| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2019 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi (1/276) ile 2017 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/275) ve Sayıştay tezkereleri a)Millî Savunma Bakanlığı b)Akaryakıt İkmal ve NATO POL Tesisleri İşletmesi Başkanlığı |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 01 .11.2018 |
DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Ben de konuşmama Tunceli kırsalında donarak ölen ve bu ana kadar şehit düşmüş tüm askerlerimize Allah'tan rahmet dileyerek başlıyorum.
Sayın Bakanım, bütçe sunumunuzun ilk 14-15 sayfasında ülkemizin karşı karşıya olduğu tehlikelerle ilgili olarak yapılması gerekenleri nasıl yaptığınızı ve bunların daha da nasıl iyileştirilebileceği konusunda bizleri bilgilendirdiniz. Bundan dolayı size teşekkür ediyorum ve Allah gayretinizi artırsın diyorum. Ama öbür taraftan bizim bu tartıştığımız konular bir sonuç. Şimdi, ülke öyle bir noktaya gelmiş ki "stratejik dostumuz" dediğimiz bir ülke bu bölgedeki bazı grupları silahlandırıyor; uçaklar, tırlar dolusu silahlar gönderiyor. Türkiye'nin buna tepkisi ne olacak, tutumu ne olacak? Elbette Türkiye üzerine düşen bu görevi yapacak, orada böyle hedeflerin oluşumunun olmaması için elinden gelen her şeyi yapması lazım; bu da Türkiye'nin hakkıdır ve görevidir, bunda hiçbir şey yok, bütün yurttaşların da bu konuda ben aynı şeyi düşündüğüne inanıyorum. Fakat sizin burada bu anlattıklarınız bir oluşumun, bir olayın, bir gerçekleşmenin, bir siyasi tutumun sonucu. Elbette, gelinen nokta itibarıyla artık geriye dönüş olmadığı için bu sonuçları tartışmamız lazım ve bunların bertaraf edilmesi için de ne yapılması gerektiği konusunda dikkatlice düşünüp plan, proje yapmamız lazım ve siz de bunları yapıyorsunuz. Bunlar birer sonuç fakat bizim sormamız gereken asıl soru şu: Bizi buraya getiren sebepler nedir? Biz nerede yanlışlık yaptık, hangi siyasi tercihlerin sonucunda buraya düştük? Acaba biz ülke olarak bir tuzağa mı düşürüldük, bir çıkmazın içerisine mi çekildik ve dolayısıyla bu sorunları yaşıyoruz ve bunların sonucunda da şu anda ekonomimizin üzerinde yük olan bu yüke tahammül ediyoruz? Bunun sonucunda da Suriye'den 10 milyona yakın insan ülkesini terk etti, çevre ülkelere gitti; bunun 3,5 milyonu da bizim ülkemizde. Bu insanlara biz de elimizden gelen her türlü insani yardımı kardeşlik duygusu üzerinden yapmak zorundayız ve yapıyoruz. Dolayısıyla, gelinen noktada "Şu kadar para harcandı, bu kadar para harcandı. Bu harcanmasaydı daha iyi olurdu." vesairenin tartışmasının ötesine geçtik çünkü bu insanlar yemek, içmek, barınmak, vesaire zorundalar; helali hoş olsun ama şu soruyu da sormadan geçmeyelim: Biz buraya nasıl geldik?
2010 yılında ben Şam'a, Suriye'ye 6 kere gittim. Merkez Bankası Başkanı olarak çağırıldım, Ticaret Odasının davetlisi olarak gittim, Suriye Merkez Bankasının davetlisi olarak gittim. "Şamgen" diye Suriye, Lübnan ve Türkiye'nin oluşturduğu 3'lü bir merkez bankası grubu oluşturduk ve o bölgedeki ödeme sistemlerini nasıl kendi aramızda yapabiliriz; Londra'dan, Paris'ten dolaştırmadan bu sistemi nasıl kurabiliriz üzerinde çalıştık ve ilişkilerimiz de son derece sıcaktı. Yani, bir merkez bankası başkanını o gün, 2010 yılında Suriye Başbakanı huzuruna kabul etti, davet etti, "Bunu nasıl yapacaksınız?" diye sordu. Ve vize kalkmıştı; ilk yedi ayda, sekiz ayda 600-700 bin kişi bu ülkeye geliyordu. Ama ne oldu da, hangi siyasi tercihi yanlış yaptık da birdenbire atmosfer değişti ve bunun sonucunda biz bugün şu anda konuşmanızın, sunumunuzun başında yaptığınız bu operasyonları yapmak zorunda kaldık ve yapmaya da devam edeceğiz? Bence asıl üzerinde düşünülmesi gereken konu budur: Sizce biz nerede hata yaptık? İlişkiler gayet sıcakken, ilgili ülkenin Başbakanı eşiyle beraber Türkiye'ye tatile gelirken, ortak bakanlar kurulu toplantıları, vesaireler yapılırken, aramızdaki kardeşlik bağı da, sıcak bağ da hızla gelişirken ve insanlar karşılıklı gelip giderken -dediğim gibi, 700 bine yakın insan vizesiz olarak bu ülkeye geliyordu- birdenbire hava değişti ve biz bugün geldiğimiz noktaya geldik? Bence bunun üzerinde düşünülmesi lazım. Buraya biz nereden geldik, bu konuda bize bir bilgi verirseniz son derece mutlu olurum.
Ayrıca bu olay bir şeyi daha gerçekleştirdi. Ben 71 yaşındayım; ilkokuldan bu tarafa tarih kitaplarında öğretmenlerimizin bize okuttuğu şeydi: "Rusya'da Deli Petro diye biri var, onun bütün amacı sıcak denizlere inmekti." Bugün bu Suriye meselesinden sonra ne olduysa, işte olan olduktan sonra Deli Petro'nun bu projesi gerçekleşti ve Rusya sıcak denizlere indi. Belki de buradan aşağı kadar da inecek, Cibuti'ye gidecek, oralara da yerleşecek ve dolayısıyla İslam âleminin kalbinde bir hançer gibi oraya yerleşecek. Şu anda yerleşmiş vaziyette. Yani, biz buna niye izin verdik, hangi akılla bu işleri yaptık ve bir taraftan ekonomik yükü üzerimize aldık? Sadece biz değil, bütün o... Burada koyduğunuz resimler var; Halep'in durumu, Şam'ın durumu gerçekten içler acısı.
Ben Suriye Merkez Bankasının davetlisi olarak gittiğimde verdiğim konferanstan sonra Suriye Merkez Bankasında çalışan bir hanımefendi çıktı, dedi ki: "Burada Şam'ın adı 'Dımaşk' -yani İngilizcesi 'Damascus'- ama siz buraya 'Şam-ı Şerif' diyorsunuz. Dolayısıyla, Şam-ı Şerif'in gereğini yapın. Biz burada sizin yatırım yapmanızı istiyoruz, ekonomimizi kalkındırmanızı istiyoruz. Sizin teknik donanımlarınızdan yardım almak istiyoruz." Fakat aradan sekiz dokuz ay geçmeden her şey tersine döndü. Dolayısıyla, biz bir siyasi planlama hatası mı yaptık? Bu hatayı kim bize yaptırdı? Biz bilerek mi bu işin içerisine çekildik ve bugün bu olaylarla baş başa bırakılmış vaziyetteyiz?
Sunumunuzun 9'uncu sayfasında diyorsunuz ki: "Bu mutabakatlar çerçevesinde İdlib'de ağır silahların bölgeden çekilmesi 10 Ekim 2018 tarihi itibarıyla tamamlanmıştır." Şimdi, bu ağır silahlar nereye gitti? Siz mi teslim aldınız? Kimin envanterine kaydedildi? Ve bu silahları kullanan kişiler nerede yani bizim "terörist" dediğimiz bu kişiler şu anda nerede, hangi ülkeye gittiler? Hâlâ oradalar mı? Ve dediğim gibi, bu silahlar gerçekten kime teslim edildi?
Konu çok fakat satır başlarıyla gidiyorum.
Bir başka konu, bedelli askerlik konusu. Eminim başka arkadaşlarımız da değinecekler. Şimdi, ilk defa 1987 yılında bir bedelli askerlik kanunu çıkarıldı, ondan sonra 2018 yılındakiyle beraber 5 defa bedelli askerlik kanunu çıkarıldı. Ben asker değilim ve bu işin nasıl planlanacağını da bilmiyorum ama bu 5 bedelli askerlikle ilgili düzenlemenin her biri farklı, yani içinde tutarlı bir adalet yok. Birisinde döviz almışız, öbüründe "x" miktarında almışız, bir başkasında "y" miktarında almışız, birisinde "Yaş şöyle olsun." demişiz, öbüründe "Yaş böyle olsun." demişiz; dolayısıyla işin içinde bir tutarlılık, adalet yok. Üstelik en önemli husus da şu: Siyasetçi bu tür fırsatların ortaya çıktığını gördüğü anda, millî ekonominin mantıklı bir şekilde çalışması için yapılması gerekenleri yapmadan, bu tür geçici, bir defalık gelirlere yönelerek yapması gereken uzun vadeli reformları yapmıyor.
Bugün ülkemizde Orta Vadeli Program açıklandı, Yeni Ekonomi Programı açıklandı, bu Program dedi ki: "Enflasyonla mücadele edeceğiz." Dün Cumhurbaşkanı Yardımcımız burada dedi ki: "Önümüzdeki aydan itibaren enflasyon düşüşe geçecek." Önceki Orta Vadeli Program'da verilen enflasyon hedefi ile dün Merkez Bankasının açıkladığı örneğin -bunları örnek olarak veriyorum- enflasyon raporunda verilen yıl sonu enflasyon rakamları farklı. Bir taraftan "Enflasyonla mücadele edeceğiz." denirken ve yapılması gerekenler söylenirken dün Hazine ve Maliye Bakanının vergi indirimleriyle ilgili açıklamaları Merkez Bankasının yaptığına tamamen ters. Niye yaptı bunu? Şunun için yaptı: Ekonomi daralıyor, önümüzde bir seçim var, dolayısıyla o seçime daha yüksek bir büyümeyle gidelim diye genişlemeci bir politika uyguladı. Bunu nasıl yapabildi? Bunu bedelli askerlikten gelecek olan gelirlerle telafi edebileceğini düşündü. Dolayısıyla, sizden istirhamım şu: Bizi bilgilendiriniz. Türkiye'nin önümüzdeki on beş, yirmi, otuz yıllık demografik yapısını da dikkate alarak acaba kalıcı bir askerlik yasası getirebilir miyiz? Herkes o demografik yapının...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Yılmaz, buyurun, tamamlayın lütfen.
DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Bir iki dakikanızı daha rica edeyim.
Dolayısıyla, böyle bir kalıcı, adaletli, öngörülebilir, herkesin neyi ne zaman yapabileceğini bileceği bir askerlik yasası çıkarılamaz mı? Lütfen, bu konuda bizi aydınlatırsanız memnun olurum. Ülkenin çıkarı da aslında burada yatıyor.
Onun dışında, 15 Temmuz darbesinden sonra birtakım kararlar alındı işte Kuleli Askerî Lisesiyle, GATA'yla ilgili, Askerî Tıpla, vesaireyle, vesaireyle ilgili. Yani, bu konuların üzerinde de bence çok dikkatli düşünülmesi lazım. Bu kurumlarda yetişenler bu işlerin içerisine karıştılar, bu bir gerçek fakat örneğin Kuleli Askerî Lisesini kapatmakla bir yere varabilir miyiz? Mühim olan, bunun içindeki zihniyetin değişmesi. Kuleli Askerî Lisesi taş bir yapı ve bunun ifade ettiği tarihî bir anlam var. Yani içindeki bu zihniyet değiştirilerek bu tarihî gelenek, bu tarihî süreklilik, süreç devam ettirilemez mi?
"GATA askerî tıp normal tıptan farklı." diyorlar. Çok iyi bildiğim bir konu değil, basından okuduğum, yazılanlar kadarıyla söylüyorum.
Dolayısıyla bu konularda ne düşünüyorsunuz? Gerçekten bunların içerideki zihniyetin değiştirilmesi koşuluyla tarihî devamlılığın sağlanmasının daha doğru olduğu düşünülüyor mu?
Teşekkür ediyorum.