| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2019 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi (1/276) ile 2017 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/275) ve Sayıştay tezkereleri a)Dışişleri Bakanlığı b)Avrupa Birliği Başkanlığı c)Avrupa Birliği Bakanlığı ç)Türk Akreditasyon Kurumu d)Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik Programları Merkezi Başkanlığı |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 14 .11.2018 |
İSMAİL FARUK AKSU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Başkan, Sayın Bakanım, saygıdeğer Komisyon üyeleri, değerli bürokratlar ve basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Her geçen gün karmaşıklaşan ve kırılganlaşan uluslararası sistem, devletlerin dış politikalarının idare edilmesini de aynı ölçüde zorlaştırmaktadır. Konvansiyonel çatışmaların sayısındaki artış; etnik, dinî ve ekonomik temelli uyuşmazlıkların yaygınlaşması, küresel güç mücadelesinin kazandığı yeni boyutlar, göç ve mültecilik olgularında ortaya çıkan trajik örnekler, terörizm ve kitle imha silahları konusunda yaşanan gelişme ve tartışmalar yakın geleceğe ilişkin tahmin ve değerlendirmeleri de güçleştirmektedir.
Güvenlik konuları bundan yirmi yıl öncesine kıyasla günümüzde daha fazla gündeme gelmektedir. Ne var ki bölgesel ve küresel nitelikteki uluslararası kuruluşlar da çok boyutlu yeni uluslararası sorunların çözümü noktasında ancak sınırlı bir etkiye sahip olabilmekte, hatta bazı bölgesel teşkilatlarda çözülmelere şahit olunmaktadır. Türkiye, coğrafyası itibarıyla hiçbir zaman bir sükûnet halkası içinde olmadığı gibi özellikle son yıllarda tam bir karmaşa, belirsizlik ve çatışma düzeninin ortasında kalmıştır. Kuzeyimizde Rusya-Ukrayna arasında yaşanan ancak gerisinde daha büyük bir mücadelenin var olduğu bilinen kriz, Rusya'nın Kırım'ı ilhakı ve NATO'nun Doğu Avrupa coğrafyasındaki yeni tedbirleriyle yeni boyut kazanmıştır.
Kafkasya coğrafyasında Ağustos 2008 savaşı, Abhazya ve Güney Osetya sorunlarında yeni bir statü oluşturmuştur. Azerbaycan'ın yaklaşık çeyrek asırdır işgal altında olan Karabağ bölgesinde yeniden bir cephe savaşının başlaması ihtimali son yıllarda birkaç defa belirmiştir. İran'ın nükleer programı bağlamında ortaya çıkan uluslararası kriz, İran ile P5+1 görüşmeleri sonucu belirli bir uzlaşıyla neticelenmişse de Trump yönetimi bu uzlaşıyı yok saymıştır.
Irak'ta 2003 ABD müdahalesinden sonra taşlar hâlâ yerine oturmadığı gibi, mezhebî çatışma ve gerilim zaman zaman yükselmekte; gerek IŞİD örgütünün faaliyetlerinin tamamen ortadan kaldırılamaması gerekse de etnik, ekonomik ve sosyal temelli uyuşmazlıkların siyasi düzlemde halledilememesi neticesinde krizler varlığını korumaktadır.
Tüm bunlara karşın, Türkiye'nin ve bölgenin en önemli sorunu, yukarıda adı geçen sorun türlerinin her birinden bir parça içeren, insan kaybı, düzen tesisine ilişkin umutsuzluk ve çıkar çatışmasındaki düzey bakımından her birini geride bırakmış olan Suriye krizidir. Bu sorun, Rusya ve ABD'nin bu ülkedeki askerî varlığı, çeşitli taraflara siyasi, ekonomik ve askerî nitelikteki destekleri itibarıyla da farklılaşmaktadır. Suriye'nin en uzun kara sınırına sahip olunan ülke olması, Türkiye'nin bölgedeki en büyük sığınmacı nüfusuna ev sahipliği yapıyor olması, Suriye'de faal olan terör örgütlerinin hedefinde bulunması, tarihî hasımlıklar ve hesaplar çerçevesinden bakıldığında, Türkiye açısından Suriye krizine jeopolitik duyarlılık ve riskler çerçevesinde bakılma zarureti ortaya çıkmaktadır.
Kıbrıs ve Yunanistan bağlamında azalmayıp artan sorunlar, başta Orta Doğu olmak üzere diğer sahalardaki kriz ve sorunların gölgesinde kalmış gibi görünmektedir. Oysa yakın dönemde kritik gelişmeler yaşanmış, Yunanistan Ege'deki bazı Türk adalarına fiilî işgal girişiminde bulunmuş, Türk deniz unsurlarına yönelik muhtelif taciz ve kışkırtmaları üst düzeyde sergilemiş, Rumların Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin varlığını yok saymaya dönük müzakere süreçleri yaşanmıştır.
Türkiye geçtiğimiz birkaç yıl içinde Doğu Akdeniz'de muhtemel krizlerde sonuçlar üzerinde aleyhte tesir oluşturabilecek bazı keskin tutumlar içinde olmuş, Mısır ve İsrail'in de içinde bulunduğu bazı devletlerle derin krizler yaşamıştır. İsrail, Mısır, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan Türkiye aleyhine birlikte hareket etme mekanizmaları geliştirmiş, enerji denkleminden Türkiye'yi dışlamak için iş birliği süreçlerini derinleştirmiştir. Bu kırılgan ve hareketli bölgede mevcut gücünü muhafaza etmek ve hatta artırmak Türkiye için zaruret arz etmektedir. Bunun somut tespitler ve çözüm önerileri, hedefler ve hedefe yönelik stratejik adımlarla gerçekleştirilebileceği ise açıktır.
Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan itibaren bölgesinde söz sahibi, tarihî mirası itibarıyla da bir merkez ülke konumunda olarak barış ve bölgesel dayanışma anlayışını sürdürmeye gayret etmiştir. Hatay'ın Türkiye'ye katılışı ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi'yle Türk boğazlarında tam hâkimiyetin tesisi Atatürk dönemi dış politikasının en önemli başarıları olmuştur. Takip eden yıllarda, İkinci Dünya Savaşı'nın yıkıcı etkilerinden uzak kalmak arzusu belirleyici olmuş, savaş sonrasında ise Türkiye yeni bloklaşma politikasının tarafı olarak NATO ittifakına girmiştir.
İki kutuplu dönemde Türkiye açısından bloklar arası mücadele sistematiğinin dışında yaşanan en önemli gelişmenin Kıbrıs Barış Harekâtı olduğunu söylemek mümkündür. Türkiye yakın çevresinde barış ve istikrarın sürdürülmesini hedefleyen bir söylem ve strateji takip etmiş; Batı dünyası ülkeleriyle ikili ilişkilerinin yanı sıra NATO, Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi gibi Batılı kuruluşlarla tesis edilen çok taraflı ilişkilerle dış politikanın genel çerçevesi çizilmiştir.
1990'larda uluslararası sistemde ortaya çıkan köklü değişiklik, Türkiye'nin ağır terörle mücadele yıllarına eşlik etmiş, buna rağmen Türkiye Balkanlardan Kafkaslara, Afganistan'dan Somali'ye kadar geniş bir sahaya yönelik çok boyutlu ilgisini sürdürmüştür.
Türk dış politikasının belirlenme ve uygulanmasında bir takım yenilikler, çeşitlilikler ve hareketlilikler sağlanmakla birlikte, bugün itibarıyla Türkiye'nin karmaşık ve riskli sorunlarla yüz yüze olmaya devam ettiği açıktır.
15 Temmuz hain darbe girişimi ve arka planında bazı Batılı ülke, kişi ve kurumların da payı olduğunun ortaya çıkması neticesinde Batı'yla ilişkiler daha da gerilmiştir. Batı dünyasıyla yaşanan gerginliklerde Irak ve Suriye'de yaşanan kaos ortamında yeşeren ve mevzi kazanan IŞİD, PYD, DAEŞ ve benzeri terör örgütlerinin de payı olduğu görülmektedir. Zira, Türkiye'nin uzun zamandır müttefiki ABD'nin Türkiye'nin güney sınırında terör destekli bir Kürt devleti oluşumuna destek verir mahiyette politikalar izlediği, PKK'nın Suriye kolu YPG/PYD gibi terör örgütlerine silah ve mühimmat yardımının alenen yapıldığı, Türkiye'nin buna yönelik itirazlarına ise kulak asılmadığı görülmektedir. Müttefiklik hukuku ve dostane ilişkilere aykırı bu gibi gelişmeler, Türkiye ile Batı arasındaki ilişkilerin sorgulanmasına sebep olmakta, Türkiye'nin ulusal güvenliğini tehdit eden gelişmeler karşısında Türkiye için tek başına mücadele etme mecburiyeti ortaya çıkmaktadır. Tek başına da kalsa, terörle kaynağında mücadele etme azminde olan Türkiye'nin Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekâtları gibi Fırat'ın doğusundaki terör yapılanmasını sona erdirmeye yönelik bir harekâta işaret eden
açıklamaların ve bazı terör unsurlarının top atışlarıyla vurulmasının ardından, uzun süredir geciktirilen Menbic yol haritasında nihayet adımlar atılmaya başlanmış, mutabakat çerçevesinde öngörülen öngörülen ABD-Türkiye ortak devriye faaliyetleri 1 Kasımda başlamıştır. Ortak devriyeler, kimilerince Türkiye ile ABD arasındaki ihtilafların azalacağına dair bir umut olarak görülmüşse de işin aslının öyle olmadığı kısa süre sonra anlaşılmıştır. Zira ABD'nin bir yandan da YPG'yle Türkiye sınırında ortak devriye başlattığı ortaya çıkmıştır.
Fırat'ın doğusundaki terör
yapılanmasının Türkiye'nin sınır güvenliğiyle birlikte bölgesel güvenlik riskleri oluşturduğu herkesin malumudur. Bu bölgede yaklaşık 2 bin ABD askerinin hâlihazırda faal olduğu da bilinmektedir. ABD'nin resmî açıklamaları bu askerî varlığın DEAŞ'la mücadele
için orada olduğu yönündedir. Ayrıca ABD, DEAŞ'ın Suriye'de kontrol ettiği toprakların
yüzde 99'undan çıkarıldığını belirtmektedir. Çok küçük bir alanda varlığını sürdüren DEAŞ'a Fırat'ın güney kesiminde ABD destekli SDG tarafından yeni bir operasyon yapılacağı belirtilmektedir.
Dikkatinizi çekmek isterim ki ABD Savunma Bakanlığının Kongre'ye sunulmak üzere hazırladığı 5 Kasım tarihli raporda göze çarpan hususlardan biri, Pentagon'un SDG'yi hâlâ "en güvenilir ortak" olarak nitelendirmesidir. Rapor, DEAŞ'ın tamamen yok edilmesi hedefinin hâlen geçerli olduğunu ve bu çerçevede SDG'nin ABD tarafından desteklenmesi gerektiğini açıkça ifade etmektedir. Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyinde gerçekleştirdiği askerî operasyonların SDG'nin DEAŞ karşıtı eylemlerini aksattığına da değinen rapor, ABD'nin SDG'yi kendi hedefleri açısından vazgeçilmez gördüğünü ortaya koymaktadır. Şayet ABD'nin bölgede bulunmasının tek sebebi DEAŞ ise onların kontrol ettiği son toprak parçalarının da DEAŞ'tan alınması hâlinde ABD'nin Suriye'den çıkması gerekecektir. Ancak rapordan da anlaşıldığı kadarıyla, ABD'nin Suriye'deki operasyonlar bittiği zaman Suriye'den çıkacağına dair bir gösterge yoktur.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Aksu, lütfen toparlayın.
İSMAİL FARUK AKSU (İstanbul) - Bitiriyorum.
ABD'nin DEAŞ sonrasında da burada kalmak için başka gerekçeler öne süreceği anlaşılmaktadır.
Şüphesiz, egemenlik haklarımızı ihlal eden, milletimizin huzur ve güvenliğini tehdit eden girişimlere karşı kim ne derse desin Türkiye meşru haklarını kullanmaktan imtina etmeyecektir. Gelinen noktada, Türkiye'nin dış politikada yeni hedef ve stratejiler belirleyerek karmaşık sorunlara çözüm üretmesi yerinde olacaktır.
Mevcut şartlar ve sorunlar karşısında alınacak yeni tedbirler, uygulamaya konulacak yeni politikalar ve stratejilerin esas ilkesi ise her zaman olduğu gibi millî menfaatleri temin ederek egemenlik haklarımızın korunması ve cumhuriyetimizin ilelebet yaşatılması gayesi olacaktır. MHP olarak, millî menfaatler, millî değerler ve millî beka için atılacak her adımda sizlerin destekçisi olacağımızı yinelemek istiyorum. Türkiye'nin millî güvenliğini ve millî çıkarlarını korumak ve geliştirmek; çevremizde barış, huzur, istikrar ve güvenlik kuşağı oluşturmak; başta komşularımız olmak üzere bütün ülkelerle karşılıklı saygı ve menfaate dayalı uzun vadeli dostane ilişkiler kurmak; mevcut sorunları Türkiye'nin hak ve çıkarları korunarak uluslararası hukuk çerçevesinde adil ve kalıcı çözümlere kavuşturmak partimizin dış politika anlayışının özünü oluşturmaktadır. Bu çerçevede partimiz, uluslararası iş birliği odaklı, caydırıcı, çok yönlü ve çok boyutlu bir dış politika yürütülmesini gerekli görmektedir. Dış politikada devlet ciddiyeti, üslubu ve anlayışıyla hareket edilerek Türkiye'nin dünya siyasetinde ve uluslararası ilişkilerde güçlü, itibarlı, sözü dinlenen, dostluğu aranan ve dostluğuna güvenilen bir ülke olmasını sağlayacak bir politika izlenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Küresel ölçekte etkisi ve saygınlığı olan bir uluslararası aktör olmak için ülkemizin coğrafi, stratejik ve jeopolitik konumunu dikkate alan, bölgesel ve uluslararası barışa katkıları da içeren etkili ve aktif bir dış politika izlenmelidir.
Milliyetçi Hareketin lider ülke Türkiye ülküsünün en önemli unsurlarından biri Türkiye'nin bağımsız, etkili ve sonuç alıcı bir dış politika izleyebilmesidir. Bu kapsamda, Türkiye'ye karşı tarihten gelen husumetleri bugüne taşıyan ve Türkiye'nin millî çıkarlarını hedef alan ülkelere karşı uluslararası hukuk ve meşruiyet çerçevesinde gereken caydırıcı politikalar uygulanmalıdır. Ayrıca, partimiz uluslararası ilişkilerde diğer devletlerin bağımsızlık, ülke bütünlüğü ve iç işlerine karışmamayı temel ilke olarak benimsemekte ve diğer devletlerden de bu ilkeye uygun bir tutum beklemektedir.
Bu düşüncelerle, Dışişleri Bakanlığımızın değerli mensuplarına zor şartlarda üstlendikleri görevlerin yerine getirilmesi için harcadıkları olağanüstü gayretten dolayı teşekkür eder, 2019 yılı bütçesinin ülkemize, milletimize hayırlı olmasını temenni ederim.