KOMİSYON KONUŞMASI

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Ben aşağı yukarı hayatının önemli bir kısmında gençlikle uğraşan, gençliğin içinde yaşayan bir insan olarak konuşacağım bugün. Öğretim üyesiyim birçoğunuzun bildiği gibi ve öğrencilikten itibaren bütün hayatım boyunca gençlerle birlikte, onları anlamaya çalıştım ve anlayabildiklerim üzerinden sizlerle birkaç şey paylaşmak istiyorum.

Bir kere şunu söyleyeyim ki, her dönem için söylüyorum bunu: Biz yaşlılar gençleri anlayamıyoruz, böyle bir gerçek var. Gençler adına ne kadar konuşsak da gençler kendi adlarına konuşamadığı sürece bizim, gençliği anlamamız mümkün değil.

Bakın, benim, tarihten çıkardığım, yaşadıklarımdan çıkardığım birkaç tane, gençliğin alın yazısı diyebileceğimiz çizgiler var. Yani, şöyle bir soru sorarak bu düşünceyi açıklamak mümkün: Biz, gençliğe ne vadediyoruz, ülke olarak, toplum olarak ne vadediyoruz? Bakın, ben size söyleyeyim: Gençliğe diyoruz ki, bunu hemen hemen herkes söylüyor: "Oku."

NECDET İPEKYÜZ (Batman) - "Adam ol."

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Evet, "Adam ol."

"Devlete gir, bürokrat ol, personel kanununun o ağır aksak işleyen ve bir bakıma bütün hayatını vakfetmen gereken merdivenlerinden çık, yaşlan ve öl." Yani, böyle bir hayat sunuyoruz gençliğe. Ya da diyoruz ki: "Gidin, özel sektörde çalışın. Patron ne diyorsa onu yapacaksınız tabii ki." Böyle bir hayat öneriyoruz. Ya da onlara diyoruz ki: "Gidin, yurt dışına gidin, uzman olun, okuyun. Bir yabancı olarak yabancı bir ülkede -hangi ülkeyse o- yaşayın." Oysa, arkadaşlar, bizim, yaşlılar olarak gençlere sunduğumuz bu üç alın yazısı gençliğin istediği bir şey değil. "Peki, gençlik ne istiyor?" diye sorabiliriz. Gençlik şunu istiyor arkadaşlar: Kurda kuşa yem olmadan, tefeciye bezirgâna yem olmadan bu ülkede özgür olmak istiyor; herkesin eşit yaşadığı, demokrat bir ülke olmasını istiyor, onun için gençlik itiraz ediyor ama gençlik her zaman bu ülkede itiraz eden bir kesimdir arkadaşlar. Ve biraz iddialı gelebilir size ama şunu söyleyeceğim: Sanırım Türkiye'nin, dünya siyasi literatürüne kattığı en önemli kavramlardan biri Jön Türklüktür ve bu, nasıl ki Abdülhamit yönetimine karşı başkaldıran Namık Kemalleri, Tevfik Fikretleri içeriyorsa bizim dönemlerimizde Deniz Gezmişleri de içeriyor veya başka siyasi hareketlerdeki gençleri içeriyor. Gençlik itiraz eder, bunu bir kere anlamak zorundayız çünkü biz, gençliğe gerçekten özgür yaşayabileceği, ileri bir demokrasi ülkesi vadedemiyoruz, maalesef böyle. Dolayısıyla da buradan şunu söylemek istiyorum Sayın Bakan, değerli arkadaşlar: Gençliği anlamaya çalışalım. Gençliğin itiraz etmesi, herhangi bir biçimde itiraz etmesi karşısında bizim hemen güvenlik kuvvetlerini göndererek birtakım baskıları, onları içeri alarak günlerce travmatik bir hapishane deneyimi yaşamalarına izin vermememiz lazım. Tabii ki, biliyorum, daha çok belki de İçişleri Bakanlığı konuşulurken belki Sayın Soylu'ya söylememiz gereken bir şey bu ama gerçekten "Türkiye gençliği" diye bir derdimiz var ise eğer bizim bu gençliğin ne istediğini çok iyi anlamamız lazım, birinci söylemek istediğim bu arkadaşlar.

İkinci olarak, ben uzun yıllar özel vakıf üniversitelerinin birinde yöneticilik yaptım, rektör yardımcılığı yaptım, dekanlık yaptım, mütevelli heyeti üyeliği yaptım ve bulunduğum üniversitenin kampüsünü de söyleyeyim, Bilgi Üniversitesinin Kuştepe kampüsü, genellikle uyuşturucunun çok yaygın olduğu bir bölgenin içinde olan bir kampüstü. Tabii ki polislerimiz de orada bunu izliyorlardı ve dolayısıyla da yönetici olarak bizlerle de temas ediyorlardı ve olayları anlatmaya çalışıyorlardı.

Şimdi, arkadaşlar, burada ben geçenlerde bir vesileyle Mecliste de bu tartışma gündeme geldiğinde söylemeye çalışmıştım. Uyuşturucuyla mücadele konusunda Türkiye henüz daha bence yeteri kadar bir vizyon üretebilmiş değil. Yani meseleye tamamen arz cephesinden bakıyoruz, uyuşturucu satıcıları üzerinden bakıyoruz ve uyuşturucu satıcılığının üzerine gittiğimizde bu meseleden kurtulacağımızı sanıyoruz. Böyle olmuyor arkadaşlar. Uyuşturucu satıcılarının üzerine gittikçe ne oluyor biliyor musunuz? Uyuşturucunun satış maliyeti artıyor, uyuşturucunun satış maliyetinin artması demek, uyuşturucunun fiyatının artması demek.

Şimdi, herhangi bir ürünün fiyatı artığında satın alınmak istenilen miktarın azalması lazım ama burada böyle olmuyor, niye olmuyor? Çünkü buruda "uyuşturucu" dediğimiz madde bağımlılık yaratıyor. Onun için fiyatlar yükseldiği zaman bağımlıların sayısı azalmıyor, aksine öyle bir şey oluyor ki -yine o dönemde istihbarattan polis arkadaşların anlattıklarını aktarıyorum- bu sefer şunu yapıyor satıcılar: Daha kötü kaliteli malları piyasaya sürmeye başlıyor, bonzai gibi sentetik birtakım uyuşturucular satmaya başlıyor ve arkadaşlar, bundan dolayı çok sayıda ölümler oluyor.

Bakın, bir notum var: Türkiye'nin Avrupa'da sentetik uyuşturucularla ölen insanlar istatistiğiyle ilgili olarak 1'inci sırada olduğunu görüyoruz. Yani daha kötü madde kullanıldığı için ölüm sayıları çok daha fazla.

Bir ufak not daha arkadaşlar, Sayın Bakan: Bir kere, son on yılda uyuşturucu tedavisi için hastaneye yatan hastalarla ilgili istatistik var, onu dikkatlerinize getirmek istiyorum. Yüzde 40'ı 15 ila 19 yaş aralığında, yüzde 30'u da 20 ila 24 yaş aralığında, yüzde 11'i de 25-29 yaş aralığında. Aşağı yukarı tümü genç insanlar ve geçen sene, yine istatistikler söylüyor ki 941 genç uyuşturucu kullanımından dolayı ölmüş. Bu, bence özellikle Gençlik ve Spor Bakanlığının önemli olarak üzerinde durması gereken bir gerçeğimiz diye düşünüyorum fakat bu gerçeğin içinde bir başka gerçek daha var, onu da dikkatlerinize getirmek istiyorum: Öyle anlaşılıyor ki -ben bunları gazete haberlerinden çıkarıyorum arkadaşlar- özellikle doğu illerinde, Nusaybin gibi, Cizre gibi, Şırnak gibi illerde uyuşturucu kullanımıyla ilgili olarak polislerin garip bir rahatlıkları var. Yani birkaç ailenin hikâyesi basına düşmüştü, o hikâyelerde anlatılardan bir tanesi: Bir baba çocuğunun uyuşturucu kullandığını biliyor, hatta işte bir şekilde sattığını da biliyor, polise gidiyor, anlatıyor, önlemeye çalışıyorlar fakat her seferinde polis izin veriyor, bırakıyor yani birkaç gün tutuyor, sonra bırakıyor. Dolayısıyla da bu artık nasıl bir anlayışın ürünüdür onu bilemem, onu siz değerlendirin ama eğer uyuşturucu kullanımıyla ilgili olarak da Türkiye'deki var olan polarizasyon etkili oluyorsa yani orada yaşayanlar Kürtlerdir ve Kürtlerle ilgili bir perspektif yansıtıyorsa -ki buda bir soru işareti olarak duruyor önümüzde- bunun da önemli olduğunu düşünüyorum, bunu da tabii, size söylediğim gibi, bir bakıma aynı zamanda, herhâlde, İçişleri Bakanına da söylememiz gerekiyor.

Son bir konu daha var, son bir konu da şu arkadaşlar, bedelli askerlikle ilgili olarak biz grubumuz olarak aşağı yukarı tahmin ediyorduk böyle bir rakam çıkacağını. Biliyorsunuz, 750 bine yaklaşıyor galiba bedelliden yararlanmak isteyen gençlerin sayısı. Fakat arkadaşlar, şu gerçeği bedelli askerlikle ilişkilendirmeyi önerdik biz, ülkemizde işsiz gençler var. Genç işsizlik sayısı yüzde 25 civarında ortalama olarak bakarsak, belki biraz daha fazla bilemiyorum ama dedik ki: Bu insanlar, bu gençler esasında paraları olmadığı için bu imkândan yararlanamayacaklar. Bu imkândan yararlanamadıkları için de işsiz kalmaya devam edecekler çünkü askerliğini yapmayana kimse iş vermiyor bu ülkede. Dolayısıyla da biz dedik ki: Bu insanlara faizsiz kredi verelim veya uzun dönemde ödenmesi olabilecek olan bir biçimde bir imkân sağlayalım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

(Oturum Başkanlığına Sözcü Abdullah Nejat Koçer geçti)

BAŞKAN - Buyurun.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Fakat bu reddedildi. Ben hakikaten özellikle Adalet ve Kalkınma Partisindeki arkadaşları hayretle karşıladım çünkü yani en çok onların destek vermesi gerektiğini düşündüğüm bir konuydu bu bir bakıma. Çünkü eğer biz İslami duyarlılıklar üzerinden de gidersek bu önerdiğimiz mesele, esasında son derece vicdani bir meseleydi. Ben her seferinde, her konuşmamda söylediğim gibi, ısrarla söylemeye devam edeceğim, bizler siyasi partiler olarak kendi kimliklerimiz içinden düşünüyoruz ve öyle davranıyoruz. Dolayısıyla da aklımız yatsa bile, diyelim ki biz başka bir partideniz, onun için destek vermiyoruz. Bu, Meclisin ve Plan ve Bütçe Komisyonumuzun benim katıldığım süre içinde gördüğüm en önemli zafiyeti ve bunun kimseye yararı olmadığını düşünüyorum çünkü öyle veya böyle ben Halkların Demokratik Partisinin bir milletvekiliyim ve en azından söylediğim bazı şeylerin doğru olması lazım yani ben o kadar uçuyor değilim konuştuklarımda. Yani yaşım gereği, yaşadıklarım gereği söylediklerimin bir kıymeti olması lazım gelir diye düşünüyorum. En azından bunları daha rasyonel bir düzeyde tartışılabilmeyi isterim ama maalesef öyle bir siyasi ortama Türkiye evrildi ki Türkiye o kadar büyük bir polarizasyon içinde ki kutuplaşma içinde ki kimse kimseyi duymuyor. Ama bu vesileyle Sayın Bakan, ben derdimi, bilmiyorum, anlatabildim mi, iki şeyi öne çıkarmaya çalışıyorum ki Garo Paylan arkadaşım vizyon meselesinin altını çizdi, başka arkadaşlar da söyledi. Gerçekten gençlik meselesi teknik bir mesele değildir, gençlik meselesi bir vizyon ihtiyacı olan bir meseledir ve bu vizyon da sadece bu zamanda, yaşadığımız zamanda üretilen bir fikir olamaz. Bu ülkenin gençliği kendini bu ülkeden sorumlu görüyor, her daim sorumlu gördü, Tevfikler öyle oldu, Deniz Gezmişler de öyle davrandı ve bugünün gençliği de öyle davranıyor. Dolayısıyla da gençliği anlamamız lazım ve özellikle uyuşturucu meselesini de bu perspektif içinde değerlendirmenizi umarım.

Teşekkür ederim, saygılar sunarım.