| Komisyon Adı | : | İÇİŞLERİ KOMİSYONU |
| Konu | : | |
| Dönemi | : | 24 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 13 .01.2015 |
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - Çok teşekkür ederim.
Sayın Başkan, Sayın Bakan, çok değerli bürokratlar; öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabii, bu lüzumsuz bir yasa tasarısı, önce onu söyleyeyim, gereksiz bir yasa tasarısı, iradesiz bir yasa tasarısı. Aslında zevahiri kurtarma tasarısı olarak görmek mümkün çünkü terörle mücadeleyi önceleyen maddeler var içerisinde. Hükûmetin de, haşa, terörle mücadele gibi bir problemi yok; terörle müzakere, terörle kol kola olma ve terörü ikna etme, Abdullah Öcalan'ı devlete ortak etme, İmralı'yla birlikte Beştepe ortak Türkiye'yi yönetme gibi bir çabası ve heyecanı var. Dolayısıyla, böyle bir heyecan ve çaba içerisinde olan bir iktidarın terörle mücadeleyi esas alan bir yasa tasarısı getirmesi başlı başına bir paradokstur. Şu madde 4 için iki üç cümle söyleyeyim. Yani, bu külliyen batıl olan, külliyen yok hükmünde olan bu yasa tasarısının aslında 4'üncü maddesi için bir iki cümle söyleyeceğim, ondan sonra da bu konudaki görüşlerimi sizinle paylaşmak isterim.
Şimdi, diyor ki burada: Terör örgütünün propagandasına dönüştürülen toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde kimliklerini gizlemek amacıyla yüzünü tamamen ve kısmen kapatanlar şu kadar hapse mahkûm edilirler. Birincisi, kimliklerini gizlemek amacıyla kişilerin yüzünü kapattığına kim karar verecek, nereden çıkardınız bunu? İkincisi, "yüzünü kısmen kapatan" dediğiniz zaman, yüzüne bir gözlük takan veya biraz önce -soğuk dışarısı- bir kaşkol ağzına tutan kişiye acaba "Yüzünü, kimliğini saklamak amacıyla kısmen kapattı." diyerek hakkında bir işlem yapılacak mıdır? Üçüncüsü, başını örten insanlar var, hele bu Suriye'den çok miktarda ithal insan getirdiniz. Bunlar gözleri yalnız dışarıda olacak şekilde yüzlerini kapatıyorlar ve böyle de geziyorlar, Ankara sokaklarında da var, az da olsa sayısı bunlardan var. Bir toplu gösteri ve yürüyüş sırasında "Gel bakalım, sen yüzünü kısmen veya tamamen kapatarak kimliğini saklıyorsun." diye bunları da gözaltına alacak mısınız? Dördüncüsü, bazı insanların, biliyorsunuz, gözleri güneşe karşı hassastır, güneş gözlüğü takarlar. Biraz da geniş güneş gözlüğü taktığı zaman onu da aynı şekilde kısmen yüzünü kapatıyor diye gözaltına alacak mısınız? Rahatlıkla alırsınız.
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) - IŞİD'çileri?
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - Onlar hariç, onlar muaf, her türlü hatadan, günahtan münezzeh. PKK ve IŞİD, iktidarın uygulamalarıyla ve algısıyla her türlü suçtan, kriminal olaydan münezzeh olarak görüldüğü için problem onlarla ilgili değil. Problem daha çok, daha önce Sayın Bakan buradayken de ifade ettiğimiz gibi, PKK'yla görüşüyorsunuz. Başka ne yapıyorsunuz? İmralı'yla görüşüyorsunuz. Başka ne yapıyorsunuz? İmralı ne istiyorsa siz de onu istiyorsunuz. Peki, o zaman şöyle bir şey ortaya çıkıyor: Bu görüşe karşı olanlar dişlerini sıkıyor benim gibi. Yarın siz "Biz Öcalan'ı dışarı çıkaracağız." dediğinizde -söz de vermişsiniz, anlaşılıyor- o gök kubbeyi kafanıza indireceğiz sizin, bir de; ikincisi de halkı da sokağa çıkaracağız, biz de çıkacağız sokağa. Ha, o zaman işte "Özerklik veriyoruz.", demokratik özerklik, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi adı altında. Şu anda bölgede Türk askerinin reflekslerini kopardınız, Türk milletinin mukavemetini kırdınız ve orada PKK egemen. "Özerklik veriyorum." dediğiniz andan itibaren, "Öcalan'ı içeriden çıkarıyorum." dediğiniz andan itibaren Türkiye, başka bir Türkiye olarak karşınıza çıkacak. İşte, "Onları biz denetim altına, zapturapt altına alabilir miyiz?" yasa tasarısı bu. Dolayısıyla, terör örgütüyle falan filan değil; normal, mütedeyyin, vatanını, milletini seven insanların tepkisini minimize etmek ve absorbe etmek amacıyla çıkarılan yasa tasarısı. Getirilen yasa tasarısının içeriği, manası, mantığı, dayandığı esbabımucibe budur.
Şimdi, değerli Komisyon üyeleri, ben öncelikle sizinle birkaç hususu paylaşmak istiyorum. Önce bir genel, dünyada ne oluyor, bununla ilgili bir iki şeyi size ifade edeceğim şu son Paris'te meydana gelen hadiseyle ilgili. Paris'te bir terör olayı meydana gelmiştir. Bunu kınıyoruz, lanetliyoruz. 17 insan orada katledilmiştir. Reyhanlı'da 52 insan katledildi, Paris'te katledilenlerle ilgili ortaya konulan tepkiye benzer bir tepki dünya kamuoyunda görülmedi. Pakistan'da aynı mantıklı terör örgütü bir okulu bastı, çocukları katletti. 200'e yakın çocuk katledildi bize gelen bilgiler ya da aldığımız bilgilere göre, çocuk katledildi. Buna rağmen hiç, dünyanın 54 ülkesi değil de 14 ülkesi bile yan yana gelip de omuz omuza yürümedi. Peki, "Paris'teki olayın diğerlerinden farkı ne?" sorusunu burada sormamız lazım. Paris'teki olay şudur: Paris'te çok ciddi bir biçimde devletini ve aynı şekilde güvenliğini önemseyen bir yönetim var. Bu yönetim dünyayı ayağa kaldırmasını bilebiliyor fakat dünyanın diğer ülkelerinde ölenlerin Müslüman olması hâlinde hiç de fena olmuyor gibi bir bakış açısının burada egemen olduğunu görüyoruz. Bunun nedeni nedir? Bunun nedeni şudur: Bakın, Batı, terör olayına kesinlikle çifte standart olarak bakıyor.
Bernard Lewis -bunu yüksek sesle ifade etmekte de yarar var, benim sesim zaten yüksek çıkıyor ama- diyor ki: "Terörün nedeni Müslümanlar değildir, terörün nedeni İslam dinidir. İslam dini yapısal olarak teröre uygun bir dindir. İslam dini yapısal olarak teröre uygun bir din olduğu için, İslam dini bu yapıyla var olduğu sürece terör de var olmaya devam edecektir. O zaman bunun yolu nedir? İslam dinini yapısal olarak teröre uygun bir din olmaktan çıkarıp demokrasiye, liberalizme, modernizme ve serbest piyasa ekonomisine uygun bir din hâline getirebilmek için İslam dini üzerinde operasyon yapmamız gerekir." "Ilımlı İslam" dediğimiz stratejinin kaynağı ve çıkış gerekçesi de budur.
Şimdi, Samuel Huntington, bu arkadaşımız "Biz Kimiz?" isimli bir kitap yazdı, aha bu kalınlıkta kitap. Ben buraya gelmeden önce herkesin bu kitabı okuyup buraya geldiğini varsayıyorum. Bu arkadaş diyor ki: "Tarihsel deneyimler ve sosyolojik incelemeler, dışarıda ötekinin var olmaması durumunda bir toplumda bütünlük ve odak gruplarının sarsılacağını gösteriyor. ABD ulusal kimliğini yeniden inşa etme yolunda içeride Hispanic'leri denetim altında tutmalı, dışarıda da İslami terörle savaşmalıdır. İçeride Hispanic'leri -yani İspanyol asıllıları- denetim altında tutmalı, dışarıda da İslami terörle savaşmalıdır."
Ve, yine, aynı bağlamda Bernard Lewis İslam'ın sadece Hristiyanlıkla değil, "Hristiyanlık dünyası" da denilebilecek bütün bir Batı'yla kavgalı olduğunu söylüyor. Ve, yine, Amerikan Temsilciler Meclisinde 1990 yılında -dikkatinizi çekiyorum- Mart 1990 yılında yayınlanan bir raporda "İslami canlanışın her geçen gün güçlenmesi gerçeği ile bölgeden çıkarılan petrolün Batılı ekonomiler için vazgeçilmez önemi birleştiğinde Orta Doğu konusundaki çekişme İslami uyanış ile Batı dünyası arasındaki karşılaşmayı ölüm-kalım mücadelesi hâline getirmektedir." diyor. Yani, İslam dünyası ile Batı'nın bir boğazlaşma, bir hesaplaşma içine girdiği ve bu hesaplaşmanın eşyanın tabiatından kaynaklandığını, doğal olduğunu ifade eden ülkeler, onların stratejisyenleri ve onların uygulamaya koyduğu stratejiler var.
Avrasyacı Aleksandr Dugin -"İslam'a karşı İslam" stratejinin adı da- diyor ki: "Medeniyetler arası çatışmadan daha ziyade medeniyet içi çatışma önemlidir. İslam dini kendi içerisinde çatışmalı bir dindir. İslam dininin içerisinde Alevi, Şii ve Sünni ayrışmalar çatışmanın nedenleridir. Gelecek, medeniyetler arası çatışma değil medeniyet içi çatışma tarafından şekillendirilecektir." Bugün Orta Doğu'daki çatışmanın Şii-Sünni çatışması olduğu ve bu hâle getirildiği ve buna çanak tutulduğu açık bir şekilde önümüzde durmakta ve görülmektedir. Şimdi, bu gerçekler... Batının teröre yaklaşım biçimiyle, teröriste yaklaşım biçimi ile Türkiye'deki yaklaşım biçimi çok farklı.
Adalet ve Kalkınma Partisi Türkiye'nin gelmiş geçmiş kafası en karışık partisidir. Adalet ve Kalkınma Partisi masanın üstünde öpüşüyor, masanın altında tepişiyor. Ve Adalet ve Kalkınma Partili değerli arkadaşlarımızın terör konusunda kafalarında açık bir tanım da yok. "Terör nedir?" diye soru sorduğumuz zaman burada herkes başka bir şey söyleyecektir ama terörün bir tanımını yapacaksınız. Diyeceksiniz ki: "Dünya yaptı mı ki biz de yapalım?" Doğru söylüyorsunuz ama bizim bir sınır çizmemiz lazım buna. "Kuralsız şiddet" olarak nitelendiriliyor genellikle terör ama bunun başka boyutları da var. Onun sınırını çizmeden, onun niteliklerini ortaya koymadan neyle mücadele ettiğinizi algılayamazsınız. Bir heyulayla âdeta karşı karşıya kalmış olursunuz.
Şimdi, ben sizin ve çok önem verdiğiniz insanların bu konudaki yaklaşımlarına kısaca bir göz atmak istiyorum ve bunu sizin de vicdanlarınıza bırakıyorum. Değerlendirin isterseniz, siz bilirsiniz çünkü biz tarihe kayıt düşme bağlamında bunları söylemek durumunda, konumundayız.
Başbakanın Başdanışmanı var, Etyen Mahçupyan diyor ki: "Kamu düzeni bölgede şu anda devletin değil, PKK'nın elindedir." Bu belki biraz aşırı bir değerlendirmedir ama bölgede PKK'nın her istediği an kamu düzenini ortadan kaldırabilecek bir gücü ve imkânı elinde tuttuğunu hepimiz biliyoruz. İşte, "Yol kesti ve yirmi altı gün elinde tuttu." Bugün Cizre'de meydana gelen, dün, evvelsi gün meydana gelen olaylar, daha önce meydana gelen olaylar, 6-8 Ekim olayları tamamen PKK'nın bölgede kamu düzeniyle ilgili ciddi bir blokajı olduğunu net bir biçimde bize göstermektedir. Peki, bunu ne sağlamıştır? Tanzimat Fermanı mı sağladı, Islahat Fermanı mı sağladı, Kanun-i Esasi'nin ilan edilmesi mi sağladı, İkinci Meşrutiyet'in ilanı mı sağladı bunu? Bunu "çözüm süreci" dediğiniz süreç sağladı. Çözüm süreci PKK'yı bölgede kamu düzenini bloke edecek güce eriştirdi, devleti de kamu düzenini sağlayamayacak bir noktaya getirmiş oldu. Bunu nasıl görmüyorsunuz, anlamakta sıkıntı çekiyorum. Birinin hatırı için vatandan taviz verilebilir mi? Birinin hatırı için istiklal ve istikbalden taviz verilebilir mi? Birinin hatırı için bağımsızlıktan taviz verilebilir mi? Bu başımızdaki kim olursa olsun, bizim hakkımızda hangi tasarrufu yapabilecek, bizi hangi konuma düşürebilecek bir adam olursa olsun devletin ve ülkenin bölünmez bütünlüğü, bağımsızlığı ve bayrağın tehdit ve tehlike altına düştüğü bir anda herkesin, her kesimin ayağa kalkması lazım. Bu nasıl vicdandır, bu nasıl anlayıştır, anlamak mümkün değil! Yani, Türk Bayrağı'nı, siz gideceksiniz, askerin garnizonunda indireceksiniz ve buradan da seyredeceksiniz, buna gerekçe üreteceksiniz, bunun felsefesini üreteceksiniz! Elinle halledebildin, elinle; elinle halledemedin, dişinle; dişinle halledemedin, beyninle; o bayrak orada durmalıydı. Burada herkes benim kadar o bayrağı seviyor. Peki, niye onlara gerekli tepkiyi göstermiyoruz? Bu 3-5 tane çapulcunun bilmem neredeki... Efendim, bilmem, falanca şeyin kusurlarından kaynaklanan bir hadise olarak değerlendirmek nasıl mümkün olabilir? Bu büyük bir faciadır ya, bunun hiç tarifi ve tanımı yok. Askerin bulunduğu yerde, gelecek, içeriye girecek, tel örgüyü atlayacak, orada bayrağı indirecek.
Ben 10 bin kişinin içerisinde, bu Ankara'da, Numune Hastanesi'nin önünde yırtık lastiklerle geldiğim, köyde çobanlık yaparken geldiğim zaman NATO'nun bayrağı ile Türk Bayrağı'nı yakıyorlardı; tek başıma girdim, sonra beni "provokatör" diye aldılar, götürdüler oradan.
Şimdi, değerli arkadaşlar, Öcalan'la ilgili olarak Etyen Mahçupyan yani Başbakanın Başdanışmanı diyor ki: "İdeolojik olarak gerçekten bir rehber ve lider. Abdullah Öcalan'a bir şey verilmesine gerek yok, o alıyor zaten, kendisini karizmatik hâle getiriyor." Arkadaşlar, gözünüz aydın olsun, bir karizmatik lidere sahip oldunuz çözüm süreci sayesinde. Bu nasıl iştir, bu nasıl iştir ekselansları, bu nasıl iştir, çıkın, bana cevap verin! Bunun söylediğinin yüzde 20'si doğru olsa AKP'nin toptan divanıharbe gönderilmesi gerekiyor.
Şimdi, Başbakanın Başdanışmanı diyor ki, sanki PKK'yı kendisi kurmuş gibi aynen şunu söylüyor: "PKK kendi hakları için, kariyerizm için kurulmadı, Kürtlerin hakları için kuruldu." Öyle mi kuruldu arkadaşlar? PKK Kürtlerin hakları için kurulduysa buna herkesin saygı göstermesi lazım. Peki, orada gidip PKK'yla görüşüyorsunuz da, ey görüşenler, kimseniz...
TANJU ÖZCAN (Bolu) - Kim olduğu belli Hocam.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - Peki, siz görüşüyorsanız da bu AKP'nin içerisindeki Kürt asıllı milletvekilleri ne işe yarıyor, bana bir açıklar mısınız? Onlarla niye görüşmüyorsunuz? Adamın elinde silah var diye mi görüşüyorsunuz? Ben de mi buraya silahla geleyim benimle görüşmeniz için? Adam o kadar insanın ölümüne sebebiyet verdi diye mi onunla görüşüyorsunuz?
Şimdi, otomatik olarak yaklaşık dört senedir, bu PKK'yla görüşme süreci başladığı andan itibaren Güneydoğu'da seçimle Parlamentoya gelen milletvekillerinin aslında milletvekilliği bitmiştir, o gün bitmiştir çünkü onları devlet muhatap almıyor, Hükûmet muhatap almıyor. Kimi muhatap alıyor? Elinde silahı olan adamı muhatap alıyor, eşkıyayı muhatap alıyor ve bize söylenen "Biz silahların bırakılması için görüşüyoruz." şeklinde bir yalan. Gerçekte ise PKK'yla Anayasa'yı görüşüyor, gerçekte ise PKK'yla devletin yönetim biçimini görüşüyor, gerçekte ise PKK'yla özerkliği görüşüyor. Bütün hepsini sayabilirim alt alta, anormal derecede bir durum söz konusudur.
PKK Marksist-Leninist, Stalinist bir örgüttür. PKK -kuruluş amacı- sınıf çatışmasına dayalı proletarya diktatörlüğü kurmak için ortaya çıkan bir örgüttür. Sosyalist olan birisinin ırkçı bir politikayla hareket etmesi akılsızlıktır ve bulunduğu ideolojik eksenden tamamen sapması anlamına gelmektedir yani sosyalist veya komünist veya Stalinist bir adamın etnik, ırkçı ya da mezhepçi bir tavrı söz konusu olamaz. İnsanları ezilen-ezen bağlamında ele alarak değerlendirme yapar, onun üzerinden mücadelesini verdiğini ifade eder. Bu örgüt böyle kuruldu, sonra kendisine karşı olan özellikle Kürtçü sol örgütleri, Marksist sol örgütleri, hepsini ezdi, ondan sonra da ikinci aşamaya geldi, bölgede terörün tekelini eline aldı ve ondan sonra mücadelesini sürdürerek baktı ki oradaki Kürt kardeşlerimiz üzerinde dinsizliğin, imansızlığın kitapsızlığın karşılığı yok, "O zaman bizim o vatandaşlarımızı elde edebilmek için onların millî duygularını, onların Kürt bilincini, milliyet bilincini ön plana çıkarak hareket etmemiz gerekir." dedi ve bunun üzerinde, bugün yürüttüğü mücadele ve kendisinin sürdürdüğü hareketin özünde -biraz önce de ifade ettiğim gibi- bir ırkçı yaklaşım biçimi var ve onun karşılığı olduğu için bu mücadeleyi sürdürüyor.
Şimdi, Mahçupyan diyor ki: "Hükûmet PKK'nın siyasi taleplerinin her türlüsünün siyaset içinde alınabilir olmasının yolunu açıyor." Arkadaşlar, açıyor musunuz, ey Hükûmet etkilileri, yetkilileri? Yani bu PKK'nın siyasi taleplerinin her türlüsünün siyaset içinde alınabilir olmasının yolunu açıyor musunuz? Bunu biz ciddi bir biçimde merak ediyoruz. Silahla alamadığını siyasetle verecek misiniz?
Şimdi, burada bir başka hususun da özellikle altını çizmek istiyorum: Kandil ve PKK'nın ve İmralı'nın hareketleri üzerinden acaba bir barış getirme imkânı her şeye rağmen mevcut mudur? Soru budur, bu sorunun bizce cevabı: Mümkün değildir. Çünkü anlaşılmayan bir şey vardır: Bir tarafta terör örgütü var, kuralsız şiddet uygulayan bir örgüt, öte tarafta anayasası olan, hukuk devleti olan, tarihî kimliği olan bir devlet var. Devletle terör örgütü yan yana geldiğinde hangi konuda anlaşırsanız anlaşın, bu anlaşmanız devleti bağlar, terör örgütünü bağlamaz. Terör örgütünün zaten öyle bir mecburiyeti ve mahkûmiyeti de yoktur, "Bu bir taktiktir." der, geçer. Bu zorunlu şartların ürettiği bir davranış biçimiydi." der, geçer ve bu süreç içerisinde siz de oturur, "Acaba nerede hata yaptık?" sorusunu hiç kuşkunuz olmasın ki sormaya kalkarsınız.
Şimdi, burada diyor ki Kandil: "Eğer AKP Hükûmeti sorumlu davranmaz ve HDP heyetiyle bir iki gün içinde İmralı'ya gitmezse bizim kabul ettiğimiz ve gereklerini yerine getireceğimizi söylediğimiz müzakere taslağının tümünü kamuoyuna açıklamak zorunda kalacağız." Siz bunlarla ne konuştunuz da, hangi taslakta anlaştınız da bunu kamuoyuna açıklamakla tehdit ediyor? Siz de korkuyorsunuz, gıkınız çıkmıyor, açıklamazsan namertsin diyemiyorsunuz. O zaman siz devletle millete komplo mu hazırlıyorsunuz? Devletle milletin altını mı oyuyorsunuz? Siz ne yapıyorsunuz? Biz size kürsüden de söyledik, titreyin, kendinize gelin dedik, siz titrek oldunuz, Alzheimer oldunuz, kendinize geleceğiniz yerde durmadan titriyorsunuz bir o tarafa, bir bu tarafa.
Şimdi, HDP'lilerin sızdırdığı bilgilere göre Öcalan'ın müzakere taslağında kadın cinayetlerinden ekolojik katliamlara, anayasal, yasal değişiklikler, özerklikler, genel af da varmış ve AKP sürekli olarak Öcalan'la yalnız silah bırakmayı, teröristlerin Türkiye'nin sınırlarının dışına çıkmasını görüştüğünü söylerken AKP'nin meşru muhatapları durumun AKP'lilerin söylediği gibi olmadığını söylüyor, onlar, Türkiye'nin idari, hukuki ve sosyolojik yapısında Öcalan'ın belirlediği esaslar çerçevesinde görüşmeleri sürdürdüklerini söylüyorlar.
Bakın, ben size bir şey söyleyeyim: AKP'li arkadaşlar, değerli arkadaşlar, siz Türk milletini küçümsüyorsunuz, basite indirgiyorsunuz, siz Atatürk'ü küçümsüyorsunuz, basite indirgiyorsunuz, siz Türk Bayrağı'nı küçümsüyorsunuz, hırpalanmasına izin veriyorsunuz, siz Türk tarihini küçümsüyorsunuz, yüzleşme adı altında tarihin yargılanmasına müsaade ediyorsunuz.
GÜLAY SAMANCI (Konya) - Ağır konuşuyorsunuz, ağır konuşuyorsunuz.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - Hiç böyle bakmayın, bugün iktidarsınız, yarın iktidardan giderseniz bunun faturası sizin önünüze getirilir, konur. Onun için, şu anda bu yapılan muameleler bizim kaldırabileceğimiz bir muamele değildir, Türk milleti de kaldıramıyor bu muameleyi. Öcalan'a bir devlet başkanı gibi bir statüyle âdeta sekretarya tayin etmek, her yorulduğu yerde han yapmak, onun her istediğini yerine getirmek, onun söylediklerini bir biçimde üstünü kapatarak, allayıp pullayarak Parlamentoya getirip Parlamentodan çıkarmak barışı getirmez, tam tersi karşı tarafa büyük bir moral ve motivasyon vererek daha da anlaşmaz ve uzlaşmaz hâle gelir. Şunları da ben söylemiyorum. Kim söylüyor? Bakın, Osman Öcalan söylüyor. Kime söylemiş? Sayın Orhan Miroğlu'na söylemiş. Aynen şunu söylüyor, burada herkesin dikkatini bu noktaya çekmek istiyorum.
BAŞKAN - Sayın Milletvekilim, biz sizin görüşlerinizi alsak daha iyi.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - Hayır, ben onun bir görüşlerini ifade edeyim, arkasından söyleyeceğim yani bu çok önemli bir şey de onun için.
GÜLAY SAMANCI (Konya) - Çok ağır konuşuyor yani bu olmaz ki.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - Şimdi, diyor ki: "Öcalan'ın çözüm planını Milliyet gazetesinin manşetten verdiği gün Star gazetesi de bununla ilgili Osman Öcalan'la görüşüyor ve görüşünü yayınlıyor. O, PKK'nın taktiğini anlatıyor da onun için söyleyeceğim, yoksa...
BAŞKAN - Biz görüşlerinizi alalım da lütfen...
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - Şimdi, şöyle diyor: "PKK, Abdullah Öcalan'a evet diyerek reddetme stratejisi izliyor yani görünürde karşı çıkmıyor, 'Evet.' diyor ama tam tersi bir reddetme stratejisi izliyor. İki PKK var: Bir, Kandil PKK'sı, diğeri de İmralı PKK'sı. Kandil PKK'sı Öcalan'ı reddederek siyaset yapamayacağını bildiği için Apo'ya 'Evet.' diyecek, resmen kabul edecek ama fiilen kendi istediğini uygulayacak. Hiçbir zaman söylemde Apo'yu reddetmezler, uygulamaya gelince Apo büyük bir retle karşı karşıya kalıyor. PKK'da Türkiye'den yana olmayanların çabaları az değildir." vesaire şeklinde devam ediyor.
Şimdi, buradan şöyle bir sonuç çıkarmak çok rahat mümkün: Sizin görüştüğünüz zatın, önem atfettiğiniz zatın acaba silahlı terör unsurları üzerinde de etkisi aynı mı? Hayır, değil, kesinlikle değil, nitekim kontrolden iyice çıktı durum. Biraz önce yani buraya gelmeden yarım saat önce bir gazeteciyle, hem de bol bol sizin ekranlarınızda yani AKP yandaşı televizyonlarda arzıendam eden ve onları savunan bir arkadaşla görüştüm. Bölgede olduğundan ve bölgede durumun vahametin ötesine taşındığından, kendisini emniyet müdürlerinin ve valilerin ziyaret ettiğinden ve son derece tehlikeli olaylardan bahsederek mart ve Haziran ayı içerisinde çok ciddi durumların meydana gelme ihtimalinden bana söz etti ve bize gelen bilgilerin de aynı minvalde olduğunun özellikle altını çizmek istiyor ve bu yönde de yine iktidarı, Hükûmet kanadını uyarıyorum.
Şimdi, bir başka hususu da ifade edip sözümü bitireceğim. Değerli arkadaşlar, Sayın Arınç, Kürtlerin özerklik talebinde bulunamayacaklarını öne sürerek yola çıkarken "Bazı konuların kesinlikle kabul edilemeyeceği söylendi." diyor. Hâlbuki akiller, sayısız Sorosçular, STK'lar, liberaller, malum solcular cansiparane savundukları çözüm süreci, ambalajlı terörle pazarlık süreci özerklik, genel af ve çözüm süreci taslağında özerklik var diye HDP'liler izah etmektedirler. Ben bu özerkliği de bilinsin diye söylüyorum ve bir soru soruyorum, burada yüksek sesle bir soru soruyorum: Biz bu özerkliği çok gördük. Osmanlı Devleti'nde özerklik ilan edip de Türkiye Cumhuriyeti'ne bağlı olan bir devlet veya bir grup var mı? Soru bu, bu soruyu herkes araştırsın. Şimdi, ne oldu: Bakın, Eflak Boğdan ve Sırbistan'ın Osmanlı'dan koparılması 1828-29 Osmanlı-Rus savaşı sonucunda Ruslarla imzalanan Edirne Antlaşmasında Eflak ve Boğdan'a özerklik verildi. Ne zaman? 1828-29. Peki Eflak Boğdan kırk dokuz yıl sonra yani 1877-78'de imzalanan Ayastefanos Antlaşması'yla bağımsız oldu. Önce özerklik aldı, kırk dokuz sene sonra da bağımsız oldu. Bosna Hersek, 1878 tarihinde Ayastefanos Antlaşması'yla özerklik aldı. Berlin Antlaşması'nda Bosna Hersek'in yönetimi geçici olarak Avusturya'ya bırakılmıştı, otuz yıl özerklik statüsü altında bulunan Bosna Hersek, 1908'de bağımsız oldu. Önce özerklik aldı, otuz sene sonra da bağımsız oldu. Girit, 18 Aralık 1897 tarihinde Düveli Muazzama yani büyük devletler Girit'in özerkliğini ilan ettiler, buna göre Girit Adası Osmanlı Devleti'nin hâkimiyetinde tarafsız ve muhtariyete sahip bir eyalet oluyordu. Girit özerk olduktan on bir yıl sonra, 5 Ekim 1908'de Girit Meclisi, Ada'nın Yunanistan'a bağlandığını ilan etti. 1878'de Ayastefanos Antlaşması'yla özerk Büyük Bulgaristan Krallığı kuruldu. Tam otuz yıl sonra, 22 Eylül 1908'de de Bulgaristan bağımsızlığını ilan etti.
BAŞKAN - Sayın Milletvekilim toparlayalım.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - Tamam, hemen son cümleyi söyleyeyim.
Arkadaşlar, "Yerel yönetimi güçlendiriyoruz." adı altında, "Efendim bu özerklik de işte çağın gereği." yönetime katılma, öz yönetim ve benzeri birtakım güzel kavramların arkasına saklanarak bunları ifade edip bunların yolunu açtığınız andan itibaren -buradan yüksek sesle söylüyorum- Türkiye'nin bölünmesinin yolunu açıyorsunuz demektir. Onun için, bu mesele şu anda... Birdenbire devlet bağımsız olmuyor. Önce özerklik ilan ediliyor, sonra uluslararası şartlar bekleniyor, bu şartlar gerçekleştikten sonra da bağımsızlık ilan ediliyor. Irak gibi olmayan bir devlette bile, Kuzey Irak Kürt Yönetimi, hepinizin de bildiği gibi şu anda özerk bir yönetim altında. Fiilen bağımsız, kâğıt üzerinde Irak'a bağlı olarak devam ediyor. Uluslararası şartları bekliyor, uluslararası şartlar uygun olduğu andan itibaren bağımsızlığını ilan edecek. Onun için "Biz özerklik getirdik, Türkiye'yi parçalamadık ya da şu hakları verdik." adı altında parçalamayı bütünleştirme, ayrıştırmayı birleştirme şeklindeki bir mantığın hiçbir zaman bir geçerliliği olmadığını söylüyor, bu yasa tasarısına külliyen karşı olduğumuzu yüksek sesle ifade ediyor, hepinize saygılar sunuyorum.
BAŞKAN - Sayın Milletvekilim, teşekkür ediyorum.
Ancak, üslup noktasında ben arkadaşlarla bir hususu paylaşmak istiyorum. Biz burada münakaşa ve münazara ediyoruz. Yani önümüzdeki yasa taslağını hem muhalefet partisi hem de iktidar partisi milletvekilleri olarak istişarelerimizi yapıyoruz, fikirlerimizi söylüyoruz ama bu söyleme tarzımızda karşı tarafı azarlarmış gibi, karşı tarafa nizamat verirmiş gibi olması, Sayın Hocam, biraz size yakışmadığını söylemek istiyorum.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - Hayır öyle değil, ben öyle yapmadım, hiç öyle bir şey yaptığım yok ama millî meselelerde...
BAŞKAN - Yani bizim... Affedersiniz...
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - ... veyahut bayrak mayrak dediğimiz zaman artık hiçbir kural tanımam ben, onu söyleyeyim.
BAŞKAN - Bizim titrememize gerek yok, bizi titretecek olan şey aziz milletimizdir.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - Millet de benim zaten.
BAŞKAN - Siz burada milletvekilisiniz.
GÜLAY SAMANCI (Konya) - Biz neyiz, biz de milletiz burada.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - Sizler de milletsiniz, hep beraberiz...
BAŞKAN - Affedersiniz, bu dediklerinizi... Lütfen, müsaade eder misiniz?
Bu dediklerinizi ve dediklerimizi biz milletimizin önünde zaten ifade ediyoruz. İfade ettikten sonra da sandığa gidiyoruz, sandıkta boyumuzun ölçüsünü alıp geliyoruz. Burada birbirimize caka satmamızın çok fazla...
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) - O zaman burada bir şey konuşmayalım öyleyse ya.
BAŞKAN - Ama Sayın Toptaş, bu manada söylemiyorum. (Gürültüler)
Burada şunu söylemeye çalışıyorum, affınıza sığınıyorum, şunu söylemeye çalışıyorum: Burada birbirimize azar etmeye bir hakkımız var mı Allah aşkına?
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - Hayır, azarla mazarla bir alakası yok bunun.
BAŞKAN - O anlamda söylüyoruz. Yoksa, burada birbirimizi rencide ederek bir yere gidemeyiz. Biz, bildiklerimizi milletin önünde söyleyeceğiz, karşılığını da milletimizden isteyeceğiz. Bunu ifade etmeye çalışıyorum.
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) - Yani burada söylemenin bir anlamı yok mu diyorsunuz?
BAŞKAN - O manada söylemiyorum. Burada söylerken birbirimizi rencide etmenin çok fazla esprisinin olmadığını düşünüyorum.
Teşekkür ederim.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - Hayır, hayır, rencide etmekle bir alakası yok. Vatan söz konusu olduğu zaman diğer her şey teferruattır. Üslupla... Yani biraz önce ifade ettiklerimi hiç kimseyi rencide etmek için söylemedim.
BAŞKAN - Yani sizin kadar buradaki bütün milletvekilleri için vatanın, bayrağın, devletin ne demek olduğu aşikârdır.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - İşte ben de onu bildiğim için, arkadaşların o hassasiyetlerine hitap ediyorum.
BAŞKAN - Çok teşekkür ediyorum.