KOMİSYON KONUŞMASI

HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Önümüzde bulunan (1/995) sayılı Kanun Tasarısı'nın belki de en önemli maddelerinden birisini müzakere etmekteyiz. Bu madde çerçevesinde, maddenin somut olarak nereye işaret ettiği, hangi alanı düzenlediğinden daha çok, genel bir perspektif içerisinde değerlendirme yapılmasının doğru olacağını düşünüyorum. Bu açıdan, biraz evvel düşüncelerini bizimle paylaşan ve önemli ölçüde katıldığım görüşleri dile getiren Sayın Sarıbaş'a da çok teşekkür ediyorum. Bu değerlendirmeler gerçekten sağduyulu bir değerlendirme. Biz de benzer şekilde bu tasarıyla ilgili endişelere katılıyoruz. Sayın Sarıbaş'ın konuşmasının sonuna doğru Komisyon Başkanımızın kafa sallamasını, Sayın Sarıbaş'ın "Yeter." şeklinde anlaması ve onun akabinde de konuşmasına söz vermesi bir incelik ama biz de uzun zamandan beri devlet sistemini altüst eden, kamu düzenine saygılı vatandaşları değil de kamu düzenini bozma, vatandaşın can ve mal emniyetini ortadan kaldırma niyetinde olanların önünü açan tasarılarla ilgili Hükûmete "Yeter." diyoruz, hem de yüksek perdeden diyoruz ama anlatamıyoruz. Hükûmet bu tasarıları önümüze getirirken terör örgütlerinin talepleri doğrultusunda işlem yapmaktan, onların taleplerini yasallaştırmaktan, suç işleyen bazı kamu görevlilerini ve terör örgütü mensuplarını koruma ve kollama vazifesini yerine getirmekten bir türlü imtina etmiyor, bu tasarılarla böyle bir düzen tesis etmeye çalışıyor ve bizim "Yeter." sözlerimizi, işaretlerimizi hatta çığlıklarımızı maalesef kale almıyor. Ama içinde bulunduğumuz psikoloji, sahip olduğumuz kaygılar, endişeler bizi bu düşüncelerimizi ifade etmekten asla geri bıraktırmayacak, Hükûmetin bu tavrı bizim itirazlarımızı yüksek sesle dile getirmemize engel olmayacak, bundan herkesin emin olduğunu düşünüyorum.

Sayın Başkan, devlet sistemleri içerisinde, bizim de benimsediğimiz üzere, yaygın olarak dünyada uygulanan parlamenter demokrasidir. Parlamenter demokrasinin en temel özelliklerinden birisi, yine bizim de benimsediğimiz ve Anayasa'mıza sistem olarak derç ettiğimiz, erkler ayrılığıdır. Erkler ayrılığı, özellikle üç önemli erki kapsar ve bu üç önemli erk "yasama, yürütme ve yargı" olarak başlıklandırılmıştır.

Bizim anayasal sistemimizde kamu düzenini tesis eden kuralları yasama koymakta, yasamanın koyduğu kurallar çerçevesinde yürütme ve yargı organları kamu düzenini tesis etmekte, kamu düzenini bozanlarla ilgili yargılamayı, kamu düzenini bozanları cezalandırmayı ve kamu düzenini yeniden tesis etmeyi sağlayan unsur olarak da yargı erkini görmekteyiz.

Bu tasarının içerisinde ana hatlarıyla yasamanın dışında diğer iki erkin yani yargı ve yürütmenin vazifelerinin birbirlerine karıştırıldığını, Anayasa'da öngörülen bu iki erk arasındaki ilişkilerin yürütme lehine değiştirildiğini, hatta Anayasa'ya aykırı olarak yargı alanındaki bazı vazifelerin yürütme erki mensuplarına aktarıldığını görüyoruz. Zaten bu tespit ettiğimiz fotoğraf çerçevesinde, daha tasarı bu Komisyonun gündemine gelir gelmez, ilk anda Anayasa'ya aykırılıkla ilgili iddialarımızı çok yüksek sesle ifade etmiş olmamıza rağmen maalesef kabul görmedi ama bu iddialarımız geçerli ve maddeler görüşüldükçe, tasarıyla ilgili ilerleme katedildikçe, daha da net müzakere edildikçe daha da net Anayasa'ya aykırılık iddialarımız ortaya çıkmakta.

Bu müzakere ettiğimiz 6'ncı madde, Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 91'inci maddesine bir fıkra eklemek ve değişiklik yapmak suretiyle mülki idare amirinin ya da mülki amirin belirlediği kolluk amirlerine gözaltı yetkisi vermektedir. Yani idari mercilere, idari görevlilere, yürütme alanındaki görevlilere bu yetkinin verilmesi akla ziyan bir yaklaşımdır. Çünkü gözaltı yetkisi gibi temel hak ve hürriyetlerin kullanımına ilişkin bir sınırlamanın getirilmesi şüphesiz ki yargı kararıyla olmalıdır. Yargı kararıyla olmadan bir idari görevlinin inisiyatifiyle olan gözaltı kararı Anayasa'mızın yargıyla ilgili, hukuk devleti prensibiyle ilgili bütün kurallarına aykırıdır. "Suçüstü hâlleri" diye ve aşağıda da suçları saymak suretiyle bu düzenlemeyi mazur kılmak ya da masum kılmak mümkün değildir çünkü suçüstü hâli artık bir suç işlendiğine işaret ettiğine göre bu zaten Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 158'inci maddesine göre artık cumhuriyet savcısının görev alanındadır. Ortada bir suç varsa artık idari mercilerden, önleyici kolluktan, mülki amirden bahsetmek mümkün değildir; artık o savcının vazifesi içerisindedir. Dolayısıyla, burada yapılmak istenen şeyin, yargısal bir görevin, Türkiye Büyük Millet Meclisini de alet etmek suretiyle yargısal bir görevin gasp edilmesi, bunun idari mercilere aktarılması olarak değerlendirmekten başka çaremiz yoktur. Bu açıktır.

Diğer taraftan, bu 6'ncı maddenin gerekçesinde idari mercilerin inisiyatif kullanamamasından bahsetmektedir tasarı sahipleri. Yani, deniyor ki tasarı gerekçesinde: "Kolluk amirlerinin inisiyatif alarak gözaltına alma kararı vermesi..." Yani bu tamamıyla Anayasa'mıza göre, özellikle 19'uncu maddede, "Kişi Hürriyeti ve Güvenliği" başlıklı 19'uncu maddede bu tamamıyla yargı kararıyla uygulanması gereken bir tedbirdir, bir düzenlemedir. Bunun bir devlet faaliyeti olduğu, dolayısıyla bunun ancak yargıyla, yargı kararıyla düzenlenebileceği aşikârdır. Üstelik idari makamların, mülki amirin tespit ettiği kolluk amirinin inisiyatif kullanması ne demektir? Yani gözaltına almak, inisiyatif kullanmak, açıkça bunun keyfî olarak kullanılacağına ilişkin bir işaret içermektedir bu ifade. Kaldı ki, bakın, diğer birçok maddeyle de ilişkilendirebilirsiniz bu yetkiyi ama burada "toplumsal olaylar sırasında işlenen cebir ve şiddet suçları, vesaire" diye alt alta sıralanan suçları ve suçüstü hâllerinde gözaltına alma yetkisinin kullanılacağını düşünerek, bunun içerisinde 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun da olduğunu düşünürseniz...

Bu tasarının daha önceki maddelerinde şöyle bir ifade vardı hatırlayın, "boyalı su" kavramı eklenmişti. Boyalı su kullanımına ilişkin maddeyi düzenlerken gerekçede, bakın, şöyle bir ifade vardı, bunu o zaman eleştirmiştik: "Gerektiğinde boyalı su kullanmak suretiyle suçluların tespitine ve kalabalıklar dağıldıktan sonra yakalama işleminin yapılabilmesine yönelik bir düzenleme" imiş boyalı su. Yani, toplumsal olaylar sırasında polis tarafından kullanılan boyalı suyun insanların üzerine bulaşması, daha sonra, o olaylar bittikten sonra ya da bitmeden üzerine boyalı su bulaşmış insanların yakalanması gibi bir sistem öngörülüyor. Hâlen de var benzer bir uygulama ama burada gerekçede diyor ki: "Boyalı su ile temas eden suçlular", yani o boyalı su kimin üzerine değmişse zaten gerekçeyle o adamı, o kişiyi suçlu yapmışız, gerekçe böyle diyor. Şimdi, henüz yargılanmamış, Anayasa'nın 38'inci maddesine göre masumiyet karinesi çerçevesinde henüz suçlu mu, değil mi olduğu bilinmeyen kişiyi gerekçeyle suçlu ilan ediyorsunuz; bu 6'ncı maddeyle, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile de suçlu ilan ettiğiniz kişiyi -suçüstü hâli ya- gözaltına alıyorsunuz kırk sekiz saat ve temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasına ilişkin sınırlamayı getirip koyuyorsunuz.

Burada bu tasarıyı bütün olarak değerlendirmek lazım. Bu tasarıyla bırakın toplantı ve gösteri yürüyüşü yapmayı, bırakın sokaklarda muhalif seslerin yükselmesini, bırakın Hükûmet hakkında ya da bu kurulmak istenen düzen hakkında düşüncelerinizi açıkça ifade etmeyi, "tweet" atanları, kitap yazmayı düşünenleri, daha basılmamış kitapların da gözaltına alındığı bir atmosferi düşünürseniz, Türkiye'de demokratik hak, temel hak ve hürriyetlerin kullanımı noktasında bu tasarının da gittiğimiz o tehlikeli noktaya katkısını düşünürseniz yaratılmak istenen şey, kurulmak istenen nizam, tesis edilmek istenen yapı, uygulanmak istenen rejim ne demokrasiyle ne de diğer çağdaş normlarla, çağdaş kavramlarla uzaktan yakından alakası olmayan bir şey olacaktır. Karşımıza gerçekten düşünceyi de artık suç sayan, barışçıl protestoları "çok ağır suç" olarak değerlendiren ve buna teşebbüs edenleri daha evinin kapısında gözaltına alabilme imkânı sağlayan bir düzene doğru gitmekteyiz. Bu -Sayın Sarıbaş'ın da ifade ettiği gibi- sadece muhalefette olanları rahatsız edebilecek, onların temel hak ve hürriyetlerini kullanması noktasında sıkıntıya sokacak bir düzenleme değil, bu herkes için geçerli bir düzenleme, bu hepimizi rahatsız edecek bir düzenleme. Ve, maalesef, 2001 yılında Türkiye Cumhuriyeti'nin 57'nci Hükûmetinin, o günkü Parlamentonun Anayasa değişikliği, Anayasa paketiyle getirdikleri o günkü yeni düzenlemeleri göz önünde bulundurursanız, bu, asıl 12 Eylül rejiminin o özgürlükleri kısıtladığı düşünülen düzenlemelerinden de daha geriye bir düzenlemedir.

Mülki makamların tespit ettiği kolluk amiri ya da idari birimlerin gözaltı yetkisi, bunu hukuk devletiyle bağdaştırmak mümkün değildir. Temel hak ve hürriyetlerin kullanımıyla ilgili en önemli güvence hukuk devleti güvencesidir, en önemli güvence hukuk devleti içerisindeki bu erkler ayrılığı ve özellikle yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığıdır. Sahip olduğumuz temel haklar, elinde her türlü gücü bulunduran, hatta cezalandırma anlamında insanları hapse koyabilen ya da gerekirse -eski rejimden bahsediyorum- idam etmek suretiyle insanların hayatına bile son verebilen bu kadar güçlü bir hakkı ve yetkisi olan devletin karşısında temel hak ve hürriyetleri kullanabilecek olan, kullanmak isteyen, o devlete karşı kendini korumak isteyen insanların sığınabileceği tek limandır yargı ama tarafsız ve bağımsız yargı. Bugün bir yandan bağımsız ve tarafsız yargının bu nitelikleri tartışmalı hâle, şaibeli hâle gelmekte, hatta ciddi derecede tarafsızlığı ve bağımsızlığı artık ortadan kalkmış olan, özellikle 12 Aralık 2014 günü Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu çerçevesindeki yönetmeliklerde yapılan değişiklikleri de göz önünde bulundurarak söylüyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisi bir yandan Mecliste bütçeyi tartışırken bir yandan 6-7 Ekim olaylarıyla ilgili hengâme devam ederken sessiz sedasız bir 12 Aralık yönetmelik değişiklikleri yapıldı ve Adalet Bakanının Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluyla ilgili yetki ve görevlerinde ciddi değişiklikler yapıldı yönetmelik çerçevesinde. Artık o değişikliklerden sonra Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun bağımsızlığı ve tarafsızlığı biraz daha karanlık noktalara kadar gitmiş iken temel hak ve hürriyetlerin Hükûmete karşı ya da idareye karşı savunulması noktasında ciddi sıkıntılar var iken bu düzenlemelerle artık insanların her şeye itaat eden, söylenen şeyleri yerine getirmesi noktasında ciddi bir baskı altında bulunan, itiraz etmeye kalkanların da derdest edilmek suretiyle, susturulmak suretiyle, gözaltına alınmak suretiyle veya diğer usulleri kullanmak suretiyle pasivize edildiği bir rejim. Böyle bir rejime nasıl demokratik diyeceğiz, nasıl hukuk devleti diyeceğiz, bunları nasıl kabul edeceğiz? Bu sadece bizim için geçerli bir endişe mi? Hayır, herkes için geçerli bir endişe. Bu noktada bu düzenlemeye aslında herkesin, hepimizin itiraz etmesi gerekir. O açıdan çok sakıncalı bir düzenleme önümüzde, hukuk devleti ve rejim açısından çok sıkıntılı bir düzenleme önümüzde. Bu tasarının içerisinde, satır aralarında var olan ve açıkça görebildiğimiz genel havayı kokladığımızda bu tasarının yaratmaya çalıştığı rejimle ilgili en önemli maddelerden birisi bu 5271 sayılı Kanun'da yapılmak istenen düzenleme. Dolayısıyla buna hepimizin itiraz etmesi gerekir. Bu düzenleme bizi -bulunduğumuz temel hak ve hürriyetlerin kullanılması, demokratik rejim açısından ileri demokrasi anlamında değildir- çok daha geriye götüren bir düzenlemedir. Bu açıdan Komisyonumuzun değerli üyelerini ve Sayın Başkanı bu konuda gerçekten sağduyu içerisinde düşünmeye davet ediyorum. Hükûmeti bu maddeyle ilgili ortaya koyduğu iradeden geri dönmeye davet ediyorum. Bu çok kötü bir madde. Bu, Anayasa'nın ruhuna, lafzına ve birçok maddesine açıkça aykırı bir madde. Bu, bizi, Hükûmeti rahatlatmaz. Bu, toplumu tamamıyla, toplumda var olan gerginliği, toplumda birikmiş enerjiyi daha da arttırır. Bakın, Anadolu insanının çok güzel bir tabiri vardır. "Kediye bile odanın içinde kovalarken kaçacak bir delik bırakılır." diye tarif ettikleri bir anlayış vardır. Siz, bu düzenlemelerle toplumun barışçıl amaçlı, itiraz ettiği konularla ilgili düşüncelerini dile getirmelerini bile engelleyen bir düzenlemeyi getirmişsiniz buraya. Bu, patlamaya sebep olur. Toplum barışçıl gösterilerle, silahsız, saldırgan olmayan, Vandal olmayan gösterilerle düşüncelerini dile getirmelidir. Yasal çerçevede düşüncelerini dile getirmelidir. Biz biliyoruz, mitinglerde "Hırsız var!" diye pankart açanlar gözaltına alındı, Başbakanlığın koruma polisleri tarafından kötü muameleye tabi tutuldu. Başbakanlığın koruma polisleri "Hırsız var!" diyenleri, bu şekilde pankart açanları aldılar, götürdüler, dere yataklarında işkence yaptılar. Böyle bir olayı ben Osmaniye'de gördüm. "Hırsız var!" diyen bir gösterici Başbakanlığın koruma polisleri tarafından işkenceye tabi tutuldu. Bununla ilgili soru önergesi verdim, Başbakanlık polislerinin böyle görevleri var mıdır diye. Soru önergemin cevabı da gelmedi.

CELAL DİNÇER (İstanbul) - Gelemez ki. Nasıl gelsin!

HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) - Dolayısıyla eğer toplumun bu şekildeki tepkilerini, bakın barışçıl diyorum, yani kimseye zarar vermeyen, kimsenin malına, canına tehdit teşkil etmeyen gösterilerini bile bu şekilde baskı altına almaya kalkarsanız bu bir yerde patlar. Bunu Özcan Yeniçeri başka bir dilde ifade etti diye ağır eleştiriyorsunuz ama görünen de o, oraya doğru gidiyor. Hoca, uyarmaya çalıştı burada bizleri ya da işte kamuoyunu uygun vasıtalarla. Dolayısıyla bu da çok kötü bir düzenleme. Ben bu düzenlemenin şiddetle karşısındayım. Çok kötü bir düzenleme. Tasarıdan muhakkak çıkmalı. Bunun bedelini hem kendi iç sınırlarımız içerisinde kamuoyu nezdinde ödemek zorunda kalabiliriz hem de böyle bir düzenlemeyi dünyaya anlatamayız. Avrupa Birliği hedefinden vazgeçtiğimiz belli ama biz bunu İran'a da anlatamayız. Yani İran, yolsuzluk yaptı diye Rıza Zerrab için heyet gönderiyor. Onlar bu kadar yolsuzluğa, hırsızlığa karşı hassas. İran, bizden de daha doğuda, bizden de daha Orta Doğu'da ama...

CELAL DİNÇER (İstanbul) - Ortağını ömür boyu hapse attı.

HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) - Evet, Babek Zencani'yi cezalandırdılar. Biz İran'dan da geriye düşüyoruz. Belki Katar'dan da -hani Katar'ı çok seviyor bu iktidar partisinin bazı yöneticileri- geriye düşeceğiz. Böyle bir şey olabilir mi? Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin istikameti Batı; standartları, hukuk alanında, demokrasi alanında dünyanın en yüksek standartlarını hedeflemiş bu devlet. AKP'nin programlarında var bu. Geçen, AKP hükûmetlerinin programlarını okudum. Orada parti programlarında var, tüzüklerinde var ama maalesef bugün birinin böyle bir düzenlemeye ihtiyacı var. Biri böyle bir istiyor, birinin canı böyle çekti diye böyle Anayasa'ya aykırı, hukuka, evrensel hukuka aykırı düzenlemeler geliyor. Bu çok kötü bir düzenleme. Dolayısıyla bu maddeye şiddetle muhalefet ediyorum.

Sayın Başkanım, teşekkür ederim.