KOMİSYON KONUŞMASI

CUMA İÇTEN (Diyarbakır) - Sayın Bakan Yardımcım, değerli milletvekilleri ve değerli misafirler herkesi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Ben, tabii, öncelikle "Sen olmasaydın bu kainatı yaratmazdım." denilen Resulullah'a hakaret eden Cumhuriyet gazetesinin iki yazarını şiddetle kınadığımı belirtmek istiyorum. Bunu basın özgürlüğü olarak değerlendirenleri de yine kınıyorum.

Özgürlük benim dinime, değerlerime hakaret etme hakkını kimseye vermez. Ben sizin değerlerinize saygı gösteriyorsam herkes de benim inandığım değerlere saygı göstermek zorundadır. Hele ki İslam ülkesi olan Türkiye'de...

TANJU ÖZCAN (Bolu) - Biz de aynı değerlere inanıyoruz. Bize bakarak bunu söyleme. Başkanım, öyle bir şey yok.

CUMA İÇTEN (Diyarbakır) - ...Müslüman mahallesinde salyangoz satmak isteyenlere elbette ki müsaade etmememiz gerekir. Bunu yapanları da bu işi provoke edenler olarak nitelendiriyorum.

BAŞKAN - Yapanları kınıyorum diyor, yapmadıysanız mesele yok. Dinime saldıranlardan bahsediyor.

CUMA İÇTEN (Diyarbakır) - Burada tabii çok üzücü aslında gelişmeler de oldu. Üç buçuk yıldır Komisyonun üyesiyim, üç buçuk yıldır buradayız. Komisyon üyelerinin hepsine saygılarımı iletiyorum. Gerçekten Komisyon üyelerinden, muhalefet partili üyelerden de bu süre zarfında ben çok faydalandım. Ama özellikle bu kanun geldikten sonra Komisyon dışından gelen bazı arkadaşlar gerçekten sokak ağzıyla konuştuklarını kendileri de iftiraf ederek, seviyeyi çok düşürerek bizlere burada hakaret etmeye çalıştılar. Onları da kınadığımı belirtmek istiyorum. Eğer bizler de sokak ağzıyla konuşmaya başlarsak sanıyorum kendisi de burada duramaz, onu da söyleyeyim. Biz bize itham edilen sorulara da elbette ki cevap vereceğiz. Biz cevap vermezsek milletimiz cevap veriyor zaten.

TANJU ÖZCAN (Bolu) - Sokak ağzıyla demedim.

CUMA İÇTEN (Diyarbakır) - Dolayısıyla, herkes üslubuna dikkat etmeli. Benim için...

BAŞKAN - Düzeltelim. Sokak ağzıyla değil, ben sokaktan geldim diye ifadesini kullandığını...

TANJU ÖZCAN (Bolu) - Ben böyle bir şey demedim.

CUMA İÇTEN (Diyarbakır) - O tartışmanın içerisinde var, tutanaklara bakabiliriz.

BAŞKAN - Tamam.

CUMA İÇTEN (Diyarbakır) - Tutanaklara bakabiliriz.

BAŞKAN - Tamam, sokaktan geldiğini ifade etti, biz sokaktan geldiğimizi söylüyoruz.

CUMA İÇTEN (Diyarbakır) - Yok.

BAŞKAN - Tamam.

CUMA İÇTEN (Diyarbakır) - Ben onu hakaret olarak alıyorum çünkü...

TANJU ÖZCAN (Bolu) - Bakın, ondan sonra söyleyin.

BAŞKAN - Cuma, tamam.

CUMA İÇTEN (Diyarbakır) - Bakın hiç...

BAŞKAN - Cuma, düzelterek söylüyoruz.

SERMİN BALIK (Elâzığ) - Hakaretler gırlaydı.

CUMA İÇTEN (Diyarbakır) - Gördün mü, müdahale ediyorsun işte. Müdahale etmeyeceksin, o zaman dinleyeceksin, sen de dinleyeceksin.

TANJU ÖZCAN (Bolu) - Hayır, kendim düzeltirim.

CUMA İÇTEN (Diyarbakır) - Yok, Komisyon tutanaklarında var. Tutanaklarda sokak ağzıyla konuştuğunu da kendisi de zaten söylemiştir yani. Buna da bakarız. Biz burada sokak ağzıyla konuşmuyoruz, konuşmayacağız da çünkü eğer sen sokak ağzıyla konuşursan birileri dağ ağzıyla konuşur, birileri şehir ağzıyla konuşur kimse de bunun altından kalkamaz.

Şimdi, burada en önemli konulardan bir tanesi, herkesin birbirine saygı göstermesi gerektiğini düşünüyorum. Farklı muhalefet partilerinin milletvekilleri var. Bir oy alsa bile birileri, benim için çok değerlidir ve fikirlerine de kıymet göstermek gerektiğini düşünenlerdenim ama biz bunu yaparken muhalefet bize tahammül edemiyor. Bakın, çok garip bir şeydir. Sizler iki gün, üç gün, burada defalarca, bazı arkadaşlar haftalarca konuştular, bizler dinledik. Ben dediğim gibi, Komisyon üyesi arkadaşlardan gerçekten faydalandım, haklı eleştirileri de oluyor, katkıları da oluyor, teşekkür ediyoruz ama lafım, Komisyon dışından gelen arkadaşlarla alakalıdır.

Şimdi bize bazı sorular sordular, o zaman cevaplarını verelim, birlikte verelim. "Ya, işte, bu kanunları siz mi çıkarıyorsunuz, bu kanunlarda hiç mi sizin lafınız yok, hiç mi düşünceleriniz yok?"

Değerli arkadaşlar, AK PARTİ bir gelenekten geliyor. Bizim değerlerimiz var. Bizim değerlerimizin içerisindeki düşüncelerimizin, fikirlerimizin hepsi birbirinden kıymetli. Biz, kapılar kapandığı zaman kardeşlerimizle, büyüklerimizle, bizden küçüklerle bir odaya kapanırız, müzakere yaparız, tartışırız, herkes fikrini beyan eder ama kapının dışına çıktığımız zaman biz hep beraber birlikte hareket ederiz. Belki muhalefet partilerinden bazı arkadaşlar bu kültürden gelmeyebilir. Bunu anlamakta ve algılamakta güçlük de çekebilirler. Bu onların sorunu. Buna biat kültürü de diyebilirler, bu yine onların tanımlaması ama biz bundan mutluyuz. Biz düşüncelerimizi ve eleştirilerimizi mutfakta bu kanunları hazırlarken zaten yapıyoruz. Bakın, bu kanunları hazırlayanlar, arkadaşlar, AK PARTİ iktidarı. AK PARTİ milletvekillerinin çok ciddi anlamda katkısı var ve biz zaten konuşuyoruz. Biz orada çok konuşuyoruz ya, buraya geldiğimizde diyoruz ki: "Burada da sen konuş ya; sen konuş, rahatla." Biz de dinliyoruz biz de bunu yapıyoruz. Dolayısıyla, sizin konuşmanızdan mutluluk duyuyorum ama konuşmamamız size olan saygıdır aslında. Yoksa biz konuşuruz saatlerce, sabaha kadar da konuşuruz, teknik de konuşuruz. Maddeler üzerinde de konuşurum ama benim kendimin getirmiş olduğu bu kanun üzerinden ne konuşmamı bekliyorsun ki? Ben zaten kamuoyuna bunu paylaşıyorum, Meclise götürüyorum, konuştuğumuz kadar konuşuyoruz, reklamını da yapıyoruz, artısı ve dezavantajını da zaten iktidar olarak biz bunu üstleniyoruz. Bunun böyle bilinmesi gerekiyor.

Diğer bir konu, bazı arkadaşlar, yine bu çözüm süreciyle ilgili, PKK'yla ilgili, KCK'yla ilgili çok acımasızca eleştiriler getirdiler. Bakın, ben Diyarbakırlıyım ve Zaza'yım ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir Zaza olarak milletvekili olmaktan onur duyuyorum, şeref duyuyorum ve arkadaşlar, yani hani derler ya bekâra karı boşamak kolay, biz bazı konuşmalarımızın bedelini canımızla ödedik, canımızla da öderiz.

Ha, burada hemen gidelim, soru-cevapla: PKK bir terör örgütü müdür? Bakın, bir Kürt olarak söylüyorum ya, onlarca defa söyledik ya. PKK bir terör örgütüdür. Ben PKK'nın kurulduğu günde Diyarbakır Meydanı'nda basın toplantısı yapıp PKK'nın da kendisinin üstlendiği, reddetmediği 140 tane terör eylemini ve binlerce insanı katlettiği 140 terör eylemini PKK'nın kuruluş gününde, Diyarbakır Meydanı'nda basın toplantısıyla açıklayan birisiyim. Bizim kimseden korkumuz yok.

HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) - "Açıklayan" değil, kınayan.

CUMA İÇTEN (Diyarbakır) - Hani birileri geldi ya, "Korkuyorsunuz, titriyorsunuz, niye korkuyorsunuz, niye titriyorsunuz, hesap sorarız." falan filan dediler bize.

Değerli arkadaşlar, biz Türk Bayrağı'nı Bingöl'de -köyüm olduğu için söylüyorum- 2200 rakımda dalgalandırıyoruz ya. Ama 2200 rakımda bayrağı indirmeyen provokatörler Diyarbakır'ın göbeğinde, kışlada bir bayrağı indirmeye çalıştılar, bayrağımızı indirmeye çalıştılar. Bütün okulların önünde, kaymakamlıkların önünde, devlet dairelerinin önünde bayrağımız var, herkes istese, aslında kötü niyetli olsa indirebilir ama birileri kışlanın içerisinde bunu yapıyorsa bu bir mesajdır.

"Efendim, siz, işte bebek katili işte teröristle görüşüyorsunuz." E günaydın. PKK kurulduğu günden beri devlet görüşüyor. Hadi devlet gelsin desin ki, on yıl önceki iktidar, yirmi yıl önceki iktidar gelsin desin ki: "Kardeşim, biz hiçbir zaman devlet olarak, Millî İstihbarat Teşkilatı olarak biz Öcalan'la görüşme yapmadık." Hodri meydan! Hep görüştüler, gittiler. Bazı muhalefet partileri gidenlerle birlikte yürüyüş yaptılar, onlar hapse girdiği zaman alkış tuttular, Silivri'ye gittiler, kurtarmaya çalıştılar. Öcalan'la görüşenler için söylüyorum. Öcalan'la görüşüp kol kola girenleri hapislerden kurtarmak isteyenler, alkış çalanlar şimdi bizi işte Öcalan'la müzakere yapıyorsunuz diye itham etmeye çalışıyorlar.

Evet, devlet, bana göre, yirmi yıl önce de PKK'yla görüşüyordu, şimdi de görüşüyor. Ama bir şey değişti, AK PARTİ iktidarında doğru insanlar görüşmeye başladı. Millî İstihbarat Teşkilatı bu görüşmeyi yapıyor. Bunun dışında siyasilerden, AK PARTİ siyasilerden kim görüşmüş, kim görüşecek? Hiç kimse görüşmedi ve görüşmeyecek de, bunu da size söyleyeyim. Çünkü siyasilerin muhatabı elinde silah olanlar değildir.

TANJU ÖZCAN (Bolu) - MİT Müsteşarı...

CUMA İÇTEN (Diyarbakır) - Dün de MİT Müsteşarı görüşüyordu, bugün de görüşüyor.

HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) - Ama Cuma Bey, Başbakan benim özel temsilcim diye söylüyor.

CUMA İÇTEN (Diyarbakır) - Ağabey, bitireyim. Ağabey, lütfen bitireyim. Hayır, bitireceğim ben.

TANJU ÖZCAN (Bolu) - Tamam...

CUMA İÇTEN (Diyarbakır) - Dinleyeceksin, notunu alacaksın, cevap vereceksin. Yoksa ben de sana müdahale ederim, ben de konuşturmam ama o noktaya getirmeyeceksin.

BAŞKAN - Lütfen, size vereceğim sözü.

CUMA İÇTEN (Diyarbakır) - Not alacaksın benim gibi, konuşacaksın. Yoksa ben de müdahale ederim sana.

Şimdi en nihayetinde bir sorun var ve bu sorunun bedelini sen ödemiyorsun, siz ödemiyorsunuz, biz ödüyoruz, biz Diyarbakır'dayız.

HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) - Herkes ödüyor.

CUMA İÇTEN (Diyarbakır) - Bugün Diyarbakır'da, Hani'de, Bingöl'de o dediğin 3-5 tane -çakal diyeceğim artık, kusura bakmayın- genç çocuk 16-17 yaşında yol kesiyorsa senin yolunu kesmiyor. Sen gidiyorsun villada oturuyorsun, işte Boğaz'da oturuyorsun, farklı bir yaşam tarzını sağlıyorsun, ben bununla muhatap oluyorum, ben.

HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) - Saraylarda oturuyorlar.

CUMA İÇTEN (Diyarbakır) - Benim yolumu kesiyor ama benim yolumu keserken bununla ben yüzleşiyorum. Benim insanlarım öldü. Sizin, hepimizin insanları öldü, hepimiz öldük. Şehitlerimiz var, asker, polis şehitlerimiz var.

Şimdi, ilk defa bir siyasi iktidar, ilk defa, cumhuriyet kurulduğundan beri bu sorun için eli taşın altında, yüreğini attı, kellesini attı, risk aldı ve şunu yapmak gerekiyor: Silah kimin elinde? PKK'nın elinde. Peki, PKK'nın başı kim? İmralı, teröristbaşı. Bu adamın dediğinin birileri tarafından karşılığı var mı? Var. Hoşunuza gitse de gitmese de bu adam birileri tarafından seviliyor, benim hiç hoşuma gitmiyor. Ben, mücadele veren birisiyim, Kuzey Irak'ta askerlik yapmış birisiyim, 30 tane arkadaşını gözünün önünde şehit veren birisiyim. Ben bir tarafım. Ben bu tarafımı tutmuşum zaten. Kimse farklı şeylerle bizi itham etmeye çalışmasınlar. Ama silahı elinde olanın lafı bir taraftan dinleniliyor. Bu adam için 100 kişi kendini yaktı ya; 100 kişi kendini yaktı dünyanın önünde. Benim Efendim için kimse kendini yakmadı. Zaten kimsenin de yakmasını istemeyiz. Ama bir realite var. Dolayısıyla, bunun karşılığı, PKK terör örgütünde varsa, bununla görüşmek doğru olan şeydir. Görüşen kim? Siyasiler olursa yanlıştır. Ben da katılıyorum size. Seçilmiş milletvekillerinin Öcalan'la görüşmesini ben de kabul etmem, çok açık ve net söylüyorum. Ama devletin görüşmesi doğru olandır.

Peki, görüştük ne oldu? AK PARTİ kurulduğundan beri bizi hep şeyle itham ettiniz, "Ülkeyi böldünüz, ülke bölündü, bunlara hakları verdiniz, ya işte bak, okullarda Kürtçe eğitim oldu, bunlar bölünecek." Ya, Öcalan kendisi -herhâlde Allah onu imana mı getiriyor, ne oluyor, inşallah öyle bir şey olur da, o da ayrı bir konu yani- kendisi Nevruz meydanına mektup yolluyor, tek bayrakta, tek vatanda birlik ve beraberlik içerisinde yaşamaktan bahsediyor ve ümmet anlayışından bahsediyor. Ben de çıktım Diyarbakır Meydanı'nda dedim ki: "E Öcalan, günaydın, biz otuz yıldır aynı şeyi söylüyoruz."

Şimdi ilk PKK kurulduğunda Kürdistan devleti istemiyorlar mıydı? İstiyorlardı. Bakın, ben size söylüyorum. Beş yıl geçti. Eyalet istiyorlardı, beş yıl daha geçti, demokratik özerklik dediler. Şimdi Diyarbakır'a gittiğimde en radikal PKK'lılar ne diyor biliyor musunuz? Yoldan geçtiğimde, onların militanları, onlara inananlar, yolundan gidenler, diyorlar ki: "Kardeşim, Öcalan bizi sattı."

Şimdi, bir tarafta bu var, diğer tarafta da birileri bize diyor ki: "Ya, siz bu ülkeyi böldünüz." Ya, arkadaşlar, ben ve benim gibi Kürtler olduğu sürece bu ülke bölünmez. Yani siz konuşursunuz, elinizi kolunuzu sallaya sallaya dışarıda tek başınıza dolaşırsınız ama ben Diyarbakır'da 100 tane, 200 tane, 300 tane adamla bu söylemlerimle birlikte yürürüm. Bedel ödemeye hazırım ben ama bedel ödemeyenler çok konuşanlar zaten. Dolayısıyla, bizim beynimiz mezar taşına döndü, bir sürü insanlarımız öldü.

Şimdi bu sorunun çözülmesinde eğer MİT yirmi yıl önce de görüşüyorsa, şimdi de görüşmeye devam ediyorsa, eğer HDP seçilmiş milletvekilleri olarak İmralı'yla görüşmeyi talep etmişlerse ve görüşüyorlarsa ve bunun sonucu olarak da iki yıldır akan kan durmuşsa, insanlarımız artık ölmüyorsa, cenazeler artık gelmiyorsa... Yani bu iki yıllık süreçte asker ve polis şehitlerimiz gelmedi ya. Bunun hiç mi önemi yok ya?

Peki, ne oldu sonuç? Bakın, hiçbir bölünme olmadı. Şimdi garip olan şöyle bir durum var: PKK diyor ki: "Ben silah bırakacağım." Kafatasçılar -her iki taraf için söylüyorum, tanımını da yapmıyorum, isim vermiyorum, kafatasçılar için söylüyorum, bu Mecliste herhâlde bunlar yoktur yani- onlar: "Yok, aman aman, Sayın PKK sakın ha, sakın silahı bırakma." diyor birileri. Peşine düşmüş, sen silahı bırakma diyor. Öcalan silahı bırakmaktan bahsediyor, PKK'nın içerisindeki Ali'siz Aleviler, Marksistler bu işi provoke etmek için elinden geleni yapıyor, bizim buradakiler de buna çanak tutuyor.

Ya, ben Diyarbakır'dayım. Eğer kimin bir tereddüdü varsa -geçen Komisyon toplantısında da bunu söyledim- gelin misafir edelim sizi. Şırnak'a mı gideceğiz kardeşim; hiçbir polis yanımıza almadan Şırnak'a gidelim, Lice'ye gidelim, Hani'ye gidelim. Ben her hafta sonu oradayım, dolaşıyorum ya. Yanımda resmî polis de yok ha. Ha, benim akrabalarım, dostlarım var; zaten milletvekili olmasak da var bu arkadaşlar, zaten onlarla gidiyoruz ama hiçbir sorun yok. Efendim, 10 tane çocuk hemen yolu kesiyor, 2 tane gazeteci alıyor kameraya, ondan sonra Türkiye'de kıyamet kopuyor.

Şimdi, bana göre Türkiye çok önemli bir süreçten geçiyor. Bu süreçlerde rahat olun arkadaşlar. Bayrağımızı tartışmayız. Biz oradayız. Vatanımızın bölünmez bütünlüğünü kimseyle tartışmayız, böldürtmeyiz biz bu vatanı, çok rahat olun yani. Ama sizin de şunu düşünmeniz gerekir: Bir Kürt olarak sen beni kendi vatandaşın olarak görüyorsan, neden senin siyasi söylemlerinin güneydoğuda ve doğuda karşılığı yok? Neden oy alamıyorsun? Neden insanlarım sana teveccüh göstermiyor? Neden sadece beni HDP'yle muhatap ediyorsun? Ben güneydoğuda MHP'nin oy almasını vallahi billahi istiyorum, ben güneydoğuda CHP'nin oy almasını istiyorum. Niye? Çünkü benim de tek muhatabım artık HDP.

Peki, sizin şunu düşünmeniz gerekmez mi? Ya, bu bölgede Cuma gibiler var, biz Cuma gibilere nasıl ulaşabiliriz, nasıl ikna edebiliriz? Bakın, bu PKK'lı değil, PKK'ya karşı duruş sergilemiş birisi. Bakın, bizler gibi aslında ortak noktalarımız var, aidiyetlerimiz var. Neden biz bu çoğunluğa ulaşamıyoruz veya neden bu çoğunluk bana oy vermiyor?

Bana göre zaten bu ülke bölündü. Yani 25'lerde bölündü, 38'lerde bölündü, 50'lerde bölündü, biz geldiğimizde olağanüstü hâl vardı, bölünmüştü çünkü ayrı yasalarla yönetiliyordu zaten. Ama şimdi ülke bir bütün hâline geldi ve bunu biz defalarca söylüyoruz. Bence muhalefetin "Kürtlerden neden oy alamıyorum"u iyi hesaplaması lazım. Sizin siyasi söylemlerinizin karşılığı orada olmadığı sürece sadece burada konuşuruz, gideriz biz orada bayrağımızı da, vatanımızı da aslanlar gibi de müdafaa ederiz, hiçbir problem yok.

Ama şunu görüyorum: HDP'ye oy verenler de dâhil bu ülkenin ne bölünmesini istiyorlar -arkadaşlar, emin olun buna- ne eyalet sistemini istiyorlar ne özerklik istiyorlar. İstedikleri aslında benim de istediğim şeydi, eşit vatandaşlık ve bu eşit vatandaşlık hakkına şu an ben kavuştum ve bir Kürt sorunu bitti arttık, yok Kürt sorunu. Bunun görülmesi gerekiyor. Ben Kürt sorunu olmadığını dile getiriyorum, yıllardır bunu söylüyorum. Neden bu duyulmuyor? Kürt sorunu bitti.

Ha, şu an bir kesimin tek dayattığı bir nokta var ana dilde eğitimin olmasıyla alakalı. Ana dilde eğitim de Türkiye Büyük Millet Meclisinde hepimizin, muhalefetiyle, iktidarıyla birlikte karar vereceği bir şeydir, bunu burası tartışacak. Anayasa değişikliğini ilgilendiren bir konudur ve bu Anayasa değişikliği istenirse yapılacak bir konudur yoksa önemli değildir.

Bakın, bir örnek vereceğim; 4+4+4 sisteminde farklı dillerin öğrenilmesiyle ilgili eğitim müfredatını yasaya koymadık mı? Koyduk. Bütün Türkiye'de Zazaca veya Kurmanca öğrenim almak isteyenlerin sayısı kaç biliyor musunuz? 22 bin kişi arkadaşlar. Yani dolayısıyla, kimsenin böyle bir şeyi yok aslında. Bunlar tamamen politize edilmiş, siyasallaşmış konular yani.

Dolayısıyla, siz ana dilde eğitim de verseniz, ben iddia ediyorum, olsa burası, Meclis böyle bir karar da verse, ülke bölünmeyecek, eyalet de olmayacak, özerklik de olmayacak, olmayacak, olmayacak ve kimse de gidip ana dilde eğitime çocuğunu yollamayacak. Ben yollamayacağım çünkü ben entegre olmasını isterim çocuğumun. Dolayısıyla, böyle bakan bir bakış açısının olduğunu bilmenizi istiyorum.

Süreç, sağlam iradeden bahsedildi. "E sağlam irade nedir?" Ya, sağlam irade AK PARTİ'dir, sağlam irade Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'dır, sağlam irade Profesör Doktor Ahmet Davutoğlu'dur. Ya, vallahi billahi buna inanarak söylüyorum ha. Bu kadar net yani. Niye biliyor musunuz? Ya, sağlam irade eskiden yoktu ki. Ya, sağlam irade varsa, 17.500 insanı niye öldürdüler ya? Devlet 17.500 insanı neden öldürdü? Bakın, bir milletvekili olarak devleti eleştiriyorum.

HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) - Hükûmete soruyorsun değil mi?

CUMA İÇTEN (Diyarbakır) - Hayır, sizlere soruyorum. Hayır, şundan söyleyin.

HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) - Hayır, biz yetkili değiliz, Hükûmet orada.

CUMA İÇTEN (Diyarbakır) - Hayır, bakın, sağlam iradenin olmadığını söyleyenler oldu.

HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) - Cuma Bey, "Devlet 17.500 kişiyi öldürdü." dediniz, Hükûmet cevap verecek.

CUMA İÇTEN (Diyarbakır) - AK PARTİ iktidarından önce devletin 17.500 cinayetin altında imzası vardır, bunun altında paralel yapı da vardır.

(Oturum Başkanlığına Başkan Mehmet Ersoy geçti)

BAŞKAN - Sayın İçten, çok özür diliyorum...

CUMA İÇTEN (Diyarbakır) - Sayın Başkanım, lütfen, bakın, ben her zaman konuşan birisi değilim ama bugün burada yani iki üç saat önce çok seviyesi düşük bir şekilde itham edildik, benim de buna tahammül etmemi kimse beklemesin.

BAŞKAN - Sayın İçten, hiçbir şey demedim ki, belki bir şeyi hatırlatacağım.

Şimdi, özellikle konuşmalarınızda "17.500 faili meçhul var. Niye oldu?" diyebilirsiniz ama "Devletin bunda bizzat imzası var." ağır bir itham olur, sadece onu hatırlatmayı...

HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) - 17.500 kişiyi öldürmek kolay iş mi ya?

CUMA İÇTEN (Diyarbakır) - Sayın Başkanım, ben AK PARTİ iktidarından önce paralel yapıyla birlikte devletin 17.500 faili meçhul cinayetin altında imzası olduğu iddiasını bir milletvekili olarak yapıyorum. Ben o bölgede yaşamış, gözümün önünde onlarca faili bildiğim hâlde "faili meçhul" diye adlandırılan cinayetlere şahit olmuş birisiyim. Dolayısıyla, bu benim iddiam ama buna o zamanki hükûmetler, devlet karar verebilir ama AK PARTİ iktidarıyla işlenmiş bir tane siyasi cinayet kimse bulamaz. Bakın, AK PARTİ iktidarında işlenmiş bir siyasi cinayeti kimse bulup getiremez.

CELAL DİNÇER (İstanbul) - Bunu deme ama bunu yapma, deme ya, deme ya.

CUMA İÇTEN (Diyarbakır) - Ya, bu benim iddiam, ben oradayım ama keşke sizler de gelseniz de Diyarbakır'da, Bingöl'de dolaşabilseydik.

CELAL DİNÇER (İstanbul) - Sadece Gezi olaylarında ölenler, onların hepsi siyasi nedenle...

CUMA İÇTEN (Diyarbakır) - Bakın, daha önce vesayetçi kurumlar bu ülkeyi yönetiyordu, adaletin içerisinde de polisin içerisinde de askerin içerisinde de paralel yapılar, devletler, vesayetçi kurumlar vardı ve bunlar bu ülkenin gelişmesinden, büyümesinden, genişlemesinden rahatsızlık duydular ve zaten sorunlar öyle çıktı ve millet bundan dolayı bize yüzde 50 oy verdi. Ha, birileri hâlâ sağlam bir irade olmadığını düşünebilir ama bana göre sağlam irade eskiden yoktu çünkü benim camilerimi yaktılar, benim Kur'an-ı Kerim'imi yaktılar, benim köyümü bombaladılar, faili meçhul cinayetler oldu, bunu ben yaşadım. Hadi, buyurun, hodri meydan, seninle birlikte Diyarbakır'a gidelim, Bingöl'e gidelim, Hakkâri'ye gidelim, yoldan geçenleri çevirelim, soralım, dedelerimize soralım. Ben bunları yaşadım, biz bunları yaşadık. Şimdi, sağlam irade var, şimdi faili meçhul cinayetler yok.

"Şimdi, yol kesmeler..." Yol kesme otuz yıldır yapılıyor ya, PKK otuz yıldır yol kesiyor ama otuz yıl önce, yirmi yıl önce, beş yıl önce yol kestiğinde bir fark vardı, öldürüyordu, şimdi kesiyor 3-5 tane 15-16 yaşındaki çocuk, on-on beş dakika, şimdi öldürmüyor ya. Maalesef bunu söylemek zorunda kaldık yani. Gördünüz mü? Dolayısıyla, şu an ölümler yok, en büyük değer bu ve dolayısıyla, birlik ve beraberlik içerisinde, bu vatan içerisinde eşitiz ve beraber bir ülkeyi yönetiyoruz.

Sizi dinliyoruz, dinlemeliyiz de çünkü değerli fikirler de ortaya çıkıyor ama bizim konuşmamamızı da farklı algılarsanız o zaman biz de bunları konuşmak zorunda kalırız. Propaganda yaparız, ben de gelirim, burada söz alırım iki saat boyunca, AK PARTİ kitabını getiririm. Hani arkadaşlarınızın bir tanesi hikâye kitabı okudu ya, ben şimdi AK PARTİ kitabını okumaya başlarım, üç gün burada beraber kalırız çünkü bitmez yani yaptıklarımız bitmez. Bize o propaganda hakkını verirsiniz ama biz şunu diyoruz: Biz iktidar olarak bu kanunları zaten AK PARTİ mutfağında çalışıyoruz, vekillerimizin burada ciddi anlamda katkıları var, hepsine de tek tek teşekkür ediyoruz. Genel Merkezde de en çok konuşanlardan biri olduğumu da herkes çok iyi bilir ama bizim bunun içinde zaten imzamız olduğu için buraya geldiğinde biz değerli arkadaşların fikirlerini de önemsiyoruz ve susuyoruz, diyoruz ki: Ya, siz konuşun. Bunun böyle algılanması gerektiğini düşünüyorum.

Sert olduğumun farkındayım ama üslup noktasında da bugün İçişleri Komisyonuna yakışmayan bir üslup olduğu için bunu söylüyorum. Ben çok daha fazla seviyeyi düşürebilirim ama senin o düştüğün seviyeye ben düşmeyeceğim.

Çok teşekkür ediyorum.