| Komisyon Adı | : | SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU |
| Konu | : | Komisyon Başkanı Şenel Yediyıldız'ın açıklaması ile (2/1186) esas numaralı Kanun Teklifi'nin 5'inci maddesinin tekririmüzakeresine açık olduklarına ilişkin açıklaması |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 07 .11.2018 |
BÜLENT TURAN (Çanakkale) - Sayın Başkan, değerli Komisyon üyesi arkadaşlarım; ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sondan başlayayım, az önce Değerli Başkanımız "Grup başkan vekillerimizin burada olmasından rahatsız değiliz." dediler. Ben de böyle bir rahatsızlığı olan arkadaşımızın olmadığını ümit ediyorum çünkü her komisyona grup başkan vekillerimiz katılırlar, parti adına fikir ifade ederler. Hatta dün garipsediğim bir şekilde mesela sataşmadan söz verdi Sayın Başkan, oysa grup başkan vekillerimiz -hangi partiden olursa olsun- talep ettiklerinde, başkanının da takdiriyle konuşma yaparlar, yardımcı olurlar, sürece, müzakereye katkı sağlarlar, o yüzden sataşmadan söz almaya gerek kalmaksızın konuşabilirler. Bu, yeni olan bir şey değil, her komisyonda her kanunda olan bir tarzdır, ilk defa olan bir iş değil. Ben 24'ten beri milletvekiliyim, yedi sekiz seneden beri milletvekiliyim; çok farklı komisyonlarda, çok farklı görevlerde bulundum grup başkan vekili olarak da, olmayarak da. Öyle grup başkan vekillerinin gelmesinden rahatsız olunmaz; gelmezse eksik olur, kusur olur diye düşünüyorum, bu birincisi.
Değerli arkadaşlar, öncelikle meseleye sonuç odaklı bakacağım. Burada saatlerce konuşup da polemik yapmak tarafında değilim. Bir defa, dünkü görüntüler de, gece ikideki görüntüler de basına yansıdı, hep beraber baktık, vesaire. Hiçbir kimsenin Meclise yakıştığı, hiçbir partiye yakıştığı şeklinde bir iddiası olamaz. Siyasete olan güveni zedeleyen, siyasete olan tarzı, tavrı gözden geçirten, olumsuz bir görüntü olarak maalesef kamuoyuna yansıdı. Keşke bunlar olmasaydı, bunu samimiyetle ifade etmek istiyorum. Bu görüntünün hiç kimseye faydası yok yani bağırana da bağırılana da, susana da konuşana da, hiç kimseye faydası yok. Sonuçta partiler gelir geçer, iktidarlar değişir ama Meclis cumhuriyetimizin kurulmasından bugüne bu milletin en etkin mercisi olarak burada olmaya devam edecek. Dolayısıyla, siyasetin zayıfladığı bir mekânda, zamanda başka başka kurumların, başka başka anlayışların daha çok hayata yön vermeye başladığına hep şahitlik ettik eski yıllarda. Meclis yoksa başkaları var olacak, o yüzden diyoruz ki: Meclisteki görüntülerin, AK PARTİ'yi veya diğer partileri bir yere bırakın, kendi başına Meclise, siyasete saygınlık kazandırması lazım. Bir daha diyorum: AK PARTİ önemli bir iktidar partisi ama belki otuz sene sonra, belki elli sene sonra bu ülkenin siyasetinde olmayacak veya tam tersi. O yüzden diyorum ki bizim fotoğrafımızı verirken her partinin hassas davranmasında büyük fayda var. Bir defa "Dünyanın en haklı adamı benim, herkes haksız." yaklaşımı doğru bir yaklaşım değil. Şimdi, konuşmalara bakıyorum, dün de çok uzun takip ettim, her söz alan "Dünyada tek doğru benim, herkes yanlış." gibi yaklaşıyor. Yani, iktidar partisi olmanın sorumluluğunu, tüm kurumlardan gelen kanaatleri, devletin güvenliğine ilişkin bazı hassasiyetleri hiç düşünmeden, sadece kendi olduğu pozisyonun gereği olarak değerlendirmenin de doğru olmadığı kanaatindeyim. Yani, burada oturmanın farklı bir sorumluluğu var, karşıda oturmanın farklı bir sorumluluğu var ama birbirimizi anlamaya çalışırken sadece karşı taraftan anlayış beklemek, "Sen iktidarsın, dinleyeceksin; sen iktidarsın, anlayacaksın." tarzının da doğru olmadığı kanaatindeyim. Anlayacaksak beraber anlayacağız.
Şimdi, kıymetli vekilimiz ifade etti: "Ben işçilerin haklarını kolluyorum. Gidin, dinleyin işçilerimizi." falan falan... Eyvallah, dinleyelim ama -kızmak yok- büyük bıyık bırakarak işçiler kollanmaz, böyle bir âdet yok. Mesele şu: Ben bir demirci adamın oğluyum, yıllarca işçilik yaptım, elim ayağım kaynak içerisinde kaldı. "Sadece biz varız ve bunu biliriz." demeyin ne olur, beraber bakmaya çalışın. Benim de dinlediğim işçi kardeşim var, senin de var, onun da var, bunun da var. Dolayısıyla, her toplum kesimini değerlendirirken başka dünya yokmuş gibi düşünmek doğru değil. Halktan kopan insanlar değiliz ki, biz de dinliyoruz. Size gelen tepkiler, teklifler, eleştiriler bize de geliyor ama bir daha söylüyorum: Ben sadece, bu ülkede hiç darbe girişimi olmamış gibi, şehit olmamış, gazi olmamış gibi "KHK'yle atılanlar için haklar olması lazım." diyen bir insan olamam. Tabii ki bu işleri yaparken demokratik kurallar içerisinde, evrensel hukuk kaideleri içerisinde adım atmak en büyük görevimiz ama bu ülke daha iki sene önce hepimizi çok ciddi tehditle karşı karşıya bırakan, ülkenin geleceğini karartan bir darbe girişimiyle karşı karşıya kaldı. Konuşmalara bakarken bazen onu görüyorum, sanki bu ülkede hiç böyle bir şey olmadı, 15 Temmuz olmadı...
ALİ ŞEKER (İstanbul) - Çünkü biz darbe yaşadık...
BÜLENT TURAN (Çanakkale) - Ali Bey, kayıtta mı şu an? Kayıtta mı Ali Bey? Kayıtta mısınız, değil misiniz?
ALİ ŞEKER (İstanbul) - Yayındayım, yayında.
BÜLENT TURAN (Çanakkale) - Şu an yayında mıyız?
ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) - Yayında.
BÜLENT TURAN (Çanakkale) - Peki, teşekkür ediyorum.
ALİ ŞEKER (İstanbul) - Sizi de yayınlıyoruz.
BÜLENT TURAN (Çanakkale) - Şeker TV'nin bu demokratik tutumunu takdirle karşılıyoruz.
ALİ ŞEKER (İstanbul) - Havuz medyası gibi yapmıyoruz.
BÜLENT TURAN (Çanakkale) - Hay senin de, havuzunun da şimdi ya... Konu bu değil ya, dur.
Değerli arkadaşlar, istiyoruz ki birbirimizi daha iyi anlayalım ama bu anlayış sadece bir taraftan beklenirse bu doğru olmaz. Şimdi, mesela arkadaşlarımız ısrarla "Direnme hakkı, engelleme hakkı anayasal bir haktır, uluslararası hukuktur." dedi, vesaire. Baş tacı; direnme hakkı bir haktır ama diyorum ki direnmeye karşı direnmek de bir haktır, engellemeye karşı engellemek de bir haktır Sayın Hocam, öyle değil mi? Şimdi, hukuk hangi alanda olursa olsun iyi niyet kuralıyla başlar. İyi niyet kuralıyla pekiştirilmeyen bir hukuki anlayış olabilir mi? Konuşmak hak mıdır? Haktır tabii ki ama siz iki saat hiç durmadan konuşma yaparmış gibi yaparsanız, hayat hikâyesi, metinler okuyarak, onlar, bunlar...
ALİ ŞEKER (İstanbul) - On bir saattir...
BÜLENT TURAN (Çanakkale) - Bir izin ver ya, ben konuşayım gözünü seveyim. Bugün, şimdi biraz da ben konuşayım.
Değerli arkadaşlar, iki saat konuşur da hiç kimsenin buna müdahale etmemesini beklerseniz bu yanlış olur. Sağlığı konuşurken, uluslararası insan haklarını konuşurken "soykırım", "tek adam", "faşizm" tarzı ifadeler havada uçuşursa, sanki Türkiye'nin vekili değil de bir başka ülkenin vekiliymiş gibi ifadeler kullanılırsa bırakın da birileri buna "Dur." desin, "
Yanlış." desin, "Yapmayın." desin. Siz şunu diyorsunuz: "Her şeyi ben yaparım, iktidar ses çıkarmaz." Arkadaşlar, net söylüyorum, kızmak, darılmak yok: Konuşmak bir haksa tekririmüzakere de kifayetimüzakere de benzer düzenlemeler de bir haktır. Dünkü toplantılar olurken hani diyorsunuz ya "Çok geldiniz, çok gittiniz." Evet, çok gelip gittim. İsim vermeyeceğim, içinizdeki bazı arkadaşlarımıza, vekillerimize, muhalefet partilerine yalvardım ya, dedim ki: "Bak, bu böyle giderse bunun sonu iyi olmaz, tatlı olmaz, çıkan hakaret ederse, iki saat konuşursa bu Komisyon çalışmaz." Lütfen müdahale eden arkadaşlarınıza, on dakika mı, yirmi dakika mı, yarım saat mi konuşsunlar, baş tacı. "Hiç kimse konuşmasın." diye bir derdimiz yok ama konuşmayı burası çalışmasın diye bir ara argüman hâline getirirseniz konuşma değil, başka bir niyete hizmet edersiniz. O zaman da biz diğer haklarımızı kullanırız. Bir daha söylüyorum, bakın, 5'inci maddedeki endişeyi anlıyorum, bununla ilgili düzenleme kısmi olarak bizim de var, sizlerin de var, tartışacağız konuşacağız. Hiç önemli değil, tekririmüzakere açarız, 5'i bir daha konuşuruz ama bu iyi niyet temelinde olur. Hiç çekinmiyorum, bir daha söylüyorum, 5'inci madde başta olmak üzere, neyi istiyorsanız, bir daha konuşalım ama iki saat konuşmak olmaz, on beş saat bir madde olmaz. O zaman ne Genel Kurul kalır ne diğer işlerimiz kalır. Ya, sabah altıda komisyon mu biter, siz bunu makul görüyor musunuz? Bunu konuşma hakkımızın elimizden alınması olarak yorumlayabilir miyiz? Asla diyorum, ben keyifle dinliyorum.
Değerli arkadaşlar, dün zabıtlara baktım, bir madde on bir buçuk saat konuşulmuş, bir madde on bir saat konuşulursa çok doğal olarak diğer vekiller kifayetimüzakere verir. Bakın, anlaşılmadı, bir daha söyleyeyim: On bir saat tek madde görüşülürse, 40 küsur madde -yanlış bilmiyorsam- kanun, bu on beş yirmi gün sürmesi demektir. Usul ekonomisine karşı, insan hak ve özgürlüklerine, sağlıklı yaşama, her şeye aykırı; bu olmaz. Ama bir daha diyorum, makul çalışma süresi, konuşma süresi . Neden konuşmaktan korkalım, neden dinlemekten korkalım? Ben keyifle dinliyorum ya. Hatta bir şey söyleyeyim, kızmak yok, eğer bu konuşarak olsaydı, sırf kamera varken bağırarak, çağırarak olsaydı, oylar değişirdi, iktidarlar değişirdi, bu da olmuyor, onu da söyleyeyim size. Yani şu dünkü tavır, hiç kimseye siyasal fayda sağlamayan bir tavır. O yüzden, istirham ediyorum, müzakere yapmaktan kaçmayız.
Sayın Başkan, uygun görürseniz, tekrar 5'inci maddeyi müzakere edelim, hiç problem değil ama önergelerde -hep öyleydi şimdiye kadar- önerge sahibi konuşurdu, bir kişi konuşurdu. Şimdi, 50 kişi konuşursa yine aynı önergeyi vermek zorunda kalırız. Konuşmayan vekillerimiz varken "Dışarıdan doktor getirdim, konuşsun, hadi bakalım, bu da konuşsun." Bunlar yok, böyle bir usul yok arkadaşlar. Buranın kendi katı kuralları var, İç Tüzük var, teamüller var. Eğer diyorsunuz ki "Konuşmayan Komisyon üyemiz vardı dün." Onlar da -var mı bilmiyorum- konuşsun.
ALİ ŞEKER (İstanbul) - Var.
BÜLENT TURAN (Çanakkale) - Konuşsun Vekilim, hiç problem değil. Ama bir daha diyorum, sayın vekilimde olduğu gibi, iki buçuk saat hayat hikâyesi anlatırsanız o zaman birileri kalkar, der ki .
HABİP EKSİK (Iğdır) - Zulmünüzü anlattım ben, yoksa bir şey beklediğim için değil. Yaptığınız zulme örnek olsun diye anlattım.
BÜLENT TURAN (Çanakkale) - İşte, anlattığım şey bu. Şimdi, zulme . Ya, dinliyoruz diyorum, sabrediyoruz diyorum. Ne zulmü ya? Beraber anlamaya çalışalım birbirimizi diyorum. Siz zulüm ediyorsunuz. Bir insan -iki buçuk saat tüm burada çalışanları, basın mensuplarını, işçileri, vekilleri- ağırlığı sadece on dakika olan konuşmayı iki buçuk saate çıkarırsa o zaman, altını çiziyorum, İç Tüzük'ten kaynaklı olan tekririmüzakere gibi, aynı şekilde kifayetimüzakere hakkı da var. Müzakerenin farklı yorumlanması var. Eğer bu konuları makul sürede yapacaksak baş tacı, 5 dâhil açalım Başkanım, tekrar konuşalım. Ama şunu da söyleyeyim: Özgür Bey'in ifade ettiği gibi, bu kanun meşru değildir, bu maddenin . Hayır, bu kanun yasama süreçlerine uyularak, aynı şekilde kifayetimüzakere önergesiyle bitirilerek oylanmış ve -tırnak içerisinde- kapatılmış bir maddedir aslında. Ama iyi niyet göstergesi olarak diyorum ki: Eğer gruplar istiyorsa gelin, bunu makul süreye uymak kaydıyla tekrar değerlendirelim. Direnme hakkı kadar, direnmeye direnme hakkı da bir haktır. İki saat konuşma varsa, 15 saat konuşulan bir madde varsa mutlaka biz bunu grup olarak bir daha değerlendiririz, tekrar kifayetimüzakere önergesi veririz, onu söylemek istiyorum.
On yedi yıldan beri seçim kazanıyor olmak kolay bir şey değil arkadaşlar. Bunu böyle üst perdeden falan söylemiyorum, samimiyetle söylüyorum. Eğer işçiyi dinlemezsek, eğer halkla bir arada olmazsak, eğer kulağımız her kesimde olmasa on yedi yıl, dile kolay, 5 seçim oldu, 6 seçim oldu, kolay değil bu işler. O yüzden "Bizden başka doğrular da vardır." ifadesini sizler de lütfen kullanın.
Bunun dışında ben bir daha diyorum, eğer gruplar talep ediyorsa hiçbir mahzuru yok. Bütün arkadaşlarımızın da oluruyla, Komisyonumuzun da kabulüyle tekririmüzakere yaparız. Önergelerin sadece sahipleri tarafından konuşulmasını teklif ederiz. Konuşmayan üyelerimizin konuşmasını teklif ederiz. Makul sürede de bu işleri bitirir, akşam itibarıyla Komisyon çalışmalarını, ümit ediyorum, nihayete erdiririz. Herkes Genel Kuruldaki asli görevine döner, hayatımıza devam ederiz.
Bir ufak bilgi daha: 5'inci maddede sizin de tekliflerinizi değerlendiren kısmi bir önergemiz var yani sizi çok tatmin etmeyecek ama dediklerinizin de bir kısmının değerlendirildiği bir maddemiz var, onu yeri geldiğinde arkadaşlarımız izah edeceklerdir. Buna rağmen ihtiyaçsa daha Genel Kurul aşaması var, belki orada partiler bir araya gelir, bunları konuşulur, görüşülür. Mesele üzüm yemek. Hiç kimseye zulmetmek istemeyiz ya. Bir adamın mağduriyetini, bir insanın mağduriyetini biz nasıl isteriz?
ÖMER FARUK GERGERLİOĞLU (Kocaeli) - Acaba?
BÜLENT TURAN (Çanakkale) - Ya, siz "acaba" dediğiniz için başka partilerdesiniz. Biz böyle düşünüyorsunuz, siz öyle düşünüyorsunuz, eyvallah . Ben diyorum ki samimiyetle, cumhurbaşkanımızın ruhunu biliyorum kardeşim, diyorum ki: Bir adamın mağdur olmasını isteyecek bir insan değil, zamanında en çok mağdur olan insanlar olarak söylüyorum bunu. Ama 15 Temmuz yaşanmamış gibi bir yaklaşımı doğru bulmuyoruz. Kanunların, yasaların, hukukun içerisinde bu sıkıntıların düzeltilmesi için çok büyük adımlar attık. Olağanüstü Hâl Komisyonuna kızıyorsunuz ama bu yoktu, biz getirdik bunu, benzer düzenlemeleri yaptık, iadeler yaptık vesair. Bununla ilgili hiçbir kimse haksızlığa uğramaz. Ama -ne olur- 15 Temmuz AK PARTİ'ye değil, bu devlete karşı yapıldı. Bu devlet çökerse beraber çökeriz. Başka parti iktidarda olsaydı o parti de aynı şekilde sıkıntılar yaşayacaktı ve muhtemelen şu anki bu düzenlemeleri o parti yapıyor olacaktı. AK PARTİ değil, devlete karşı yapılan bir operasyondur. O yüzden diyorum ki: Konuşurken, eleştirirken, maddelere bakarken 15 Temmuz olmamış gibi yaklaşmayalım meseleye. Hatalarımız varsa revize edelim, düzeltelim ama birbirimizi anlamakta bizim kadar sizin de göreviniz var diye düşünüyorum.
Tekrar bu konuyu arkadaşlarımızın takdirine, Komisyonun takdirine sunuyorum. Tekririmüzakereye de açığız, önergelere de açığız. Başarılı bir yasama faaliyeti olmasını temenni ediyorum.
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.