kelime. Yapayalnız kaldık. Niye yapayalnız kaldık? Bugün Orta Doğu'da hortlayıp dünyanın her tarafını kasıp kavuran teröristleri biz besledik. Bunlara silahı biz verdik, bunları biz eğittik. Bunun aksini kimse iddia edemez çünkü kendileri bunu itiraf ediyorlar. IŞİD'çi demeç veriyor, diyor ki: "Türkiye'den çok büyük yardımlar aldık; silahı onlar veriyor, eğitimi onlardan aldık, onların hastanelerinde muayene oluyoruz, tedavi oluyoruz." Bunu saklamakla, gizlemekle "Yok, biz bunlara karşıyız." demekle sorun çözülmüyor.

Tutturdu iktidar, Adana'da MİT tırlarını yakalayan savcıları darbeciye kadar çıkardı. Oradaki askeri, oradaki polisi darbeciye kadar çıkardı. Şimdi haklarında soruşturma açtı, belki vatana ihanetten yargılanacaklar. Yani, tayin ve tarif ettiği yargıçlarla yargılayacaklar. Burada yakalanan silahlara "Türkmenlere gönderilen yiyecek, içecek malzemesi." dediler önce. Sonra "Türkmenlere gönderilen silahlar." dediler. Biz gittik, Kerkük'te Türkmenlerle görüştük. "Özellikle 2004'ten bu yana Türkiye Cumhuriyeti'nden tırtıklı 1 kuruş yardım almadık." dediler bize Türkmen Cephesi Başkanı. "Yiyecek, içeceği bırakın, silahı bırakın, biz bunları da istemiyoruz. Bizim Kerkük'te Türkmen nüfusu var, her türlü baskı altında, her türlü sıkıntıda. Bir taraftan Kürtlerin bir taraftan Arapların baskısı ve zulmü altındayız. Biz burada eşit koşullarda insan gibi yaşamak istiyoruz ama bize ekmek, aş göndermeyin. Bize sahip çıkmasını beklediğimiz Türk kardeşlerimiz olarak bize sahip çıktığınızı söyleyen iki demeç verin hiç olmazsa." dediler. Yani, iki demeç bile vermediklerimize silah gönderdik diye yutturduk. Ne diyordu Hakan Fidan o Dışişleri Bakanlığı dinleme "tape"lerinde: "2 bin tır malzeme gönderdik." Biz bunu çok önceden iddia ettik Afyon'daki patlama bu yüzdendir diye. Afyon'daki cephanelik patlamasının sebebi, orada bir sabotaj vardır, Suriye'deki bugün eğittiğiniz, yardım ettiğiniz IŞİD'çi, El Nusracı, El Kaidecilere oradan gönderilen silahların gönderilmesini engellemek için yapılmış bir sabotajdır diye o günden bu yana iddia ediyoruz. Bu silahlar nereden gitti? Hakan Fidan herhâlde bir alışveriş merkezinden ya da bir fabrikadan alıp göndermedi bu silahları, 2 bin ton mühimmatı; bu kendi sözü. Biz bunları yetiştirdik şimdi.

Sınırlarımıza hâkim olamıyoruz diyoruz. 900 kilometre Suriye sınırı, 300-400 kilometre Irak sınırı, İran sınırı; 1.400 kilometrelik sınırı kontrol edemiyoruz. Sınırını kontrol edemeyen bir devlet olmaz. Sınırını kontrolsüz hâle getiren devlet de kendi devletimiz. Bunları biz besledik. Türkiye sınırını yol geçen hanına döndürdük biz bunlara; istedikleri yerden girdiler, istedikleri yerden çıktılar; kimin girdiğin belli değil, kimin çıktığı belli değil. Bunları kampa aldılar. Henüz Suriye'de olaylar çıkmadan, iç savaş başlamadan önce biz kamplar kurduk, dedik ki "Orada savaşın, gelin, bak yerleriniz burada hazır, burada eğiteceğiz sizi." Biz burada eğitmeye başladık bunları.

Arkadaşlar, bizim milletvekilleri arkadaşlarımız göçmen kamplarını ziyaret etmek istediklerinde göçmen kamplarına girmesine milletvekilinin izin verilmedi. Türkiye topraklarında bir göçmen kampı kuruyorsunuz, Suriye'de savaştan kaçan, babası ölmüş, kocası ölmüş, annesi ölmüş, çocuğu burada, barındıracağız diye ama barındıracağız dediğiniz yerlere Türkiye'nin milletvekili, kendi toprağındaki kampa Türk milletvekili giremiyordu. Bu kamplarda ne oluyordu? Biz söylüyorduk o zaman; "Siz burada terörist eğitiyorsunuz." diyorduk, "Bunları bizden saklamak için, bunları kamuoyunun gözünden saklamak için bu terörist eğitimini bize göstermiyorsunuz." diyorduk. Hâlbuki biz Irak'ta gittik, Kerkük'teki kampların hepsini gezdik hiç kimseye sormadan. Düşünün, Irak'ta, Kerkük'teki kurulan kamplara biz Türk milletvekili olarak gidiyoruz, istediğimiz yeri geziyoruz, istediğimiz çadıra giriyoruz, onların pişirdiği bulgur pilavını yiyoruz ama Türkiye'deki sizin göçmen kampı diye kurduğunuz kamplara Türk milletvekili olarak giremiyoruz. Ne yaptırıyorsunuz oralarda? Ne yaptırdığınızı işte bugün yaşıyoruz. Ürettiğiniz teröristler, o gün eğittiğiniz teröristler şimdi dünyanın her tarafına dağıldı. Dünyanın her tarafına terör ihraç ettiniz. Yani, siz etmeniz de yaptığınız uygulamaların sonucunda böyle bir sonuçla...

MUSTAFA AKIŞ (Konya) - Ağır oldu ağabey.

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) - Ama yaptığınız işlerin sonucu bu yaşadıklarımız değerli arkadaşlar, sonuç bu.

Şimdi, değerli arkadaşlar, Avrupa, ülkelerinden giden 3 bin terörist eğer geri dönerse, Avrupa uluslarına, Avrupa halklarına nasıl baş belası olur, hangi hareketlere, hangi eylemlere girişirler, nasıl problem çıkarırlar, bunların hesabını kitabını yapıyor, bunları engellemek için proje üretmeye başlamış. "2 milyon." diyor Sayın İçişleri Bakanımız, "1 milyon 700 bin." dedi Suriyeliyi, yani kayıt altına alınmış olan...

Değil mi Sayın Bakan?

İÇİŞLERİ BAKAN YARDIMCISI OSMAN GÜNEŞ - Yaklaşık 1,,5 milyon, kayıt altına alınan.

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) - 1,5, dün akşam da televizyonda 1,7 deniyordu. 500 bin civarında da kayıt dışı var. Yani 500 bin olduğunu bırakın bunun; Avrupa 3 bininin tanesinin hakkından gelemeyecek bir pozisyonda ne yapabiliriz diye düşünürken, biz hâlâ kayıt altına alınmamış 500 bin... Sayın Bakanın söylediği ya da "bilinen" dediğimiz; bu, 1 milyondur; bu, 1,5 milyondur, 2 milyondur belli değil çünkü bu sınırlar kevgire döndü, kimin girdiği, kimin çıktığı belli değil. Bunlar yarın döndüğü zaman Türkiye'ye, Türkiye'de ne yapacak bunlar? Çiftçilik mi yapacaklar, esnaflık mı yapacaklar, bakkallık mı yapacaklar?

BAŞKAN - Bu rakamlar Türkiye'de zaten.

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) - Hayır, hayır, bu terör nedeniyle bittiği zaman diyorum, eğittiğiniz zaman bunları, eğitmeye devam ediyoruz biz aynı zamanda.

BAŞKAN - Estağfurullah!

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) - Milletvekillerini niye sokmadınız Sayın Başkan? Yani mülteci kampına bir ülkenin milletvekili giremezse kim girebilir?

CELAL DİNÇER (İstanbul) - Yok, şimdi eğit-donat projesi var zaten yani.

HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) - Milletvekili girer, partisine bağlı Ahmet Ağabey! Hangi partidensiniz siz?

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) - Ama partisinden değil, ben Cumhuriyet Halk Partisi, sen MHP milletvekilisin ama burası Türkiye Cumhuriyeti içinde kurulmuş bir yardım, bir aşevi, bir kamp, adı bu.

HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) - Bazı partilerinkiler girebiliyor, onu demek istiyorum.

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) - Yani buraya giremiyorsak burada bir sakatlık var demektir. Burada eğittiniz; eğittiklerinizi saldınız piyasaya; bu piyasaya salınanlar gelecekler, dönecekler bizim başımıza. Şimdi Irak'ta savaşanlar, Suriye'de savaşanlar dönüp gelecekler Türkiye'ye geri. Ne yapacağız biz bunları burada? Değnekçilik mi yapacaklar parklarda? Yani, işportacılık mı yapacaklar? Bunların hepsi bizim başımıza bela.

Heyecanlanmayın, Fuat Avni diyeceğim şimdi, ne diyor: "Türkiye'nin her tarafında bunlar planı, projeyi de yaptılar; bütün AVM'lerde artık bombalama eylemleri başlayacak." Herhâlde bunlar Türkiye'de de kullanılacaklar ve Türkiye'de yeni kargaşalıklar ve yeni sorunlar yaratıp o sorunlara uygun çözümler bulmak üzere buralarda da kullanılacaklar gibi geliyor bize.

Dolayısıyla, değerli arkadaşlar, Netanyahu'ya bağırıyor, çağırıyor bizim Cumhurbaşkanımız; "Bu katil buraya niye geldi, bunlar adam öldürürler?" diye. "Netanyahu niye geldi de bu IŞİD belasını yaratanlar niye gitti?" diye sorarlar insana. Yani biz Netanyahu diye çok kolay söyleriz de, Netanyahu'nun bir katil olduğunu hepimiz söyleyebiliriz. Filistin'de binlerce insanın katline yol açan insandır, talimat veren insandır. Bizimkilerin Gezi'de talimat verip de kahraman yarattıkları polisleri de unutmayın yani. O, talimatı veren sadece Netenyahu değil, biz talimat verenleri çok iyi biliyoruz. Bizimkilerin verdiği talimatların hesabını bizden sormaya başladıkları zaman onlara ne cevap vereceğiz? Dolayısıyla, bu sorunun çözümü toplumu, bireyleri, sivil toplumu baskı altına alarak değil, özgürlükleri geliştirerek, genişleterek; insan haklarını geliştirerek, genişleterek; dayanışmayı, hak, hukuk ve adalet duygusunu bu topluma yerleştirerek çözülebilir. Değilse, her şeyin adını terör, terörist, her muhalifin adını hain, her muhalifin adını darbeci koyarak ve bunlara karşı tedbir alıyoruz diye aklımıza geldikçe yasa değiştirerek, olmadı şurayı eksik bıraktık, onu da değiştirelim diyerek bir yere varamazsınız. Tekrar ediyorum, hiçbir diktatör baskıyla, tehditle, korkuyla, yıldırmayla, cezayla, öldürmeyle uzun süre yaşamamıştır, yaşatamamıştır diktatörlüğünü. Herkes aklını başına toplamalıdır. Türkiye'nin kurtuluşu ancak özgürlüklerin geliştirilmesiyle, demokrasinin geliştirilmesiyle, insan haklarının, hak ve adalet duygusunun geliştirilmesiyle mümkündür.

Teşekkür ederim.