KOMİSYON KONUŞMASI

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Sayın Başkanlar, değerli üyeler, sevgili vekiller; hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Bu, Anayasa Komisyonunun ilk toplantısı. Tabii, temenni ederdik ki OHAL'in üç yıl daha uzatılmasına dair 7145 sayılı Yasa da Anayasa Komisyonuna getirilsin ama o getirilmedi, sadece Adalet Komisyonuyla yetinildi.

Şimdi ilk kez Anayasa Komisyonu, İç Tüzük değişikliği için toplanmış bulunuyor. Bu toplantı da kuşkusuz onun kadar, hatta ondan daha fazla belki önemli çünkü Sayın Başkanın da belirttiği gibi İç Tüzük -her ne kadar adı "İç Tüzük" olsa da- sıradan bir yasa değil, âdeta Meclisin Anayasası'dır, ülkenin sessiz Anayasası'dır. Bu bakımdan çok önemli bir toplantı.

Bu toplantıya başlarken İç Tüzük değişikliği çerçevesinde sevgili meslektaşım ve Sayın Başkan Vekili Şentop sunuş yaparken sürekli "yeni sistem" vurgusu yaptı. Bu bakımdan her iki başkan ve başkan vekilinin konuşması da bu konunun, bu oturumun önemini dile getirmiş oluyor. Dolayısıyla İç Tüzük'ün önemi konusunda çok fazla söz söylemeye gerek yok ancak burada bir seçenek karşısında bulunmaklığımız söz konusu. Bu seçenekleri şöyle bir hatırlayalım. Bir: Teknik değişikliklerle yetinilmesi. İki: İç Tüzük'ün Meclisin çalışmalarını sınırlayıcı anlamda değiştirilmesi. Üç: Meclisin, Türkiye Büyük Millet Meclisinin denge ve denetim işlevini görebilmesi yönünde, nitelikli yasa yapımı yönünde değiştirilmesi olmak üzere üç seçenek karşımızda bulunuyor. Şimdi, burada üç seçeneğin içerisinde birinci seçenek sanki öne çıkmış bulunuyor. Oysa bu kadar "yeni" vurgusunun ardından esasen yapılması gereken İç Tüzük'ün yenilenmesi olmalıydı çünkü her iki başkanın da vurguladığı gibi bu sistem yeni bir sistemse ve 1927'den bu yana hep değiştirildiği hâlde bir türlü bütünlüklü bir metin ortaya çıkmadıysa o zaman bu metnin yenilenmesi arzu edilirdi, temenni edilirdi ama bunun yapılmıyor olması bazı şu anda içinde bulunduğumuz anayasal ortamın, anayasal durumun hatırlanmasını, hatırlatılmasını engellemez çünkü bu vurgulanan yeni sistem esasen 15 Temmuz hain darbe girişimi kalkışmasının ardından gündeme gelen ve olağanüstü ortam ve koşullarda yapılan Anayasa değişikliğinin bir ürünüdür.

Şimdi, bu yeni sistemle ben ilk Parlamentomuzun açılışında 19 Mart 1877'de II. Abdülhamit'in açış konuşmasından bir alıntı yapmak suretiyle başlamak istiyorum. Uygarlık ile demokratik yasama arasında ilişki kuran Abdülhamit "Yasaların herkesin oy ve görüşlerine dayalı olarak çıkarılması, uygar devletlerin ayırt edici özelliğidir." der günümüz Türkçesiyle. Sonra Birinci Meşrutiyet, İkinci Meşrutiyet'e geçiliyor, parlamenter rejim kuruluyor, sonra Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'yla meclis hükûmeti kuruluyor, 1924 Anayasası'yla meclis hükûmeti ve parlamenter rejim arasında karma bir yönetim 1961 ve 1982 Anayasası'ysa parlamenter rejimin tipik yansımaları şeklinde görülebilir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Fakat burada ayrıntıya girmeden, bugünkü durumu betimlemek açısından esasen bizim sıkça eleştirdiğimiz 1982 Anayasası'nı 1961 Anayasası'na tepki Anayasası olarak nitelendiriyor olmamızın bu yeni durum bakımından anlamını belirtecek olursak esasen şu anda karşı karşıya bulunduğumuz durum yani şu anda görüştüğümüz Türkiye Büyük Millet Meclisinin İçtüzüğü'nü anlamlandırmak açısından Cumhuriyet Dönemi'yle sınırlı kalacak olursak şöyle bir tablo karşısında bulunmaklığımızı mutlaka göz önüne almamız lazım: 1921 Anayasası, meclis hükûmetiyle yönetilen bir Anayasa'ydı ama 16 Nisan değişikliği, hükûmetsiz meclise dönüşen bir Meclis hâline gelmiş bulunuyor, bu birinci saptama.

İkinci saptamaysa 1982 Anayasası'nı hep 1961 Anayasası'na tepki olarak nitelendirdik. 2017 değişikliği ise esasen Osmanlı-Cumhuriyet Dönemi anayasal düzenlemelerinin, anayasal kazanımlarının inkârı anlamına gelen, onları reddeden bir değişiklik şeklinde karşımıza çıkıyor. Ben bunu bir değer yargısı olarak değil, sadece olgu olarak belirtiyorum çünkü İç Tüzük'ün ne kadar önemli olduğunu dikkatlerinize sunmak için. Böyle bir ortamda tabii ki hükûmetsiz bir Meclisin esasen görmesi gereken görevi, esas görevi yasama görevidir ve dolayısıyla bu tüzük, İç Tüzük Meclisin yasama görevini özerk bir biçimde yapabilmesi amacıyla düzenlenen bir, yenilenen bir İç Tüzük olmalıydı ve bunun yanında aynı zamanda yürütmeyi de denetleyebilen bir İç Tüzük niteliğini taşıması gerekirdi. Tabii, "yürütmeyi denetleyebilen" diyorum çünkü bilindiği gibi 16 Nisan metniyle getirilen düzenleme -Sayın Cumhurbaşkanının pazartesi günkü açış konuşmasında belirttiği gibi- tek kişili bir yürütmeye dönüştürmüş bulunuyor ve bu tek kişili yürütmede tek kişi siyaseten hiçbir şekilde sorumlu değildir ama herkes, yürütmedeki bütün birimler, bütün organlar tek kişiye karşı sorumludur. Bu bakımdan esasen Anayasa'mızın 2'nci maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi açısından görev, yetki ve sorumluluk ilkesi ciddi bir biçimde zedelenmiş bulunuyor. Bu açıdan da Meclisin, yasama organının özerkliğinin vurgulanmasında, öne çıkarılmasında ve bu çerçevede İç Tüzük'ün elden geldiğince Anayasa'ya aykırı olmamak kaydıyla Meclisin özerkliği yönünde maksimize edilmesinde zaruret var Türkiye Büyük Millet Meclisinin kural koyan organ olarak konumunu sürdürebilmesi, muhafaza edebilmesi için.

Şimdi, bu bakımdan tabii ki belki bugünkü ortam esasen bu Anayasa değişikliğinin yapıldığı ortama göre ve 24 Haziran seçimlerine göre biraz daha rahat olduğumuz bir ortam çünkü bilindiği gibi Anayasa oylaması olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnamelerinin eşliğinde yapılan bir oylama oldu, büyük baskılar, büyük kamu görevlilerinde kıyımlar ortamında oldu; anayasal bilgilenme hakkının kullanılamadığı, anayasal kamuoyunun yaratılamadığı bir ortamda oldu. Oysa, çok şükür, şimdi göreceli olarak daha elverişli bir ortamda bulunuyoruz. Şimdi, bu bakımdan bu tüzük, İç Tüzük görüşmesi aslında 16 Nisan oylaması ve 24 Haziran seçimlerinden sonra ilk kez Parlamentonun kendi kimliğini, kendi yetkilerini ortaya koyması ve bu durum karşısında bir tür...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - ...kendi varlığını sürdürmesi, kimliği bakımından bir sınavla karşı karşıya bulunduğumuzu söyleyebiliriz; Meclisin sınavla karşı karşıya, tarihsel bir sınavla karşı karşıya geldiğini söyleyebiliriz.

Burada konuyu dağıtmadan aslında 6771 sayılı Kanun'un gerekçesine baktığımız zaman esasen burada Meclisin güçlendirilmesi biçiminde, vesayetten kurtarılması biçiminde bir gerekçenin varlığını da görmekteyiz, tabii ki diğer gerekçeler kuşkusuz tartışılabilir ne kadar yerinde ama bu, konumuz değil, fakat Meclis açısından bunun önemi var.

Şimdi, bu bakımdan, bu İç Tüzük'ü tartışırken, burada görüşürken esasen biz parti olarak 6771 sayılı Kanun konusundaki görüşümüzü muhafaza ediyoruz. Bu muhafaza ettiğimiz görüş şudur: Esasen 6771 sayılı Kanun, kabul edildiği ortam ve koşullar bakımından meşru değildir, Meclisin görüşmeleri açısından Anayasa'ya uygun değildir. Anayasa referandumu olağanüstü ortam ve koşullarda düzenlenmiştir. Bu bakımdan bunun meşruluğunu sürekli sorgulamak durumundayız ama daha önemlisi, bu Anayasa değişikliği, yapılan Anayasa değişikliği bizim Birinci Meşrutiyet'ten bu yana bütün anayasal tarihimizle çelişmektedir. Bir bakıma anayasal kazanımlarımızla çelişen ve bunun inkârı anlamına gelen bir düzenleme olduğu için biz bu anayasal düzenin sürdürülemezliğini savunuyoruz ve sürdürülemezliğini savunurken esasen hedefimiz, amacımız, Türkiye'nin Birinci Meşrutiyet'ten ve özellikle İkinci Meşrutiyet'ten bu yana iyice yerleşmiş olan geleneğine göre denge ve denetim düzeneğine dönüştür, parlamenter rejime dönüştür çünkü bizim ulusal kimliğimiz parlamenter rejim çerçevesinde oluşmuştur. Meşrutiyet'ten bu yana Osmanlı, cumhuriyet kazanımları, çok partili dönem kazanımı parlamenter rejim ekseninde olmuştur.

Burada tabii ki bunun ayrıntısına girip sizlere bir anayasa dersi verecek değilim ama ben burada partimizin görüşü olarak böyle bir anayasal hedefin varlığını hatırlatarak; esasen partimizin hedefi, Türkiye Cumhuriyeti'nin de anayasal tarihi, kimliği, gelişmeleri ancak parlamenter rejimin sürdürülebilirliği şeklinde olmuştur, olmaktadır. Bu, bizim ulusal kimliğimizdir ve esasen hedefimiz, Anayasa'nın yenilenmesi durumunda bu ulusal kimliğe dönüştür.

Bu bakımdan, ilginçtir, Sayın Cumhurbaşkanı, Meclisi açış konuşmasında gerekirse Anayasa değişikliğini de yapabileceğimizi beyan etmiştir. Belki de şu anda Türkiye'nin karşı karşıya bulunduğu krizde bu anayasal düzenin yani 6771 sayılı değişiklikle gündeme gelen anayasal düzenin özellikle görev, yetki ve sorumluluk üçlüsü bakımından işlemezliğinin bir itirafıdır, bir göstergesidir. Bu açıdan bizim parti olarak özellikle Anayasa'nın 2'nci maddesinde yer alan hukuk devleti, anayasal denge ve denetim düzeneği, insan haklarına dayanan demokratik ve laik devlet ilkesi ışığında bu bizim anayasal kazanımlar doğrultusunda bir anayasal projemizin var olduğu ve Türkiye'nin kendi anayasal kazanımları çerçevesinde bu anayasal düzene geçmesi yönünde çalışacağımızı, çalışmakta olduğumuzu ve çalışacağımızı bu vesileyle bir kez daha vurguluyorum. Çünkü bu Anayasa değişikliğinin olağanüstü ortam ve koşullarda ve esasen köklü bir anayasa değişikliğinin yapılmaması gereken bir dönemde yapılmış olduğunu da dikkate alarak, esasen bu metnin, bu düzenin sürdürülemez niteliğini şu ya da bu biçimde yapıcıları da zaman zaman itiraf etmiş oluyorlar; belki de Sayın Cumhurbaşkanının itirafı şeklinde yorumlanabilir.

BAŞKAN - Başkanım, yeni anayasal kazanımımız yeni sistem; öyle bakmak gerekir.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Yani tabii ki...

MURAT EMİR (Ankara) - Sizin kazanımınız, Türkiye'nin kaybı anlamına geliyor Sayın Başkan.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Sevgili Başkan, keşke tabii ki bu, anayasal kazanımların inkârı değil de anayasal kazanımların devamı anlamında bir anayasal düzenleme olsaydı, o zaman bunu söyleyebilirdik.

BAŞKAN - Öyle zaten.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Fakat tabii ki 16 Nisanda yapılan oylamayla bu, yürürlüğe girmiştir. O konuda herhangi bir şey söylemiyoruz çünkü hukukçuyuz biz ama anayasal kazanımlarımızı görmezlikten de kuşkusuz gelemeyiz. Çünkü anayasal kazanımlarımız açısından Birinci Meşrutiyet'ten bu yana oldukça önemli, birikimli bir anayasal kazanımlar bilançosuna sahip olduğumuzu hepimiz biliyoruz.

Şimdi, burada tabii ki esasen Sevgili Başkan, mademki bunu dile getirdiniz, bu konuda birkaç söz söylemenin yerinde olacağını, meşru olacağını düşünüyorum çünkü karşılaştırmalı anayasa hukukunun önemli bir ilkesi var; bu da olağanüstü dönemlerde anayasa değişikliğinin yapılmaması gerektiği ve hatırlarsınız anayasa hukuku derslerimizde hep 1971 değişikliğini sorguladık. Çünkü 1971 değişikliği, sıkıyönetim ortam ve koşulları altında yapıldı ama 2017 değişikliği ise tamamen olağanüstü ortam ve koşullarda yapıldığı gibi, bu, tarihimizin en radikal değişikliği oldu; yani Birinci Meşrutiyet'ten bu yana ilk büyük kopmayı bu değişiklik meydana getirdi. Bu açıdan bunun en azından bilinmesi gerekir, bunun vurgulanması gerekir.

Bu bakımdan, esasen bizim anayasa hukuku tarihimiz, anayasa hukuku birikimimiz, bizim anayasal kazanımlarımız eğer anayasal yurtseverlik kavramı çerçevesinde değerlendirilirse, Tanzimat'tan itibaren Birinci Meşrutiyet, İkinci Meşrutiyet, 1921, 1924, 1961, 1982 ve sonraki düzenlemeler, AK PARTİ'nin de çok önemli katkılarda bulunduğu düzenlemeler ışığında anayasal miras ortaya çıkmıştı, oluşmuştu ve 2017 yılında yapılan değişiklik bu şeylerle bağdaşmıyor; yani bu, tarihi tamamen değiştiriyor ve geriye götürülmezlik ilkesiyle çelişiyor, anayasal kazanımlar açısından. Bunu özellikle vurgulamak istiyorum ve bu konuda esas hedef, anayasal denge ve denetim düzeneğini öngören, demokratik, bizim tarihsel kazanımımızla uyumlu bir parlamenter düzene geçiş şeklinde olmalı. Bizim de zaten parti olarak hazırlıklarımız bu yönde. Bu, çünkü bizim kendi anayasal mirasımıza saygı açısından çok önem taşıyor ve kazanımların geriye götürülmezliği ilkesiyle de örtüşüyor bu hedefimiz.

Şimdi, bu açıdan bakıldığı zaman, esasen buradaki sorun, İç Tüzük'ün Türkiye Büyük Millet Meclisinin özerklik belgesi olarak tasarlanması olmalıdır; bu hedef çerçevesinde olsun, bu yapılan 6771 sayılı Anayasa değişikliği çerçevesinde olsun. İç Tüzük, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bir özerklik belgesidir. Şimdi, bu açıdan baktığımız zaman, tabii ki sizlerin açılış konuşmasında vurguladığınız üzere, İç Tüzük'ümüz bir yamalı bohçadır. Cumhuriyetin başından bu yana yürürlükte olan bu İç Tüzük tek Meclis döneminde, çift Meclisli dönemde de yürürlükte olan İç Tüzük. Kaldı ki tamamen farklı bir siyasal rejim veyahut da siyasal sistemde geçerli olan İç Tüzük'ün esasen sizlerin savunduğu sistem açısından da yenilenmesi gerekiyor. Ancak bunu yenileme yerine bunun sadece birkaç rötuşla yapılması esasen iki yönde çelişkili. Bir: Bizim kabul etmediğimiz ya da hedef olarak belirlediğimiz anayasal düzen açısından çelişkili. İkincisi sizlerin oylattığı ve "yeni düzen" dediğiniz, hep "yeni düzen" dediğiniz anayasal düzen açısından da çelişkili çünkü sizler hep Meclisin daha özerk bir yapıya kavuştuğunu, dolayısıyla yasama, yürütme ve yargı ayrılığının yeni bir düzende artık kurgulandığını vurguluyorsunuz. O açıdan da bu Meclis İç Tüzüğü'nün yenilenmesi hem bizim parti olarak savunduğumuz yeni anayasal düzen, parlamenter düzen açısından yaklaşıldığı zaman bir gereklilik hem de sizin savunduğunuz "Biz yeni düzen kurduk, yeni bir anayasal düzen kurduk. Bu anayasal düzende yasama, yürütmeyi birbirinden ayırdık; artık, yürütme, yürütme görevini yapacak, yasama da yasama görevini yapacak." biçimindeki tezinizle çelişiyor bu. Ha, şunu söyleyebilirsiniz: "Bizim şimdi yaptığımız şey zaten tamamen teknik bir çalışmadır, Meclis İç Tüzüğü'nde önceki döneme ilişkin kuralların düzeltilmesidir, bunun ötesinde bir şey yapmıyoruz." biçimindeki bir görüş savunulabilir kuşkusuz. Ama o zaman şöyle bir itirazla karşılaşıyoruz: O hâlde niçin biz iki ay önce burada iki önemli kanunu eski İç Tüzük'le kabul ettik? O zaman o eski İç Tüzük'le kabul ettiğimiz yasalar geçerli olmayacak mı? Onlar şu anda yürürlükte olan İç Tüzük'e göre yapılan yasa değişiklikleri olduğuna göre onların anayasallığını mı sorgulayacağız? Buradan şu çıkıyor karşımıza: Demek ki bu İç Tüzük'le yasa... Eğer onlar Anayasa'ya uygunsa bu uygulanabilir.

Peki, bunun anlamı nedir? Bu kadar acele etmeye gerek yok, bu İç Tüzük'ü yenilemek amacıyla partiler arası bir komisyon kuralım ve bunu bir haftada değil bir ayda yapalım, bunu bir ayda değil iki ayda yapalım ama mademki bu Anayasa değişikliğiyle yasama yürütmeden özerk bir hâle geldi görüşünü öne sürüyorsunuz o zaman ona uygun yapalım. Biz bunun, bu anayasal düzenin sürdürülemezliğini savunuyoruz. Bunu savunurken de çok ciddi gerekçelerimiz olduğu gibi, aynı zamanda Türkiye özelinde çok somut anayasal gerekçelerimiz de var çünkü bu kadar tarihiyle, bu kadar anayasal birikimiyle çelişen bir anayasal değişikliği bir başka demokratik ülkede görmek veya göstermek mümkün değildir, tabii ki askerî darbeler ve kopmalar dışında.

Şimdi, bunu kabul ettiğimize göre... Bu, radikal bir değişikliktir. Bize göre olağanüstü ortam ve koşullarda böyle bir değişiklik yapılmamalıydı, yapılamazdı. Bu, zaten başlıca meşruluk sorunudur ama yapıldı ama aynı şekilde olağanüstü ortam ve koşullarda oylandı, zamanın Başbakanı olağanüstü ortam ve koşullarda oylanmayacağı vaadinde bulunmuş olduğu hâlde ve yürürlüğe girdi. O zaman, peki, hem biz parti olarak kendi kendimizle tutarlı olmak açısından ama daha çok siz AK PARTİ olarak kendi kendinizle tutarlı olmak açısından bu İç Tüzük'ü yenilememiz gerekmiyor mu? Siz ki birkaç haftada bu kadar tarihimizin en radikal Anayasa değişikliğini kotardınız, yaptınız, oyladınız, oylattınız. O zaman bir İç Tüzük'ü, bu yeni sisteme uygun bir İç Tüzük'ü yapmak için önümüzde ne tür bir engel var yani önümüzde bir ay, iki ay bu İç Tüzük'ü yapmak için bizi engelleyen fiilî veya hukuki durum nedir, engel nedir; bunu ortaya koymamız lazım. Şimdi, bunu ortaya koymamız gerekir ki biz esasen bu Meclisin, Meclisimizin kural koyan organ olduğunu ve yeni Anayasa hükümlerine göre, yeni 6771 sayılı Kanun hükümlerine göre, esasen, tek kişilik yürütmenin kural koyan organ değil, kuralı uygulayan organ olduğunu teyit edelim, tescil edelim bu yapacağımız İç Tüzük'le çünkü evet, Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi kuşkusuz meşruluk açısından çok önemlidir, önceki Cumhurbaşkanlarına göre farklıdır ama Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmiş olması ona kural koyma yetkisini vermiyor, ona yönetme yetkisini veriyor yani yürütmenin başı olarak halk tarafından seçilmiş bulunuyor. Bu bakımdan zaten Anayasa'nın ilgili maddelerinde de esasen kural koyma yetkisinin bu Meclise ait olduğunu vurguluyor. Dolayısıyla mademki kural koyma yetkisi bize aittir, burada benim partim adına görüşüm ve önerim, bu İç Tüzük'ü tartışırken partiler ötesi, milletvekili olma kimliğimizi öne çıkaralım ve Meclisin saygınlığını, özerkliğini, biz niçin oylandık, halk tarafından hangi amaçla oy istedik, o tür ortak özelliklerimizi bir araya getirelim ve bu çerçevede bölük pörçük İç Tüzük değişiklikleri yerine, bütünlüklü bir İç Tüzük değişikliğini gündeme getirelim. Bunu yaparken hem esasen sizin çok sahiplendiğiniz ama daha ihtiyatlı bir biçimde dillendirmeye başladığınız olağanüstü ortam ve koşullarda oylanmış olan Anayasa'nın sorunlarını daha serinkanlı bir biçimde saptayalım hem de bizim savunduğumuz anayasal denge ve denetim düzeneğini öngören ve bizim Anayasa tarihimizle, Anayasa mirasımızla, anayasal öz geçmişimizle uyumlu bir anayasal düzene, bir parlamenter rejime dönüş için gerekli tartışma ortamını da yaratalım.

Dolayısıyla eğer Parlamento sorunların konuşularak çözüme bağlandığı, konuşa konuşa sorunların halledildiği yer ise bu açıdan, sizin isabetle vurguladığınız üzere, İç Tüzük sessiz anayasadır, Meclisin kimliğidir, Meclisin anayasasıdır, o bakımdan, biz bir kez yasa oylamasını da yaptık, bizi engelleyen bir durum yoktur, bu açıdan biz İç Tüzük'ün tümüyle yenilenmesi görüşümüzü savunuyoruz ve şimdilik bu kadarla yetiniyorum.

Teşekkür ederim dikkatiniz için.