| Komisyon Adı | : | SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU |
| Konu | : | Sağlıkla İlgili Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi(2/1186) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 06 .11.2018 |
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Teşekkürler Sayın Başkanım.
Değerli üyeler, demokratik kitle örgütlerinin değerli mensupları; biraz önce Sayın Bakanı dinledik, onunla ilgili olarak da bazı yanıt niteliğinde saptamalarım olacak ama Sayın Bakanı dinleyince, keşke AK PARTİ'li ve MHP'li üyeler de konuşsaydı, madde 5 konusunda görüşlerini kısa da olsa beyan etselerdi ve -o konuda söyleyeceğimiz- ne düşündükleri konusunda konuşsalardı ya da konuşabilselerdi çok yararlı olurdu, bu tartışma ve yanıt verme bakımından kısa da olsa yararlı olurdu.
Şimdi, tabii, bu saatte herkes yoruldu. Dün de Anayasa'nın 17'nci maddesini hayli ihlal ettik hekimler ve hukukçular olarak. Umarım bu gece, bu sabah o kadar olmaz. Ben elden geldiğince konuşmamı teknik öğeleriyle konunun sınırlı tutmaya çalışacağım. Tabii, konu biraz bana yapılan yollamalar, referanslar nedeniyle hâliyle kanun hükmünde kararnamelere değineceğim ama zaten bu yasanın 5'inci maddesi de gerek esin kaynağı olarak gerek yazım tarzı olarak kanun hükmünde kararname kalıbını aldığı için dolayısıyla onlardan bahsetmeden geçemeyeceğim.
Fakat dil konusunda, izninizle, 1981 sonlarıydı, Fransa'dan doktoramı tamamlayıp gelmiştim. Bir lokantaya gittik. "Rus salatası" dedim. Arkadaşlar dediler ki: "Artık Rus salatası yok, ona Amerikan salatası deniliyor." Çünkü 12 Eylül darbesinde kullanılan, "antikomünist, Sovyetler Birliği karşıtı.." Şimdi buradaki yapılan konuşmalarda... Ben, tabii, ilkokulda, yaklaşık altmış yıl kadar önce "ke" diye öğrendim, "he", "ke". Dolayısıyla "Ke He Ke" diyorum ilkokulda öğrendiğim üzere. Hâliyle yollama yapacağım için bunu da şimdiden belirteyim.
Şimdi, burada, kişisel bir soru değil ama dediğim gibi, çok yollama yapıldığı için... Hiçbir zaman kişiselleştirmedim ben bu konuyu. Gerek yerli gerek yabancı gazetecilere, medyaya "Hayır" dedim, "Benimle röportaj yapmak istiyorsanız genel olarak durum nedir, onu konuşurum." Yoksa, İbrahim Kaboğlu olarak yapmadım bunu. Gerçekten AK PARTİ'li kurmaylar, tanıdığım, tanımadığım, telefon ettikleri zaman, onlara da "Hayır, sadece ben değilim, KHK ek listesinde benim gibi yüzlerce, binlerce kişinin adı var. Nasıl ki benim terörist olmadığımdan eminsiniz, benim de onlar içerisinde en azından tanıdıklarım var ve birçok tanıdığım." Çünkü aynı gecede 4.661 kişi aynı listede yer alıyorduk; 330 akademisyen, bunların içerisinde 4'ü de anayasacı idi. Şimdi, bu benim söylediğim arkadaşlara, Sayın AK PARTİ'nin kurmayı niteliğindeki vekillere: Bir çözüm var, bu listeleri gözden geçirmek ya da iptal etmek. Gerçekten Sayın Başbakan 22 Şubat tarihli konuşmasında, "Evet, yanlış yapılıyor, kurunun yanında yaş da yanıyor, biz de zaten bunu basından öğreniyoruz." dediler, "Komisyon kuruluyor, birkaç hafta içerisinde düzeltmeler yapılacak." dedi. Tam bir ay sonrası Sayın Canikli "Onu biz yapmıyoruz zaten, MİT düzenleme yapıyor. 16 Nisan referandumundan sonra onu değiştireceğiz." dediler. Yani sözün özü şu: Bugünkü metnin esin kaynağı KHK maddeleri, özellikle ilk madde olduğu için ve o tarzda yazıldığı için bunu belirleme gereği duydum ve sonuç olarak daha sonra neler oldu, onu bilmiyoruz fakat CHP tarafına gelelim. CHP kurmayları -dört ay öncesine kadar CHP idi benim gözümde- Sayın Kılıçdaroğlu ve kurmayları beni partiye davet ettiler, milletvekilliğine ve bu kez AK PARTİ ile CHP arasındaki fark bu şekilde ama beni, İbrahim Kaboğlu'nu kurtarmak ve yardım etmek için değil, ama bu konunun önemine hâlâ inanıyorlar ve belki benim burada bulunmamla bu sorunun çözümüne bir katkı sağlayabileceğimiz umuduyla. Şimdi bu gözle lütfen konuşmalarımı değerlendirirseniz... Dediğim gibi, teknik açıyla, bakış açısıyla sınırlı tutmaya çalışacağım.
Bu konu gerçekten bu torba kanunun bağrında yatan bir konu, 5'inci madde. 5'inci madde sadece hukuki bir konu değil. Arkadaşları dikkatle dinledim şu ana kadar, lehe, aleyhe konuşmalar, hep aleyhe oldu gerçi ama Sayın Bakanın dışında. Notlar da aldım. O tekrarlara girmeyeceğim. Neden "KHK ek listesi" diyorum? Çünkü şöyle bir durum var: Gerek beni arayanlar, aramayanlar... Kanun hükmünde kararnamenin altında imzası bulunan sayın yetkililer ile ek listeler birbirinden farklı. Yani ek listeleri yapanlar kanun hükmünde kararnamenin altında imzası bulunan kişilerden farklı, bir.
İki: Ek listede adınız yer alınca bunun etkisi ihraç filan değil, kapsam bakımından, zaman bakımından ve mekân bakımından ölçüsüz yaptırımlar getiriyor. O nedenle "ihraç ya da ihraç edildi", bu karşılamıyor, yaptırımın boyutlarını.
Şimdi, bu belirlemeyi yaptıktan sonra, tabii ki Sayın Bakan özellikle KHK'leri savunucu ve meşrulaştırıcı bir dil kullandı. Ona üzüldüm de aynı zamanda. Değişmiş olmasını beklerdim çünkü Sayın Bakan, dediğim gibi, sizin partinizin kurmaylarından bir çoğu "Bu haksızlık olmamalıydı." dediler ve neden bunun çok önemli bir haksızlık olduğunu farklı biçimlerde arkadaşlar dile getirdiler, ben sadece birkaç öğesine değinmekle yetineceğim. Çünkü gerçekten burada Anayasa'nın 120, 121 ve 122'nci maddelerine, o çerçeveye baktığımız zaman, çıkarılan kanun hükmünde kararnameler bu çerçevede yer almıyor yani asgari ortak kurallar bakımından kararnamelerin niteliği kısmidir, geçicidir, hukuki denetime açıktır. Bu açılardan, bu, asgari kriterleri; bu 30 küsur kararname çıktıysa çok büyük kısmı bunları çok yönlü olarak ihlal etmektedir. Bu açıdan tabii ki Anayasa Mahkemesinin kararına, özellikle sizin bu kanun hükmünde kararnameler konusunda yaptığınız belirlemeler ışığında bir cümleyle değinmek istiyorum. Anayasa Mahkemesinin...
ABDULLAH GÜLER (İstanbul) - Hocam, biraz konferansa döndü bu, yani öğrencilik dönemlerimizi hatırladık ama. Daha somut, olaya...
ALİ ŞEKER (İstanbul) - Anayasa'ya aykırı iş yapıyoruz da ondan.
ABDULLAH GÜLER (İstanbul) - Yani konferansla olmaz bu iş Hocam. Daha kısa, daha somut... Bu dersleri aldık yani...
JALE NUR SÜLLÜ (Eskişehir) - Anayasa ihlalini anlatıyor, Anayasa'yı nasıl ihlal ettiğinizi söylüyor.
ALİ ŞEKER (İstanbul) - Anayasa ihlalinin pratik uygulamaları...
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, devam edebilir miyim?
BAŞKAN - Buyurun Hocam, buyurun.
ABDULLAH GÜLER (İstanbul) - Öğrendik arkadaşlar, öğrendik.
ONURSAL ADIGÜZEL (İstanbul) - Biraz daha öğrenirsiniz.
ALİ ŞEKER (İstanbul) - Yeteri kadar öğrenememişsiniz.
JALE NUR SÜLLÜ (Eskişehir) - Öğrenseniz geçirmeye çalışmazsınız.
BURHANETTİN BULUT (Adana) - Burada Başkan var ama ya. Biz müdahale etsek doğru mu yani?
BAŞKAN - Evet, teşekkür ederim.
ALİ ŞEKER (İstanbul) - Öğrenseniz böyle kanun teklifi vermezdiniz.
ABDULLAH GÜLER (İstanbul) - Ama gecenin bu saatinde bu kadar yoğun...
BURHANETTİN BULUT (Adana) - Burada Başkan var, siz Başkana saygısızlık yapıyorsunuz.
ABDULLAH GÜLER (İstanbul) - Ama gecenin bu saatinde konferans iyi olmuyor diyorum.
BAŞKAN - Sayın Vekilim... Sayın Bulut...
BURHANETTİN BULUT (Adana) - Direkt Başkana saygısızlık yapıyorsunuz.
BAŞKAN - Sayın Bulut... Sayın Bulut...
ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) - Siz yeni geldiniz daha, ne dinlediniz ki?
BAŞKAN - Arkadaşlar, karşılıklı konuşma devam ederse...
BURHANETTİN BULUT (Adana) - Direkt, bodoslama giriyor.
BÜLENT TURAN (Çanakkale) - Hocam, biz dinliyoruz sizi.
BAŞKAN - Hocam, biz dinliyoruz.
Buyurun.
BÜLENT TURAN (Çanakkale) - Hocam, istifade ediyoruz.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli üyeler; benim niyetim ders vermek filan değil, üniversiteye dönme hevesim de yok. Zaten ben bu defteri kapattım dedim, sizinkilere de bunu söyledim, bunu kapattım. Çok şükür, kitaplarım yurt içinde, yurt dışında aranıyor. Benim böyle bir şeyim yok. Politika da benim hevesim değildi ama eğer benim burada varlığım birçok vekil gibi... Eğer Türkiye'nin karşı karşıya bulunduğu, karşı karşıya geldiği bu büyük sorunlara burada konuşarak, birbirimizi anlayarak çözüm üretebilirsek... Yoksa ben bir Anayasa dersi vermiyorum -eğer benden ders aldıysanız bunun çok iyi farkında olmanız gerekir- ancak çok önemli olan hususlara Sayın Bakanın değindiği üzere... Bir tür kanun hükmünde kararnameleri, sanki onlar Anayasa'ya uygunmuş ve onların yasalaştırılmasıyla onlar Anayasa Mahkemesi kararlarına göre, Avrupa Mahkemesi kararları düzleminde, niteliğinde, içerik olarak yasa niteliği kazanıyormuş gibi bir açıklama yaptı, öyle bir izlenim doğdu. Bunu özellikle vurgulamak açısından... Şimdi bu bakımdan konuya bakıldığı zaman, esasen bunların yasalaştırılmasının -az önce belirttiğim üzere- bu olağanüstü hâlin geçicilik, kısmilik ve denetime açık özelliklerini büyük ölçüde ihlal ettiğini görmekteyiz çünkü 19 Temmuzda bunlar yürürlükten kalkmalıydı. Peki, ne oldu? Tam tersine, bunları yasalaştırdık ya da yasalaştırdınız ama öte yandan, 7145 sayılı Yasa'yla OHAL üç yıl daha uzatıldı. Sayın Bakan, aslında 7145 sayılı Yasa'nın -bizim, burada, temmuz ortalarında Adalet Komisyonunda uzunca dile getirmeye çalıştığımız üzere- tanıdığı yetkiler bile, esasen böyle 5'inci madde gibi bir düzenlemeyi yapmanın gereğini, gereklerini ortadan kaldırmış bulunuyor. Dolayısıyla bu, esasen, zincirleme bir yaptırım sistemini getiriyor. Peki, ne yapıyor 5'inci madde? 7145 sayılı Yasa, dikkat ederseniz... Ben şu ana kadar değinilmeyen hususlara özellikle değinmeye çalışıyorum. 7145 sayılı Yasa'ya getirdiği yaptırımları derinleştiriliyor, genişletiyor ve kalıcı hâle getiriyor. Peki, bunu nasıl yapıyor bu madde 5? Üç temel ilkeyi ihlal ederek yapıyor. Bir, hukukun -genel ilkelerine girmiyorum; Anayasa'mızda yazılı olan açık ilkelerinden önce, diğerleri dile getirildiği için onlara girmiyorum- eşitlik, objektiflik ve kişilik dışı düzenleme özelliği ve özelliklerini ihlal ediyor. İkincisi, bilimsellik ilkesini ihlal ediyor çünkü doktorluk diplomasını fakülteler veriyor yoksa bunu herhangi bir kanun maddesi ne verebilir ne de alabilir bu düzenlemeyle. Hâliyle üçüncüsü de uzmanlıktır ve bu da yasayla düzenlenemez. Burada üç ilke karşımıza çıkıyor.
Sayın Bakan, ben sizleri çok dikkatle dinlemiştim, sol cenahı da sağ cenahı da çok dikkatle dinledim, her tarafı dinledim.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Biz de dinliyoruz Hocam.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim.
Şimdi, burada, liyakat ilkesinin ve eşitlik ilkesinin açık ihlalinin yanı sıra, "bilimsellik" ve "uzmanlık" kavramlarını kullandım. Aslında, bizim, geçmişte sıkıyönetim döneminde, 12 Eylülden sonra sıkıyönetim...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - ...komutanlarının emriyle görevden uzaklaştırılan özellikle öğretim üyeleri ve kamu görevlilerinin göreve iade edilmesini sağlayan özellikle mahkeme kararları da bizim hukukumuzda kazanılmış haklar çerçevesinde mutlaka not edilmelidir ve bunların başında 1989'da Danıştay Dava Daireleri İçtihadı Birleştirme Kurulunun verdiği karardır. Bakın, 1982 Anayasası'nın ilk hâlinde verdi bu kararı, sadece 1987 değişikliği vardı. Üç açıdan verdi; ölçülülük ilkesi açısından, açıkça 13'üncü maddede ölçülülük ilkesi yoktu, olmadığı hâlde. İkincisi, denetim yönünden verdi yani "Sıkıyönetim komutanlığı tarafından son verme işlemleri yargı denetimi dışında bırakılamaz." dedi Danıştay. Üçüncüsü de Türkiye'nin uluslararası yükümlülükleri açısından verdi. Mahmut Tanal'ın biraz önce saydığı ayrıntılı uluslararası yükümlülükler listesi yoktu o zaman çünkü Türkiye henüz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bağlayıcı yetkisini tanımıyordu. Kısaca, aslında, 5'inci maddenin iç hukukumuza aykırı olduğunu söylemek için -uluslararası hukuka gitmeden- esasen içtihadi kazanımın da bunu teyit ettiğini söyleyebiliriz.
Ben, tabii, burada anayasal maddeleri sıralamaya girmeyeceğim, arkadaşlar sıraladılar. Sadece, hukuk devleti ve sosyal hukuk devleti kavramının bir kez daha altını çizeyim, diğerlerini büyük ölçüde dile getirdiler, yeniden girmiyorum.
Yalnız, hatırlayalım, 12 Eylül nasıl aşıldı? Genç vekiller belki o kadar hatırlayamayabilirler. 1991 seçimlerinde hangi tarafa mensup olursa olsun, en sağdan en sola kadar bütün partiler demokrasi vaadiyle girdiler. 1991 seçimleri bu bakımdan çok önemliydi ama bu seçimler siyasal akımlarla, fikrî akımlarla desteklendi. Hatırlayın, kamu görevlileri eylemler yaptılar, ayakkabılarını ellerine aldılar, toplu viziteye çıktılar ve bu şekilde hukuki mücadele ile fikrî ve eylemsel mücadele birlikte yürütüldü. Bunlar bizim kazanımlarımızdır.
Şimdi, bu metne gelince, 5'inci maddeye gelince -dediğim gibi, çok atladım- ama bu maddeyi okuyunca... Bakın, değerli üyeler, Sayın Bakan kanun hükmünde kararnamelere bir övgü söylemiyle yaklaştı. Ama Sayın Bakan "Millî Güvenlik Kurulunca verilen karar" kavramı buraya da konmuş. "Ders veriyor." diyen vekil arkadaşımız hatırlayacaktır. Biz 1'inci sınıftan alırız, öğrencilerimize "Millî Güvenlik Kurulunun icrai karar verme yetkisi yoktur." deriz. Sayın Turan, hukukçu olarak çok iyi biliyorsunuz.
ABDULLAH GÜLER (İstanbul) - Hocam, ben de biliyorum.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Tabii, işte o nedenle. Şimdi, "Bunu çok iyi biliyorum." dediğinize göre, o zaman buna "hayır" oyu vereceksiniz demektir.
ABDULLAH GÜLER (İstanbul) - Hocam, bir şey daha söylemiştiniz siz: "Bilgilendirme esastır, irade serbesttir." Bizi yönlendiriyorsunuz ama.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Yok, hayır ama ben eğer bunun Anayasa'ya aykırı olduğunu söylemezsem, o zaman ben aldığım maaşı hak etmemiş olurum yani ben görevimi etik açıdan da yapmam lazım.
MAHMUT TANAL (İstanbul) - Yemin var Hocam, ettiğiniz yemin var.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Üstelik "Anayasa'nın üstünlüğüne" diye yemin var, tabii, yemin var.
Sevgili vekiller ama yapmayalım yani burada, arkadaşlar, ben CHP vekili olarak değil de bakın...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Hocam, toparlayabilirsek...
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Tabii, toparlıyorum Sevgili Başkanım.
Teşekkür ederim.
Ben CHP vekili olarak değil de eğer uzman olarak gelseydim farklı bir şey söylemezdim, belki de dilim daha sivri olurdu çünkü şu anda bir politik kimliğim var, acaba parti mensubu olduğu için mi... Hayır, öyle değil, daha şey konuşmadığımı tahmin edersiniz. Çünkü burada, bakın, "Millî Güvenlik Kurulu" diyorsunuz ama...
İSMAİL TAMER (Kayseri) - Hocam, Burhan Kuzu olsaydı böyle konuşabilecek miydiniz?
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Burhan Kuzu keşke olsaydı. Televizyonlar bana "Burhan Kuzu'yla televizyona çıkar mısın?" dediğinde, tabii, çıkarım dedim ama Burhan Kuzu yapmadı.
HALİL ETYEMEZ (Konya) - Kibar konuşuyorsunuz.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Sağ olun, eksik olmayın, teşekkür ederim.
Sayın vekiller, ben, şimdi, dikkat ederseniz, hiçbir şekilde kişiselleştirmedim. Beni bu kanala sokamazsınız. Dediğim gibi, vekillik benim için bir amaç değil bir araçtır. Hep birlikte belki ülkemizin geleceği için, hukuka dönüşü için çözüm ve katkımız olursa o bizim için yeterli bir nedendir diye düşünüyorum. O bakımdan, Millî Güvenlik Kurulu tavsiye kararı verir, doğru ama burada icrai karar biçiminde yer alıyor ve Sayın Canikli'nin dile getirdiği husus, evet, burada "MİT" yazamıyoruz tabii ki ama esasen Millî Güvenlik Kurulunun elinde bir şey yok çünkü karar alamıyor ya da kimin ne yaptığını bilmiyor, esasen MİT yapıyor, dolayısıyla MİT koyuyor buraya. Bu bakımdan, bu kavram aynen geçmiş bulunuyor.
Ben tabii ki çokça dile getirilen "irtibat" veyahut da "iltisak" gibi kavramlara girmeyeceğim fakat şöyle toparlayacağım Sayın Başkan sözlerimi: Şimdi, tabii ki bu yasa metni, bu madde metni tekrar tekrar okuduğumuz zaman her seferinde bir madde nasıl yazılmaz, bunu görüyoruz; bir maddenin hem lafzi bakımdan, sözel bakımdan nasıl yazılmayacağını hem de özü bakımından nasıl yazılmayacağını görüyoruz. Bu, sadece kişilik dışı bir metindir -yasa- nesnel bir metindir, genel bir metindir, soyut bir metindir kurallarına aykırı olması itibarıyla değil öngörülebilirlik açısından, ulaşılabilirlik açısından ve anlaşılabilirlik açısından da çok sorunludur. Fakat burada Sayın Bakan biraz önce konuşmasında özellikle vurguladığı için bir kez daha vurgulamak istiyorum. Sayın Bakan, son Başbakanımız, şimdiki Başkanımız, evet, çok önemli açıklamalarda bulundu ama vaatlerini yerine getiremedi. Fakat yakın geçmişte önemli bir tasarrufa imza attı. Sayın vekiller, belki bilmiyorsunuz hepiniz, bazı danışmanlar güvenlik ve arşiv araştırması, soruşturmasına takılmış. Bizim başkan vekilleri de -değişik partilerin- onu Sayın Başkana iletiyorlar, Sayın Yıldırım'a. O da "Olamaz bu. Ben de takılmıştım, iki yıl bekledim." diyor ve o danışmanlar görev başındalar. Bu danışmanlar avukattır, doktordur, mühendistir, şeyden geçmiştir, ruhsat almıştır, diploma almışlardır. Şimdi, bakın, burada, Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında bu yaşanabiliyor ve Başkanın müdahalesiyle aşılabiliyor bu, düşünün, Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında. Sayın Vekil, Sayın Bakan; güvenlik soruşturması o kadar Anayasa'ya, şu andaki Anayasa'mıza tamamen aykırı olduğu gibi, başta 70'inci madde gelmek üzere... Çünkü hukuk fakültesi diplomasını biz veriyoruz. Yani hukuk fakültesi diplomasını verdiğiniz kişi avukatlık yapacak, hâkimlik yapacak, savcılık yapacak. Hayır "güvenlik soruşturması" ne demek bu? Ve ben özellikle bunun subjektif özelliğini kanıtlamak için Emniyet mensuplarına yüksek lisans, doktora tezi yazdırdım yani yaptırdım, konu olarak verdim.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Hayır, böyle bir şey yok, böyle bir şey olamaz. Yani hukuk sistemimizde bunun yeri yok. Bir yasaya siz "güvenlik soruşturması, arşiv taraması" gibi kavramlar koyarsanız o zaman bu bumerang gibi döner dolaşır, bugün, belki muhalifleri biçer ama yarın herkesi biçebilir. Bu bakımdan, bu tür sakıncaların yanında "eşitlik ilkesi" gibi kavramlara, bunlara arkadaşlar değindiler. Son yönlü sakıncaları var ama burada aslolan bilimdir, uzmanlıktır, liyakattir, Anayasa'nın 70'inci maddesidir. Bu bakımdan, bu maddenin tümden çıkarılması, sadece Anayasa'ya uygunluk bakımından değil, toplumsal barış açısından da önemli olacaktır. Ama Demircan'ın sözleri, tabii, belki, hukukçu olmadığı için demeyeyim çünkü hekim bildiğim kadarıyla değil mi, hekim... Hukuk ve tıbbın birleştiği bir nokta var Sayın Bakan, o da ortak payda, somut bulgudur, somut olgudur. Şimdi, siz dediniz ki: "Devlete bağlı olmayan..." Hayır, şimdi, burada devlet ile yöneticileri karıştırmamak lazım çünkü hukuk devletini biz hukuk kuralları bütünü olarak tanımlıyoruz. Dolayısıyla, şimdi hukuka bağlı olmak ile yöneticilere bağlı olmak birbirinden farklı şeyler. Ben devlete tamamen bağlıyım çünkü hukuka bağlıyım, hukuka inanıyorum, hukuk dışında hiçbir şeyim yok. O kadar bağlıyım, hatta yurtseverim ki referans mektubu yazdığım öğrencilere -Almanya, Amerika, Fransa, şu bu- ilk "Geleceksin, değil mi? Döneceksin değil mi?" diyorum. Yüzlerce öğrenciye vermişimdir "Döneceksin, değil mi? Bu ülkeye harcayacaksın emeğini." diye. Dolayısıyla, tabii ki hiçbir biçimde yurtseverlik yarışına girme hevesimiz yok ama burada önemli olan, ayırt etmemiz gereken husus hukuk kurallarına saygılı olmaktır. Yoksa bir yöneticiye, bir bakana, bir MİT mensubuna ya da bir Millî Güvenlik Kurulu üyesine kişisel olarak saygılı da olabilirsiniz, seversiniz de nefret edersiniz de ama önemli olan hukuka bağlı mısınız, budur.
Şimdi, şöyle bitiriyorum Sayın Başkan, hukuk ve barış ilişkisini dile getirerek bu konuyu tamamlayacağım ve en son, yine Sayın Demircan'a bir yollama yaparak tamamlayacağım.
AHMET DEMİRCAN (Samsun) - Cevap hakkı doğabilir.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Yok, cevap hakkı değil, kişisel değil.
Mesela, dün akşam, bizim Bursalı milletvekilleri de buradaydı, Bursa'da Yıldırım Belediye Başkanının benim salonumu iptal etmesi. Demiş ki "Beni aday göstermezler. İsterseniz sizin yeni salonun parasını ben vereyim, ne olur, Barış Manço'da Kaboğlu konuşmasın."
BÜLENT TURAN (Çanakkale) - Aslı yoktur.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Hayır, bakın...
Sevgili Turan, ben gidip de burada basın toplantısı filan yapmadım, tenezzül etmem, gerek görmem, kişisel bir şey değil.
Kayseri Belediye Başkanı bir yıl önce özür dilemek için aradı çünkü kitap fuarına "hayır" demişti. "Efendim, siyasal nedenlerle değil, salonumuz yok." dedi. "Ama kitap standında bulunmak salonla ilgili değil ki." dedim.
Balıkesir Belediye Başkanı, KHK listesinde adım yer aldıktan sonra Balıkesir'e gittim, "Hocam, belediye salonunu iptal etti." dedi, alternatif yer bulmuş, ama tabii ki birkaç ay sonra ağlayarak görevden ayrılmasına sevinmedim ben. Yani kurtaramadı.
Dolayısıyla, ben kişisel şeylerle uğraşmıyorum, ilgilenmiyorum, bu oluyor, maalesef, ama buradaki sorun, bu üç örneğe değinmemin nedeni şu: Hukuk eksikliği ortak nokta yani hukuka saygı olayı. Burada hukuka saygı konusuna geldiğimiz zaman, tabii ki asgari kazanımlarımız önemli benim saydığım; Anayasa, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler, özellikle arkadaşların saydığı.
Bu açıdan, tabii, bu maddenin tümüyle geri çekilmesi, zannediyorum AK PARTİ'li ve MHP'li vekiller açısından da değerlendirilmesi gereken son derece önemli bir konu.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Son husus Sayın Başkan, Demircan'a çok yollama yaptım ama dediğim gibi, keşke sizler de konuşsaydınız da sizlerle de bu şeyi yapabilseydik.
Umarım İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu inisiyatif alır da İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin 70'inci yılını birlikte kutlarız çünkü bu yıl, aynı zamanda onun ve bizim 27 Mayıs 1949 tarihli Resmî Gazete'de yayınlammış ve iç hukukun bir parçası hâline gelmiş bulunuyor.
Şöyle bir kural var: İnsan hakları düşüncesi evrensel, uygulama yerel. Yani düşünce evrensel ama burada saygı gösterirsek o düşünce uygulamaya geçer, saygı göstermezsek ihlalin giderilmesi her zaman mümkün olmayabilir.
Bu açıdan, özellikle iktidarınızın ilk döneminde ben İnsan Hakları Danışma Kurulu Başkanı olarak çalıştım. Seçimle gelmiştim. Benim girdiğim seçimde kaybeden kişi FETÖ'cü... O zaman o deyim yoktu "Fetullah Gülen Hocaefendi taraftarı" deniliyordu. Sonra o kişi İnsan Hakları Başkanlığına atandı ve hazırladığımız Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Raporu nedeniyle biz savcılığa verildik; yargılandık, yargılandık. Avrupa Mahkemesine gittik Sayın Bakan. En son, geçen hafta karar verildiği için, 30 Ekim günü, Baskın Oran'la ben aklandık. Kısmen tazminat, yaşam hakkınız ihlal edildi, 8'inci madde ama ne zaman oldu bu, ne zaman oldu? Bakın, sizin partinizin, iktidarınızın ilk döneminde ihlal edilen bir hak söz konusu idi ve on yıllık gecikmeyle. Oysa o sırada ihlal edilmeseydi, işte, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı, bugün de konuşuyoruz. Gerçi Yargıtay Ceza Genel Kurulu bunun suç olmadığına karar verdi ama orada kırılan kırıldı, dökülen döküldü. Bu nedenle, o sırada saygı gösterilseydi, pekâlâ, belki bugün, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlığı konusunda hayli adım atılmış olurdu. Ama talihsizlik odur ki Sayın Başkan, değerli vekiller; AK PARTİ'nin ilk döneminde, hadi sizlerin o zaman farklı adlandırdığı ayağın kışkırtmasıyla mahkemelere düştük, hiç değilse dava yolu ama son dönemlerimizde, benim de mesleğimin kıdemlilik döneminde, bu kez o yolu da çok gördünüz ve bir gece yarısı yayınlanan kanun hükmünde kararnamede adıma yer verdiniz. Öyle ki şimdi, neden o kanun hükmünde kararnameler... Sevgili vekilimiz, bir zamanlar benimle ortak ders yapmış olan, rahatsızlığını dile getirdi ama neden o yok hükmündedir hukuken? Anayasa Mahkemesinin 2014'te verdiği karar gereği tamamen konu dışı olduğu için, onu imzalayan ile listeyi hazırlayan farklı olduğu için. Onun altında imzası olan kişiler, bazı bakanlar beni o kadar yakından tanıyor ki eskiden başka partide iken, başka partilerin başkanı, sorumlusu iken benden Anayasa konferansı alabilmek için haftalarca bekliyorlardı, fakülteden bazı meslektaşları devreye sokuyorlardı filan yani tanıyorlar yakından ama burada, buna rağmen, benim adımı koydular demiyorum. Benim söylemek istediğim, kendileri imzayı atmış, içini başkaları yapmış. O nedenle, hukuken yok hükmünde ve dünyanın hiçbir ülkesinde -Sayın Başkan, bitiriyorum- binlerce, on binlerce, yüz binlerce kişinin adının yer aldığı kanun yok.
Sayın Demircan, Sevgili Bakan, işte, az önce dediğiniz bunlar kanunlaştırıldı. Kanunlaştırıldı ama kusura bakmayın, ben bunları hukuki katliam olarak...
AHMET DEMİRCAN (Samsun) - Türkiye'nin karşı karşıya kaldığı FETÖ saldırısıyla ilgili hiçbir şey söylemediniz.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Ama, bakın, işte beni görüyorsunuz. Bakın, ben başkalarından söz etmiyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Hocam, bitirebilir misiniz.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Bitiriyorum. (Gürültüler)
Bakın, Sayın Demircan, beyler, ben bitiriyorum izninizle.
Sayın vekiller, benim söylemek istediğim husus şu: Biz toplumsal barışı ancak hukuk yoluyla sağlayabiliriz. Hangi görüşe mensup olursak olalım hukukta buluşalım. Hukuk yolu toplumsal barışın biricik yoludur.
Şimdi, siz "Nasıl sağlayacağız?" dediğiniz için, benim öz geçmişimi size göndereyim. Benim eğer hukuk dışı bir şeyim varsa, ben bırakın hemen istifa etmeyi, intihar etmeye bile hazırım. O kadar önemli ki bu. Hukuk dışı bir şeyim varsa... Evet, ben İbrahim Kaboğlu olarak yanlış yapabilirim, hatalı olabilirim ama hukuk dışı bir şeyim varsa... O kadar eminim ki ben kendimden, hukuka inancım o kadar yüksek ki...
Siz buraya koyduğunuz zaman bunu, e, peki, soruşturma yok, yargılama yok, tıp fakültesini bitirmiş. Peki, neye göre? Hayır, olamaz böyle bir şey, yapmayalım bunu. Bunu yapmayalım. Yani biz yardımcı olalım size. Ülkemizin geleceği, ülkemizin barışı, hep birlikte... 10 Aralıkta birlikte konuşalım insan haklarını, insan hakları yoluyla barışı, birliği, bütünlüğü nasıl sağlarız, bunu yapalım ama hukuk dışı yollara imza atmayalım ve eminim ki eğer o kararnameler, kanunlaşan kararnameler ki benim adım olduğu gibi yüz bin, yüz elli bin kişinin adı kanunlarda yer alıyor. Bu olamaz yani bu sürdürülebilir değil. Eğer ben suç işlemişsem... Diyorsunuz ki: "Benim kardeşimin suçu yok." Doğru, ama, peki, iyi de benim çocuğum olursa, benim torunum, yüz yıl sonra "Dedemin adı Millî Güvenlik Kurulu tarafından verilen, terörle iltisakı olan kanunda yer alıyor." diyebilir. Sayın vekiller, bir an için düşünelim. Millî Güvenlik Kurulunun zaten karar alma yetkisi yok, Anayasa'ya aykırı böyle bir şey. İbrahim Kaboğlu verdi ama siz yüz yıl sonra neyi ispatlayacaksınız sizden sonra? Yani bunlar çok önemli şeyler, temel hususlar. Dediğim gibi, hangi görüşe mensup olursak olalım hukuk bizi birleştirmeli, hukuk bizim için asgari ortak payda olmalı, tıp da tabii ki o nedenle. İşte, hukuk ile tıp... Siz nasıl ki hani "Ya 'Başım ağrıyor.' dedi, şunu vereyim." demezsiniz hekim olarak, biz de hukukçu olarak "Ya, bu olsa olsa bunu düşünür." diyemeyiz. Her ikimizin birleştiği nokta, ortak paydası somut veriler, somut öğeler, somut üzerinden gidelim. Bu madde, bu 5'inci madde çok tehlikelidir ve bu torba kanununun omurgası değil, omuriliği budur. Bunun üzerinde düşünelim. Ben eminim ki bunu çıkarırsak, bu, metinden tümüyle çıkarsa toplumsal barış konusunda, şiddete karşı, terörizme karşı ortak tavır konusunda çok önemli bir mesafe alacağız.
Çok teşekkür ederim sabrınız için.