KOMİSYON KONUŞMASI

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, sayın bakan yardımcıları ve İçişleri Bakanlığımızın değerli bürokratları, basın mensupları; ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum ve İçişleri Bakanlığımızın bütçesinin ülkemize hayırlı olması dilekleriyle konuşmama başlıyorum.

Efendim, bireylerin can, mal ve namus güvenliğinden sorumlu, toplumun birlik ve dirliğinden sorumlu İçişleri Bakanlığımızın 2019 yılı bütçesini sunarken Sayın Bakanın girişte söylediği sözler cidden benim içimi kararttı ama şunun da farkındayız: Artık dünya öyle hafife alınacak bir dünya değil, gerçekten iç karartıcı bir dünya. Terör olayları ve cana, mala, ırza, namusa yönelik olaylar, hırsızlık olayları giderek artıyor. Bir kişi beline sardığı bir bombayla bir toplumun içerisine giriyor, onlarca canın heba olmasına sebep oluyor; bu bir gerçek, bunu kabul ediyoruz ve bunun da farkında olunması gerektiğini düşünüyorum. Ama yine de şunu akıldan çıkarmamak lazım: 66 milyar TL bütçesi olan İçişleri Bakanlığımızın, zaman içerisinde şu tür tehditleri şuradan devraldık, bugün de buraya geldik... Buna benzer rakamlar verildi konuşmanın içerisinde ama bugün akşam eve gittiğimde çok daha rahat etmek isterdim açık söylemek gerekirse ama bugün için daha fazla tehlikeyle karşı karşıya olduğum gibi bir psikolojinin içerisine girdim. Ama maalesef, dünya da bu, bunun da üstesinden gelmek sadece Türkiye'nin değil, bütün dünyanın da sorunu.

Sayın Bakanın sunumundan sanki -1984- George Orwell'in öngördüğü dünyanın bile ilerisine geçmişiz gibi bir durumla karşı karşıya kaldık. Öyle tedbirler sıralandı ki dijital dünyada arkadaşım bunları teker teker alfabetik olarak yazdı, ben de göz ucuyla baktım, bir A4 sayfasını doldurdu yani Bakanlığın aldığı tedbirlerle ilgili olarak kurduğu kurumlar ve onların kısaltılmışları.

Efendim, devlet şiddet tekeli kullanmaya yetkili olan tek kuruluş. Dolayısıyla devletin vatandaşının, yurttaşlarının -dediğim gibi- can, mal ve namus güvenliğini ve toplumsal birlik ve dirliği sağlamak hem vazifesi hem de... Dolayısıyla, bu tür zecrî tedbirler almak görevi ve bunu da alıyor. Dolayısıyla, bu tek taraflı şiddet kullanma hakkını uygulamaya koyarken de yine de bireylerin demokratik haklarını göz ardı etmemesi lazım. Arkadaşımın da söylediği gibi, bir denge sağlanması lazım. Eğer bu denge sağlanmaz ise biz ikisini birden kaybedebiliriz.

O nedenle, mesela Sayın Bakan konuşmasının hiçbir yerinde gösteri ve yürüyüş haklarımızla ilgili olarak, anayasal haklarımızla ilgili olarak herhangi bir şey söylemedi. Bu tehditlerin yanında bizim bu haklarımız nasıl dengelenecek, nasıl yapılacak? Biz bu haklarımızı nasıl kullanacağız? Yani bununla ilgili olarak ne tür tedbirler alındığı, alınacağı konusunda herhangi bir şey söylenmedi. Dolayısıyla, toplumun elbette iktidarın her yaptığıyla anlaşması mümkün değil ama Anayasa buna protesto hakkı vermiş, bu protesto hakkının da yine yasal düzenlemeler çerçevesinde kullanılması gerekir. Bu konuyla ilgili olarak çok değil, hiçbir şey söylenmedi.

Efendim, özel bazı sorunları dikkate aldığımızda, şimdi, demokratik hakların kullanılması açısından topluma yerel yönetimlerle ilgili olarak kendilerine yerel yönetici seçmeleri hakkı veriliyor, belediye başkanlığı seçimleri yapılıyor ve vatandaş iradesini ortaya koyuyor ve belediye başkanı seçiliyor. Bir müddet sonra, uygulamada da gördüğümüz gibi, örneğin İstanbul, Ankara, Balıkesir, Ordu gibi belediye başkanlıklarına deniliyor ki: "Bu görevlerinizi bırakın." Bunu kim söylüyor? Aynı partinin başındaki kişi söylüyor. Ama toplum olarak biz bu insanların hangi suçu işlediği, niye bu görevleri bırakması gerektiği konusunda herhangi bir bilgiye sahip değiliz. Eğer bir yanlış yaptılarsa bu yanlış kendi partisine, kendi yönetimine karşı da yapılmış olabilir, topluma da yapılmış olabilir. Her iki hâli de bizim bilmek hakkımız. Dolayısıyla bunlar hakkında açılmış herhangi bir dava vesaire inceleme, soruşturma yok fakat birisi söylüyor, diğeri de tıpış tıpış makamını terk edip gidiyor. Yani bu demokrasi değil, demokrasi uygulamasına da uygun değil. Dolayısıyla toplumun bu konuda bilgilenme hakkı var. Bu bilgilendirme bence yapılmalıdır diye düşünüyorum.

Onun dışında, gerçekten biz hep sonuçları tartışıyoruz. Şimdi, Suriyelilerle, Türkiye'deki yabancılarla ilgili bir global rakam verildi. Bu global rakamın içerisinde Suriyeliler var. Bu Suriyelilerin çok az bir kısmı kamplarda, geriye kalanı da toplumun içinde rahatça seyahat ediyor, dolaşıyor, iş ve güç sahibi oluyor. Onlar da tabii insan oldukları için yemek içmek, hayatlarını idame ettirmek zorundalar ve dolayısıyla da toplumun bunların bu ihtiyaçlarını karşılamak için de bir sorumluluğu var. Bunu da kabul ediyorum. Ama bu mesele bir sonuç. Biz sebepten ziyade sonucu tartışıyoruz. Bu, sizin Sayın Bakan, bakanlığınızın görevi değil, başka birimlerin görevi. Ama maalesef biz bu sonuçları tartıştığımız sürece de bir yere varamayacağız çünkü sebeplere bir türlü eğilemiyoruz.

Onun dışında, bir iki hususa daha değinmek istiyorum. Konuşmanızın bir yerinde depremle ilgili bilgi verdiniz, oradan da hareketle toplanma alanları dediniz. Bugün şunu inkâr etmeyelim, kabul edelim ki maalesef bu şehirleşme dediğimiz, betonlaşma dediğimiz ve iktidarın da ekonomi politikası olarak inşaat sektörünü öne çıkarmasından dolayı şu anda Türkiye'de deprem olduğunda insanların toplanacağı bir alan kaldı mı? Yani şu anda belediyelerin yaptıkları imar planlarında ortaya konulan toplanma alanı denilen alanların belki de yüzde 80'i, 90'ı şu anda inşaata açılmış ve bugün ya konut yapıldı ya rezidans yapıldı. Dolayısıyla bu söylediğiniz yani verdiğiniz rakamlar gerçeklere uygun olmalı. Toplanma alanına ihtiyaç var fakat şunu da söylemenizi isterdim ki örneğin yirmi yılda, yirmi beş yılda şu şu alanlar şu şu şehirlerde toplanma alanları ortaya konmuştu ama bugün bunlardan şunlar şunlar kaldı demenizi tercih ederdim. Fakat böyle bir bilgi vermediniz ve yok. Mesela İstanbul'da Ali Sami Yen Stadı'yla Galatasaray Stadı'nın yeri toplanma alanıydı ama bugün bloklar dikilmiş. Onun gibi binlerce alan.

Bir hususa daha değinmek istiyorum, o da şu: Şimdi, Emniyet Genel Müdürlüğü 2006 yılında kadar önemli suç istatistiklerini yayınlıyordu fakat 2001-2006 yılı arasında bu istatistiklerde önemli bir artış oldu. O artıştan sonra -eğer yanlışsam, lütfen yanlışımı düzeltin- bu istatistikler yayınlanmamaya başladı ve oradan da alınıp Türkiye İstatistik Kurumuna verildi. İstatistik Kurumu da suçları daha mikro bazda açıklamıyor, global, mahkemeye intikal etmiş ve o mahkemeye intikal ettikten sonra ortaya çıkan suç teşkil edenleri yayınlıyor. Dolayısıyla karakollara intikal edenler yayınlanmıyor. Eğer yanlışsam lütfen düzeltin.

Dolayısıyla 2017 yılında Emniyet Genel Müdürlüğü yayınladığı bir genelgede bir suç haritası ortaya koydu fakat bu suç haritalarında verilen bilgiler geçmiş yılları kapsamadığı için suç eğilimlerindeki değişimleri göremiyoruz, görülemiyor. Buradan da hareketle sunumunuzda nereden nereye geldiğiyle ilgili bazı suç kategorileriyle ilgili olarak bilgi verdiniz. Fakat yine de OECD'nin İyi Yaşam Endeksi (Better Life Index) ve Legatum Institute Prosperity Index'ine göre "Türkiye kişilerin en az can ve mal güvenliğinin olduğu ülkelerden biridir." deniyor. OECD istatistiklerinde 38 ülke arasında 30'uncu sıradayız. Legatum istatistiklerinde 149 ülke arasında 130'uncu sıradayız. Hem OECD hem Legatum istatistiklerinde son on yılda Türkiye kişisel mal ve can güvenliği açısından dünya sıralamalarında olağanüstü gerilemiştir. Bu istatistikler böyle söylüyor. Dolayısıyla suç istatistiklerine yönelik verilerin önemli bir kısmını, alt bileşenlerini biz sadece özel saha çalışmalarından öğrenebiliyoruz. Bu çalışmalardan bazıları: Örneğin Türkiye'de son on beş yılda 15 bine yakın kadın cinayeti işlendi. 2002 yılında toplam 66 kadın, 2003 yılında 83 kadın öldürülürken 2016 yılında 328 kadın...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Yılmaz, lütfen tamamlayınız.

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Toparlıyorum.

Çocuk istismarı vakaları son on yılda yüzde 700 arttı. Daha vahim tablo ise çocuğa yönelik cinsel suçlardan sadece yüzde 5'i kamuoyunca biliniyor, yüzde 95'i maalesef gizli tutuluyor. Ensest vakaların ise sadece binde 1'i ortaya çıkıyor.

Dolayısıyla söylemek istediğim şu: Burada bırakıyorum. Lütfen bu rakamların -eğer yanlış isem- nereden, nasıl alt bileşenlerini alabileceğimizi bize açık ve net olarak söyleyin, bir adres gösterin.

Son bir şey söyleyeceğim. Bu da kamu görevlileriyle, özellikle mülki idare amirleriyle ilgili olarak. Ben 2015 Haziran seçimlerinde Milliyetçi Hareket Partisinden Uşak milletvekili adayıydım. Orada ben siyasi rakibim partiyle yarışmadım, Uşak Valisiyle yarıştım. Bugün kamu görevlisinin sadakati devletine olmalıdır, kamu görevlisinin sadakati o devletin parlamentosunun yaptığı onun görev alanını çizen kanuna olmalıdır, o valinin, o idarecinin sadakati iktidardaki partiye değil, iktidardaki partinin başındaki adama da olmamalıdır. Ama bugün gelinen nokta itibarıyla sadakat devlete değil, partiye de değil, o partinin başındaki adama sadakat gösteren yöneticiler var bugün.