KOMİSYON KONUŞMASI

HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Serindağ, çok latif ve yumuşak bir dille uyardı ama Özcan Hoca'nın uyarılarına bile dikkat etmiyorlar, yani biraz etkisi ne olur bilemiyorum.

Biraz evvelki oturumda bir tartışma vardı, o tartışma sırasında Komisyon Başkanımız Sayın Ersoy şöyle bir beyanda bulundu, dedi ki: "Bazı hassasiyetlere biz de sahibiz, sizin hassasiyetlerinizi biz de taşıyoruz. Ancak siyasi partiler farklı çözüm önerileri getirdikleri için varlar. Dolayısıyla, bizim farklı düşünmemiz, sizden farklı düşünmemiz gayet doğal." Aslında memleketin sorunlarıyla ilgili farklı çözüm önerilerine sahip olan siyasal oluşumlar, siyasi partiler, o yüzden farklı farklı tezahür ediyorlar, bu doğru. Ancak şu anda siyasi partilerin oluşumuna sebep olan farklı görüşleri tartışmıyoruz. Şu anda Türkiye'nin gündeminde, uygulanan bir politika var ve bu politika bizim değerlendirmelerimize göre, bizim gözümüzün önünde cereyan eden olaylara göre bir bölünme, fikren ve zihnen bölünmüş bir toplum ve ülkenin resmî anlamda, siyasi anlamda da bölünmeye doğru gittiği şeklinde.

Dolayısıyla, yüksek sesle, yüksek perdeden itiraz etmemizin ve bizimle aynı şekilde düşündüğünü zannettiğimiz insanların uyarılması yönündeki gayretlerimizin sebebi bu. Kaldı ki bu olan biten karşısında sessiz kalmak da yani hem inancımızın hem de mensubu olduğumuz milletin diğer değerleri çerçevesinde gerçekten çok ağır müeyyidelere muhatap olmuştur. Haksızlık karşısında susmamak, yanlışlar karşısında susmamak gerektiği aşikâr.

Şimdi, bölücü terörün geldiği nokta gözümüzün önünde. Eski bir mülki idare amiri olarak, güvenlik birimleri ya da mülki idare amirleriyle yapmış olduğumuz temaslarda ya da direkt vatandaşla yapmış olduğumuz temaslarda aldığımız izlenimler şu ki, orada paralel bir devlet yapısı oluşturulmuş, güneydoğuda. Belli illerde, askerî ve emniyete ait personelin üniformayla gezmemesi talimatla verilmiş. Yanlarında bulunan eş ve çocuklarını batıdaki ailelerinin -ya da kuzeydeki, güneydeki neyse- yanlarına göndermeleri yönünde talimatlar, telkinler verilmiş. Orada, PKK terör örgütü, vergi sistemini koymuş, adalet, yargı sistemini koymuş, vatandaşın, daha iki gün evvel Diyarbakırlı arkadaşlarımla burada yapmış olduğum sohbette söylediler: "'Bize artık orada -onların ifadesiyle söylüyor- 'TC'nin mahkemelerine gitmeyeceksiniz, bizim mahkemelere geleceksiniz.' diye bize tebligat yaptılar." diyor. Polis ve askere. "Terörist elinde silahla size sıkıyor olsa bile karşılık vermeyeceksiniz." diye yine oradaki güvenlik güçleri mensubu arkadaşlarımızın bize aktardığı bilgiler söz konusu.

Köy korucuları, artık sosyal yaşamları falan bitmiş, can ve mal emniyeti açısından kendilerini izole etmişler, sürekli ellerinde silah, elleri tetikte, parmakları tetikte gezer vaziyetteler. Çocukları, aileleri, oradaki sosyal yaşama, kamu kurumlarından hizmet alma noktasında büyük mahrumiyetlere muhatap olmaktalar. Bize böyle bir tablo içerisinde, "Ya biz de sizin gibi düşünüyoruz." Bizim gibi düşünüyorsun da bizim gibi görmüyorsun, sorun orada zaten ya da bizim gibi gördüğünü algılayamıyorsun ya da buna razısın yani bunların dışında bir alternatif yok ki. Eğer aynı şeyi düşünüyorsak aynı olay konusunda, niye farklı yorumluyoruz ya da niye farklıymış gibi değerlendiriyoruz? Arıza burada.

Bakın, ben Sayın Bakandan bugün Yeniçağ gazetesinde olan bir haberle ilgili bilgi istiyorum. İmralı'da bir katil var, bir terör örgütü kurucusu, yöneticisi birisi var ve bu birisi ağırlaştırılmış müebbet cezasına mahkûm. Bu kişi mektup yazıyor, yazdığı mektuplar zaman zaman bazı siyasi şahsiyetler tarafından kamuoyuyla paylaşılıyor, zaman zaman Kandil'e gönderiliyor, zaman zaman Avrupa'ya gönderiliyor, çoğu zaman da o mektuplarda talep edilen hususlar Hükûmet tarafından tasarı, teklif olarak burada bu komisyonların önüne getiriliyor. Bunun posta güvercinliğini eskiden MİT yapıyordu, şimdi bir siyasal partinin mensupları yapıyor.

Şimdi, yine mektup yazmış bu İmralı'daki katil. Kimlere yazmış? Keldanilere yazmış, Süryanilere yazmış, vesaire. Diyor ki mektupta: "Bu bölgede, bölgedeki savaşın aşılması öz savunmayla mümkün. Kadim kültürün dirilişinin konfederal halklar mozaiğinde hak ettiği yeri alacağına dair inancımı yinelemek isterim." Yani İmralı'daki bebek katili bu bölgede bir konfederal yapı, federal devletlerden oluşan bir yapı öngörüyor. Bunu Keldani, Asuri, Süryanilere mektupla da bildiriyor ve bu mektup muhtemeldir ki Türkiye Cumhuriyeti devletinin görevlileri tarafından ulaştırılıyor. Biz buna itiraz etmeyelim, öyle mi? Buna seslenmeyelim. Akla ziyan bir şey bu. Herkes susabilir, çeşitli sebeplerle. Der ki: "Bana bir koltuk verdiler, Allah'a şükür, bu koltuk rahat, niye rahatımı bozayım, daha oturmak istiyorum burada. Bana bakanlık verdiler, ben biraz bu işi yapmak istiyorum." Misal, yani herkesin farklı gerekçeleri olabilir.

BAŞKAN - Biz sizi daha iyi dinlemek için susuyoruz.

HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) - Ya da "İhale aldım, özelleştirme yaptım, bir elim yağda bir elim balda, ne gidip 'vatan millet Sakarya' diye ağzımın tadını bozayım." diyebilirler, bu bir dünya tercihidir, biz buna saygı duyarız. Ama, biz biliriz ki, dün zikrettim, Hazreti Peygamber "Başkalarının dünyalığı için kendi ahiretlerini feda edenler ahir zamanda en çok hayıflananlar olacaktır." diye buyuruyor. Dolayısıyla, biz Türk milliyetçileri kendi rahatımızı bu değerler için feda etmeye hazırız.

Şimdi, devletin görevlileri tarafından böyle bir mektuplaşma imkânı, postacılık yapılıyor, böyle bir imkân tanınıyor ve bugün zaman zaman... 1978'de kurulduğu günden bu yana kadar PKK terör örgütü 13 tane kongre yapmıştır. Yaptığı hiçbir kongrede bağımsız birleşik Kürdistan hedefiyle ilgili en ufak bir tadilat, değişiklik yapmamıştır. Diğer bütün kongrelerde diğer bütün hususlarda değişiklik yapmıştır PKK terör örgütü ama bu hedefinden asla vazgeçmemiştir. İşte bugün Yeniçağ gazetesinde var olan bu haber ve bu mektup, bu mektubun içeriği hâlâ devletin eliyle o bölgede bir devlet kurmaya çalışan bölücü, ayrılıkçı, vahşi, terörist bir örgütün niyetini bir kez daha açıkça ortaya koyuyor. Yani, bu mektubu hiç mi merak eden yok? Ben soruyorum Sayın Bakana, o da kendisinde yoksa bu bilgiyi ulaşabileceği yerden ulaşıp alacak, almalı ya da bu haberi tekzip etmeli bu Hükûmet. Ama, başka merak eden yok mu? Yani, bu bayrağın altında sadece biz mi varız, ben mi varım? Hepimiz merak etmiyor muyuz bu doğru mu, değil mi diye, etmeli değil miyiz? İşte fark bu, aramızdaki fark bu. Özcan Hoca da ona itiraz ediyor, biraz evvel Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlarımızdan birisi ifade etti, o da buna itiraz ediyor, ben de aynı şeye itiraz ediyorum; aradaki fark bu. Bu açıklanmalı, daha çok şey var. Yani, Türkiye Cumhuriyeti devletine şantaj yapılıyor, uzun zamandan beri yapılıyor ama son on beş gündür "Açıklarız ha, açıklarız ha mutabakatı, açıklarız ha yol haritasını." denip duruyor. Hükûmetin 1 ya da 2 kişisi çıkıyor, "Ya, bunlar yalan, bunlar başka bir şey." deyip tevil etmeye çalışıyorlar falan ama bütün diğer kaynaklar bunun doğru olduğunu söylüyor, biz de doğruyu öğrenmek istiyoruz. Bizim, bu doğru mudur, değil midir elbette bir kanaatimiz var ama bilgi ve belge noktasında en yetkili ağız Hükûmet, bizi aydınlatmalı Hükûmet. "Endişeleriniz yersiz, işte bakın, bizim mutabakatımız yok." demeli, "Biz PKK terör örgütünün talepleri doğrultusunda yasal düzenlemeyi yapmıyoruz." demeli ama diyemiyor. Niye? Dün Mehmet Erdoğan burada Sayın Bülent Arınç'ın ağzından PKK terör örgütüyle müzakereyi özetleyen uzunca bir metni bizimle paylaştı. PKK terör örgütü emrediyor, Hükûmet şak yapıyor; PKK terör örgütü talep ediyor, Hükûmet tak yapıyor, iş bu hâle gelmiş. Biz de buna itiraz ettiğimiz zaman, bunun bir ihanet süreci olduğunu söylediğimiz zaman, arkadaşlarımızın içinden muhtemelen üzülenler var bu ifadelerimizden ama kastımız onları üzmek değil ki. Buna, Batılı ülkeler teröriste terörist demek suretiyle terörle başa çıktılar. İspanya'daki o mücadelede, toplumun hükûmet, devlet tarafından psikolojik harekât unsurları da kullanılmak suretiyle o ayrılıkçı terör örgütlerine karşı verilen mücadeleyi hatırlatmak isterim ya da IRA'yla ilgili çözümü hep önümüze koyuyorlar. IRA'nın siyasal kanadının başındaki kişiyle ilgili olarak geçtiğimiz yılın üçüncü çeyreğinde tebligat yapıldı. 1973 yılında bir cinayetle ilgili azmettirici olabileceğine dair, kırk küsur yıl evvelki bir olaydan dolayı o kişiyi azmettirici iddiasıyla ifadeye çağırdılar, Gerry Adams'ı. Şimdi, yani, IRA'ya çözüm diyorsunuz ama İngiltere olaya bu şekilde bakıyor. Biz de 40 bin kişiyi katletmiş bir örgütün bütün emirlerini veren kişi... Ya, KCK iddianamesinde ismini zikredemedi savcılar Hükûmetten korkularından. KCK'nın kurucusu kim? KCK'nın başındaki kim? Dolayısıyla, bizim bu konudaki sahip olduğumuz değerler ne olursa olsun farklı olarak baktığımız ve yaklaştığımız hususlar ve gerekçeleri bunlardır.

Sayın Başkanım, bu araç kiralama şirketlerinin bilgileri, araç kiralayanların kimlik bilgileri, kira sözleşmesi vesaire gibi hususların emniyetle paylaşılması tabii normal, doğal bir şey. Ancak, bu araç takip sistemlerinin getirilmesi gerçekten toplum yaşamı açısından önemli riskler içerdiğini ifade etmek durumundayım. Biraz evvel ara verildiğinde, yaptığımız toplantıda yetkili arkadaşlarımız Batılı devletlerde bu tür teknolojinin kullanıldığından bahsettiler. Tabii ki Batılı devletlerde bunların kullanılması, bizim de onları örnek almamız doğal, belki o açıdan mazur görülebilir fakat Türkiye'de şu anda mevcut olan iklim, herkesin yasa dışı dinlendiği, herkesin yasa dışı izlendiği şeklinde. Kişisel verilerin ortalığa saçıldığı, en mahrem konuşmaların dahi topluma servis edildiği bir süreç yaşıyoruz. Dolayısıyla, böyle bir atmosferde "GPRS" diye İngilizce kısaltması olan fakat araçların coğrafi yer tanımlaması diye tarif edebileceğimiz bu cihazların takılması bana göre, şu anda Türkiye'nin şartları toplumun psikolojisi açısından son derece sakıncalı, kabul edilebilir bir düzenleme olmayacağını ifade etmeliyim. Bu konuda verilecek değişiklik önergelerine de katkıda bulunmayı şimdiden sizlerle paylaşmak isterim.

Bu düşüncelerle teşekkür ediyorum Başkanım.