KOMİSYON KONUŞMASI

AHMET KAMİL EROZAN (Bursa) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bu mikrofonun söylediklerimden dolayı değil, söyleyeceklerimden dolayı kesildiğini varsayıyorum.

Şimdi, yine başka bir paragrafta bölgemizdeki terör örgütleri, aşırı unsurlar ve ulusal güvenliğimize yönelik tehditlerden söz ediliyor. DEAŞ var; YPG, PYD yok. Şu kâğıtta YPG, PYD yok; bulun bana. En büyük sorunumuz ne bizim bugün? YPG, PYD.

DIŞİŞLERİ BAKANI MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU - Konuşmamızda siz yoktunuz da biz söyledik.

AHMET KAMİL EROZAN (Bursa) - Biliyorum konuşmanızı, konuşmanızı takip ettim ben bir şekilde ama burada yok.

"Düzensiz göçe maruz kalıyoruz." Tamam, bunu da kabul ediyorum. "Düzensiz göçe maruz kalıyoruz." demek, "Sınırlarımızı koruyamıyoruz maalesef." demektir. Dolayısıyla bunu da hatırlatmak gereğini hissediyorum.

Bosna-Hersek... "Bosna-Hersek" kelimesi tiresiz yazılamaz, tiresiz yazıldığı zaman bambaşka bir sonuç çıkar. Türkiye Cumhuriyeti'nin Bosna-Hersek'e ilişkin tanımlamasında mutlaka tire olur, söylüyorum yani ben. Sadece bunu burada oturup milletvekili olarak söylemiyorum, ben Bosna-Hersek'te dört sene büyükelçilik yaptığım için...

Dışişleri Bakanlığında iki tip memur vardır: Bir tanesi, kalemi altın olanlar; bir tanesi, makası altın olanlar. Kalemi altın olan memurlara "Yaz kardeşim." dersiniz, yazar on beş dakikada, getirir; makası altın olanlar kesip yapıştırır, eski metinler olur, uç uca getirir, yapıştırır "cut-paste" olur. Okuyorum altın makastan çıkmış bir cümleyi: "Sayın Başbakanımız, Sayın Bakanımızın, Sayın Müsteşarımızın..." Kim müsteşar? "Sayın Müsteşar Yardımcımızın ve Sayın Genel Müdürümüzün çalışma ziyaretlerinde bulunmaları -ileriye yönelik, geçmişten bahsetmiyoruz- ve muhataplarını ülkemizde ağırlamaları söz konusu olacaktır." İleriye yönelik bunlar, geçmişe ilişkin değil bu cümleler. Dolayısıyla eğer siz yeniden ihdas edecekseniz müsteşar ve müsteşar yardımcılıklarını mesele yok ama bunları biliyorsunuz, kaldırdınız, ortada bir şey kalmadı. Bu büyük ölçüde 1937 yılında Sovyetler Birliği'nde olan uygulamayı hatırlatıyor. Ama bizim Dışişleri Bakanlığımız 1937'deki Sovyetler Birliği'ne göre şanslı çünkü o dönemde müsteşar yardımcılıklarını kaldırdıkları zaman, Stalin hepsini kurşuna dizdi; bizimkileri tayin ettiniz, kurtuldular.

Rakamlara geleyim izin verirseniz.

Şimdi, geçen seneki bütçeden bahsediyoruz. 3 milyar 310 milyon Türk lirası, 842 milyon dolar ediyor, kur 3,93. Şimdi, yeni teklif 4 milyar 635 milyon 760, kur 5,5; yine 842. Yani kardeşlerimiz bir kuruş... Bunu size söylemiyorum, Maliye Bakanına söylüyorum, cömert değil. Yani bu kurumun çok daha geniş kaynaklara ihtiyacı var. Kaldı ki siz neredeyse yüzde 90'ını dolar kurundan harcıyorsunuz.

Çok detaya girmeyeceğim. Birkaç tane yazılı soru verdik, cevap alamadık. Hangileri olduğunu da anmak istemiyorum ama ister istemez bir tanesini anacağım. Bunu Genel Kurulda da ifade ettim. Sayın Bakan, sabahleyin FETÖ'yle iltisaklı olup yüzde 23 oranında personelin atıldığını ifade etti. Tamam, not ediyorum, bu önemli bir temizliktir ama biz parti olarak "FETÖ'nün siyasi ayağı, FETÖ'nün ekonomik ayağı" diye araştırma önergeleri verdik, reddedildi. Şimdi, maalesef, şu soruyu sorduk biz o yazılı soru üzerine mecbur kalıp dedik ki: "Yüzde 23'ünü attınız. Bu, Bakanlığın aşağı yukarı dörtte 1'i, 600 kişiden fazla. Bu arkadaşlar ne zaman girdiler bu Bakanlığa, atılanlar?" Yani ben cevabını bildiğim bir soruyu sordum, açıkça söyleyeyim. Bunun cevabını bekleriz, yine bekleriz. Niye bekliyoruz? Çünkü burada sorumluluklar var. Bu Bakanlığın test sistemine geçişinde kimin imzası varsa hepsi sorumludur. Bu iki tane personel dairesi başkanına sorumluluğun üstüne yıkılabilecek bir konu değildir. Dolayısıyla bunun cevabını bekleriz.

İkincisi: Yine grup adına sabahleyin Sayın Sezgin konuştu, dolayısıyla çok ayrıntıya girmeyeceğim ama biz, Avrupa Konseyinin kurucu üyesiyiz, güzel; OECD'nin kurucu üyesiyiz, güzel. Biz üye olmasaydık da bugün girmeye kalksaydık bizi almazlardı. Avrupa Konseyine gidelim bugünkü hâlimizle "Üye olmak istiyoruz." diyelim, "Dolanın da gelin." derler bize. OECD'ye gidelim, bu ekonomik hâlimizle "Uzakta durun, bakarız zamanı gelince." derler.

Son bir şeye değineceğim 6 Kasımda -sabahleyin yine değinildiğini anladım- İnsan Hakları Konseyinde Çin'in üçüncü dönem incelemesi yapıldı ve Fransız, İngiliz, Alman, İtalyan, Amerikan yani oradaki bulunanların yüzde 70'i -tabii onlar "Sincan" diyorlar, biz "Doğu Türkistan" diyoruz- oradaki Uygur kardeşlerimize yapılan yaptırımlar, uygulamalar, toplama kampları vesaire herkes değindi, bizim temsilcimiz de konuştu. Ama hiçbir temsilci, bizde böyle hassas bir konuda kendisi oturup bir konuşma yazmaz, o konuşma mutlaka Ankara'dan gelmiştir. O konuşmada ne bir "Uygur" kelimesi var ne bir "Sincan" kelimesi var ne bir "Doğu Türkistan" kelimesi var. Böyle bir dakika, iki dakika değil o konuşma. Neyse ki YouTube var, herkes YouTube'a girip bu konuşmayı dinleyebilir. Ben o kardeşimize hiçbir sorumluluk yüklemem ama o talimatı verenlerin niye bu kardeşlerimizi, Uygurlu kardeşlerimizi böyle gündemden âdeta sildiklerini de anlamakta güçlük çekiyorum.

Çok teşekkür ederim, sağ olun.