| Komisyon Adı | : | İÇİŞLERİ KOMİSYONU |
| Konu | : | |
| Dönemi | : | 24 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 13 .01.2015 |
SEYFETTİN YILMAZ (Adana) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım, değerli basın mensupları; ilgili kanunun 4'üncü maddesiyle ilgili söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygılarla selamlıyorum.
Şimdi, iktidar mensuplarının veya Hükûmetin iddia ettiği, bu kanunun terörle mücadelede etkin rol almak adına getirildiği ifade ediliyor fakat şu ana kadarki gelişmelere baktığımızda Hükûmet açısından, burada terörle mücadele zaten gündemlerinde yok yani bunu açık açık da ifade ediyorlar, "Biz terörle müzakere ederek bu sorunları çözeceğiz." ifadesini kullanıyorlar. O zaman, burada insanın aklına şu geliyor: Bu terörle mücadeleden ziyade muhalefetle mücadelede sindirme politikasını uygulamaya yönelik birtakım maddeler buraya getiriliyor.
Şimdi, şunu ifade etmek istiyorum Sayın Bakan, Sayın Başkan: Bir kere bu ülkeyi yöneten anlayışın dönem dönem dün yaptıklarını inkâr etmesi ve bunlardan vazgeçmesi Türkiye'yi çok ciddi manada sıkıntıya sokuyor ve bu anlayışın getirdiği çalışmaların doğru kabul edilmesi de ciddi tartışma konusu. Dönemin Başbakanı, Sayın Cumhurbaşkanı -biliyorsunuz- bundan altı yedi yıl önce, otuz yıl beraber mücadele ettiği, birçok konuşmalarında millî görüşün bu ülkenin tek çıkış kapısı olduğunu, millî görüş dışındaki tüm görüşleri, işte siyonizmden tutun emperyalist ülkelerin uşakları olduğunu yani "millî görüş bir tarafa, diğer görüşler bir tarafa" anlayışıyla otuz yıldır siyaset yapan Sayın Recep Tayyip Erdoğan ve bugün Hükûmetin içerisinde yer alan birçok bakan ve milletvekilleri dâhil olmak üzere otuz yıllık bu mücadeleyi inkâr ederek, "Biz millî görüş gömleğini çıkardık." diyerek dün feyiz aldıkları, dizinin dibinde siyasete girdikleri ve mücadele ettikleri Erbakan Hoca'yı ve otuz yıldır savundukları görüşü bir kenara atarak yeni bir görüş ortaya getirdiler. Şimdi, bu bir istikrarsızlığın göstergesidir, bu doğru bir yaklaşım değildir. Otuz yıl hak bildiğinizi, doğru bildiklerinizi inkâr edip bugün işte Avrupa, Amerika, dünya, küreselleşme derseniz inandırıcılığınızı yitirirsiniz.
Peki, bununla mı kaldı? Yetinmedik, ondan sonra Fethullah Gülen ekibiyle beraber Türkiye'yi bir dizayn etme sürecine girdiniz. 2010 yılındaki referandumda "Hukukun üstünlüğünü ön plana çıkararak, üstünlerin hukukunu yok ederek hukukun üstünlüğünü getireceğiz." iddiasıyla bir referanduma gittiniz. Şimdi, bunun üzerine beraberce girdiğiniz listelerle bir HSYK oluşturdunuz, emniyette bir yapı oluşturdunuz, devletin kurumlarında bir yapı oluşturdunuz. O dönemlerde -iyi hatırlayın- askeriyeye, gazetecilere, sivillere birtakım operasyonlar yapıldığında, Sayın Başbakan "Ben bu davanın savcısıyım." diyordu ve o süreç içerisinde Türk Silahlı Kuvvetlerindeki generalinden onbaşısına kadar birçok insanın Silivri'de içeriye alındığı bir süreç yaşandı. Bunların içerisinde bir albay intihar etti, birçok askerin çoluğu çocuğu perişan oldu. O zaman bununla ilgili laf söyleyenleri Ergenekoncu ilan eden, devletin karşısında olduğunu ilan eden, darbeci ilan eden bir Başbakan ve Hükûmet vardı, birçok milletvekillerinin beyanatlarına baktığınızda, girdiğinizde bunları görürsünüz. On yıl beraberce yürüttükleri bu yapıyı, bu süreci, sonra, on yıl sonra dediler ki: "Ya, bunlar casusmuş, bunlar Amerika'nın Türkiye'ye yerleştirdikleri veya İsrail'in yerleştirdikleri bir hain güruhmuş." Şimdi, devlet böyle yönetilmez ki. Yani, sen kendi bakkal dükkânını yönetmiyorsun, Sayın Bakan, Sayın Başbakan, devlet yönetiyorsunuz. Devletin itibarı nereye gitti? Devlete hizmet eden Türk Silahlı Kuvvetlerinde, kamu kurumlarında veya basında, şurada, burada olan insanların itibarı, ülkenin itibarı nereye gitti? Şimdi, bunları sorgulamayacak mıyız, sorgulamak gerekmiyor mu?
Gelelim şimdi bu çözüm süreci dediğimiz bir sürece. Oslo'da başlayan görüşmeler var. Bu görüşmelerde şu ifadelerde bulunuldu, dediler ki: "Otuz yıldır her yol denendi, terörün sonu gelmiyor, biz bunlarla müzakere ederek bu sorunu çözeceğiz, analar ağlamayacak, silahlar susacak." gibi birtakım cümlelerle millete bir algı yönetimiyle de bu işin çok doğru olduğunu, tek yolun bu olduğunu ifade eden, televizyonlarda yandaş yazarlarından tutun yandaş medyaya kadar bir algı operasyonu yapıldı. Şimdi, birinci husus, 1999 yılında...
ADEM YEŞİLDAL (Hatay) - Millet salak ya...
SEYFETTİN YILMAZ (Adana) - Ona millet karar verecek.
BAŞKAN - Hemen de duyuyor.
SEYFETTİN YILMAZ (Adana) - Evet.
1999 yılında terör neredeyse bitme noktasına gelirken tekrar yapılan yanlış politikalarla terörün canlandırıldığı bir sürece geçtik. Şimdi, bize en ağır lafları söyleyen, "Kandan beslenen, şu, bu..." diyen anlayışa bir şeyi ifade etmek istiyorum: Bir kere sizin duruşunuzda istikrar yok. İyi hatırlayın, bunları konuşan Başbakan, Şemdinli'de BDP'li 3-4 tane milletvekili -hepiniz o manzarayı bilirsiniz- dağdan inen teröristlerle kucaklaştığı zaman şahin kesilen bir Başbakanla karşılaştık. Grup toplantısında aynen şu ifadeleri bulunuyor, kayıtlarda var: "Eli kanlı teröristlerin elini sıkan milletvekillerinin bu yüce Meclisin çatısı altında siyaset yapmaları doğru değildir, buna müsaade etmeyiz, gerekirse bunların Meclisten atılması, dokunulmazlıklarının kaldırılmasıyla ilgili fezlekeler gelerek bir an önce gereğini yaparız." ifadesini kullanan da Sayın Başbakan ve Sayın Hükûmetin yetkilileri. Şimdi, bu nasıl bir anlayış? Dün "Eli kanlı teröristle el sıkışanların bu yüce Meclis çatısı altında yeri yok." diyen Başbakan, bugün kim el sıkışıyor teröristlerle, bırakın şeyi, o teröristlerin başıyla kim el sıkışıyor Sayın Bakan? O çoluğumuzu çocuğumuzu, askerimizi katleden hainlerle, eli kanlı teröristlerle kim el sıkışıyor? O zaman, bu millet de bunu yapanlarla el sıkışmayacak, bunu göreceğiz. Öyle sandık demeyle, şu demeyle bu işlerin sonunun olmadığını hep beraber göreceğiz.
Ondan sonra, gene süreç devam ediyor, 6-7 Ekim Kobani olaylarından sonra, Kobani'yi de bahane ederek ülkenin belli bir bölümünün devletin kontrolünde olmadığını... Ve şu mesajı verdi PKK orada: "Aklınızı başınıza alın. Biz istediğimiz zaman ülkeyi yaşanamaz hâle getiririz, ülkeyi kan gölüne çeviririz." Zaten bununla ilgili teröristlerin, teröristbaşlarının, Kandil'dekinin, oradakinin, buradakinin ifadeleri var ve ondan sonra yine bir şahin politikalar, bir milliyetçilik damarına basan ifadeler, buradan başka yönlere giden bir anlayış. Şimdi, bu kadar istikrarsızlığı kendi içinde barındıran bir anlayışın terörle mücadele ederek bundan sonuç alması mümkün mü? Ben inanıyorum ki burada ana amaç şudur, çok açık ve net: Bu işin sonu yok Sayın Bakan, ne yaparsanız yapın, neyi söylerseniz söyleyin, bu oyunu kuranlar kurmuşlar, bu oyunları -biraz önce anlattıklarım, zaman almayacağım, onun için kısa geçiyorum- yani bundan on-on iki yıl önce bu bölgede, Irak, Suriye, İran ve Türkiye'yi içine alan bir bölüme Kürdistan devletinin kurulacağının ifadesini Amerikan Dışişleri Bakanı söylüyor "Büyük Orta Doğu Projesi" adı altında. Ondan sonra, Esad'la beraber tatil yapan, aynı yatta olan, ortak Bakanlar Kurulunu toplayan, bilmem ne yapan, "kardeşim Esad" dediği, işte "Biz iyi geçinerek bizden önceki..." "AKP'nin farkı şu..." diyordu hatırlarsınız, "Bizden öncekilerden farkımız şu: Yıllarca Suriye'yi düşman gören anlayışın yerine kardeşim Esad'la geliştirdiğimiz ilişkiler neticesinde 500 milyon dolar olan ticaret hacmimiz 4 milyar dolar çıkmıştır, işte AKP farkı, AK PARTİ'nin farkı budur." diyen Başbakan, dün "Kardeşim" dediği Esad'ı birden hain ilan etti, gerekçe de şu: "Efendim, biz onları uyardık, onlar vatandaşına zulmediyor." Ya, günaydın Sayın Başbakan. Yani Esadlar bugün mü Suriye'deki vatandaşlara zulmediyor? Esad'ın babasının yıllar önce yaptığı da ortadadır, oğlu Esad'ın da aynı yoldan yürüdüğü ortadadır. Ama hedef değişmiştir ve birden kendimizi Suriye'yle bir savaşın eşiğinde bulduğumuz, sınırlarımızın yol geçen hanına döndüğü, birçok terör örgütü grubunun orada ülkemiz tarafından da -iddialar ortadadır- beslendiği, bilmem ne yapıldığı sırf Esad'ı değiştirmek şeyiyle, Türkiye'yi birçok terör örgütünün de hedefi hâline getirdiniz.
Şimdi, dünyada bu IŞİD tehlikesi çıktığında Kerkük'te, Musul'da, Telafer'de Müslüman Türkmenler katledilirken kılı kıpırdamayanlar iş Kobani'ye geldiğinde dünyayı ve Türkiye'yi ayağa kaldırdılar. Çünkü orada mesele Musul, Kerkük, Telafer veya Kobani'de yaşananlar değildi. Eğer Kobani düşerse -hedefleri oydu- planladıkları, hedefledikleri büyük Kürdistan'ın gerçekleşmeyeceğinden dolayı bütün dünya ayağa kalktı ve buradan da görüyoruz ki, sonuç itibarıyla bu bölgede büyük Kürdistan'ın kurulmasının yollarına çakıl taşları bu Hükûmet tarafından adım adım döşeniyor ve bunun sonucu buraya gidecek ve ben inanıyorum ki, yarın orada, o bölgede... O bölgenin milletvekilleri de var, yaşayanlar da var, gelenler gidenler de var, biz de gittik o bölgelere, orada devlet yok. Siz, İçişleri Bakan Yardımcısınız; düşünebiliyor musunuz, dünyanın hangi özgür, demokratik, bağımsız ülkesinde bir kent üç dört gün hendekler kazınarak bir terör örgütü tarafından teslim alınabiliyor? Hangi demokratik ülkede, özgür ülkede, güçlü ülkede bu ülkenin kara yolunu bir terör örgütü kesip orada geçişlere müsaade etmiyor? Hangi ülkede, hangi bağımsız, hangi özgür ülkede bir terör örgütü vergi topluyor veya orada mahkemeler kurarak yargılamalar yapıyor, asayiş gücünü oluşturuyor? Yani bunlar artık bir devlet olmanın kilometre taşları, bunları görmek lazım Sayın Bakan.
Şimdi burada ne yapacağız? Yapılacak şey ortadadır, terörle etkin mücadele edersiniz ama teröre zemin hazırlayan, terörün güçlenmesine yol açan neler varsa gelin hep beraber bunların üzerine gidelim. Yani Kürt kökenli vatandaşlarımızı şu son uyguladığınız politikalarla eli kanlı... Çocukları, askeri, polisi, öğretmeni, herkesi katleden terör örgütüne yaptığınız bu görüşmelerle oradaki Kürt kökenli vatandaşlarımıza dediniz ki: "PKK terör örgütü mücadelesinde haklıdır ve sizin yegâne temsilciniz PKK terör örgütüdür." mesajı verdiniz Sayın Bakan. Şu anda bölgede yaşayan Kürt kökenli vatandaşlarımız devletine bağlı olmalarına rağmen "Ha, demek ki biz yanlış düşünüyormuşuz, bakın, devlet bile PKK terör örgütünü haklı noktaya koydu, onunla görüşüyor, Öcalan'ın yol haritasıyla bu işi çözüyorsa demek ki doğru yoldadır." dendi. Yani gelinen nokta bu ama ben biliyorum, iki sene sonra, birtakım bu olumsuzluklar gerçekleştiğinde bu Hükûmeti yönetenler -inşallah o zamana kalmayacaklardır- "Ya, biz ne bilelim, biz iyi niyetimizi ortaya koyduk, kan dursun çözüm dursun ama bunlar da bizi sırtımızdan vurdu." Yani bunu Erbakan Hoca'ya diyen, bunu on yıl beraber olduğu Fethullah Gülen'e diyen bir yapı mutlaka burada da bunu diyecek. Yani bununla kendileri zarar görse çok umursamayacağız. Ha, onların da zarar görmesini önemseriz, hiçbir insanın zarar görmesi noktasında bir şeyimiz olmaz ama devleti sıkıntıya sokarsanız, milleti sıkıntıya sokarsanız, böyle günlük, kişisel, birilerinin akıl hocalığıyla yaptığınız çalışmalar bu devleti ve bu milleti sıkıntıya sokarsa burada hepimiz zarar görürüz. Onun için, herkesin aklını başına alarak bu devletin ve bu milletin menfaatleri doğrultusunda hareket etme zorunluluğu vardır. Birileri ben yaptım derse o zaman bu ülke, bu devlet, devlet gibi yönetilmekten farklı noktalara gider.
İnşallah, her şeye rağmen hayırlı olur diyorum, teşekkür ediyorum.