KOMİSYON KONUŞMASI

İSMAİL TATLIOĞLU (Bursa) - Sayın Başkan, Sayın Bakan, Komisyonumuzun saygıdeğer mensupları; hepinizi partim ve şahsım adına saygıyla selamlarım.

Öncelikle, Cumhuriyet Bayramı'yla ilgili... Gerçekten 95'inci yılını kutladığımız Cumhuriyet Bayramı inşallah, sonsuza kadar cumhuriyetle sürer ve bu ülke ilelebet payidar olur.

İkinci konu: Yine bu Tunceli'deki Nazımiye kırsalında donan 2 askerimiz, şehidimiz için... Beni çok rahatsız eden esas husus, resmî açıklama. Burada paylaşmak istiyorum: "Sarp arazi yapısı, tipi ve olumsuz hava koşulları." Açıklama bu. Bu ülkenin mensubu olarak çok üzülüyorum ve bu açıklamadan utanıyorum, böyle bir şey yok. Bu aile mensubu olduğunu düşündüğünüzde, hepimiz bundan son derece üzüntü duyarız. Bu sorumsuz açıklamalar, böyle ezbere yapılan açıklamalar kamu vicdanını yaralamaktadır. Ne o arazi yeni yapılmıştır ne de artık, dünyada ani fırtına, ani tipi diye bir şey kalmamıştır, bu duyurulur.

Efendim, 2019 bütçesiyle ilgili, esasen bütçe görüşmeleri genel bir görüşmedir. Tabii ki bunlar, Türkiye'nin bütçe geleneği çok eskidir hatta Türkiye'de ekonomi bilimi bile maliye kaynaklıdır Osmanlı'dan dolayı. Osmanlı bütçesi, Osmanlı hazinesi ve maliye gelişmiştir önce ve sonra ekonomiye dönüşmüştür esasen. Dolayısıyla çok derin ve çok sağlam bir maliye yapısı ve bütçe geleneği vardır.

Biz geçmişte de Mecliste bütçe görüşmelerinin genel görüşme olduğunu ve bizzat siyasi partilerin genel başkanları tarafından ikişer saatlik görüşme zamanlarıyla tartışıldığını bizzat idrak ettik ve bugün bu hakkın yine kullanılıyor olmasından son derece mutluyum ve Sayın Bakanın burada yer almasından dolayı da kendisine teşekkür ederim. Olması gereken buydu, kendisine yine de teşekkür ederim.

Şimdi, genel görüşme çerçevesinde baktığımızda, öncelikle, içinde bulunduğumuz ekonomik ve siyasal durumun bir fotoğrafını çekmemiz lazım. Ben rakamlarla ilgili çok bir görüş bildirmeyeceğim çünkü bu konuyu arkadaşlarımız çok konuştu, bundan sonra da konuşacaktır ama Türkiye'de bugün ekonominin durumu nedir? Kriz dediğimiz şeyin bir tarifi yok. Gerçekten, biz ne Sayın Bakandan ne de ilgili bakanlıklardan ne de özellikle ittifak hükûmeti olan AK PARTİ'nin ve MHP'nin sözcülerinden bununla ilgili çok net bilgiler almadık, duymadık yani nedir bu? Bu bir finans krizi midir, ekonomik kriz midir yoksa onların önlerinde bir yönetim krizi midir, siyasal bir kriz midir? Çünkü bunu konuşmazsak buna yönelik bir çözümleme yapmamızın anlamı yok. Bunu bir tanımlamamız gerekiyor. Bakın, 2001 krizini tanımlayabiliyoruz, 1994 krizini tanımlayabiliyoruz; 2008'deki, Amerika'da başlayan, sonra Avrupa'ya da sirayet eden küresel krizi tanımlayabiliyoruz. Tanımlayabiliyorsanız teşhis edersiniz ve ona göre tedavi uygularsınız.

Buradan hareketle şunu belirtmek istiyorum: Şimdi, önümüzde orta vadeli plan var, orta vadeli mali planlar var ve bunların bir ayağı da bütçe. Ben şahsen Sayın Bakan Yardımcımıza bunu da ileteyim. "Son iki orta vadeli planda ne denmiş, ne olmuş?"

a baktığımızda bu bütçeyi tartışmak çok anlamlı değil çünkü denilenler ile olanlar arasında, özellikle belli rakamlar üzerinde hiçbir gerçekleşme yok. Mesela, Merkez Bankasının enflasyon hedeflerine bakın, Türkiye'de ekonominin yüzde 60-65'ini götüren para politikası açısından söylüyorum, Merkez Bankasının enflasyon hedefi diye bir şey yok. Yani önümüzde bir tablo var, yıl 2015, Merkez Bankasının enflasyon hedefi 5, sadece yıl değişiyor. Bunların bir sorumluluğu yok mudur, sadece bu sorumluluk burada siyasal mevkide oturan Sayın Bakanın ve diğer bakanların mıdır? Bunlarla ilgili bir sorumluluk mekanizması yok mudur? Yani böyle ciddi bir düzenleme, bir yetki, görev, sorumluluk dengesi olmayacak mıdır? Toplum ve ilgili çevreler bu hedefler tutmazsa bu hedefleri siyasilerin önüne koyanların, siyasilerle beraber durumunun ne olacağını bilmek pozisyonunda değil midir? Siyasileri seçimde, evet, halk denetliyor, sorguluyor. Peki, bu süreçlerdeki bu bürokrasi, bu hedefleri koyanlar ve bunda ısrarla yüzde 5'ten vazgeçmeyip ama yine de yerini koruyan bürokrasi şöyle bir sonuç veriyor: Toplum artık bu rakamlara güvenini kaybediyor.

Sayın Paylan biraz önce çok yanlış kavramlar kullandı; "resesyon" dedi, "stagflasyon" dedi. TÜİK varken bu ülkede resesyon ve stagflasyon olmaz çünkü TÜİK bu rakamları göstermekten vazgeçti artık. Artık o durumu anlatmaktansa ne olması gerektiğini yazan bir kurumumuz var. Maalesef, uluslararası anlamda da Türkiye'de TÜİK'in rakamlarına artık güvenilmiyor. Üzerinde ciddi yorum yapılacak bir rakam ve tahlil söz konusu değil.

Şimdi, dolayısıyla bütçeye baktığımızda, eğer bugünkü ekonomiyi ve bugünkü siyasal yapıyı -özellikle ekonomiyi- tarif edemiyorsak o zaman şöyle dememiz lazım: Bu bütçenin de bir felsefesi yok. Arkadaşlar, bu bütçenin bir felsefesi yok. Bu bütçenin, gerçekten, nedir amacı? Eğer bir amacı varsa matematiği yok bu bütçenin. Bakın, bu bütçedeki enflasyon hedefi, büyüme hedefi, bütün bunların arkasında bir matematik yok. Küçülmenin çok belirgin olduğu bir dönemde, vergilerini tüketim üzerinden alan bir ekonomide vergi artışından bahsediyoruz. Bakın, tekrar ediyorum, vergilerini tüketim üzerinden alan bir kamu maliyesinde, küçülmenin olduğu bir dönemde vergi artışından bahsediyoruz. Bu, bir matematiğin olmadığı bir durum. Bunun üzerinden hesap yapacak ki yapmıyor onlar. Onların 2019 yılı enflasyon hedefleri, özellikle yabancıların kendi ülkelerinden gelmiş durumda. Artık yerli, ciddi firmalar da yabancı danışmanlar üzerinden bu bilgileri alıyor. Yani onlarca ve yüzlerce kamu personeli çalıştırarak ürettiğimiz bu rakamların çok anlamı kalmıyor.

Şimdi, genel görüşme paralelinde bu geldiğimiz duruma bakarsak bu, on yıllık bir bozulmanın sonucu. Evet, yani biz külliyen siyahçı veya beyazcı bir siyasal hareket değiliz. 2007'de gerçekten ciddi bir ivme kazanmış, Avrupa Birliği çıkmazını baz almış ve buradan hareketle bölgenin ve dünyanın gelişen ekonomilerinin önderi durumunda olan bir Türkiye vardı ama 2010'da bu meşhur referandumla başlayan FETÖ süreci ve -ben Sayın Paylan'a yine katılmıyorum- bununla devam eden çözüm süreciyle beraber Türkiye bir sürüklenmeye girdi ve bugün bunun önce ekonomik yansımalarını, siyasal yansımalarını da hep beraber görüyoruz. Yönetilemeyen bir Türkiye var. Kendi coğrafyasında ana aktör olmaktan çıkmış bir devlet söz konusu ve bunu bütün hâliyle de görüyoruz.

Bakın, ekonomik olarak ben sizinle paylaşayım. 1960'tan bu tarafa Türkiye'nin ekonomik büyüme ortalaması yüzde 4,5; son on yılın büyüme ortalaması yüzde 3,9. Bunlar, üniversitelerin ve ilgili çevrelerin yaptığı hesaplamalar; 2015'e kadar TÜİK'in hesaplarıyla, 2015'teki revizyondan sonra TÜİK dışı kalan bir hesaplamayla ve bu son açıklanan planlamayla 2021 tamamlandığında son altmış yılın en kötü on yılı olacak ekonomik büyüme açısından. İşsizlik açısından da söyleyeyim, 1960'tan beri Türkiye'nin en kötü on yılı bu içinde bulunduğumuz on yıl. İşsizlikte Türkiye en kötü on yılını yaşıyor. Bu itirazsız, TÜİK'in rakamlarıyla bile böyle.

Buradan hareketle şöyle bir iddiada bulunayım: Son on yılda hazineden yapılan altyapı yatırımlarının tamamı Atatürk Barajı etmiyor. Bakın, tekrar ediyorum, hani "Şunları, bunları yaptık." diyoruz ama kaynaklarımız nasıl gidiyor. Son on yılda hazineden yapılan, hazine kaynaklı altyapı yatırımlarının toplamı Atatürk Barajı etmiyor. Bunu bir de siz buyurun hesaplayın.

Şimdi, bunları özellikle niçin vurguluyorum? Madem emek veriyoruz, zaman harcıyoruz, bir çıkış bütçesi olsun. Bu Meclisin, bu ülkenin gerçekten güçlü bir sürece girmesi ve güçlü bir Türkiye olması için her şeyi var ama şu an ortak akıl eksik. Bu Meclis güçlü bir mali planlama ve bütçeleme yapabilecek bir Meclis. Bunun için böyle bir süreç arzu edilirse biz şahsen bu süreçte hiçbir şey beklemeksizin, her bakan yerinde kalsın, herkes mevkisinde kalsın ama Türkiye'yi buradan çıkaracak bir bütçe yapalım deriz ve samimi söylüyorum buna Türkiye'nin ihtiyacı var.

Bakın "bütçe dengesi" diyoruz -matematik olarak bahsedeyim- 2016-2017 arasında bütçe dengesi yüzde 2 bin şaşmış ve 2017-2018 yüzde 84, faiz dışı dengede büyük bozulma var zaten; 2016-2017'de yüzde eksi 73; 2017-2018'de eksi 135. Bu dengeler bozuluyor... Faiz harcamaları -biraz önce diğer arkadaşlar da bahsetti- yüzde 65 artıyor 2019'da eğer 2019 gerçekleşirse. Bu faizle, bu borç ihtiyacıyla Türkiye'yi, bütçesini toparlayamayız.

Hâlbuki Türkiye'nin iki tane sorunu vardır, elli yıldır, belki de ekonomi ölçüldüğünden beri: Türkiye büyürken cari açık verir, Türkiye büyümeyi bıraktığında bütçe açığı verir. Bunu çözebilirdi Türkiye. Ne zaman çözebilirdi Türkiye bunu? İşte, 2007 ile 2011 arasında büyüme sürecinde bunu fırsat bilip ilave bir büyüme kapasitesi yaratabilirdi Türkiye ama bunu yaratamadık, yaratamadık ve o dönemleri yüksek borçlanmayla geçirdik -bunlar artık dilimize pelesenk oldu- maalesef 460 milyar dolar civarında bir dış borçla karşı karşıyayız. Dış borç stokumuz aşağı yukarı yüzde 360 artmış 2002 ile 2018 arası, net dış borç stokumuz yüzde 342 artmış, özel sektör borcu yüzde 754 artmış- dolar bazında artmış- kamu borcu yüzde 218 artmış.

Şimdi, bu yapısal sorunları çözemediğimiz için tekrar bütçeye yansıyor ve bu bütçede bir ana fikir yok, bu ana fikir etrafına örülmüş matematiksel bir tablo söz konusu değil. Bunun hazırlanmasında bugün devletimiz, hükûmetimiz, Türkiye'miz gerçekten fikri yetebilecek çok sayıda kadroya sahip ama bir siyasal irade olması gerekiyor. Türkiye aşağı yukarı 3 trilyon dolar para harcamış 2002'den bu tarafa ama bunlarla geldiğimiz noktada, hâlâ yapısal sorunlarımızı çözemedik. Bakın, 500 büyük firma kazancının üçte 2'sini faize harcıyor. Bu faiz tekrar kamuyu da kemirmeye başladı. Türkiye yine faiz, enflasyon ve döviz şeklinde bir kısır döngüye yürümekte. Yüksek büyüme sürecinde bu yapısal reformlarla büyüme kapasitesini artıramadık ama bugün belki bir durup, rafine bir fotoğraf çekip Türkiye'nin sorunlarına çözüm olacak bir orta vadeli plan ve bir bütçe yapılabilir ki o, bugün önümüzde olan bütçe değil.

Bütün bunların ötesinde, artık kriz ekonomik olmaktan çıktı, siyasal iklimin değişmesi lazım; bu, bir güven sorunu. Türkiye'nin iyi bir hikâye yazması lazım, Türkiye'nin iyi bir hikâyesi yok. İyi bir hikâye yazmayan ülkelerin ekonomileri olmaz. İyi bir hikâyesi olmayan ülkelerde yaşam bile coşkuyla akmıyor. Yeni bir hikâye yazmak ve yeni bir siyasal iklim aralamak lazım. Demek istemiyorum ki işte "Bir seçim olsun." Bugünkü bu Parlamentodan bir siyasal iklim yenilemesi, arkasına güvenin konacağı yeni bir yol haritası çıkarılabilir. Türkiye'de içinde yargı reformunun, eğitim reformunun, kamu harcama kalitesinin yer alacağı yeni bir yol haritasının bu Parlamento bütün partileriyle arkasında durabilir, yine Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı; bakanlar, bakan olmak şartıyla. Yeter ki yeni bir hikâye, arkasından Türkiye'nin yeni planları, yeni bir bütçe arzusu olsun.

Bu çerçevede bu gelir tahminlerine ve harcamalara baktığımızda da bu, esasında bir transfer bütçesi, personel harcamalarıyla beraber de koyduğumuzda yüzde 75'i transfer ve personel harcamalarına giden bir bütçe. Söylemem o ki eğer enflasyonla mücadele edecekseniz bunun yolu hiçbir zaman transfer harcamalarıyla tüketilebilir geliri arttırmak değildir, bunun yolu çok basit olarak, herkesin aşağı yukarı bildiği gibi, yine kamu yatırımları üzerinden ekonomiye finansman salmak ve de reel geliri artırmaktır. Transfer harcamalarıyla millî geliri bir etkileşim içerisine zor iteriz ama bu harcamaların önemli bir kısmını keşke kamu harcamalarıyla yapabilsek, keşke okullarımızdaki mevcutları 20'ye düşürebilecek eğitim kampüslerine yöneltebilsek, bunun gibi harcamalar üzerinden bu kaynakları ekonomiye enjekte edebilsek bu hedefleri gerçekleştirmemiz çok daha mümkün olur diye düşünüyorum.

Teşekkür ederim, saygılar sunarım.