KOMİSYON KONUŞMASI

KANİ BEKO (İzmir) - Sevgili basın mensupları, sevgili demokratik kitle örgütleri, meslek odaları, siyasi partilerimizin temsilcileri ve Komisyondaki arkadaşlarım; öncelikle sizleri sevgiyle saygıyla selamlıyorum.

"Demokrasi" dediğimiz şey çoğunluğun azınlığı yönetmesi değil, "Demokrasi" dediğimiz şey azınlığın da söz sahibi olduğu bir sistemdir. Dolayısıyla bugün burada azınlıkta olan arkadaşlarımızın da en az çoğunlukta olan arkadaşlarımızın olduğu kadar söz sahibi olması gerektiği inancındayım.

Çocukken, sizler gibi ben de çok kitap okumasını seviyordum. Okuduğum kitaplar arasında en çok "Hitler Almanyasında insanlar nasıl yaşıyor?" diye çok merak ediyordum, kendim işçiydim, bilhassa Hitler Almanyasında işçilerin nasıl yaşadığını merak ediyordum ama bugün hiç merak etmiyorum.

Akşam geç saatlere kadar beraber burada çalıştık, daha sonra da eve gittim, bu 5'inci maddeyi pürdikkat okudum, defalarca okudum. Aslında, bu 5'inci madde kapsamında ele alınan bu maddelerin bana göre tümünün gündemden çıkarılması gerekir. Neden çıkarılması gerekir? Eğer bu, bu hâliyle geçerse evet, sevgili arkadaşlarım, değerli yol arkadaşlarım; üzülerek söylüyorum, tarihe çok kötü not bir düşülecek. Bu sağlık emekçileri ve hekimler için bir sosyal cinayet olacak. Gelin, hep beraber bu sosyal cinayetin yaşanmamasıyla ilgili burada katkı koyalım, beraber emek verelim. Bakın, hatırlarsanız, Türk Tabipleri Birliği bir basın açıklaması yapmıştı, o dönemlerde ben de konfederasyon genel başkanıydım, ortak hareket ettiğimiz konfederasyonlarla o dönem bir araya gelerek ülke sorunlarını masaya yatırmıştık.

Şimdi, gündemi değiştirmek için söylemiyorum, bugün bir ekonomik kriz var. Bu ekonomik krizin aşılabilmesi için bizim de sürekli önerilerimiz oldu. Mesela, geçmiş yıllarda içinde bulunduğumuz, Anayasa'da da yeri olan, Ekonomik Sosyal Konseyin toplanması ve konuyla ilgili karşılıklı müzakerelerin yapılması... Kimin için bunları konuşuyorduk? Ne için yapmak istiyorduk? Tabii ki ülkemiz için. Bunu neden anlatıyorum? Şundan dolayı anlatıyorum: Dün de söylemiştim arkadaşlar, Avrupa'da Türk Tabipleri Birliği, Avrupa'da KESK, Avrupa'da DİSK, Avrupa'da Türk Eczacıları Odası, Avrupa'da diş hekimleri, çok saygın kuruluşlardır bunlar ve daha sonra da hatırlarsanız, Türk Tabipleri Birliğinde yapılan bir açıklama sonrası, başta konsey başkanı ve yönetim kurulu üyeleri maalesef gözaltına alındılar, utanç verici bir şeydi. Oysaki bu çok basit bir şeydi, TTB'nin yapmış olduğu açıklamayı düşünce ve ifade özgürlüğü çerçevesinde çok rahat değerlendirebilirdik. Yani TTB'nin ve diğer kurum ve kuruluşların kendi özgür iradeleriyle günün koşullarına göre basın açıklaması veya basın toplantısı yapabilmeleri gerekir diye düşünüyorum. Bakın, o tarihten sonra yeni yeni birtakım gelişmeler başladı, ben bu 5'inci maddeyi de okuduktan sonra başta Türk Eczacıları Birliği, Türk Tabipleri Birliği, Diş Hekimleri Birliği, Sağlık Emekçileri Sendikası üyelerine yapılan bir operasyon gözüyle bakıyorum bu konulara.

Dün bazı arkadaşlarımız ilettiler, kısa kısa bende de bu notlar var, ihraç edilen hekim arkadaşlarımızın sayısı 3.383'ü bulmuş, sağlık çalışanlarının sayıları da 7.874'ü bulmuş. Yani bunu toparladığımız zaman 11 bin ama gündemdeki 7 bine yakın sağlık emekçisi ve hekim arkadaşımızı da katacak olursak 20 bine yakın, maalesef, arkadaşımızın mesleğinden ihraç edildiğini düşünecek olursanız, ben dün de söyledim, bugün de tekrar ediyorum, deneyim, tecrübe, birikim aklın öğretmenidir, zor zamanda yol gösterici olur. Biz bir ömür çalışmış olduğumuz iş yerlerinde, sendikalarda ve konfederasyonlarda deneyimler, birikimler kazanarak buralara geldik. Buralarda görebildiğim kadarıyla çok önemli arkadaşlarımız var. Ben sendikacıyım, hukukçu değilim, hekim de değilim ama burada önemli hekimler var ve aramızda -biraz önce de bahsedildi- Anayasa profesörü olan bir arkadaşımız, bir hocamız var. Ben sizin yerinizde olsam -çok kısa ve öz- az önce saydığım oda temsilcilerini ve buradaki hekim arkadaşlarımı ve hukukçu kardeşlerimi bir araya getirerek konuyla ilgili onların görüşünü alırım ve bu şekilde de bu konuyu kapatmanın en doğrusu olur diye düşünüyorum.

Dün birkaçını örnek vermiştim, daha sonra bu arkadaşlarımız işsiz kaldığı zaman mutlaka onurlu bir şekilde ayakta kalabilmek için bir şeyler yapacaklar. Kimisi inşaatlara gidecek, kimisi atölyelerde çalışacak, kimisi esnaflık yapacak, çok yabancısı olduğu işlere gidenlerin birkaç tanesini de sizlerle paylaşmak istiyorum. Bünyamin Aydoğan, öğretmen arkadaşımız. Kanun hükmünde kararnameyle öğretmenlikten atıldıktan sonra hayatta kalmak için inşaat işçisi olan 39 yaşındaki Bünyamin Aydoğan, 14 Mayıs 2017 günü Maraş'ın Afşin ilçesinde sulama suyu hattının döşenmesi sırasında vincin taşıdığı borunun üzerine düşmesi sonucu maalesef hayatını kaybetmiş.

Etyemez, bir önceki dönemin DİSK Genel Başkanı konuşuyor, biz de seninle karşı karşıyayız, telefonunu kapatırsan sevinirim. Siz konuşurken ben hiç telefonumu açmadım, kulağıma da yaslamadım ve benim elimde de telefon yok.

HALİL ETYEMEZ (Konya) - Olabilir, olabilir.

KANİ BEKO (İzmir) - Olmaz.

HALİL ETYEMEZ (Konya) - Böyle bir tarz olmaz Başkan.

KANİ BEKO (İzmir) - Olmaz, olmaz.

HALİL ETYEMEZ (Konya) - Ben seni dinliyorum.

KANİ BEKO (İzmir) - Dinlemiyorsun sen beni.

HALİL ETYEMEZ (Konya) - Bir telefon geldi, açtım, cevap verdim.

KANİ BEKO (İzmir) - Açmayacaksın.

Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın Beko, siz konuşmanıza lütfen devam edin.

HALİL ETYEMEZ (Konya) - Böyle bir şey yok ya!

KANİ BEKO (İzmir) - Ama olmaz, ben seni pürdikkat dinliyorum bak.

HALİL ETYEMEZ (Konya) - Ben de seni hep pürdikkat dinledim bugüne kadar.

BAŞKAN - Sayın Etyemez...

HALİL ETYEMEZ (Konya) - Yani bir telefon geldi, cevap verdim, kapattım.

KANİ BEKO (İzmir) - Neyse...

HALİL ETYEMEZ (Konya) - Bunu böyle hemen malzeme olarak kullanmayı yakıştıramadım sana.

KANİ BEKO (İzmir) - Peki, biraz önce...

HALİL ETYEMEZ (Konya) - Bak, bizim bir hukukumuz var seninle.

KANİ BEKO (İzmir) - Mutlaka bir hukukumuz var da şimdi, peki, benim biraz önce anlattığımı sen dinledin mi?

HALİL ETYEMEZ (Konya) - Dinledim, bir de iddia mı ediyorsun?

KANİ BEKO (İzmir) - Hayır, dinledin mi?

HALİL ETYEMEZ (Konya) - Bak, tarzın yanlış yani.

ALİ ŞEKER (İstanbul) - Yoklama yapıyor.

KANİ BEKO (İzmir) - Ya, şimdi, sen benim anlattıklarımı dinledin mi?

HALİL ETYEMEZ (Konya) - Başkan, bak, ben seni dinliyorum.

BAŞKAN - Sayın Hatip, lütfen...

KANİ BEKO (İzmir) - Sevgili Başkanım, bakın, burada diyorum ki...

BAŞKAN - Lütfen, karşılıklı konuşmayalım efendim.

KANİ BEKO (İzmir) - Şimdi...

HALİL ETYEMEZ (Konya) - Ya Başkan, bir arkadaşlarına bak, kamerayla uğraşıyor, çekim yapıyor, her gün bir şey yapıyor.

BAŞKAN - Sayın Etyemez...

ALİ ŞEKER (İstanbul) - Ve dinliyorum.

HALİL ETYEMEZ (Konya) - Yapma ya, yapma ya!

BURHANETTİN BULUT (Adana) - Sizi dinlemenizi önemsiyor ama yani, size değer verdiğini gösterir.

HALİL ETYEMEZ (Konya) - Ben de dinledim hâlbuki ya. Bir bakımdan insani bir şey, telefon geldi, cevap verdim, kapattım.

ALİ ŞEKER (İstanbul) - Tamam, anlaşılmıştır.

HALİL ETYEMEZ (Konya) - Bunu niye malzeme olarak kullanıyorsunuz?

BAŞKAN - Sayın Beko, lütfen konuşmanıza devam eder misiniz.

KANİ BEKO (İzmir) - Şimdi, pek diğerlerini tanımıyorum da eğer bu...

HALİL ETYEMEZ (Konya) - Sana hiç uymadı yani bu.

KANİ BEKO (İzmir) - Eğer burada bu anlatımdan sonra "evet" oyu çıkacaksa başta senden çıkacak, ondan dolayı senin dinlemeni istiyorum yani. Sen buraya katkı vermek zorundasın.

HALİL ETYEMEZ (Konya) - Başkan, konuş dinleyelim, bırak şimdi polemiği ya! Konuş, dinleyelim ya.

KANİ BEKO (İzmir) - Ya keşke et yeseydin de böyle olmasaydın.

BAŞKAN - Lütfen, karşılıklı atışmalar olmasın, çok rica ediyorum.

KANİ BEKO (İzmir) - Şimdi, bakın, biz sendikacıyız arkadaşlar, bakın, sendikacıyız biz. Şimdi, bizim görevimiz çalışan işçilerin ekonomik, demokratik, siyasi, sosyal haklarını korumak, kollamak. Yani şunu anlatmaya çalışıyorum: İnsanları...

HALİL ETYEMEZ (Konya) - Ama artık sendikacı değilsin, vekilsin ya! Artık bu tarafa geçtin sen, siyasete geçtin, bu ayrımı da artık öğren yani.

KANİ BEKO (İzmir) - Ya siyasete geçtik de işçileri unutacağız mı, çalışanları unutacağımız mı, emeği unutacağımız mı, işsizleri unutacağız mı?

HALİL ETYEMEZ (Konya) - Sahip çık da ama sendikacılık yapmayacaksın.

BAŞKAN - Sayın Etyemez...

KANİ BEKO (İzmir) - İş cinayetlerinde ölenleri unutacağımız mı, doktorları, hekimleri unutacağımız mı Etyemez?

HALİL ETYEMEZ (Konya) - Ama sendikacılık yapmayacaksın, siyasetçi olacaksın.

BAŞKAN - Sayın Etyemez...

KANİ BEKO (İzmir) - Ya ne kadar haklıymışım, keşke et yeseydin be arkadaş sen!

Arkadaşlar, devam ediyorum.

HALİL ETYEMEZ (Konya) - Bak, dinliyorum seni, dinleyeceğiz ya, sorun yok.

KANİ BEKO (İzmir) - Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Tamam, konu anlaşılmıştır.

Lütfen devam edin.

KANİ BEKO (İzmir) - Şimdi, bir başka katliam Sayın Başkan, Behçet Emdi Öğretmen. Safranbolu Misakı Millî Ortaokulunda sosyal bilgiler öğretmeni olan 43 yaşındaki Emdi, hemşirelik yapan eşiyle 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ihraç edilmiş. Daha sonra tutuklanan Emdi, 19 Kasım 2016 Karabük Cezaevinin koğuş tuvaletinde maalesef, kendi gömleğiyle intihar etmiş. Şimdi, bunlara baktığımızda 100'e yakını kanun hükmünde kararnameyle ihraç edilen -bunların içerisinde tabii hekimler de var, memurlar da var, öğretmenler de var- çok değişik meslek gruplarından olan insanlarımız.

Şimdi, bizim buradan bir ders almamız lazım, buradan bizim ders çıkarmamız lazım. İşin şakası yok arkadaşlar. Yani biz farklı iş kollarında çalışabiliriz, bizim işçilik hayatımız var, fiziken, bedenen buralarda çalışabiliriz ama hekimlerin kendi mesleği dışında başka bir iş yerinde -az önce anlattığım gibi, örnekleri çok- çalışamazlar. Yani bunların kalkıp da inşaatların tepesinde işçilik yapmaları veya sanayi sitelerinde çalışmaları, fabrikalarda çalışmaları mümkün değil. Hatırlarsanız, bir zamanlar bu memlekette kotalar getirildiğinde biz Türkiye'nin beş kolundan yürüyüşler yapmıştık, demiştik ki: Eğer siz bu ülkeye kotaları getirirseniz önümüzdeki dönemde köylü arkadaşlarımız köylerini terk eder, şehirlerde bunların yaşaması çok zor olur. Kotalar geldiğinde 3,5 milyon köylü şehirlere geldi, deneyimsiz, tecrübesiz, birikimsiz. "Ne iş verirsen yaparım ağabey." diyerek birçok tehlikeli ve riskli iş yerlerinde çalışan bu köylü kardeşlerimizin birçoğu maalesef, iş yerlerinde iş cinayetlerinde öldüler. Bakın istatistiklere, elinizin altında internet var, biz bugün iş cinayetlerinde Avrupa'da 1'inciyiz, dünyada maalesef, 3'üncüyüz arkadaşlar. Dolayısıyla bugüne geldiğimizde işçi sağlığı, iş güvenliği önlemleri, ILO kriterlerine uyulmasıyla ilgili o kadar çok mücadele ettik ki bize hep kulaklarınızı kapattınız ama ölenlerin tamamı solcu değil arkadaşlar, ölenlerin tamamı sağcı da değil, ölenler insan, bunlar bizim insanlarımız ve bu böyle devam ettiği müddetçe bu insanlar ölmeye devam edecekler. Ben geçen konuşmamda da söyledim yani utanç verici bir yasa teklifi etrafında bir araya geldik, utanç verici bir yasayı burada tartışıyoruz, çok yazık. Neden yazık biliyor musunuz? Soma'da yaşanan bu cinayetin, işçi cinayetinin yanında biz Türk Tabipleri Birliğini gördük, siz de oradaydınız. Hatırlayın, Ermenek'te lastik ayakkabılı Recep Amcayı, "Benim çocuğum yüzme bilmez ki." ağıtını hatırlayın. O dönemlerde Recep Amca çığlıkları atarken Türk Tabipleri Birliğinin Konsey Başkanıyla, KESK'teki, TMMOB'daki diş hekimleri, eczacı arkadaşlarımızla beraber biz oradaydık. Siirt, Silvan'a hep beraber gittik. Orada ölen ve yaralanan arkadaşlarımıza birinci derecede müdahale eden Türk Tabipleri Birliğindeki hekim arkadaşlarımızdı. Hiç uzağa gitmeyin, Ankara'nın göbeğinde bir katliam yaşandı ve burada da ifade etmek istiyorum ki Ankara'daki katliamın nasıl olduğunu, kimler tarafından yapıldığını herkes biliyor. Yani o gün Ankara katliamını maalesef, üzülerek söylüyorum biz hariç bizim dışımızdaki herkes biliyormuş. Orada 103 arkadaşımızı kaybettik, yüzlerce yaralımız oldu. Keçiören'deki acil servise Türk Tabipleri Birliğindeki arkadaşlarımızla beraber gittik. Hiç unutmuyorum, kadının biri feryat ediyordu, beni de tanıdığı için "Kani Başkan, Kani Başkan..." diyerek koşa koşa benim yanıma geldi, sarıldı, öptü "Ne olursun benim çocuğumu bul." dedi. Dolayısıyla arkadaşlar, o akşamki görevli arkadaşlarım bilirler, o gün morga sadece yetkili arkadaşlarımızı ve bizi alıyorlardı. İçeriye bir girdim, sol tarafta ve üzerinde de ismi yazılmış Veysel isminde bir çocuk ve anasına ben bunu, öldüğünü söyleyemedim ama hekim arkadaşları ben onların yanında gördüm. Ve dolayısıyla kendi canımızı, kendi hayatımızı teslim ettiğimiz bu insanların hakkında oturup burada karar vermek bizim hakkımız değil. Ben bu hakkı kendimde görmüyorum. Ve tekrar ediyorum: Bakın, burada daha önce konuşmalar yapan, raporlar hazırlayan ve dolayısıyla bu ülkenin doğudan batısına, kuzeyinden güneyine, mezralarına, köylerine, dağlarına, ovalarına yağmur demeden, kış demeden, soğuk demeden, sıcak demeden en ücra köşelerine kadar insan hayatını kurtarabilmek için giden bu insanlar hakkında gelin biz politikacılar olarak karar vermeyelim arkadaşlar. Tekrar ediyorum, burada oda başkanlarımız bir araya gelsin ve dolayısıyla bu oda başkanlarımızın almış olduğu kararı biz gözden geçirelim ve eğer burada bir karar verilecekse ancak onların almış olduğu eğilim kararlarını biz burada hep beraber oylayalım. Aksi hâlde, en büyük kötülüğün ülkenin geleceğine ve hekim arkadaşlarımıza yapmış oluruz diye düşünüyorum.

Sevgili arkadaşlarım, değerli kardeşlerim; burada üç günden beri beraberiz ve dolayısıyla buradaki hukukçu arkadaşlarıma da soruyorum: Bugün Ankara'da bazı arkadaşlarımla da konuştum -beraber yemek yemiştik- onlara da sorduğumda onlar da aynı şeyi söylediler ve ceplerimde taşıyorum bu 5'inci maddeyi. Çünkü ""Diğerleri çok fazla önemli değil ama 5'inci madde çok önemli." diye ifade etti arkadaşlarımız. Ve bu 5'inci maddenin Anayasa'ya aykırı olduğunu Anayasa'dan dönse bile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden mutlaka ama mutlaka oradan geri döneceğini her hukukçu ortak dil olarak bize ifade ediyorlar. O zaman niye burada birbirimizi kırıyoruz? Neden burada birbirimizi yoruyoruz?

Ya, ben dün de söyledim, dünyada, Türkiye'de bizi bekleyen o kadar çok sorun var ki. Kısaca, 400 bine yakın ataması yapılmayan öğretmelerin de bazıları intihar ediyor arkadaşlar. Bakın, akın akın yarın buraya emeklilikte yaşa takılan arkadaşlarımız gelecek. Ben Mecliste de söyledim, Cumhurbaşkanını yanıltıyorlar. Nereden çıktı bu 750 milyar? Olacak iş değil, bir akıl tutulması var. Bugün asgari ücretle çalışan bir işçi pazartesi günü eğer emekli olacaksa kendisine bağlanacak olan maaş 850 lira. Yani burada eğer Suriye'den gelen misafirlere 200 milyara yakın veriyorsak emekli olacak olan arkadaşlarımıza da 10 milyarı verelim, ne olacak yani.

Şimdi, bunu anlatırken şunu söylemeye çalışıyorum: Bakın, bu karar sonrası binlerce sağlık emekçisi ve hekim arkadaşımız işsiz kalacak. Biz bir araştırma yapmıştık DİSK Genel Başkanı olduğum dönemlerde, korkunç bir manzarayla karşı karşıya kaldık. Biraz evvel söyledim, "Ben sendikacıyım." dedim, doğudan batıya, kuzeyden güne birçok işyerine genç arkadaşlarımızı sendikalı yapmak için gittiğimizde onların sigortasız olduğunu gördüm ve oturup onlarla konuştum, "Niye siz sigortasız çalışıyorsunuz?" dedim, Bana söyledikleri ifade şu: "Sayın Başkan, asgari ücret 1.603 lira, bizim 1.603 lirayla geçinmemizin mümkünü yok. Emeklilik yaşı 65 ve dolayısıyla 65 yaşına kadar bizim yaşamamızın da mümkünü yok." Üniversiteli gençler, askerden gelen gençler oturuyorlar, işverenlerle pazarlık yapıyorlar ve dolayısıyla bugün işverenlerle pazarlık yapan 3 milyona yakın genç kardeşimiz iş güvencesi olmadan, sigortaları olmadan, sendikaları olmadan maalesef çalışıyorlar. Oysaki baktığımızda, yüzde 35'leri bulan bir kayıt dışı var, eğer kayıt dışını aşağı çekmek istiyorsak biz bırakalım hekim arkadaşlarımızın, sağlık emekçilerinin sorunlarını da çıkalım alanlara 2,5-3 milyona varmış genç kardeşlerimize önce iş bulalım, onları sigortalı yapalım ve onları sendikalı yapalım. Biz bunlarla uğraşalım yani biz işin bu tarafında çalışalım.

Akşam 5'inci maddeyi okuduktan sonra -tabii geç saatlerde yanlış söylememek için- kısaca kaleme aldığım görüşlerimi ve düşüncelerimi de sizlere ifade ettikten sonra sözlerimi toparlamak istiyorum.

Sevgili mücadele arkadaşlarım, kesinlikle, tekrar ediyorum, 5'inci maddenin tümüyle teklif metninden çıkarılması gerektiğine inanıyorum. Teklifin 5'inci maddesi, bugüne kadar OHAL uygulamalarıyla kamu görevinden çıkarılan veya güvenlik soruşturması sonucuna göre atanması uygun bulunmadığı söylenen hekimlerin ve diş doktorlarını doğrudan, aslında tüm hekimleri dolaylı olarak ilgilendiren bir maddedir. Maddede, tarif edilen kapsamdaki hekimlerden, devlet hizmeti yükümlülüğü bulunanların altı yüz gün süreyle hiçbir biçimde ve hiçbir yerde hekimlik yapmalarına izin verilmeyeceği, bu durumda olup da devlet hizmeti yükümlüğünü daha önce yerine getirmiş olan hekimlerin ise ancak ve ancak Sosyal Güvenlik Kurumu ve kamu kurumlarıyla sözleşmesi bulunmayan özel sağlık kurum ve kuruluşlarında ya da muayenehane açarak çalışabilecekleri, düzenledikleri raporların yargı organları ve idare açısından geçerli olmayacağı hüküm altına alınmak istenmektedir. Kamudan ihraç edilen hekimlerin sadece Sosyal Güvenlik Kurumuyla sözleşmesi olmayan yerlerde çalışabileceği hükmü bir aldatmacadır. Bu madde kabul edilirse söz konusu hekimler yalnızca muayenehane açacak veya sınırlı sayıda olan Sosyal Güvenlik Kurumuyla sözleşme yapmayan hastanelerde çalışabilecek ama aslında pratikte karşılığı olmayacaktır. Bu madde yasalaştığı takdirde yandaş olmayan bütün hekimler için kullanılabilecek ve hekimler işsizliğe ve açlığa mahkûm edilebileceklerdir. Bu, OHAL'i aşan bir düzenlemedir. FETÖ'yle mücadelenin çok ötesinde, muhalif olduğu düşünülen herkesi cezalandırmak için teklif edilmiş görünmektedir. Siz de okuduğunuzda zaten bunu bu şekilde değerlendireceksiniz.

Maddeye, güvenlik soruşturmalarının olumsuz gelmesi nedeniyle zorunlu hizmetini yapamayan ve dolayısıyla işe başlayamayan doktorların zorunlu hizmet süreleri boyunca hiçbir yerde çalışamamaları da eklenmiştir. Bu süre bittiğinde yine Sosyal Güvenlik Kurumuyla anlaşması olmayan kurumlar ile muayenehanelerde çalışmaları gerekecektir. Fakat mesleğe yeni başlayacak bir hekimin muayenehane açmasının da, bir hastanede çalışmasının da ne kadar zor olacağını hepimiz bilmekteyiz. Haklarında meslek icrasının yasaklanmasını gerektiren bir suçtan dolayı mahkemeler tarafından verilmiş bir ceza olmayan hekimlerin mesleklerini icra etme haklarının belirli süreyle tümüyle ortadan kaldırılması, devamında çok güçlendirilmesi, hekimlik faaliyetlerinin ayrılmaz parçası olan tıbbi rapor düzenlemesi yetkisinin tümüyle ortadan kaldırılması ağır bir biçimde hukuka aykırı, keyfî ve gayrivicdanidir. Merdiven altı çalışmaya, güvencesiz biçimde iş yapmaya zorlayan bir düzenlemedir.

Sağlık hizmetine erişimin, nitelikli hizmet almanın, uygun ve hızlı ilaç bulmanın bu kadar zorlaştığı bir süreçte bu durum daha çok insanın zarar görmesine neden olacaktır. Kimi görevlilerin haksız ve kişisel yorumuna dayalı olarak kamu görevinden ihraç edilen ya da güvenlik soruşturması olur olmaz bir nedenden dolayı olumsuz bulunan her hekimin teklifteki tehditle karşı karşıya kalması mümkündür. Bu düzenleme en antidemokratik rejimlerde bile rastlanamayacak türden bir felakettir, hiçbir surette kabulü mümkün değildir.

Son olarak bir konuyu da sizlere arz etmek istiyorum: Sayın Bakanım, şimdi, OHAL ilan edildiğinde sizler de kanun hükmünde kararnamelere destekler verdiniz, biz bunların sakıncalarını o kadar çok anlattık fakat bir türlü yaşanacakları sizlere inandıramadık. Fakat geldiğimiz nokta çok kötü bir nokta.

Birkaç örnek vereyim ben: Burada doğuda yaşayan arkadaşlarımız da var. Ben biraz önce söyledim, doğuda yıllarca işçi kardeşlerimizle oturarak onlarla toplu sözleşmeleri beraber yaptık. Onların ben şube başkanlığını, bölge başkanlığını, genel başkanlığını yaptım ve en son, dün de arz etmeye çalıştığım, 3 bine yakın işçi arkadaşımız kanun hükmünde kararnameyle atıldıktan sonra... Şimdi, Sayın Etyemez bilir, 4857 sayılı Kanun'un ilgili maddesine göre, eğer siz işçiyi işten atıyorsanız, yapacağınız şey işçinin kıdem tazminatını vermek. Kıdem tazminatını verin, "Kanun hükmünde kararnameyle atıldığından dolayı kıdem tazminatını veremeyiz." İhbar tazminatını verin, "İhbar tazminatını veremeyiz." Peki, madem işçiyi işten attınız, işçinin veya kamu çalışanının, insan olmaktan kaynaklanan temel ihtiyaçlarını giderebilecek bir maaşa ihtiyacı var. Dolayısıyla, İşsizlik Fonu diye bir fon var. Fondan maaş verin, "Fondan da maaş veremeyiz." Peki, siz bu işçiyi veya kamu çalışanını işten attınız, mahkeme kararı var mı? Mahkeme kararı yok. Bir ay içerisinde işe iade davası açılması gerekir ve inanın, bu arkadaşlarımıza biz, aylarca, işe iade davası açmak için mahkeme bile bulamadık.

Ben şimdi size sorarım: Genelde, Doğulular çocukları çok seviyorlar -ömrüm onlarla birlikte geçti- tabii, biraz da fazla çocukları var. Hele hele, hiç unutmuyorum, Şırnak'ta, yıllarca bizi destekleyen, bizim yanımızda yer alan bir Osman amca vardı ve Osman amcayı gidip ziyaret ettiğimde gözlerim yaşardı. Yani siz Osman amca ve Osman amca gibilerine diyorsunuz ki: "Hey Osman amca, sana maaş vermeyeceğiz, İşsizlik Fonu'ndan da para vermeyeceğiz." Ve Osman amcaya diyorsunuz ki: "Sen ya dağa çık ya da yerin altına gir." Olmaz böyle şey arkadaşlar, olmaz böyle şey.

Defalarca İçişleri Bakanıyla, Çalışma Bakanıyla yapmış olduğumuz görüşmelerden hiç ama hiçbir sonuç alamadık. Bakanlıkta on binlerce evrak var. Biz onun hesabını yapmıştık, kanun hükmünde kararnameyle ihraç edilen bir kamu çalışanının, bir arkadaşımızın geleceğiyle ilgili komisyonda sadece yedi saniyede karar veriyorlar. Bir akıl tutulması var, olacak iş değil bu Sayın Etyemez. Dolayısıyla, arkadaşlar, bizim görevimiz bu insanları öldürmek değil; bizim görevimiz bu insanları yaşatmak.

Ben bu duygu ve düşüncelerle beni dinleyen arkadaşlarıma çok çok teşekkür ediyorum. Ancak, Sayın Başkan, 5'inci maddeyi burada anlatmaya çalıştım. Bakın, tekrar ediyorum: Eğer bu 5'inci madde bu şekliyle geçerse biz bir sosyal cinayetin altını hep birlikte imzalamış olacağız. Gelin, biz bu insanları yaşarken öldürmeyelim; gelin, hep beraber bu insanların geleceğiyle ilgili katkı sunalım.

Ya, buradan çıktık, bir saat sonra ne olacağımız belli değil. Şimdi, iş yerindeki, hastanelerdeki hekim arkadaşlarımız... Bakın, biraz önce konuşmacılar ne dedi? "Binlerce SMS alıyoruz." dedi ya, binlerce. Şimdi, hepimiz bu iş korkusunu yaşadık değil mi? Hep beraber yaşadık. Dolasıyla, şimdi, iş korkusu olan, iş güvencesi olmayan bir insan hele hele hekimlik görevini yapıyorsa orada sağlıklı çalışabilir mi, sağlıklı üretim yapabilir mi? Ya, biz onlara canımızı teslim edeceğiz, siz...

Sayın Başkan, müsaade ederseniz, Etyemez'e son olarak ben bir cevap vermek istiyorum. Etyemez dedi ki: "Biz oy aldık, dolayısıyla iktidar olduk." Şimdi, arkadaşlar...

RECEP ŞEKER (Karaman) - Ne zaman dedi?

KANİ BEKO (İzmir) - Sabah dedi, benim notlarımda var.

Şimdi, bu konuyu da arz ettikten sonra sözlerimi toparlayacağım. Hatırlarsanız, 12 Eylül faşist cunta ülke yönetimine el koyduğunda 6 Kasım 1982 tarihinde Anayasa referandumu yapmıştı. Bu Anayasa referandumu sırasında sokaklarda jandarmalar vardı. O dönemlerde sıkıyönetim olduğundan dolayı jandarmalar istediği bölgede, istediği ilçede, istediği beldede istediği kadar "evet" oyu çıkardı. Yani ben vermedim Kenan Evren'e oy ama yüzde 92 oranında -siz de hatırlarsanız- maalesef Anayasa referandumunda oy aldılar. Şimdi, günümüze geldiğimizde, 24 Haziran seçimlerinde -AGİT'in raporlarında da var- çok adaletli bir seçim olmadı. Şimdi, Süleyman Soylu milletvekili adayı, ben de milletvekili adayıyım -ki arkadaşlarım da aynı durumda- ben DİSK Genel Başkanlığından istifa ettim, sadece bir emekli maaşım vardı, hiçbir şeyim yoktu, çocuklarımın arabasıyla seçimlere katıldım; e, karşımda kim rakip? Süleyman Soylu. Süleyman Soylu'nun arkasında 250 bine yakın polisi var, TOMA'ları var, jandarmaları var ve istediği yerden istediği sonucu alabilecek güce sahip, neden? Seçim günü 188 bin polise talimat vermiş, 188 bin polis sandık başlarında. Adalet mi bu? Bir başka şey: Binali Yıldırım Başbakan, bir diğer arkadaşımız da milletvekili adayı. Yani bir yere gidiyorsunuz siz, dolayısıyla siz de benim gibi -bir hekim de- olabilirsiniz ama gittiğiniz yerde akrabalarınız, yakınlarınız, sizi sevenler karşılıyor; İzmir'de Binali Yıldırım'ı zorla bütün halk karşılıyor.

ALİ ŞEKER (İstanbul) - 10 bin kişi.

KANİ BEKO (İzmir) - Şimdi, 10 bin kişi toplanıyor ama 10 bin kişi öncesinde genelgeler gidiyor okullara, diyorlar ki: "Siz eğer gelmezseniz, işte, şöyle yaparız, böyle yaparız." Dolayısıyla, devletin araçlarını, devletin paralarını kullanarak onlar da adaydı.

Daha sonra da bir Cumhurbaşkanlığı seçimi yaşandı, biliyorsunuz. Şimdi, Cumhurbaşkanının elinin altında bir örtülü ödenek var, ne kadar olduğu da belli değil. Zaten Sayıştay Başkanını da sanıyorum bugün görevden almışlar. Şimdi, bir tarafta Muharrem İnce. Muharrem İnce aday olduğu dönemlerde biz İzmir'de kendi ceplerimizden bankalara para yatırdık ama bir diğer tarafta onun rakibi Recep Tayyip Erdoğan, tepesinde 6 tane helikopter, bilmiyorum, bildiğim kadarıyla 7'ye yakın özel uçağı var, on binlerce koruması ve dolayısıyla, Recep Tayyip Erdoğan da aday, Muharrem İnce de aday. Şimdi, adalet bunun neresinde? Böyle bir şey olur mu arkadaşlar?

Ve bu koşullarda muhalefetteki seçilmiş, sandıktan çıkmış her vekili kutluyorum. Beni dinlediğiniz için hepinize teşekkür ediyorum; sağ olun, var olun diyorum.