KOMİSYON KONUŞMASI

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Ben de Sayın Bakanımızı ve bürokratlarını kutlayarak konuşmama başlamak istiyorum.

Sayın Bakanım sunumun sonlarına doğru TÜBİTAK, TÜBA, Türk Standartları Enstitüsü, Türk Patent Enstitüsü, MAM, SAGE gibi kuruluşların yaptıkları işleri birbiri arkasına sıralayınca kendi kendime hemen herhâlde içine düştüğümüz makus talihi yenmeye başlamışız gibi bir havaya kapıldım. Fakat, zihnimi toplayıp tekrar makrodengelere, makrorakamlara döndüğümde bunun gerçekçi olmadığını, bunun bir temenni olduğunun farkına vardım açıkça söylemek gerekirse.

Şimdi, Sayın Bakanım, Türk ekonomisi 2003-2017 döneminde 1950-2002 dönemine kıyasla yıllık ortalama sadece 0,8 puan fazla büyüyebilmek için bu dönemin 3 katı açık vermek zorunda kalmıştır. Bunun sonucunda da Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en yüksek toplam borçluluk oranına erişmiştir. 1950-2002 arasında yüzde 5'lik büyümenin ortaya çıkardığı o ortalama cari açık yüzde 1,5 olurken sadece 2003-2017 döneminde -biraz önce de söylediğim gibi- yüzde 0,8'lik yani ortalama yüzde 5,8'lik büyüme bize ortalama yüzde 4 noktalarında cari açık vermiştir. Yani, bu esnada da borçluluk oranımız hızla artmış, 2017 sonu itibarıyla ülkenin toplam borçluluk oranı millî gelirinin yüzde 120'sine çıkmıştır.

Bütçe görüşmeleri başladığından beri özellikle AK PARTİ sıralarında oturan arkadaşlarımız bize hep şunu söylediler: "Bu sorun değil, bu borç sorun değil çünkü bizim kamu idaresinin borcunun millî gelire oranı şu anda Maastricht Kriterleri veyahut da bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin ortalamalarının çok çok altında." Bu doğru, bizim yüzde 30'un biraz altında bu borç-millî gelir oranımız var fakat şu unutulmamalı: 2001 krizine girdiğimizde Türkiye'de Merkezî Hükûmetin borcunun millî gelire oranı yüzde 35 civarındaydı. Fakat bizim bir gecede 20'nin üzerinde bankanın borçlarının, mevduatlarının ödenmesini üzerimize almamızla borçluluk-millî gelir oranı yüzde 70'in üzerine çıktı. Aynı şekilde 2007 krizinde bunu diğer ülkelerde de gördük; İspanya'da gördük, Portekiz'de gördük, İrlanda'da da yüzde 35'ti, 2 bankadan dolayı bir gecede borçları yüzde 100'ün üzerine çıktı. Dolayısıyla, bence bunu küçümsemeyin, bu her an için başınıza, başımıza gelebilir Allah korusun. Dolayısıyla, bu borçluluk oranı son derece önemli ve şu anda belki de bu yıl sonu itibarıyla bu yüzde 120'lik toplam borçluluk oranı -millî gelirin yüzde 120'sine çıkabilen- yüzde 130'lara, 135'lere çıkacak.

Ayrıca, yine, 2002 yıllarının başından itibaren izlenen iktisadi politikalar sonucu ekonomimiz hızlı bir sanayisizleşme sürecine girmiş bulunuyor. Siz bunu kabul etmiyorsunuz ama bu gerçekten böyle. Biraz önce Sayın Kalaycı da söyledi, oranları da verdi. Çünkü büyük ölçüde dış borçla finanse edilen iç tüketim ve inşaata dayalı yatırım modeline geçilmiştir, büyüme modelimiz bu. 2003-2006 döneminde inşaat ve gayrimenkul dışındaki sektörlerin millî gelirdeki katma değer payları azalmıştır. 1968 yılında imalat sanayinin millî gelirden aldığı pay yüzde 15'lerin hemen biraz üzerindeyken 1990'lı yılların başında yüzde 22'lere kadar çıkmış, ondan sonra düşerek özellikle iktidara geldiğiniz 2002 yılından itibaren hızla aşağı doğru gelerek bugün yüzde 16,5 seviyesine gelmiştir ki bu toplamda inşaat ve gayrimenkul işlemlerinin toplamına eşit hâle gelmiştir. Dolayısıyla, bu bizi büyük ekonomi yapmayacaktır yani İstanbul'un gökdelenleriyle biz övünemeyiz. Bizi büyük ekonomi yapacak olan ve bizi şu anda dünya sıralamasında 17'nci sıradan, 16'ncı sıradan -ki yeri değişmiyor, 1976'dan beri aynı- yerimizi değiştirecek olan şey, imalat sanayisine yönelip, İstanbul'un gökdelenleri yerine Londra'da, Paris'te, Bağdat'ta, Afganistan'da, Çin'de vesairede aranan Türk mallarını, oralara satabileceğimiz ürünleri imal edip oralara satmayı sağlayacak sanayi bizi oraya götürecektir. 1980'li yılların başında, örneğin Kuzey Kore'nin imalat sanayisinin katma değerden aldığı pay bizim altımızda yani Türkiye'nin altında, yüzde 11'ler, 12'ler seviyesinde fakat zaman içerisinde onların payı bugün yüzde 30'ların üzerine çıkmış, bizimkisi -biraz önce de söylediğim gibi- yüzde 16'lar civarında dolanıp duruyor.

Dünya ekonomilerine, dünyadaki gelişmelere baktığımızda şunu görüyoruz: Bir ülkenin imalat sanayisinin millî gelirden aldığı pay yüzde 35-40'lara çıktıktan sonra hizmet sektörü imalat sanayisinin aleyhine gelişmeye başlıyor ve dolayısıyla imalat sanayi gerilemeye başlıyor. Bu, Kanada'da da böyle, Avrupa Birliği ülkelerinde de böyle, Amerika Birleşik Devletleri'nde de öyle. Ama biz bir erken sanayileşme dönemine girdik, bu erken sanayileşme dönemi bizim şu andaki en önemli sorunumuz. Umarım, bu sizin konuşmanızın sonunda verdiğiniz ve bu adını andığım kuruluşların yapacağı işler bizi buradan çıkarır. Fakat buradan da şunu görüyoruz ki: Şu anda biz performans temelli bir bütçe uyguluyoruz fakat işin esası, özü ödenek bazlı bir bütçe.

Şu anda beş yıllık plan var, bu beş yıllık plan bu sene sona eriyor, 2018'de sona eriyor. Burada sizin Bakanlığınıza verilen 3 tane görev var. Bu 3 görevden bir tanesi öncelikli teknoloji alanlarında ticarileştirme programı, diğeri -siz de söylediniz- sulamayla ilgili, yerli kaynaklara dayalı... 3 tane program var sizin Bakanlığınızla ilgili. Bununla ilgili olarak Davutoğlu Hükûmeti bir eylem planı hazırlamıştı, üç ayda, altı ayda, bir yılda yapılacak olanları alt alta sıralamıştı. Ondan önceki hükûmetleriniz döneminde de, özellikle Zafer Çağlayan'ın dış ticaretten sorumlu olduğu dönemde teşvik programlarının değiştirileceği ve dolayısıyla bölgesel bazda kalkınmış illere kalkınmışlık düzeyine göre değil de ürün bazında teşvik verileceği söyleniyordu. Bütün burada yapılan söylemleri, Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda ve size verilen 3 görevin yanında ve ondan önceki idarelerin, bakanlıkların söylediklerini de dikkate aldığımızda, ortaya bir şeyler söylenildi, bir plan, proje ortaya konuldu fakat yapılan eylem planının sonucunda ne kadar para harcandı ve nereden başlanıldı, nereye gidildi, ne kadar sonuç alındı, kamuoyuna hiçbir açıklama yapılamadı. Umarım, bu sizin söyleyecekleriniz de bundan farklı olmaz. Yani biz şu anda -dediğim gibi- ödenek bazlı bir bütçe uyguluyoruz fakat bunun adı da performans bazlı bütçe olmasına rağmen buna uymuyoruz. Cumhurbaşkanlığı bir proje yayınladı. sizin şu anda Bakanlığınızın ödenekleri ile Cumhurbaşkanlığının yayınladığı bu eylem planı yani projelendirmeyle hiçbir ilgisini göremiyoruz, hiçbir ilişkisini göremiyoruz. Dolayısıyla bu sadece ama sizin sorununuz değil, bundan önce gelen bütün bakanlıklarda da aynı şeyi gördük; herkes ödeneğini yukarıdan aşağıya milyar TL sıraladı, arkasından projelerin adını da söyledi bazıları, oraya yapılan harcamaları da söyledi ama şu anda mevcut cari bütçe ile cari yatırım bütçesi arasındaki ilişkiyi kesinlikle kurmadılar. Dolayısıyla bütün bunların sonucunda, tekrar başa dönecek olursam, ülkemiz gerçekten bir sanayisizleşme politikasıyla karşı karşıya ve zaten şu anda içinde bulunduğumuz sıkıntının temeli de bu.

1971'de imzalanan Katma Ek Protokol'ün öngördüğü yirmi beş yıllık geçiş sürecini takiben 1996'da Avrupa Birliğiyle gümrük birliği imzalandı. Uluslararası serbest ticarete dayanan iş bölümünün öngördüğü büyüme modeli sonucu ekonomimiz geçen otuz yılda düşük, orta teknoloji tüketim malı ve işlenmiş gıda ihraç eden bir ekonomiye dönüşmüştür. Şu anda maalesef o gıdayı da kaybetmiş vaziyetteyiz son bir yıldır.

Dış ticaret dengesine baktığımızda, ulaşım araçları hariç tüketim mallarında ve işlenmiş gıda da... Dediğim gibi, bu 2017 sonu itibarıyla artı veriyoruz dış ticarette fakat onun dışında ulaşım araçları, tarımsal ham maddeler, sermaye malları, enerji ve sanayi için ara mallarında, hepsinde cari açık veriyoruz. Mesela, enerji ve sanayi için ara malları... Sanayiyi bir kenara bıraksak neredeyse cari açığımız...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Yılmaz, bir dakika efendim, buyurun, devam edin.

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Dolayısıyla bu, bizi düşük teknoloji ihraç edebilmek için orta ve yüksek teknoloji ithal etmek zorunda kalan bir ülke hâline getirdi ve dolayısıyla da biraz önce sözünü ettiğim sektörlerde de cari açık vermeye başladık. Sonuçta geldiğimiz nokta orta gelir tuzağı. Yani nereden bakarsak bakalım, 2013 yılında ulaştığımız 950 milyar dolarlık millî gelirimiz giderek azalıyor, belki de bugün 700'ün biraz üzerinde millî gelirimiz olacak. Dolayısıyla yapılması gereken şey, bence, konuşmanızın içinde söylediğiniz bu hedefleri hayata geçirip ve bizi bu düştüğümüz orta gelir tuzağından, sanayisizleşmeden çıkarmanız. Fakat bütçede öngördüğünüz ödeneklerle ve biraz önce arkadaşımın Türkiye Bilimsel Araştırma Kurumuna yönelttiği eleştirileri de dikkate aldığımızda bunun pek mümkün olacağı görülmüyor.

Konuşmanızın bir yerinde şunu söylediniz, okumama da gerek yok aslında, dediniz ki: "On iki aylık verilere göre ihracatımız şuradaydı şuraya geldi, şuradan da şuraya geldik. Dolayısıyla 170 milyar dolarlık yıl sonu itibarıyla bir ihracat ortaya çıkacak." Ben buraya gelen, siz dâhil bütün bakanlara üç aşağı beş yukarı aynı soruyu sordum ama henüz bir cevap alamadık. Bu ihracatın katma değeri nedir? Yani Türkiye 170 milyar dolarlık ihracatı yapabilmek için -biraz önce de söylediğim gibi- sektörel olarak verdiğiniz cari açıklar var, ara malı ve ham madde imalat sanayimiz çok bağımlı, dolayısıyla bu 170 milyarın içerisindeki katma değer nedir? Bunu bize söyleyebilir misiniz? Sizin belki görev alanınız değil ama siz de Hükûmetin içerisindesiniz, Türkiye İhracatçılar Meclisine lütfen ihracat rakamlarını ithal girdisini belirlemeden açıklatmayın. Biz toplam katma değerin ne olduğunu öğrenmek istiyoruz. 81 milyon insan ne kadar katma değere çalışıyoruz veya hamallık ediyoruz, bunu bilmek istiyoruz. Bugüne kadar hiçbir bakan buna cevap vermedi, yazılı gelir mi bilmiyorum.

Efendim, teşekkür ediyorum, sağ olun.