KOMİSYON KONUŞMASI

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı, sayın bürokratlar; hepinize saygılarımı sunuyorum.

Şimdi, tabii, bu on dakikalık sürede bu kadar fazla kurumu konuşmamız mümkün değil ve dolayısıyla da genel yorumlar yapmak zorundayız.

Ben öncelikle olarak şunu söyleyeyim: Cumhurbaşkanlığına bağlı 13 kurum saydım, bunların 5'i güvenlikle ilgili, 3 tanesi ekonomiyle ilgili, 3 tanesi kültürle ilgili, 2 tanesi de basın veya 2'si birleştiyse 1 tanesi basınla ilgili kurumlar bunlar. Şimdi, bu bize ne söylüyor? Bu birazdan söyleyeceklerimi de ekledikten sonra daha net olacak belki ama Cumhurbaşkanlığı sistemi dediğimiz sistem esas itibarıyla daha fazla merkezîleşmeyi ima ediyor hem siyasi olarak hem ekonomik olarak. Birazdan ekonomik olan kısmına da değineceğim ama genel bir merkezîleşmenin varlığı çok açık. Şimdi, merkezîleşme dediğimiz mesele aslında bu topraklarda çok yeni ve yakın bir zamana ait bir durum değil. İbni Haldun'u hatırlarsanız, İbni Haldun bütün medeniyetlerin esasında tarihte bata çıka gitmesinin temel sebeplerinden bir tanesinin kurulan medeniyetlerin bir süre sonra merkezîleşerek gücün yoğunlaşmasıyla bir anlamda yıkılır hâle gelmesinin sebep olduğunu söyler. Yani merkezîleşme esas itibarıyla gerçekten toplumların yararına gibi gözükse de aslında zararına çalışır. En yakın örneğini söyleyeyim size, Sovyetler Birliği. Sovyetler Birliği niye battı diye bakarsanız, Sovyetler Birliği bu anlamda merkezîleşmenin arkasında olduğu süreçlerden dolayı battı. Peki, bu ne demektir? Bu şu demektir arkadaşlar, yaşadığımız kapitalist sistem esas itibarıyla şöyle bir özelliğe sahip, şöyle bir çelişkiye sahip: Her geçen gün az sayıda insan çok sayıda insanın hayatıyla ilgili kararlar verir. Tekrar edeyim: Her geçen gün az sayıda insan çok sayıda insanın nasıl yaşayacağına, ne yiyeceğine, ne giyeceğine karar verir ve bundan dolayı da kapitalizm istikrarsızdır. Çünkü bu türden bir yapılaşma kaçınılmaz olarak alınan merkezî kararların yanlış olma olasılıklarını artırır. O sebeple de serbest piyasa, ademimerkeziyetçilik vesaire gibi meseleler aslında bu türden merkezîleşmenin zararlarını ortadan kaldırmak için bulunmuş yöntemler bütün insanlık tarihi boyunca. Dolayısıyla da ne yazık ki Cumhurbaşkanlığı sistemini kuran arkadaşlar, Adalet ve Kalkınma Partisindeki arkadaşlar, bence, şimdi, henüz daha bunu anlamıyorlar, anlamalarını da beklemiyorum aslında ama bu merkezîleşme esasında bu partinin de sonunu getirecek bir şeydir, yeter ki daha sıkıntılı sonuçlar üretmesin toplumumuz açısından. Çünkü arkadaşlar, çok basit bir şey bu esas itibarıyla. Çünkü az sayıda insan çok sayıda insanın hayatıyla ilgili kararlar vermeye başladığında o kararların yanlış olma olasılıkları da büyür, artar. Dolayısıyla da doğru karar veriyorum sanırsınız ama yanlış sonuçlar üretir. Dolayısıyla da ben buna dikkat çekmek istiyorum. Burada yaptığımız konuşmaların çoğunda zaten böyle bir gelişmenin altını çizmek istedim ve bunları da belirttim.

Şimdi, bu çerçevede baktığımızda ekonominin yönetimiyle ilgili bir merkezîleşmenin de dikkat çektiğini söylemem lazım. Şimdi, bakın, arkadaşlar, 9 tane kurul kuruldu, politika kurulları, bunlardan bir tanesi de Ekonomi Politikaları Kurulu denilen bir kurul. Şimdi, bu kadar Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı etkinlikten bahsetti, verimlilikten bahsetti. Mesela ben şunu anlamakta zorlanıyorum: Hazine ve Maliye Bakanlığı varken bir Ekonomi Politikaları Kurulu kurmak ne anlama geliyor? Yani bu "efficiency"i artıran bir şey midir bu? Ben bunun tam aksi olduğunu düşünüyorum, tam aksi. Ben bunu dün Berat Albayrak'a burada sorduğumda sadece gülmekle yetindi ama ben yani şunu tahmin ediyorum -çünkü bu insanların çoğunu da tanıyorum ben oradakilerin- bu, yetki karmaşası demektir, kararların alınmasında problem demektir, yüksek maliyetler demektir.

Şimdi, öyle baktığımızda, 9 tane kurul... Arkadaşlar, bir kere bakanlıklar da var, 16 tane de bakanlığımız var yanılmıyorsam, 9 tane üst kurul var, üst kurul gibi. Bir de bunlara ilaveten çok sayıda "bağımsız otoriteler" dediğimiz ama bağımsızlıkları olmayan, yine Adalet ve Kalkınma Partisinin 2010'lu yıllarda verdiği bir kararla hepsinin bakanlıklara bağlandığı kurumlar var BDDK gibi, Rekabet Kurulu gibi vesaire.

Şimdi, arkadaşlar, bu inanılmaz bir yoğunlaşma, inanılmaz bir merkezileşme işareti. Bundan memnun olabilirsiniz, sonuç olarak "Türkiye'yi biz yönetiyoruz." duygusuyla yapabilirsiniz ama unutmayın ki Adalet ve Kalkınma Partisine bu ülkede destek veren insanların sayısı öyle yüzde 50'nin çok üzerinde değil. Dolayısıyla da eğer toplumu kazanmak istiyorsanız toplumun genel çıkarlarına uygun işler yapmanız lazım. Yoksa sadece kendi cenahınızın istediklerini yapmak olmamalıdır diye düşünüyorum.

Şimdi, sürem tabii hızla azalıyor ama ben yine de birkaç şey söylemek istiyorum. Basınla ilgili olarak, eski Basın ve Enformasyon Kurumu galiba İletişim Başkanlığı hâline dönüştürüldü. Bunu niçin yaptılar ve niçin Cumhurbaşkanına bağlandı? Ben size söyleyeyim yani benim anladığım kadarıyla: sarı basın kartını veren kuruluştu bu, Basın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, bu yetki Cumhurbaşkanlığına bağlanmış oldu. Bu da tuhaf geliyor bana çünkü dünyanın her yerinde basın kartı özellikle gazetecilerin sendikalarının sağladığı bir hizmettir ama burada bu da tekelleşmiş vaziyette. Bu da, ta tepedeki Cumhurbaşkanı tarafından sarı basın kartı verilecek olması normal bir durum değil arkadaşlar. Bu, bütün bu merkezîleşmenin önemli göstergelerinden veya önemli parçalarından biri diye düşünüyorum.

Şimdi, bununla bağlantılı TMSF'yle ilgili birkaç şey söylemek istiyorum: Şimdi, TMSF bence çok açıkçası... Yani ben zaten ilk defa milletvekili oldum, ilk defa burada bu konuşma imkânına sahip olabiliyorum ama şunu söyleyebilirim size: Parlamentonun bütçe üzerinde denetimi böyle sağlanamaz arkadaşlar. Allah'ınız aşkına, biz 13 tane kurumun konusunu konuşuyoruz şu anda ve TMSF özellikle ilgilenilmesi gereken bir kurum. Neden? Çünkü Sayıştay denetiminde bir sürü soru var. Demin Sayın Kalaycı altını çizdi, 1 milyarın üzerinde açıklanamayan bir durum var, bir kaçak var ve bunu konuşma şansına sahip değiliz ama asıl benim dikkatimi çeken konulardan bir tanesi şu: TMSF'ye devredilen -FETÖ bağlantılı olduğunu tahmin ediyorum- yanılmıyorsam, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısının konuşmasından aldığım nota göre 151 tane gazete, dergi, televizyon, radyo vesaire TMSF aracılığıyla yeniden yapılandırıldı ya da işte nasıl yapıldıysa.

Şimdi, şunu biliyoruz arkadaşlar: Bu yayın kuruluşlarının çoğu nereye gitti diye baktığımızda Kalyon İnşaatın sahibi olduğu Turkuvaz grubuna gitti. Kalyon İnşaat zaten Hükûmetten üçüncü havalimanı dâhil olmak üzere bir sürü ihaleyi almış ve yürüten bir kuruluş ve onun içindeki bir medya grubu bir anlamda bunlara sahip oldu. Şimdi, arkadaşlar, bu da medyadaki inanılmaz tekelleşmeyi, inanılmaz merkezîleşmeyi söylüyor bize.

Şimdi, sabahleyin tartışma yapıyoruz Adalet ve Kalkınma Partisindeki arkadaşlarla. Garo Paylan illa buradan medya gitmesin ısrarını ifade ettiğinde arkadaşlar "Ya, ne bu, rol mü keseceksiniz?" gibi laflar atıyorlar. Arkadaşlar, Halkların Demokratik Partisinin neredeyse medyada adı anılmıyor. Yani şaka değil bu. Ne basılı yayında ne de görsel alanda Halkların Demokratik Partisinden yokmuş gibi varsayılıyor. Arkadaşlar, biz Türkiye'nin 3'üncü büyük partisiyiz, 3'üncü büyük partisiyiz. Yani bu yapılan şeye, hakikaten sizlerin de buna isyan etmesi gerektiğini düşünüyorum açıkçası ben.

Ve Sayın Cumhurbaşkanı Vekili buradayken daha önce konuşmamda söylediğim şeyin de burada tekrar altını çizmek istiyorum: Cumhurbaşkanımız bizi, Halkların Demokratik Partisi mensuplarını, milletvekillerini cumhuriyet resepsiyonuna davet etmedi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Katırcıoğlu, toparlayın lütfen.

Buyurun.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Bu, asla ve asla kabul edilebilir bir şey değildir, biz illegal bir parti değiliz. Biz bu ülkenin kanunları çerçevesinde kurulmuş bir partiyiz ve Türkiye toplumlarından 6 milyon civarında oy almış bir partiyiz. Allah'ınız aşkına, elinizi vicdanınıza koyun. Bizi "terörizm" lafıyla eşitleyerek bizi terörist mi yapacaksınız? Ve yani şunu söyleyeyim, en çok da biz barıştan söz ediyoruz ve barış biz söz ettiğimizden dolayı terörist bir kelime hâline getirildi neredeyse. Cumhurbaşkanına gerçekten teessüf ediyorum, burada sizin yanınızda söylemiş olayım, bu çünkü kabul edilebilir bir şey değildir. Bir Cumhurbaşkanının Türkiye'nin 3'üncü büyük partisini resepsiyona çağırmaması asla ve asla hakkaniyetli değildir ve bu bence yapılmaması gereken bir şeydir.

İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) - Erol Hocam, affedersiniz.

BAŞKAN - Sayın Aydemir, lütfen, Sayın Katırcıoğlu bir tamamlasın da.

İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) - Bir şey soracağım. Hocama saygım var benim.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Sağ olun.

İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) - Bir defa dahi olsa bölücü, vatan haini PKK'lıları kınadınız mı?

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Şimdi, arkadaşlar....

BAŞKAN - Sayın Aydemir...

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - O zaman şöyle söyleyeyim ben size, ben şunu söyleyeyim...

İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) - Kurtla yiyip kuşla şivan ediyorsunuz, öyle bir şey yok kardeşim.

BAŞKAN - Sayın Aydemir, müsaade edin.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Bakın, 67 milletvekilimiz var -bakın, lütfen dinleyin- ve bu milletvekillerinin çoğu da Türk.

İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) - Türk olması önemli değil ki.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Bir dakika, bir dakika, bir dakika...

BAŞKAN - Müsaade edin.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Ama şunu söylemek istiyorum arkadaşlar.

İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) - Kürt kardeşlerimiz bölücü anlayışa...

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Arkadaşlar, ben de diyorum ki...

BAŞKAN - Sayın Aydemir...

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - ...esasında asıl bölücülüğü yapan farkında olmadan belki de Adalet ve Kalkınma Partisidir.

İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) - Hayır efendim.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Çünkü bu ayrımcılığı yapan...

BAŞKAN - Sayın Aydemir...

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Bu ayrımcılığı yaptığınız zaman zaten bölücülük yapmış oluyorsunuz. Biz diyoruz ki: "Bu ülkenin ortak bir kimliğe ortak bir paydaya ihtiyacı var." Bizim asıl iddiamız budur, Türkiyelileşme projesi budur ve Türkiyelileşme projesi esas itibarıyla yani çoğunuzun inandığının tersine Türkiye'de Türkiyelileşmiş tek partidir Halkların Demokratik Partisi. Evet, çünkü diğer partiler, siz de dâhil olmak üzere bir kimlik partisisiniz arkadaşlar. Tek bir kimliğin içinden bakıyorsunuz dünyaya, anlatabiliyor muyum, problem burada.

EKREM ÇELEBİ (Ağrı) - Müsaade ederseniz bir şey söyleyeyim mi, bana bir bakın.

AYŞE KEŞİR (Düzce) - Bir şey kaçırıyorsunuz...

GARO PAYLAN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, böyle bir usul var mı ya, böyle bir usul var mı?

EKREM ÇELEBİ (Ağrı) - Biz aştık bunları.

BAŞKAN - Arkadaşlar...

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Şimdi, isterseniz arkadaşlar konuşmaların sırasını bozmayalım.

Bakın, ben size...

(AK PARTİ ve HDP sıraları arasında karşılıklı laf atmalar)

BAŞKAN - Arkadaşlar, Sayın Çelebi...

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Madem öyle çok açık söylüyorum: Ben sizinle her düzeyde tartışmaya hazırım.

EKREM ÇELEBİ (Ağrı) - Ben bunu daha önce de söyledim.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Nitekim arkadaşlarımla konuştum.

EKREM ÇELEBİ (Ağrı) - İnsanların isimleri...

BAŞKAN - Bir saniye...

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Ben söylüyorum size, benim argümanlarımı eğer tartışacaksak

EKREM ÇELEBİ (Ağrı) - Kendi köylerine bile giremiyorlardı, siz bunu gözden kaçırıyorsunuz kardeşim.

BAŞKAN - Sayın Çelebi...

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Tamam, peki.

Sayın vekiller, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı...

BAŞKAN - Sayın Katırcıoğlu, toparlayın efendim.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Bitiriyorum, evet.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Sataşmalara müsaade etmeyin.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Bilmiyorum, derdimi anlatabildim mi Yanlış bir yolda gidiyoruz. Yanlış yol merkezileşmiş olmaktan kaynaklanıyor ve açıkçası söyleyeyim yani Adalet ve Kalkınma Partisiyle ilgili olarak benim herhangi bir sıkıntım yok, ben Adalet ve Kalkınma Partisi Türkiye siyasetine girdiğinde onun birçok argümanlarını desteklemiş yazarçizerlerden birisiyim aynı zamanda, bilenleriniz biliyordur. Ama hepiniz şunu görmek zorundasınız arkadaşlar, bu gidiş iyi bir gidiş değil. Bu, bütün yetkilerin tek elde toplandığı bir gidiş. Tıpkı İbn-i Haldun'un söylediği gibi bütün medeniyetlerin sonunu getirecek bir gidiştir. Bu uyarı ama bunu kabul etmeyeceğinizi ben biliyorum zaten. Yani çünkü arkadaşlar anlatamıyorum ben derdimi ama hepimiz kendi kimliklerimiz içinden bakıyoruz. Onun için de birbirimizi aslında tam olarak anlamıyoruz da zaten. Çünkü demin tartışmayı hatırlar mısınız, Külliye tartışması, Meclis tartışması. Şimdi, bu bile esasında Türkiye'nin nasıl kültürel kodları itibarıyla bölünmüş olduğunu gösteriyor. Biz de diyoruz ki Halkların Demokratik Partisi olarak: Biz bütün bu Osmanlı bakiyesi toplumun farklılıklarıyla birlikte ortak bir kimlik üzerinde anlaşalım, birleşelim istiyoruz, bizim derdimiz bu.